Mask Sanat’ın “Kötü Bir Gün” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Güzel ve sakin başlayan bir gün ne kadar kötü geçebilir? Apartman görevlisi Yakup ile karşılaşmadan önce güzel bir gün geçireceği umudunu taşıyan Erdem’in günü, Yakup hayatına girmesinden sonra kaosa dönüşüyor ve içinden çıkmaya çalıştıkça gömülüp kalacağı bir raddeye eviriliyor. Asıl suçlunun kim olduğuna karar veremediğimiz, haklıyla haksızın birbirine karıştığı, bizleri kara mizahın dehlizlerine sürükleyen ve durumun absürtlüğünden dolayı eğlenmemizi de sağlayan çok hoş bir oyun var karşımızda.

İçi dolu olmayan espriler ve klişe eleştirilere boğulmuş bir oyun değil “Kötü Bir Gün”. Dahası, başlangıçta öyle bir izlenim verse de bir komedi oyunu da değil. Gülebileceğiniz çok yeri olacak elbette ama o bölümlerde geçen espriler havada kalmadan ince ince içinize işleyecek. Gürgen Öz güncele dair verdiği mesajları gözümüze parmak sokmadan o kadar güzel dile getirmiş ki, oyun çıkışı kendinizi sorgularken bulmanız kaçınılmaz. Aşkın Şenol’un da dediği gibi “ölü bir oyun yok” karşımızda. Tek bir olay veya tek bir dönemle sınırlı değil metin. Anlatılanlar her daim her bölgede yaşanmış ve ne yazık ki yaşanacak olaylar. Çünkü bu oyunun başrolünde “insan egosu” yer alıyor.

Gürgen Öz ve Aşkın Şenol’un sahne uyumlarını çok başarılı buldum. Aşkın Şenol’u daha önce çeşitli projelerde izlediğim için oyunculuğu konusunda fikir sahibiydim. “Kötü Bir Gün”ü izledikten sonra Gürgen Öz’ü tek tip rollerle bütünleştirdiğimi fark ettiğimde utandım açıkçası. Gürgen Öz aşırıya kaçmadan, oyunun dışına taşmadan, gereksiz komedi unsurları yaratmayı gütmeden kaleme aldığı oyunu bir o kadar güzel sahneye taşımış.

Farkında olmadan kullandığımız sıfatların kişileri ne denli kırabileceği, hapsolduğumuz düşüncelerden kurtulmak için çabalamadıkça hayatımızın hep o seyirde ilerleyeceği, önünde sonunda geçeklerin bir şekilde bizi bulacağı çok güzel işlenmiş oyunda.

İsminin aksine, yeterince iyi bir gün geçirmek isterseniz “Kötü Bir Gün”e konuk olmalısınız…

“Bilmiş olursun en azından.” Gerçekler bilinmeli. Böylece özgür kalır insan.”

“Kötü Bir Gün” oyununun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Gürgen Öz ve diğer karaktere hayat veren Aşkın Şenol ile sohbet gerçekleştirdik.

Ayçe Özyiğit: Önce oyunu, sonra da romanı yazmışsınız. Yalnız romanda oyunun sonu biraz değiştirilmiş. Ayrıca babasının Erdem’in omuzunda büyük bir yük olduğu romanın başından itibaren ifade edilmiş, fakat oyunda bunu ancak son sahnede görüyoruz. Sahnede anlatamadıklarınızı kitapla anlatmışsınız, yanılıyor muyum?

Gürgen Öz: Oyunu sahnelediğimiz ilk günden bu yana bazı revizeler yaparak oyundaki baba kısmını biraz daha açma ihtiyacı hissettim. Tabii ki sahneye kitaptaki gibi detaylı taşıyamadım. Çünkü kitap psikolojik bir gerilim olarak ilerlediği için oradaki çözümleme daha derin ve kitapta onu anlatmaya daha fazla yer var. Fakat oyunda başlayıp biten gerçek zamanlı bir süreç izliyoruz. Bu şekilde olunca da o parantezleri açmaya çok vakit kalmıyor ama yine de kalsın istemedim. Daha kısa daha dinamik tek perdede biten zamanın hızına daha uygun bir oyun olsun, biraz da bazı şeyler havada kalsın ve bunu seyirci kendisi tamamlasın istedim. Oyunun sonu biraz muallakta bitiyor ki, açıkçası ben onu seviyorum. Bu oyun iki adamın bir yerde sıkışıp kalması ve kendi gerçekleriyle yüzleşmeleri üzerine kurulu. Yani bir yüzleşme oyunu. Karakterler bir taraftan birbirleriyle ve kendileriyle yüzleşirken aynı zamanda birbirlerini de ikna etme çabası içindeler. 

Ayçe Özyiğit: Yakup’u Erdem’in ikinci kişiliği olarak düşünmek mümkün mü? Metin buna çok açık gibi. Örneğin, güç konusunda Aslı’nın Erdem’e söylediği “karşındakinin gücü ancak sen onun güçlü olduğunu kabul edersen vardır” sözü Yakup tarafından da dile getiriliyor. Ayrıca Yakup’un Erdem’e; “hayali bir arkadaşı mı var diye düşündüm, sizden bekledim o tip bir şey çift kişilik falan” dediğine de şahit oluyoruz. Bundan yola çıkarak açık bir son bırakılmış diyebilir miyiz?

Gürgen Öz: Aslında, rejiyle dediğiniz yöne çok kolay gidebilecek bir oyun. Erdem yüzleşemediği olaylar için bilinçaltında birisini yaratmış ve olan her şey hayalmiş gibi düşünülebilir ama ben o şekilde bir son olsun istemedim. Biz bunu provalar sırasında da konuştuk. Hatta öyle olsa nasıl olur diye bir versiyon da çizdim kafamda ama ben bu oyunun çok gerçekçi olmasını istediğim için bu şekilde bıraktık. Yani gerçekten Yakup karakteri var, yaşıyor ve Yakup’un ikinci bir kişiliği var, bir kişilik bölünmesi söz konusu. Bu da seyir zevkini yüksek kılarken aktör adına da daha heyecan verici bir durum halini alıyor. Erdem bu apartmanda ailesinin zenginliğinin ve refahının gerçeğiyle de yüzleşiyor. Biz sözümüzü hiç sakınmadan söylüyoruz. Oyunda üsttekilerin -yönetmek isteyenlerin- çoğu zaman bu gücü elde etme konusunda o kadar da temiz olmadıklarına dair de sert söylemler var ki biz bunu Türkiye’de çok net görüyoruz, yaşıyoruz yani. 

Ayçe Özyiğit: Oyunu izlerken T.H.E K.R.O reels videolar aklıma geldi. Oradaki kara komedi bu oyunda da mevcut. “Kötü Bir Gün” oyununun çıkış aşaması o reels videolarla mı başladı?

Gürgen Öz: Bu oyunu o videolardan çok önce yazdım. Benim komedyen tarafımın dışında dramatik düşünen tarafım da var. Bu tür bir olay olsa -bir adam ve bir ev sahibi sıkışıp kalsa, karakter çıkıp başka bir kişiliğe bürünerek tekrar girse- ne kadar ürkütücü olur diye kafamda kurgulayarak başladığım bir durum komedisiydi Kötü Bir Gün, ve ilerledikçe de psikolojik gerilime dönüştü. Oyun bir matruşka gibi. Oyun içinden oyun çıkıyor ve giderek katmanlaşıyor. Bir de aklını yitirme noktasındaki birisine her şeyi söyletebiliyorsunuz. Ben Yakup üzerinden sisteme dair, sistem eleştirisi olarak söylemek istediğim her şeyi söylüyorum ve didaktik kör göze parmak kalmıyor. Çünkü o kendi akıl bulanıklığı içerisinde bunları ifade ederken çok sert olan söylemler aslında belli bir yumuşaklık içerisinde söylenmiş oluyor. Yoksa oyun içerisinde çok sert söylemler, ciddi sistem eleştirisi var. Oyun soyut ve absürt yerlerde de dolaşıyor. Ben bu tarzı daha çok seviyorum. Mesela yönetici var ama ismi yok. Yani yönetici denilmesi sembolik olarak yönetenler, yönetmek isteyenler anlamında da bir yere gidiyor ama aynı zamanda bir apartmanın içindeki yönetici olarak gerçek şekilde de kurgulanmış durumda.

Ayçe Özyiğit: Aşkın Bey siz projeye nasıl dahil oldunuz?

Gürgen Öz: Ben oyunu Aşkın’a gönderdim. Şimdi sözü ona vereceğim. (Gülüşmeler) İkimiz de Mimar Sinan mezunuyuz, ikimiz de konservatuvardan tanışıyoruz bir şekilde. Aşkın oyunu çok beğendi ve böylece süreç başladı.

Aşkın Şenol: Aynen, katılıyorum. Arkadaşım doğru söylüyor. (Gülüşmeler)  Bunu Gürgen’e de söylediğim için rahatlıkla söyleyebilirim. Çok fazla oyunda oynadım, çok oyun izledim ama hiç bu şekilde konuşan bir oyun görmedim ben. Bazen acaba, bana mı değişik geliyor diye düşünüyorum. Bu oyunda dile getirilenler daha önce hiçbir sahnede söylenmedi. Başka ülkeler için söylenmiş olabilir -İrlanda oyunları oynuyoruz, oradaki sistemi kötü diye eleştiriyoruz, onda bir sıkıntı yok- ama bu ülkede yaşayıp bu ülkenin yazarı olan birisi bu şekilde söylemedi ya da biz görmedik. Aslında söyleyen avangard yazarlar var. Mesela Gürgen’in sevdiği Aydın Arıt. Ama çok eski bir yazar olmasına rağmen yazılarını henüz sahneye uyarlamadılar. Türkçe yazıp, Türkçe düşünüp ve Türkiye’de yaşayıp bunları söyleyen insanları hiç görmedim ya da karşılaşmadım. Şunu hemen ekleyeyim, tabii ki yıllarca Ferhan Şensoy, Haldun Taner, Devekuşu Kabare gibi sistemle ilgili eleştiriler sunan çok tiyatro, çok isim oldu ama günümüz söz konusu olunca bu oyun bana çok değişik geldi. Bana göre daha derin köklerden gelen söylemleri var.

Ayçe Özyiğit: Yakup genel olarak üst tabakanın alt tabaka insanlara tavrından ve süregelen hiyerarşiden şikâyetçi. Fakat roller değiştiğinde o hep serzenişte bulunduğu karakter kendisi oluyor. Örneğin, ikinci kişiliği Yakup için, “bir kapıcının numarası bende ne arasın?” diyor. Kendisi de eleştirdiği sistemin bir parçası haline geliyor?

Aşkın Şenol: Aslında o kadar hiyerarşi uyguladığını düşünmüyorum ben. Apartman görevlisiyken insanların kendisine olan davranışlarını gözlemlemiş ve kopyalamış. Erdem karakteriyle muhatap olmak, ona kendisini tanıtabilmek için de o statüde bir insan kişiliğiyle karşısına çıkıyor ve o zihin yapısında olduğu için de Yakup için “bir apartman görevlisinin numarası bende ne arasın” diyor. Evet, orada kendi zihni bu anlamda bir hiyerarşi yaratıyor. Kendisini hastalandıran hiyerarşi mevzusunu, zihniyle o hiyerarşiyi yaşayarak ya da o hiyerarşiye dahil olarak tedavi etmiş gibi düşünebiliriz ama bu durum aksine onu daha da hasta yapmış.

Ayçe Özyiğit: Oyunun sonunda yaşanan yüzleşmenin her iki karakteri de özgür kıldığını söyleyebilir miyiz?

Aşkın Şenol: Bana göre hem kılıyor hem kılmıyor. Birisi kötü bir noktaya geliyor, diğeri de onu o noktaya getirdiği için bedel ödeyecek belki. Aslında teknik anlamda bir özgürlük yitirme durumu var ama zihnen aslında ikisi de içlerindekini dışarı kusuyorlar. Bu da bir nevi özgürleşme tabii. Yani yüzleştiğiniz durumu kabul edebildiğiniz zaman özgürleşmiş ve o durumu aşmış oluyorsunuz. İkisi de aslında bir nevi kabule geçiyorlar. 

Ayçe Özyiğit: Oyunda elektriklerin gidip gelmesi, pikabın durup dururken çalışması ve kapanması vb. gerilimi daha da arttırmak amacıyla mı eklendi?

Gürgen Öz: Somut bir oyun olduğu için her şeyin bir tesadüf olduğunu söyleyebiliriz ama evde yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu da çok açık. Müzik bozuluyor, lamba bozuluyor ve hepsi apartman görevlisi geldikten sonra başlıyor. Sembolik olarak apartman görevlisinin girmesiyle Erdem’in de düzeni bozulmaya başlıyor.  Kötü bir gün biraz da… Her şey kötü, ters gidiyor. Bütün düzeni, bütün hayatı ve tüm gerçekliği bozuluyor Erdem’in. Öyle söyleyebiliriz. Apartman görevlisi giriyor ve onun hayatında giden her şeyi aksatıyor. 

Ayçe Özyiğit: Oyunda da kitapta da çok fazla psikolojik tanı-teşhis var. Bunlar için bir uzman görüşüne başvurdunuz mu?

Gürgen Öz: Ben psikoloji üzerine çok kitap okudum. Bütün ekolleri, ünlü psikiyatristleri, psikologları, tüm tedavi metodlarını okudum. Konservatuardayken “psikolojik olarak karakterleri çözümleme yoluna gidebilir miyim acaba?” diye düşündüğüm bir dönem oldu. O ara bunun üzerine master yapıp tez verecektim, hatta ismi de karakter psikolojisiydi. Ama sonra tezi yazarken sıkıntı geldi bana, vazgeçtim. Biz zaten konservatuarda da karakter çözümlemesi, insan gözlemleme, kendini anlama üzerine eğitim aldığımız için bunların hepsi birleşiyor. Biraz ilgimden dolayı biraz empati anlamında psikolojiye yatkınlığımdan dolayı bunun altından kalkabildim. Pek de kolay bir şey değil, senelerce okumak gerekiyor. Benim evimde büyük bir kütüphanenin üç rafı sadece psikoloji üzerine mesela. Herhalde kendime de yardım mı etmek istedim, ne olduysa artık. (Gülüşmeler).

Ayçe Özyiğit: Anlaşılmak güzel şey” repliği çok sık tekrarlanıyor oyunda. Seyirci sizi anlıyor mu? Oyuna tepkileri nasıl? 

Gürgen Öz: Bilet satışımız biletinial.com üzerinden ilerliyor. Orada oyun yorumlarına baktığımızda çok şaşırmıştık. Çok güzel yorumlar var. Bu bizi çok duygulandırdı. Bence seyirci anlıyor oyunu. Bazı seyirci çok gülüyor, bazısı oyunu izlemeye odaklanmış, sessizce izliyor. Bazı seyirci de o ince esprileri havada kapıyor. Değişik seyirciler var yani. Çok güzel turnelerimiz oldu. Samsun’da, Mersin’de, Ankara’da, Eskişehir’de, Bursa’da çok sürprizli, çok güzel seyircilerle karşılaştık ve iyi ki insanların ayağına gitmişiz dedik. Anadolu seyircisi tiyatroya aç, bekliyor. İstanbul’da da çok iyi gidiyor oyun. Çok memnunuz, mutluyuz. Ben uzun süre sonra sahneye döndüm, fark ettim ki çok özlemişim. Aşkın’la da çok iyi anlaşıyoruz. Aynı ekolden, aynı disiplinden geldiğimiz için çalışma şekillerimiz çok benzer. Çok güzel bir ekibimiz var. Yapımcılarımız Mask Sanat ve Sold Out Event ve onların kurduğu ekibin her biri işinde çok iyi. Çok mutlu ve şanslı hissediyorum kendimi. Kendi adımıza çok mutluyuz.

Aşkın Şenol: Bir yandan da elimizden geldiğince oyunumuzu daha canlı, organik şekilde oynamaya devam ediyoruz. Biz oyunda sürekli bir çerçevenin içinde kalıyoruz ama oyun hep canlı kalıyor. Mesela bahsederken “versiyon” diyoruz ama aslında versiyon değil bunlar. Evet, değişiklikler yapıldı, revize edildi ama oynadığımız her oyunda o oyun yeniden, sıfırdan kuruluyor. Biz her defasında rollerimizi keşfediyoruz. Çok canlı bir sahne yaşantısı var bu oyunun. Oyun esnasında da bir sürü durum oluyor. Doğaçlama anlamında söylemiyorum. Belki her akşam aynı sözleri söylüyoruz ama onlar sanki yenileniyor ve bence bu seyirci açısından bulunmaz bir nimet. Çünkü ölü oyunlar da var biliyorsunuz. Oyunu bir süre oynuyorsun ve sonra ölüyor. Her akşam aynı sözleri söylüyor bir yandan da başka şeyleri düşünüyorsun. Bu oyun öyle değil. 

Gürgen Öz: Mesela; Ankara’da Aşkın’ın peşinden sahneye kedi girdi. Çok hoş bir andı. Durumu nasıl idare edebileceğimizi hemen orada bakışarak çözdük. Kediyi oyuna kattık, seyirci de çok eğlendi ve oyun da hiç bozulmadı. Sonra kedi kendiliğinden çıktı ama heyecan vericiydi yani. Böyle şeyler kendi içimizde de sessizce yaşanıyor oyun esnasında. Bakışlarla falan anlaşıyoruz. Bunun da kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Ayçe Özyiğit: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

Gürgen Öz: Bu oyunun daha çok insana ulaşmasını isterim. Seyirci burada gerçek bir oyun izleyecek. Hayatta olduğu gibi an be an değişen hikayeyle beraber oyuncuların, karakterlerin de değiştiği gerçek bir oyun izleyecek. Yani başlayan, gelişen ve biten bir oyun. O yüzden herkesi bu oyuna bekliyoruz.

Ayçe Özyiğit: Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.

Gürgen Öz:  Biz teşekkür ederiz, iyi ki geldiniz. 

Aşkın Şenol: Çok sağ olun, biz de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne çok teşekkür ederiz.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

KÖTÜ BİR GÜN OYUN TARİHLERİ

25 Nisan Ünal Baysan Kültür Merkezi/ Çorlu

29 Mayıs Mall Of İstanbul MOİ Sahne

2 Mayıs Ataköy Yunus Emre Sahnesi/ Bakırköy

11 Mayıs Podyum Sanat Mahal/ Bursa

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku