Faraza Tiyatro’nun “Misket” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Misket demek; sen demek, ben demek, biz demek… Bu hikâyede kimse “öteki” değil… Ersin ve Deniz üzerinden “öteki” olmanın ne demek olduğunu bizlere çok güzel anlatmış Turgay Korkmaz. Bir de el âlem faktörünü. El âlem korkusunu. “O ne der, bu ne düşünür?” diye yaşayamadıklarımızı, hayatımızdan feda ettiklerimizi… Her şeyin son bulduğu noktada “değer mi ya da değdi mi?” sorusuyla yüzleşeceğimizi.

Pavyonlarda köçeklik yaparak hayatını idame ettiren Ersin ve Deniz’in hikâyesine konuk oluyoruz “Misket” oyununda. Çocukluktan itibaren aralarında gelişen arkadaşlığa ve aşka tanık oluyoruz. Ersin’in cesaretine, Deniz’in özgür olmaya can atsa da kendisi ve herkes tarafından tutsak edilmişliğine tanık oluyoruz. 

Sevginin bir ölçütü olabilir mi bilinmez fakat, kelimelerini içinde saklayan, yaşadığı duyguları kendine itiraf etmekten bile korkan Deniz’in çaresizliği benim açımdan daha vurucuydu. Oyunun finali bir nebze boğazınızdaki düğümü çözse de, içimizdeki ses daima aynı şeyi söylüyor: ”Bırakın sevsinler. Sevgiden kime ne zarar gelmiş?”

Ben bu “cesaretlerinden(?)” ötürü onları tebrik etmeyeceğim. Korkmaz’ın metnini cesur bir metin olarak görmüyorum. Turgay’a da söylediğim gibi bu metni cesur kabul ediyorsak o zaman bu aşkın normal olmadığını düşünüyoruzdur. Ben sahnede cinsiyet temalarından bağımsız saf bir sevgi ve aşka tanık oldum. Gayet sade yazılan diyaloglar ajitasyona izin vermeden boğazınızda düğüm oluşturmaya yetiyordu açıkçası. Bu aşka tanık olmaya bizleri de davet ettiği için kendilerini tebrik etmek istiyorum.

“Misket”, Ersin ve Deniz’i biz olarak, bizden biri olarak seyretmeniz için kapılarını sizlere açıyor. Sizleri öteki düşüncelerinden arındırarak… Oyunu seyrettikten sonra sizin de fark edeceğiniz üzere bu hikaye aslında “biz” demek.

Faraza Tiyatro’nun kurucuları ve “Misket”in oyuncuları Turgay Korkmaz ve Orkuncan İzan ile oyun üzerine sohbet ettik…

Ayçe Özyiğit: Faraza Tiyatroyu 2020 senesinde kurmanıza rağmen “Misket” oyununu Faraza Tiyatro bünyesinde 2023-2024 sezonunda sahnelediniz. “Misket” ilk olarak Boa Sahne bünyesinde sahneye çıktı diye hatırlıyorum. 

Orkuncan İzan: Açıkçası o süreçte ne yapacağımızı biz de çok bilemedik. Böyle bir fikrimiz vardı ama tiyatromuzu yeni kurmuştuk. Üstelik İstanbul’da da yeniydik. Pandemi önümüzü göremediğimiz bir süreçti. Bu nedenle Misket’i Kadıköy Boa sahneyle birlikte yapmaya karar verdik. Onlar da bu konuda bize çok yardımcı oldu ama kendi tiyatromuzu kurmak ve oyunlarımızı orada oynamak hep aklımızdaydı.

Turgay Korkmaz: Aslında biz işin kreatif tarafıyla ilgilendik. Kimi zaman İstanbul şartlarıyla bizim şartlarımızın birbirine uymadığı da oldu. Aklımızda bu fikir hep vardı ama bunu beraber yapabileceğimiz insanları da arıyorduk. O yüzden bu konuda bir gereklilik hissetmedik ama şimdilerde bu oluşumun yeni projelerimiz açısından daha hızlı olacağını da düşünüyoruz.

Ayçe Özyiğit: Siz çok uzun süredir arkadaşsınız. Tiyatro kurmaya cesaret ediyorsunuz ve pandemi patlıyor. Seyirci kapasiteleri azaltılıyor. O dönem “biz ne yaptık, bu süreç geçecek mi?” gibi kaygılarınız oldu mu?

Orkuncan İzan: Tabii ki oldu. İlk defa böyle bir şey yaşanıyor ve hayatın boyunca bir daha tiyatro yapamayabilirsin. Süreç o kadar belirsiz gidiyor ki çok korktuk. Ama pandemi dışında başaramazsak gibi bir korkumuz yoktu.  Çünkü İstanbul’a gelirken aklımızda oyunlar, fikirler vardı ve neler yapacağımızı planlayarak gelmiştik. Pandemi sadece biraz beklemememize sebep oldu.

Turgay Korkmaz: Hiç bir zaman başaramazsak gibi bir düşünceye sahip olmadık. Durumlara, olaylara başarmak ya da başaramamak üzerinden bakmadığımız için zaten 7-8 yıldır beraberiz Orkun’la. İstanbul bizim için yeni bir yer değildi. Öncesinde de İstanbul’a gelip çeşitli projeler izliyorduk. Pandemi olduğu dönem herkes gibi biz de biraz durduk sadece. Fakat çok büyük bir oluşum içinde olmayı hiçbir zaman düşünmedik. Bizim hikayelerimiz vardı ve onları nasıl meydana çıkarırız üzerine kafa yorduk genellikle. Bazı durumlarda farklı unsurlar, farklı bakış açıları gerekli oldu. Biz düşündüğümüz her şeye öyle bakıp yola çıkıyoruz. Bazen onun zemini hazır oluyor. Biz o zemine gidiyoruz. Bazen o zemin hazır değilse biz bekliyoruz, biraz daha eğleniyoruz. Zamanı gelince bazı şeyler kendiliğinden oluşuyor.

Ayçe Özyiğit: Ankara’dan İstanbul’a geçiş sürecinizde bocalamalarınız oldu mu peki?

Orkuncan İzan: Üniversite döneminden bu yana bulduğumuz her boşlukta sıklıkla İstanbul’a gelip oyunlar seyrediyorduk. Dolayısıyla o dönemlerde de iki şehir arasındaki farklılıklara hakimdik. İstanbul’da neler yapıldığını, nasıl bir tiyatronun hakim olduğunu ve seyircinin neyi sevdiğini bilerek İstanbul’a geldik. O yüzden geldiğimizde öyle çok bir bocalama yaşamadık. Bir de biz bir tiyatro oyununun iyi ya da kötü olduğunu ayırt edebiliriz. Bu kendi oyunumuz için de geçerli. Provalarda işler kötü gidiyorsa bunu fark ederiz diye düşündük. Hoşumuza giden ve izlemekten keyif alacağımız şeyleri üretmek istedik ve başladık. Dünyanın her yerinde bunu yapabilirsin zaten. İstanbul, Ankara çok fark etmiyor ama tabii bu şehrin -her sektörde olduğu gibi- çok fazla imkânı var ve bu imkânı da kullanmak istedik açıkçası. 

Turgay Korkmaz: İstanbul’a çok sık geldiğimiz için biraz da okuduğumuz bölümden sebep yeni metin ve özellikle yeni tiyatro kavramına çok yabancı değildik. Aynı zamanda direkt olarak birçok yabancı eğitmenle de çalıştığımızdan bizim açımızdan çok fark eden bir durum söz konusu olmadı. Ben iki şehir arasında şunu gözlemledim. Biz Ankara’da pratik disiplin öğrendik. O pratik disiplin de daha çok düşünsel olarak “şunu yaparız, bunu yaparız, saatlerce tartışırız” üzerine değildi. Bunu kendi okulumuz ve sınıfımız açısından söylüyorum. Daha çok o anda bir şey yaratmak ve onun peşinden gitmek ve o disiplini 29 günlük ya da 40 günlük bir sürecin içerisinde meydana koyma üzerine bir disiplinde yetiştik. İstanbul’da daha çok düşünsel bir disiplin hakim. Bu bizi bazen çok engelledi. Düşünsel disiplinle pratik disiplin aynı şeyler değil. Hala düşünceyi disipline sokmaya çalışıyoruz ama hareketteyiz. Bunun bize faydası olduğu gibi yeri geldiğinde bizi durdurduğu da oldu. Şimdi yeni bir bakış açısıyla, zaten ismimizden de anlaşılacağı gibi biz farazi bir hikaye anlatıyoruz. Altı tabii ki dolu, ama biz hep yeni olana erişmek için yolumuza devam edeceğiz.

Ayçe Özyiğit: Faraza varsayım anlamını taşıyor. Derdi nedir Faraza Tiyatro’nun?

Turgay Korkmaz: Aslında bizim bir arkadaşımız daha var. Kendisi tiyatronun içinde değil, şükür ki. (Gülüşmeler) Onun yazdığı bir metindi, Faraza. Biz hep “haydi bitir”, diye baskı yapardık ona. Bitmeyen bir metindi Faraza; galiba hiçbir zaman da bitmeyecek. (Gülüşmeler) Tiyatro ismi olarak daha çok terim ya da farklı bir isim arayışındayken Orkun da Faraza ismini önerdi ve mantıklı geldi. Gerçekten de biz neticede varsaydığımız bir hikâyeyi sahneye koyuyoruz.

Orkuncan İzan: Fonetik olarak da bütün sesli harflerinin “a” olması kulağa hoş geliyor ve anlam olarak da tiyatroya çok uzak değil. Diğer taraftan cevap vermem gerekirse de biz Faraza Tiyatro olarak dünyada tartışılan problemlerin bizdeki karşılığını anlatmak istiyoruz. Teknoloji kaynaklı insanlardaki yozlaşma, cinsiyet eşitliği, doğa problemleri gibi bütün dünyada ortak problemler var ama bunları Anadolu insanı nasıl yaşıyor? Bizdeki etkileri neler? Bunları anlatmak istiyoruz tiyatro olarak. “Misket” de bunun çok net bir örneği aslında.

Ayçe Özyiğit: “Misket” oyununu tanık olduğun hikayelerden yola çıkarak kurguladın. Peki, seni tanık olduğun hikayeleri anlatmaya iten hangi duyguydu? 

Turgay Korkmaz: Tiyatroda başlı başına bir tema vardır ve biz o temayı hep çok daha farklı şekilde ele almaya çalışırız. Biz Türkiye’de LGBTQ+ temalı hikayeleri çok seyrettik. Fakat metinlerde yer alan “sevgilim” kelimesi bana çok yabancı gelen bir hitap şekliydi. Bir iki tane oyun okudum, ilk repliği şöyle başlıyordu. “Merhaba sevgilim”. Türkiye’de hetero ilişkilerinin içerisinde bile birbirine sevgilim denilmeyen, kişilerin hitap açısından genelde birbirlerinin isimlerini kullandığı bir yerde bu kelime bana çok yabancı ve uzak geldi. “Ben bunu bu şekilde anlatamam. Bu kod çok uzak ve çok itici ve de çok sloganvari geliyor” dedim. Ve biz bunu zaten bilen kişiye anlatmaktan ziyade bilmeyen kişilere anlatmak istediğimiz için -hikayenin bir gerçek tarafı da vardı- bu noktada insanları ürkütmeden, canlı bir olaya şahit olurlarmışçasına bir hikaye izletmek istedik. “Misket”i bu taraftan hiç anlatılmadığını gördüğüm ve düşündüğüm için bu şekilde kaleme aldım. Bunu Ankara’da yapmak yerine özellikle İstanbul’da yapmamızın sebebi de tam aksine bu kültürün İstanbul tiyatrolarına aşina olmayıp yabancı olmasıydı. Amacım aslında bir tersinleme ve yargılamayı karşı karşıya getirmekti. Bu bizim için de ayrı bir zevkti yani. 

Ayçe Özyiğit: “Misket”ten bahsedildiğinde genelde queer kimlik, eşcinsel aşk ve LGBTQ+ temaları kullanılıyor. Ama oyunda bir bağ, bir aşk var. Cinsiyet temalarının hikayenin önünü, aslını örtmesi ne zaman son bulacak?

Orkuncan İzan: Bizim de oyunda söylemek istediğimiz şey tam olarak bu aslında. Biz hayatını dansla idame ettiren iki erkeğin/iki dansçının başından geçen bir hikâyeyi, hayattan bir kesitini sunuyoruz ama burada bu hikâye LGBTQ+ hikâyesi olarak geçiyor. Genel olarak baktığımızda birtakım engeller yüzünden birbirine kavuşamayan iki aşığın hikâyesi “”Misket.”

Turgay Korkmaz: Belki bu hikâye 20 yıl sonra bir Romeo Juliet hikâyesi gibi de olabilir, derdimiz o çünkü. Aşk hiç bitmez. Sadece kahramanları, teması değişir. Belki o zaman tema LGBTQ+ olmayacak da, daha çok bir aşk hikâyesi olacak. Bir kadınla bir erkeğin sonunda kavuşmasını seyredeceğiz belki. Tam tersi yani. Şu an unrealistic görünen şey sonradan realisttik olabilir.

Ayçe Özyiğit: Röportaj öncesi yaptığım araştırmalarda şuna çok takıldım. Gerek oyundan bahsedilirken gerek sizlere yöneltilen sorularda “cesaret” kelimesi ön planda. “Çok cesur bir oyun, nasıl cesaret ettiniz” deniyor. Ben açıkçası cesur bir oyun olduğunu düşünmüyorum. Oyunun cesur olduğunu dile getirdiğimiz an aslında oyundaki ilişkinin normal olmadığını düşünen tarafa kaymış oluyoruz bizler de. Yanılıyor muyum?

Turgay Korkmaz: Kesinlikle katılıyorum. Hatta bir tane bir söyleşimizde şu oldu; Soruda dediğiniz gibi oyundan “çok cesur” diye bahsediliyor. Biz kendimiz, “hayır biz böyle düşünmüyoruz” dedik. Sonra bizim hakkımızda şu yazıldı. “Yazılan kadar cesur konuşulmadı.” (Gülüşmeler) Cesaretten kasıt; belli kalıplarda davranması gereken bir model var ve evet Ersin ve Deniz o modele maalesef uymuyor. 

Orkuncan İzan: Oyunun amacının ne olduğu önemli. İnsanların gözünün içine sokmaksa amacın başka bir şey ama anlatmak ve bir empati kurmasını sağlamaksa başka bir şey. Biz bir empati kurdurmaya çalışıyoruz. Şu kaygılarımız yok oyunda; -eğer cesaretten kasıt buysa- cinsiyetçi küfretmeyelim gibi. Ediyoruz, çünkü bu karakterler eder. Ama bu onların LGBTQ+ birey olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Bu şekilde olmaları oyunun seyirciyle de bir empati kurmasını sağlıyor. Seyirciye “Bu şimdiye kadar bizlere izlettirilen hikayeler gibi durmuyor, karakterler tıpkı bizden birisi gibi” diye empati kurdurabiliyoruz. Bir de koskoca bir queer hareketini alıp Cihangir’e, Kadıköy’e, Beşiktaş’a sıkıştırıp da anlatacaksak bunun kimseye hiçbir yararı yok ama bunu alıp da Anadolu’nun bir arka mahallesinden anlatırsan, bu bir yere dokunuyor. Cesaret dedikleri şey bu biraz. Hak veriyorum ama bana öyle çok da cesaret gibi gelmiyor açıkçası. 

Turgay Korkmaz: Bana da cesaret gibi gelmiyor ama şöyle de bir durum var: Anadolu’dan gelen kişiler Kadıköy’e sığındı. Oyunu izledikten sonra birçok kişi bize, “Geçmişimizin oyunu bu. Bizim buraya gelmeden 5-10 sene önceki halimiz bu” diyor. Yani kimse Kadıköy’de de doğmadı. Buraya Mardin’den, Ankara’dan ya da başka şehirlerden gelip Kadıköylü oldu.

 

Ayçe Özyiğit: Açıkçası ben oyunculuğu dozunda buldum. Çünkü Deniz karakteri LGBTQ+ fikrini kabul etme ve etmeme arasında bocaladığı, kimi zaman şiddetle reddettiği için ancak bu kadar cesur olabilirdi diye düşünüyorum. Fakat “Misket” oyunu “oyunculuklar da daha cesur olabilirdi” yönünde eleştiriler almış. Sizin bu konuda düşünceleriniz neler?

Turgay Korkmaz: Gerçekten cesaret üzerine ayrıca konuşmanın gereği olduğunu düşünüyorum. (Gülüşmeler) Bence düğün sahnesinde beklenilen cesurluktan daha cesurlar. Kastedilen cesurluk oyuncu çekingenliğiyle alakalıysa buna katılmam mümkün değil, mezuniyet oyunlarımızdan biri Arthur Schnitzler’in  La Ronde oyunuydu. Bayağı cesurduk. (Gülüşmeler)

Orkuncan İzan: Bu benim çok anlayabildiğim bir eleştiri değil açıkçası. Bu hikayenin doğru şekilde anlaşılması için bu şekilde oynanması gerektiğine inanıyorum. Oyunculukla ilgili yapılan tercihlerin oyuncunun cesaretiyle değil, hikayenin gereklilikleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Ayçe Özyiğit: Peki “Misket” oyununun LGBTQ+ ve queer kimlik mücadelesi açısından farkındalık yaratmak gibi bir misyonu var mı?

Turgay Korkmaz: Tabii ki. Bunu aktivist bir mücadeleden ziyade organik bir değişim olarak görüyoruz. Mesela seyircilerimizden birisi; 28 sene boyunca LGBTQ+ bireylere ölümüne karşı olduğu halde oyunu izledikten sonra fikrini tamamıyla değiştirdiğini yazmış. Bununla ilgili çok mesajlar alıyoruz. Bu da sonuçta organik bir değişim. Ve bu tarz yargılayıcı bakış açılarının da artık değişmesini istiyorum. 

Orkuncan İzan: Tiyatronun genel amacı da bu zaten. Yani sadece bu oyun için değil. Her oyun ve her konu için bir tiyatro oyununun zaten bunu başarması gerekiyor diye düşünüyorum. 

Turgay Korkmaz:Ben teyzelerin ağladığını gördüğümde çok duygulanıyorum. Son sahnede bakıyoruz, ağlıyor. Mesele, tabii ki ağlamasını istemek değil ama teyze o empatiyi kurabiliyor ve sonunda kavuşsunlar istiyor. Bu, bize bir bildiriden daha kıymetli geliyor. Çünkü kişi değişiyor, gerçekten değişiyor ondan sonra. Biz de değişiyoruz, bizim de en dibimizde homofobik kodlarımız var. Bunu söyleyince “siz homofobik misiniz?” diyorlar ama bu ülkede yaşadığımız için bu hepimizde mecbur olarak var. Biz de oyun sürecinde, öncesinde ve oyuna hazırlanırken her aşamada bunun bir tanesini adım adım yok ediyoruz.

Ayçe Özyiğit: Oyunda aslında Ersin ve Deniz arasında bir aşk var. Tüm trajik aşk hikayelerinde olduğu gibi bu hikayede de bir yarım bırakılmışlık söz konusu. Tamamlanmayan aşkları büyük aşk- gerçek aşk olarak tanımlarız biz. Ersin’le Deniz’in hikayesi de buna uyuyor mu?

Turgay Korkmaz: Değiştiği zaman belki yarım kalmaz. Aslında bu hetero ilişkide de böyledir hep. Aşk her zaman bir problemdir. Burada da öyle görüyorum ben. Hetero bir ilişkideki çıkmaz neyse Ersin’le Deniz’in arasındaki çıkmaz da aynısı. O yüzden tamamlanamıyor bence. Benim bakış açım aşklar zaten tamamlanamıyor. Keşke tamamlanabilse. (Gülüşmeler)

Orkun Can İzan: İnsan o aşkı zihninde tamamladığı için aşk daha anlatılabilir ve daha büyük oluyor. “Kavuşsalardı nasıl olurdu?” sorusunu kişi tamamladığı için onlara çok büyük olacakmış gibi geliyor. Hâlbuki hemen kavuşan insanlar son derece normal ve sıradan hayatlarını yaşıyorlar ve onların hikayesi anlatılabilir olmaktan çıkıyor. Evet, bizim hikayemizdeki aşıklar da kavuşamıyorlar ve kavuşamadıkları için bu hikâye anlatılıyor. Kavuşsalar hiç böyle bir oyun olmayacaktı ve sizin hiç haberiniz olmayacaktı. 

Ayçe Özyiğit: Peki, zorlandığınız noktalar oldu mu? Neticede şehir değiştirerek İstanbul’a geldiniz. Günümüzde özellikle yeni kurulan bir tiyatronun kendini idame ettirebilmek adına girdiği zorluklara çok tanık oldum. Siz yolculuğunuz boyunca neler yaşadınız? 

Turgay Korkmaz: Ben tek cümle ile şunu diyebilirim; Ersin’le Deniz’in yolculuğu neyse, Orkun’la bizim şu tiyatroda bu oyunu devam ettirmek için yaptığımız yolculuk hemen hemen aynı. Bizim için biraz zor oldu. Çünkü düşüncelerle kavga ettik. 

Orkun Can İzan: Bizim açımızdan sadece oyunu çıkarıp sahnelemek değil, devam ettirmesi de çok zor oldu. Haftada bir gün 70 dakikalık bir oyun oynayacaksın ama haftanın geri kalan 6 günü de bununla uğraşıyorsun. Dünyanın en zor mesleği bence. Hiçbir şeyle bu kadar uğraşılmaz. “Yeter”, dediğimiz, isyan ettiğimiz zamanlar da oldu. Ankara’dan gelmişiz ve kimseyi tanımıyoruz. Bir taraftan maddi zorluklar söz konusuyken arada bir de “O öyle olmaz, bu böyledir” ya da “siz daha bilmiyorsunuz, bir durun” diyenlerle mücadele ettik. Merak ediyorum kim koyuyor bu kuralları?  Onlar çok bekletti bizi. Biz orada biraz direttik. Yorulmadık, sabırla devam ettik. Ama şu anda geldiğimiz yerde ikimiz de özgür, istediğini yapan ve hiç zorlanmayan -zorlansa da buna göğüs gerebilen kişiler olduk ve şu anda çok mutlu bir yerdeyiz. Maddi problemler yaşanıyor yer yer ama bu çok normal. 

Turgay Korkmaz: Ama biz en başında bu işten para kazanılamayacağını biliyorduk. Okula girdiğimizde de böyle düşünüyorduk. Orkun da başka işler yapıyor, ben de başka bir iş yapıyorum ve bundan da kendi adımıza serzenişimiz hiç olmadı. Bazı küçük ayarlamalar-fedakârlıklar yapıyoruz. Yanımızda arkadaşlarımız da var. Biz genelde şunu diyoruz; bir şeyi yapacaksak, orada kim uzman olacaksa bu kişi arkadaşlarımız arasından olsun. Bana; “Turgay hep arkadaşlarıyla çalışıyor” diyenler de oluyor. Benim arkadaşlarım çok yetenekli ve çok zekiler. O yüzden başkasının aklına tahammül edemiyorum gerçekten. 

Orkun Can İzan: Bir de şöyle bir zorluk da söz konusu. Mesela “Misket” bir pavyonda geçiyor. Sen teksti okurken bir oyuncu olarak tabii inanılmaz güzel kostümler, renkli bir sahne, müthiş dekorlar hayal ediyorsun ve işte sonunda geldiğin nokta beş tane küp ve bomboş sahnede iki oyuncunun oynadığı bir oyun haline geliyor. Bu da başlı başına bir zorluk bir oyuncu için. Yurt dışındaki oyunların dekorlarına bakıyorsun, insanın canı çekiyor. Ben de burada İstanbul’da oyunculuk yapıyorum. Uyduruk bir yer de değil burası. Tiyatronun ilk doğduğu topraklardayız. Anadolu’da, İstanbul’da falan. Bu da bir zorluk mesela. Bunlarla da baş etmek gerekiyor. Bu da işte işin maddi tarafına örnek. 

 

Ayçe Özyiğit: Bu tür maddi zorluklardan ötürü çoğu tiyatro minimum dekorla hatta hiç dekor kullanmadan oyunlarını sahneleme yolunu seçiyor.

Orkun Can İzan:O zaman da oyunculuğu ön plana çıkarman gerekiyor. Çünkü seyirciye bir dekorla, kostümle şov yapamadığın zaman tamamen oyunculuk üzerine odaklanıyorsun. Tabii bir oyuncu açısından bu da çok zevkli bir şey. 

Turgay Korkmaz: Öbür türlü de daha zevkli olur bizim için bence. (Gülüşmeler) Yani güzel bir dekor kullanarak oynamayı illaki isteriz.

Ayçe Özyiğit: Peki son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Turgay Korkmaz: Madem slogan atılacak, bir arkadaşımızın slogan lafıyla bitirelim; dünyanın tüm Ersin ve Deniz’leri için yolculuğumuz devam ediyor. Edecek de!

Ayçe Özyiğit: Teşekkür ederim.

Turgay Korkmaz: Ben de teşekkür ederim.

Orkun Can İzan: Ben de size ve Tiyatro… Tiiyatro… Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

MİSKET OYUNU PROGRAMI

29 MART Hann Sahne

7 NİSAN Baba Sahne

19 NİSAN Hann Sahne

24 NİSAN House Of Performance

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku