Tut! Bırak! Bırak! Tut! – Bir Yığın Çelişkinin İpleri

Neslihan Yalman

Layla Önlen’in tek kişilik performansını sergilediği ve Hüseyin Umaysız tarafından yönetilen ‘Tut! Bırak!’ adlı oyunu İzmir’de Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde izleme fırsatı yakaladım. Salona girerken, Önlen’in ellerindeki poşetlerle kollarını iki yana açıp beklediği görülüyordu. Oyuncu dakikalarca bu poşetlerle hareketsiz durdu. Çarmıha gerilmiş bir kadın edasıyla donuk bakışlarla karşıya bakıyordu. Paradoksal olarak; günümüzün hem çarmıha gerileni, hem de dile gelen peygamberi bir kadındı artık. Alışveriş güzergâhları, beklenilen otobüsler, durak tabelaları, bir dolu şey kapitalizm denilen dine hizmet ediyordu. O dinden uzak durduğunu, hatta çıktığını iddia edenimiz bile, ne yazık ki onun yarattığı çemberden kaçamıyordu. Torbaları tutuyor, torbaları bırakıyorduk bizler de her birimiz: Tut! Bırak! Taşı! Bırak! Sipariş Ver! Bekle! Benzeri yığınla zıtlık, bizi sahnedeki oyuncuyla beraber kendimize akmaya itiyordu. 

Kadın kolları iki yanda, kımıldamaksızın konuşmaya başladı. Ellerindeki poşetlerle kaçıracağı bir otobüsün telaşını yaşıyordu. Oyun birbirinden farklı üç kadının hikâyesini aktarıyordu. 

Bu kadın, köyde yaşadıklarına odaklıyordu bizleri. Küçük bir kızken, beyaz atlı birinin onların yanına geldiğini anlattı. Beyaz atlının çocukların okuması için babayı ikna etmeye çalışan öğretmen olduğu tahmin ediliyordu. Fakat, Iraz adlı bu çocuk maalesef okutulmuyordu.  Yaş almış Iraz’ın yıllar önce yaşadıkları anlatılırken, seyirci de kimi yerlerde oyuna dahil edildi. 

Gösterimin en başında saçının düzeltilmesini isteyen karakter, öndeki seyirciden yardım istedi. Seyirci gelerek, Iraz’ın saçını düzeltip, sahneden indi. Yine, oyunun bir yerinde bir elma seyircilerden birine fırlatıldı ve ondan geri istendi. Seyirci elmayı oyuncuya geri fırlattı. Böyle devinimler ve fiziksel tiyatronun bazı unsurları Önlen’in tek kişilik çabasıyla sahnenin sınırlarını genişletti. 

İlk canlandırılan karakterle, modern dünyanın bireyleri yoğun empati kuramayabilir tabii. Kurmamız biraz zorlaşabilir. Anca, onun hikâye ettiği geçmişi değerlendirmeye çabalayabiliriz; eğitimli kadınlar ya da erkekler olarak. 

İkinci bölümdeki kadın ise, bize; bilhassa evlilere daha tanıdık geldi. Evde eşiyle çocukları arasında kalan birinin kendinden geçme, öfke nöbetlerine tutulma anlarına tanık olduk. Kendisi mutfakta özellikle kime, neye, nereye yetişeceğini şaşırmış halde, sağa sola saldırıyordu. İki tahta masanın üstüne yerleştirilmiş tahta yemek kaşığı ve bıçakla ‘delirium’ hallere girmeye başladı. 

Önlen’in canlandırdığı bu karakter bir bisiklet kaskı takarak; ‘‘tut! bırak!’ – ‘takla’’ diyerek kafasına sürekli kaşıkla ve bıçakla vurdu. Mekanik biçimde bunu yaptı. Oradaki tutup bırakma hissini; gidip gitmemekle bağdaştırabiliriz. Düşünün ki, eve hapsolup kalmış bir kadın ne ailesini, ne çocuklarını bırakabiliyor; ne de onlarla yapabiliyor. Bayağı büyük bir çelişki olsa gerek! Evden adım atamayıp, bulunduğu yere çimento dökülmüşçesine saplanıp kalıyor. Evim dediği alan onun hapishanesine de dönüşüyor. 

Aslen, alıp başını gitmek istiyor. Zihni bambaşka âlemlerde gezinirken, bedeni bulunduğu yere çakılıyor. Birçok şeyi geride bırakıp, adımlarını daha uzaklara atmayı arzu ediyor. Bu sahnede masalar, bıçak, tahta kaşık, yeşil kask sembolik anlamlarda da kullanılıyor. Birer nesne (obje) tiyatrosu malzemesini andırıyorlar. 

Son bölümdeki kadın ise, iş yerindeki ‘bal gözlü oğlan’a tutulup, kendisine masalsı bir aşk hikâyesi yazmak istiyor. Ne yazık ki, kadın müdür onu engellemek için elinden geleni yapıyor. İş hayatının sert yüzü, aşka kapılıp gitme isteği, modern dünyanın açmazları birbiriyle sıkça çarpışıyor. Bu karakterle daha yoğun bir özdeşleşme sağlayabiliyoruz. Karakterlerin yaşadıkları en uzağımızdan en yakınımıza, keza içimize doğru ilerleyerek bizi sarıyor. 

Burada Önlen, ayaklarına geçirdiği koruyucu materyallerle, kocaman masaları ayakkabı gibi kullanıyor. Sahnede onlarla yürüme denemelerine girişiyor. Masaları adımlarıyla hareket ettirme gayreti, bir kadın oyuncu olarak sergilediği gücü de ortaya koyuyor. Bu sahnenin heybeti oldukça dikkat çekiyor. 

Sonunda, canlandırdığı tüm kadınlar Önlen’in varlığında tekleniyor. Oyuncu, elindeki torbaları, uzun bir urgana bağlayarak ve onları masalarla da birleştirerek, sahneden çıkarmaya çalışıyor. Masalar yere düşüyor, sahnenin çıkış kapılarından birinde takılı kalıyor. Önlen elindeki yükleri ne tutabiliyor, ne bırakabiliyor. Urganı ne iyice çekebiliyor, ne tamamen atabiliyor. Arada/arafta bir yerde bir tutukluk devam ediyor. Ruhun bedenden çıkamayışı gibi beyhude bir çaba… Yorgunluk, kızgınlık, gözyaşı benzeri olumsuzluklar dışa yansıyor. Beden çeşitli aktivitelerle zorlanıyor. Anılar fazlalığı, öfkeli anlar, imkânsız aşklar, tutuşulan kavgalar kaydediliyor. Ama ruh ne yazık ki, olduğu yeri terk edemiyor. Bu kadınların ruhlarının sıkıştığına tanıklık ediyoruz. Huzur yokmuş gibi görünüyor. 

Oyunda yerlere tuz serpme motifi de kullanılıyor. Eski inanışlara göre tuz; bolluğu bereketi temsil ederken, bir büyü aracı şeklinde de kullanılabiliyor. Evin bereketi kaçmasın diye tuzun yere dökülmesi uğursuz sayılırken; ‘Tut! Bırak!’ta belki de o bereket sayılan yerleşikliğin verdiği korkuyla, huzursuzlukla yüzleşme yaşanılması isteniyor. Tersine, tuz Önlen’in canlandırdığı karakter tarafından her yana çokça saçılıyor. 

Nitekim; gösterimde annelik, kadınlık, eş olmaklık, hatta modern insanlık gibi kimi giydirilmiş rollerin yarattığı bunaltılar hissettirilmeye çalışılıyor. Bizler de bu bunaltıların çatlaklarını kendi yaşamlarımızda daha fazla deneyimliyoruz. Sakin kalabilmekte gitgide zorlanıyoruz. 

Bütün karakterler kendi içlerinde sıkışma, ikilem yaşarlarken; cesurluk gerektiren eylemlere ise geçemiyorlar. Bu eylemsizlik, siniklik ve şikayet hali, günümüzün insanının varoluşsal krizlerine de işaret ediyor. Kişinin söylenip söylenip söylendiği şeye dönüşmesini… Dışarıdan görünenlerle iç dünyadaki yansımalar farklı yerlere açılıyor. 

‘Tut! Bırak!’ bir dilemma dahilinde çok şeyi işaret ediyor. Kalk! Otur! Git! Kal! Adım At! Geri Bas! Yaz! Sil! Uzlaş! Uzlaşma! Kork! Korkma! Sus! Konuş! Yaşa! Öl! -gibi birçok çıkmazlık halini bizlere anımsatıyor. 

NESLİHAN YALMAN

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku