Gerçek Bir Tiyatro İnsanıyla Sanata Dokunuş

admin

Yavuz Pak- Pınar Çekirge

tamer2

O’nun oyuncu, yönetmen kısaca gerçek bir tiyatro adamı olarak bir ömrün zamana meydan okuyan özeti, doruktaki tartışılmaz ustalığının da belgesidir aslında. Hayatla derdini, hayata dahil ve dair her şeyi, yaratıcılık değerindeki estetik duyarlılıkları yaşar kıldığı karaktere ilikleyip, o karakteri en sahici haliyle sahneye taşıdı her defasında. Geçtiğimiz sezon  Küheylan’ da Dr.Dusart ile benzersiz bir oyun sergiledi yine, tiyatro sanatının, safkan oyunculuğun ne anlama geldiğini bir defa daha kanıtlamış oldu herkese. Tıpkı Galileo Galileo’da Galileo, Venedik Taciri’nde Syhlock,  Keşanlı Ali Destanı’nda Şişman Polis gibi, Dr.Dusart’da unutulmazları arasındadır artık.

Düşünüyorum da, rolünün yoğunluğunu yaşatırken, seneler sonra bile hatırlanacak bir oyunculuk sergiler Tamer Levent. Her tonlamanın, her susuşun hakkını vererek izleyiciye aktarır. Bu bağlamda, sahne üstündeki olgunluk döneminin en başarılı oyunlarından biri olarak da sayabiliriz “ Küheylan”ı.

Her canlandırdığı karakterde kendini aşmış, yetkin bir oyunculuk sergileyen Tamer Levent’in kazandığı başarı elbette sıradan bir rastlantı değil, yorumladığı kimliği imar ederken ortaya koyduğu özen, disiplinli çalışma, benzersiz oyunculuk yeteneğiyle de ilgilidir.

tamer6

Evet, ailesi tiyatroyla ilgilenmesine doğrusu ya, pek sıcak bakmıyordu. Hele lise birinci sınıfta tam yedi kırıkla gelen karne. Ama yılmadı, direndi. Kafasına koymuştu bir kez. Geriye dönmeyecek, yan yollara sapmayacaktı. Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nün seviye sınavını “üstün yetenek”li kaydı ile kazandı. 1977 yılında mezuniyetinin hemen sonrasında My Fair Lady ile Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. Tam da o günlerde İnsandan Kaçan’ da bir sanatçının rahatsızlanması nedeniyle o oyunda da görev aldı Tamer Levent ve aynı sezon Genç Werther’in Yeni Acıları’nın kadrosunda adını gördü.Hızlı bir giriş yapmıştı tiyatroya. Zafer Ergin, Alev Sezer’li  Yasalar ve İnsanlar (Billy Budd) ile ilk kez İstanbul izleyicisi ile tanıştı. Monserrat, Özgürlüğüne Kavuşturulan Don Kişot, Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi  ve derken  Keşanlı Ali Destan

Tamer Levent Devlet Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen olarak çalışmalar yaptı. Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü ( ilk ve son kez seçimle göreve gelen ) ve genel müdür yardımcılığı, yaratıcı oyunculuk dersleri, yurt içi ve dışında atölye çalışmaları, oyun yazarlığı, kaleme aldığı makaleler. Niçin Tiyatro kitabını ve Bütün Dünya Bir Oyun Sahnesi, Ya Tutarsa, Karısına Göre Bir Halk Düşmanı, Anla Beni, Masal Kadınları oyunlarını yazdı, Efruz Bey ve Ben ki Aldüncanbaz uyarlamalarını yaptı.

Alkışlar, turneler, provalar, sinema filmleri, televizyon dizileri…Her başarının bir sonrakinin çekirdeği olduğu bütün o yıllar… Rol aldığı Tartuffe, Yaşamaya Dair, Yağmur Adam, Mutlu Yıllar, Sanatçının Ölümü, Bir Sabah Gülerek Uyan oyunlarında oyunculuğu ile göz doldururduMança’lı Adam – Don Kişot ve Carmen operaları ile Bir Elin Nesi Var, Bütün Dünya Oyun Sahnesi, Bernarda Alba’nın Evi, Yeniden Yaratma, Önce İnsan, Masal Kadınları, Yaşamaya Dair, Caligula, Bakhai, Kalpaklılar, Ney Dans Prodüksiyonu, Ferhat ile Şirin , Domuz Ahırı, Midas’ın Kulakları, Yalancının Resmi, Ölümü Yaşamak, Ak Kartalın Oğlu Gılgameş oyunlarını yönetti. Başarılı kariyerini  2009 Ankara Sanat Kurumu “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü (Galileo Galilei – Galileo’nun Yaşamı), 2016 Yeni Tiyatro Dergisi “Onur” ödülü, 2016 İsmet Küntay “Onur” ödülü, 2016 Frankfurt Tiyatro Festivali “Onur” ödülü ve Dionysos Tiyatro Festivali “Onur” ödülü ile süsledi. Ayrıca, 2003 yılında, Çorlu Belediyesi tarafından “Tamer Levent” adına bir tiyatro sahnesi de açıldı.

tamer-levent-fotogaleri-3

Kısaca dopdolu, tiyatroyla varolmuş bir hayat… Tiyatro için, tiyatro adına! Bir aylık maaşına eşit bir tutar birkaç cümlelik reklam seslendirilmesi için önerildiğinde hiç düşünmeden reddetti, bunun gibi pek çok teklifi de. Yanlış tarif edilmiş adreslere düşmedi hiç yolu. Sanatçı kimliğine, tiyatroya ihanet saydığı her şeyden uzak durdu. Evet senelerce Ankara’ya kilitledi kendini adeta. Çalışmalarını orada sürdürdü. Bugün geriye dönüp baktığında hiçbir ‘keşke’si yok Tamer Levent’in, pişmanlığı da. Daha güzel ve daha anlaşılır bir dünya için “Sanata Evet” demişti çünkü.

“Tiyatro kültürü esasen insanlık tarihi kadar eski. Kimi toplumlar, bu en başından beri insanların birbirleriyle ilişki kurmak, yaşantılarını anlamlandırmak için var edip kullandığı kültürü alıp geliştirmişler. Bunu vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak görmüşler çünkü. Maalesef ülkemizde tiyatro kültürünün hâlâ toplumsal gelişmede, bireyin gelişmesinde taşıdığı önemin anlaşılmadığını düşünüyorum. Bu nedenle kendini eleştiremeyen bir toplumuz. Ayna ile yüzleşir gibi, tiyatro sahnesi ile yüzleşmenin yaratıcılık ve kendini geliştirme konusundaki etki ve yararlarını anlamadan fanatik, tek taraflı düşünmeyi marifet zannediyoruz.”

“Tiyatroyu geliştirip, onu yaşama kültürünün bir parçası haline getiren toplumlar, sosyal yaşamlarını da geliştirmek, demokrasi ve adalet kavramını geliştirmişler, insanı anlamak konusunda da gelişme göstermişler; bu anlamda din kültüründen farklı olarak, insanın kendi kendisini yönetebilmesine dair felsefeler geliştirmişlerdir. Kendi kendisini yönetebilecek insanın ise birçok konuda yetişmiş, bilgi ve farkındalık sahibi olması, üstelik bunları özümsemiş bir şekilde yaşamında kullanabilmesi  üzerine tezler geliştirilmiştir. Rönesans, Avrupa’da toplumun genlerine girmiştir. Onlar artık sanatı yaşama biçimi sayıyor, Siyasette, demokrasi kültüründe sanat, eğitim de sanat ve kültürü belirleyici bir unsur. Ama biz sanatı böyle bir işlevsellikte görmüyoruz yaşantımızda; bunların dışında soyut ya da mistik bir şey gibi görüyoruz. Osmanlı döneminde, Ramazan aylarında “şano”ya giden halk, tiyatroyu ‘şanodan’ ibaret zannetmiştir! Bugün de bu kültür devam ediyor.

1040879_10151681831773446_1993658326_oAhmet Vefik Paşa’nın bu kültürü var edebilmek adına verdiği mücadeleyi unutmamalıyız. Darülbedayi geleneğinden gelen İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatrolarının tiyatro kültürünün oluşturulması konusundaki önemini anlamak ve anlatmakta yetersiz, zayıf kalındığı olunuyor. Bizde, tiyatro kültürü değil ama tiyatro kültürünü karalama kültürü gelişmiştir! Mahkemede oyuncunun şahitliğinin kabul edilmemesi, oyunculuk kavramının bir meslek değil de ancak aylak gezen, işsiz güçsüz takımı tarafından yapıldığı, oyuncuya kız verilmemesi gibi aşağılayıcı tutumlar gelişmiş, bu gelişmelerin uzantısı günümüze kadar gelmiştir. Tiyatroları kapatmak, sanata hakaret etmek, sanata verilen paradan tasarruf etmek bu soyut algının somut uygulamalarıdır!”

“Sanatın yaşama biçimi olması için, insan hayatının kalitesini ifade eden ortak bir payda teşkil edebilmesi için tiyatro gerçek anlamda bir ihtiyaçtır, bana göre. Çünkü tiyatro toplumu kendiyle yüzleşmeye, kendini geliştirmeye yönlendiren bir tür itici güçtür aynı zamanda. Ne yazık ki ülkemizde tiyatro kültürünün hala toplumsal ve kişisel gelişimde taşıdığı önem derecesinin anlaşılamadığını düşünüyorum. Ayna ile yüzleşircesine, tiyatro sahnesi ile yüzleşmenin yaratıcılık ve kendini geliştirme konusundaki tesir ve faydalarını yadsıyarak, fanatik, tek yanlı düşünmeyi bir tür hüner sanıyoruz sanki.”

”Şanslıydım Devlet Tiyatrosu’nda benden önceki oyuncularla aynı sahneyi paylaşma imkânım oldu. Onlardan da, yönettiğim, rol aldığım oyunlardaki tüm arkadaşlarımdan da çok şeyler öğrendim tiyatro adına. Kendimi eğittim öncelikle. Egolarımı azaltmaya çalıştım mümkün olabildiğince…”

“Öğrenciliğimden beri, tiyatro sanatında  doğaçlamanın önemini tekrarlarım hep. Kuşkusuz analitik dramatoloji yapılmalı ama doğaçlama da göz ardında tutulmamalı, diyorum. Hocalarımız şu rolü, böyle oyna derlerdi. Oysa daha iyiyi ortaya çıkartabilmek için denemeler yapılması gerektiğini savunuyorum ben. Rolün tek yönlü ele alınmaması gerekiyor çünkü.“

Rejisi, hocalığı, oyunculuğu, yaratıcılığı, özgün biçemiyle, sahnede zamanlama ve dinamizm mükemmeliyetiyle, yorumladığı duygulanım ve hadiselerin seyirci tarafından doğru algılanmasını sağlayan ustalık katındaki oyunculuk tekniğiyle bir başkadır Tamer Levent…

180107_10150099359403446_4251767_n

Perde Arkası: Işığı Asırlarca Sönmeyecek Bir Meşale
Foucault, etik üzerine düşünmeye başlamasıyla eşzamanlı olarak, Nietzscheci bir proje olan, kendini estetik olarak biçimlendirme, kendisini “filozof/sanatçı” olarak yaratma projesine yönelmişti. “Bu anlamda filozof olmak, benzersiz ve özgün olmak demektir; yaşamın nasıl yaşanacağına dair yeni bir model, yeni bir “yaşama sanatı” üretmekten başka bir şey değildir. Foucault, düşünce ve yaşamı sanat ile birleştirebilen büyük sanatçıların hayatımızı zenginleştireceklerini söyler.” (1) Tamer Levent, yeteneği, aklı, deneyimi ve birikimi ile ülke sınırlarını aşarak sanatını evrensel boyutlara taşımış, tiyatronun ve sanatın pratiği ile yetinmeyip teorik alanda da faaliyet yürüten bir tiyatro insanı. Levent, Foucault’un betimlediği türden bir “yaşama sanatı” ya da “sanat yaşamı” üretmeye adadığı çalışmalarıyla hayatımızı zenginleştiren “sanatçı/filozof”.

Levent için tiyatro, sadece tiyatro değil. O tiyatroyu kültür evreninin bir veçhesi olarak bu uzama içkin bir bütünsellik içinde ele alıyor: diyor Levent. İşte bu düşünceler ve mesleki örgütlenmenin tiyatroya ve ülkenin sanat hayatındaki yaşamda öneminin farkındalığıyla,  genç yaşında TOBAV’ın (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı) kurucularından biri olur. TOBAV, 1981 yılında devlet tiyatro, opera ve balesi içindeki herkesin katılabileceği ve yardımlaşabileceği bir topluluk olarak kurulur ve bugün 2000 civarında üyesi vardır.  Seçilen ilk başkanı olarak görevine devam eden Levent TOBAV’ın çalışmalarını özetliyor:“Ülkemizde halen oyunculuk bir meslek olarak kabul edilmiyor! Hala tiyatronun gerekli mi gereksiz mi olduğunu tartışmak isteyenler var! Fikir ve sanat eserleri kanunu, oyunculuk mesleği ile ilgili bağlantılı hakları, sanatsal özerkliği tanımlamaları konusunda, kendine sanatçıyım diyen oyuncuların günümüze bir tanım getirebilmesi mümkün değil. TOBAV, böyle bir ülkede,  bir sivil toplum kuruluşu olarak, gönüllülük ilkesiyle, pek çok ilke imza atmıştır. Meselâ, tiyatro festivali alışkanlığı yoktu Türkiye’de. 12 Eylül sonrasıydı ve Ankara belediye başkanı bir paşaydı ama Ankara’da ‘çocuk ve gençlik tiyatrosu festivali’ yaptık. Alaçatı’da 12 yıl, Denizli’de 18 yıl, Ordu’da 9 yıl festival düzenledik. Bunlar kültür oluşturma çalışmaları. Devlet tiyatrosu ve Türkiye tiyatrosunun sorunlarına çözüm bulmak için Mersin’de iki defa uluslararası kurultay yaptık. Bu ilklerin kültürleştirilmesini sağladık. Zaman içinde, tiyatro alanında uluslararası ilişkiler, atölye çalışmaları, yaratıcı oyunculuk, tiyatroda doğaçlama, oyun yazma yarışmaları, konservatuvarlara hazırlık kursları, uluslararası seminerler, festivaller, ulusal kurultaylar, çocuk tiyatroları konularında örnek çalışmalar yaptık, çalışmaları yayınladık ve süreli yayınlar çıkarttık. Sanat kavramının toplumsal bir ortak değer olduğunu kanıtlamak için, sanat kültürünü yaygınlaştırmaya çalıştık. Bu anlamda 35 yıldır “Sanata Evet” kampanyasını sürdürmektedir. Sanat kavramının eğitim sanatı olarak muhakeme edilebilmesi için de Türkiye’de yaratıcı drama çalışmalarını yaygınlaştırmak amacı ile Çağdaş Drama Dernekleri’nin kurulmasına destek olduk.”

13178021_10154121390363446_1277613058861538289_nTOBAV’ın yanı sıra, 2000 yılında kurulan TOMEB’in (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) kurucusu ve ilk genel başkanı olan Levent, Türkiye’de sanat alanında örgütlü mücadelenin bayraktarlarından biri kuşkusuz. Hayatın her alanında olduğu gibi sanatın ve sanatçının da ancak örgütlü mücadele ile sesini yükseltebileceğini belirtiyor:“Sanatsal özgürlük ve özerklik bir gereksinim olarak sahiplenilmedi bu ülkede. Bu şartlarda gösterilen tepkisellikler de yerine ulaşamadı. Çünkü zaten sanat kültürünü benimsemesi istenmeyen bir toplumun, sanat kültürüne yabancılaştırıldığı dönemlerde sanat insanları ve toplum, örgütlü dayanışmalar oluşturamadı. İktidarlar da bunu kullandı! İçinde bulunduğumuz dönem bunun tipik göstergesidir. Temel hedef, toplumların sanat ile buluşmasını sağlamak iken, sanat etkinliklerinin türlü bahanelerle engellendiği  bir döneme girildi. Burada ortak dayanışmalar sağlanamaz ise toplumun bu kültüre gereksinim duyan kesimlerin de uzaklaşması söz konusu olabilir. Toplumsal iletişim sağlanmalı, verilen örgütlü mücadelenin sanatın toplumsal değer haline gelmesi amacında olduğu çok açık ve net olarak tanımlanmalıdır. Yasal haklar konusunda toplumdan destek istenirken, toplumun sanata neden talep duyması gerektiği de anlatılmalıdır. Bu konuda toplumsal iletişim sağlanmalıdır. Toplum sadece ‘sanatçı’ olarak anılan kişilere değil ‘sanat’ kavramına ve onun kültürünün taşıdığı değere de sahip çıkmaya çağırılmalıdır! Yas amacı ile sanat etkinliklerinin iptali nasıl söz konusu olmamalıysa, protesto amaçlı olanlarda da sanat eylemlerinin iptali yerine alternatif sanat eylemleri planlanmalıdır.”

Tarihin bir cilvesi olarak, muhalif kimliğine rağmen, kısa bir süre için Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü de yapar Levent. Devlet Tiyatroları’nın “seçilmiş ilk ve son genel müdürü” ünvanı da O’na aittir: “O zamanki bakan Fikri Sağlar, benimle çalışmak istediğini söylediğinde,  TOBAV olarak seçimsiz atamalara karşı karar aldığımızı belirttim. ‘Yasada seçim yok ve yapmak da gerekmiyor’, dedi. Ben seçilmeden görev alamayacağımı belirttim. Eğilim yoklaması yaparak biz kendi aramızda seçim yapalım, seçileni siz atamış olun. Böyle formülleştirildi ancak benden sonra işletilmedi seçim sistemi.” Kısa süren genel müdürlüğü döneminde Devlet Tiyatroları’nın kronikleşmiş en temel sorunlarına el atar Levent: “Sanatın devlet politikasına yansıması, öncelikle siyasetin sanat olarak yapılmasını, ‘önce insan’ denmesini gerektirir. Bu felsefe doğrultusunda insanın mutluluğu ve gelişmesi için, sosyal hakları ve yaşam kalitesini arttırmak için çalışmalar yapılması, sosyal haklar elde edilmesi gerekir. Sanat mesleği bu kültürün gelişmesinde uyarıda bulunacak ve bu kültürel gelişmeyi sürekli besleyecek şekilde kalkındırılmalıdır. Bunun için, öncelikle British Arts Council’in kopyası değil ama, Türkiye’ye özgü bir sanat konseyinin inşasını savundum. Ayrıca, Devlet Tiyatroları oyuncularını memurlaştıran 1970’deki yasanın yerine, 1949’daki kuruluş kanununa geri dönülerek sanatçıların ‘özel statü’ sahibi olmalarını ve mesleki garantilerinin sağlanmasını savundum. Bu konuda kaynak, uluslararası fikir ve sanat eserleri kanunudur. Fikri mülkiyet hakkı, fikir ve sanat eserleri kanunu çerçevesindeki haklar tanınmalıdır sanatçılara. Öte yandan, o dönem tasarruf tedbirleri ile Devlet Tiyatroları çalışamaz hale getirilmek isteniyordu. Oyunlar sergilenmeyecek, personel maaşını alıp evinde oturacaktı. Ben buna da karşı çıktım. Yaptığım itirazlarla, tasarruf tedbiri uygulamalarından Devlet Tiyatroları’nın büyük ölçüde bağımsız tutulmasını sağladım. ‘Sanata Evet’ kampanyası ile de 65 ton gazete toplayarak Devlet Tiyatroları’na pek çok demirbaş alımı gerçekleştirdim. Amacım, kriz dönemlerinde sanatsal çalışmaların iptal edilememesi gerektiğini ve asıl böyle dönemlerde sanata ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktı. Sanat kavramının kültürleşebilmesi için önemlidir bu adımlar.” Ancak, Devlet Tiyatroları genel müdürlüğü koltuğu, Levent gibi örgütlü mücadeleden gelen, muhalif ve sorunların çözümü için kurumu bir bakıma yapıbozumuna uğratarak devrim niteliğinde değişimleri önünün açacak yöneticiyi kaldırabilecek durumda değildir. Bu nedenle, görevde süresi sadece aylarla sınırlı bir süre kalabilir: “Tiyatro, tüm sanat dalları gibi özgürlüğü kısıtlanmadığı, gelişen toplumsal olaylar ve bilimden doğru etkilenmesi engellenmediği sürece, bağımsız-demokratik bir işleyişle, toplumun kültürel düzeyinin değişip-geliştirilmesi savaşımına katkıda bulunabilir. Bu nedenle tiyatro sanatı; toplumu ve kültürel yaşamı oluşturan en küçük bireyden, devletin yönetimini yürütmekle görevlendirilenlere kadar, insan yaşamını izlemek, elde ettiği verileri sahnelemek ve bu verilere kaynak olan, kendi toplumunun kültürel anlayışını geliştirip değiştirmekle yükümlüdür. Ancak, tiyatronun doğuşundan beri omuzlarına yüklenen bu çok önemli sorumluluğu taşıması engellenmek istendiğinde de, gerekli tepkiyi verenler yine sanatçılar olacaktır. Bu tepkiler vurdumduymazlıkla ya da baskıcı uygulamalarla geçiştirilirse, tiyatro sanatının da özü boşaltılmış olur. Tıpkı ülkemizin en büyük ödenekli tiyatrosu olan Devlet Tiyatroları’nda olduğu gibi.”(2)

tamer7Tamer Levent, Türkiye’de “eğitimde drama” ve “yaratıcı drama” çalışmalarının öncüsü. Drama yöntemi ve doğaçlama konusunda 100’ün üstündeki ülkede atölye liderliği ve pek çok üniversitelerde ders vermiş bir “drama üstadı”: “Bir tiyatro sanatçısı olarak benim çağdaş drama teziyle ve ona dayalı gelişmelerle ilgilenmem 1975 yılında başladı.  Avusturya ve Almanya’da seminerlere davet edildim, bildiriler verdim, atölye çalışmaları yönettim ve o günden bu yana onlarca ülkede sürdürüyorum çalışmalarımı.” Dramanın tarihsel, kültürel, eğitsel ve yaşamsal veçhelerine değiniyor Levent:Bugün ‘dram’ sözcüğü, ‘insanın yaşamsal eylemlerinin tümü’ olarak tanımlanıyor. Bu özelliğiyle, tüm sanatların kökeni kabul ediliyor. Günümüzde sanat, insanın yaşamının yeniden anlamlandırılması, insanoğlunun kendini hemcinslerine ifade etmesi, insanların birbirleriyle olan benzerliklerini farkederek kendilerini yeniden keşfetmeleri anlamına geliyor. Yaratıcılıkların geliştirilmesi, bastırılmış kimlikler, çifte ruhluluk ve çifte standartlılık yerine açık, güvenilir insan ilişkilerinin yeşertilmesi anlamına geliyor. Toplumsal güvenin sağlanması, yabancılaşmanın yerini, yaşama hazzı ve sevincinin alması, insanın verimliliğinin artması anlamına geliyor. Tiyatro sanatı da işte bu bütünleşmenin odak noktasını oluşturuyor.” (3)

Levent, eğitimde dramanın önemini özellikle vurguluyor:“Eğitim-öğretim, dramanın mutlaka kullanılması gereken bir alan. Okul öncesi eğitim, TV çocuk programları, görsel-işitsel eğitim gibi alanlarda da, drama bir yöntem olarak önemli işleviler yükleniyor. Ülkemizde tiyatro sanatçısı yetiştiren okullardan, özellikle konservatuvarlardan mezun olmuş sanatçıların da bu çağdaş gelişmelerden haberdar edilmesi gerekir. Çağdaş dram tekniği ile hazırlanmış müfredat programlarında, bütün dersler öğrencinin çok yönlü katılımına dayalı ve uygulamalı dersler haline getirilmelidir. Öğretmen monoloğuna dayalı kuram dersleri tüm eğitim ve öğretim sisteminde, öncelikle oyunculuk eğitimi veren okullarda dramatize olarak yapılmalıdır. Tiyatro sanatı ile dramatizasyon arasındaki bağ şudur:  Çağdaş tiyatro sanatı ve tiyatro bilimi, kültürler arasında bağlantı kurmayı, duyarlı insanların birbirlerini daha iyi anlayabilmesini ve birbirleriyle iletişimlerinin gelişmesini sağlar. Dünyanın, bugün en önde gelen tiyatro yönetmenleri ve onların okulları dünyalı insanın kültürünü ve bu kültürün evrenselliğini vurgulayan çalışmalar yapmaktalar. Eğitimde dramatizasyonda da temel amaç, insanlar arası doğru iletişimi ve kişiliğin çok yönlü gelişimini sağlamak, bireylerin saklı enerjilerinin dışa vurmasına ortam hazırlamaktır.”(4) Gerçekten de, sanatın bilgi ile olan bağı, Antik Yunan düşüncesinden günümüze kadar, kabaca ‘idea’ ve ‘form’ olarak ikili bir eksende devam eder. Sanat, Hegel ile birlikte ise sonuca ikinci derecede etki eden (epifenomen) algılanışından kurtulup, diyalektik düşüncenin bileşeni olarak özerk bilgisini aramaya ve sunmaya başlar. Bu noktadan sonra, sanattan elde edilen bilgi, insan deneyiminin bir dil olarak temsili aktarımı olabileceği gibi, evrensel bilginin (ya da hakikatin) ortak üretimine ve aktarımına da kaynaklık eder.

ega-venedik-taciri-ankdt-1

Diğer yandan, “yaşamsal dramanın”, günümüzde gitgide daha büyük bir önem kazandığının altını çiziyor Tamer Levent: “Günümüzün insanı sanat tüketicisi olarak görülmekten ve böyle ele alınmaktan, kullanılmaktan yakınıyor. Ne var ki, yaşama  yabancılaştırıldığını, kendi yaşamında bile “actor” olma şansını yitirdiğini, kendini yeterince dile getiremediğini ya da günlük yaşamın rutini içinde giderek böyle olacağını fark eden insan çıkış yolunu bulamıyor. İşte bu yüzden, insanlar ‘yaşamsal dramayı’ bir çözüm olarak yeniden keşfetmeye başlıyorlar. Böylece drama iletişimde bir temel araç, yaşama ve durumlar üzerinde “düşünmenin” neredeyse temel yöntemi haline geliyor.” Levent, “Niçin Tiyatro” kitabında destekliyor bu düşünceleri:“Eğer drama ve tiyatronun anlamını, insanları birbirlerinden ve çevrelerinden haberli kılmak, onları kendi yaşamları hakkında düşündürmek olarak ele alacak olursak, şöyle diyebiliriz: Drama, olaya aktif olarak katılanlar için yapılan bir iştir: Deney. Tiyatro, ayrılmış bir yerde, başkalarına deney aktarmak ve bu bağlamda onlarla iletişim kurmayı sağlamak için yapılan bir iştir: “Deney Paylaşması” (5) Günümüz iletişim tiyatrosunun gelişebilmesi, toplumun sanatta yaşamaya özendirilmesi için, tiyatro yapanların bu sanatı geliştirici sorumlulukları olması gerekiyor. Birbirini tekrarlayan ürünlerle bu sanatı tüketmek yerine bu sanatı geliştirmek, yaygınlaştırma doğrultusunda çalışmalar yapmaları gerekiyor.” (6)

Felix Guattari, “kapitalin semiyotikleşmesi” kavramıyla Levent’in düşüncelerini destekler. “Guattari’ye göre, kapitalin semiyotikleşmesi sonunda ortaya yeni bir estetik paradigma ortaya çıkacak ve sanatın işlevini bir direniş odağı olarak “moleküler devrim” fikrine yaklaştıracaktır.(7) Guattari’nin etik temelli estetik paradigması, Levent’in belirttiği gibi, potansiyel öğrenme ortamları yaratarak bizzat pedagojiyi sanatsal ve ilişkisel hale getirir. Böylece, sanatın, insanın kurucu unsuru olarak tarihsel bir yer değiştirmeye maruz kaldığı söylenebilir.

Tamer Levent’in adıyla anılan en önemli projelerinden biri şüphesiz “Sanata Evet” projesi. O’nun ömrünü adadığı bu proje ülkemiz sanat tarihi için yaşamsal bir değer taşıyor: “Sanata Evet projesi, TOBAV kurulduğundan beri vardı. Yani 1981 den beri. Ama, 1994 ve 95’de daha çok önem kazandı. Çünkü sanat bir işi özenle yapma felsefesidir. Bu siyaset sanatı olabilir, konuşma sanatı olabilir, askerlik sanatı olabilir, yemek pişirme sanatı olabilir vb. Demokrasi kültürünü uygulamak da sanatsal özen ister. Tiyatro bu kültüre eleştiri ve özeleştiri alışkanlığını kazandırarak, kendine ve başkalarına ayna tutarak hizmet eder. Yani “Sanata Evet” kavramı aslında, tüm yaşamı kapsar, tiyatro da ona hizmet eder.” Devam ediyor Levent: “İnsanın çok yönlü gelişmesi, kendisini tanıması, başkaları ile kendi arasındaki benzerlikleri keşfetmesi ve kendisinin dışındakilerin düşman olmadıklarını anlaması, sanatın birleştirici kültürü ile sağlanabilir. Bu kültürü almış olan insanlar, başka insanlardan korkmazlar, güvensizlik duymazlar, yaptıkları işe yabancılaşmazlar. İnsan, yaşadığı topluma, birlikte geliştirdiği kültüre, insan olmanın ortak değerlerine inanç duyar. İnançlarını bilinciyle, bilincini, bilgisi ve sezgileriyle besleyemeyen ve bunları bilerek yapamayan insan içinde yaşadığı dünyanın farkına varamaz, gelişmeye karşı duyarlı olamaz. Sanat ise, insanı kendisi ile yüzleştirirken, eksiklerini farketmesini, duyarlılığını zenginleştirmesini sağlar. Bu bilinç gelişmediği takdirde yaşanacak kültürel erozyon, yeni değerler yaratılmadığı için kişilik karmaşası ve kendisine gerici değerler aramaya başlayan bireyler yaratacaktır” Levent’in bu tespitleri Beuys’un şu cümlesini teyit ediyor: “Sanat yapıtı olarak sosyal organizma” fikrini ortaya atar. Buna göre geleceğin sosyal düzeni, her bireyi sanatçı olan ve sanat yapıtı yaratmayı öğrenen kolektif bir eylemle özgür, eşit ve barış içinde olacaktır.” (8)

fft99_mf6817298

Türkiye’de sanat algısının ve kültürünün eksikliği, Levent için kavramın toplumsal/politik veçhelerine ilişkin bir çıkış noktası oluşturuyor: “Sanatın ve estetik düşüncenin dünyada gösterdiği gelişmelere benzer gelişmeler bizde görülememiştir. Sanatın değerleri, dünyalı bir bilinçle, her seferinde bu alandaki yeni gelişmeler de göz önünde bulundurularak, ülkemizde tartışma ortamı ve ilgi odağı haline getirilememiştir. Sanat kendi kültürünü yaratamadan ticarileştirilmiştir. Böylece sanatın varoluşuna neden olan düşüncelerin tartışılması, kendiliğinden sanki gündem dışı bırakılmıştır. İşin özü anlaşılmadan, görüntüsünden para kazanma tercih edilmiş, doğal olarak özü boşaltılmıştır. Tabii, özüne yabancılaşmaktan ötürü cılızlaşmış gibi görünen değerler, onları yerle bir etmek için fırsat kollayan kişileri umutlandırmaktadır.“ Bugün sanatın ve tiyatronun karşı karşıya kaldığı saldırılar tam da buradan besleniyor Levent’e göre: “Tiyatroları kapatmak, sanata hakaret etmek, sanata verilen paradan tasarruf etmek bu tutumun somut uygulamalarıdır. Bu tutum, günümüzdeki tüm gelişmeleri karşısına alarak iktidar olmayı, olabildiği takdirde, ülkedeki yaşantıyı yüzyılımızın gerilerine götürmeyi vaadetmektedir. Söz konusu, kültürel boşlukta, vaadini benimseyen insanlardan yandaş bulmak, düşünmek yerine yönetilmeyi tercih eden bir kitle yaratıp, sonra da onun desteği ile iktidar olmayı düşlemektedirler.”

Levent’in sanata dair gelecek tahayyülü ‘Sanata Evet’ projesi temelinde biçimleniyor doğal olarak: “Sanatın değerlerinin 21. yy da toplumun kaçınılmaz gereksinimi, sanatın içinde bulunduğumuz yüzyılın umudu olduğu ilkelerinden hareketle, sanata, sanat eğitimine verilen önemin, sanatın organize bir sektör olarak planlanmamış olmasının ülkemiz demokrasisinin eksiği olduğu artık açıkça görülmelidir. Bu ilkelerden hareket ederek ‘Sanata Evet!’ diyoruz. ‘Sanata Evet’ derken sanatın doğru ve diklemesine gelişme içerisinde olması için alınması gereken tüm önlemleri; altyapı, eğitim ve plan-projesi yapılmış, organize gelişme programları ile sanatın gerekliliğinin, sanata yapılan yatırımların tartışma konusu dahi yapılamayacağını gündeme getirmek istiyoruz.” “Sanat, ayrımlarla, gerilimlerle dolu ve bireyin sesinin bir ağızdan çıkan tek bir ses içinde yitip gitmediği yeni bir toplumsal yaşayış düzenine yönelişin simgesidir. Sanatsal faaliyet, insanın gerçekliğinin bireyselliğe ve toplumsallığa, özgüllüğe ve evrenselliğe bölünmesi üzerinden yürür.  Sanat, insanı parçalanmış bir durumdan birleşmiş bir bütüne dönüştürebilir. İnsanların gerçekleri anlamasını sağlar,  onları dayanılır bir biçime sokmasında insana yardımcı olmakla kalmaz, gerçekleri daha insanca, insanlığa daha lâyık kılma kararlılığını da arttırır. Yalnızca sanat yapabilir bunu.” (9) “Sanata Evet” projesi, işte böylesi bir duruşun ve kararlılığın ifadesidir.

Çağının düşünceleri ve yaşantılarıyla dolu olan bir sanatçı gerçekliği dile getirmekle yetinmez, ona bir biçim verme amacı da güder. “Michalengelo’nun Musa’sı Rönesans insanının yalnız sanatsal bir imgesi, yeni, bilinçli bir kişiliğin taşta somutlaşması değil, aynı zamanda Michelangelo’nun çağdaşlarına ve efendilerine taşın diliyle verdiği bir buyruktu: “İşte siz de böyle olmak zorundasınız. İçinde yaşadığımız çağ bunu bekliyor. Doğuşuna tanıklık ettiğiniz dünya bunu bekliyor.” (10) Nitekim, büyük bir sanatçının bize verdiği şey, hayatın bir benzeri, hatta ta kendisidir. Tamer Levent, yaşadığı çağa ve coğrafyaya sanatının gücü ile hayat bahşeden, Türkiye’nin evrensel boyutta yetiştirdiği ender sanatçılardan biri olarak  tiyatro ve sanat tarihimizde eşsiz bir yer edinmiş,  gerçek bir sanat ve kültür insanı. Sanatçının gücü öznelliğinin toplumsal formunun ifadesi ise, yani sanatçının gücü bizim aydınlığımız ve özgürlüğümüz ise,  “Tamer Levent”, ışığı asırlarca sönmeyecek kadar güçlü bir meşalenin adı bu coğrafyada…

Kaynakça

  • Su, Süreyya. “Çağdaş Sanatın Felsefi Söylemi”, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2014, s:253
  • Levent, Tamer. “Niçin Tiyatro”, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1993, s:22
  • Levent, Tamer. a.g.e., s:163
  • Levent, Tamer. a.g.e., s:126
  • Levent, Tamer. a.g.e., s:101
  • Levent, Tamer. a.g.e., s:110
  • Kuru, Ali Şahan. “Bilgi Üretim Formu Olarak Sanat ve Pedagojik Projeler”, Yedi –Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi, sayı:15, s:6
  • Kuru, Ali Şahan. a.g.e., s:6
  • Fischer, Ersnt. Sanatın Gerekliliği, Sözcükler Yayınları, İstanbul, 2012, s:63
    Fischer, Ernst. a.g.e., s:64
0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku