Biraz ‘Saygı’ Aşkım

admin
919 Okunma

Dünyanın her yerinde hayatın zorluklarla dolduğu bir çağda olduğumuz gerçeğini kabûl ediyoruz değil mi? Tüm canlılar için, her dinden/dilden, her sınıftan insan için kendine has çıkmazların olduğunu da kâbul ediyoruz, güzel…

Özellikle dikkat çekmek istediğim bir konu var: “Bu ülkede yaşayan bir kadın ve oyuncu olarak tüm sanatçılardan bir ricam var. ” demek daha doğru olur belki de… Bu ricanın muhatabı senaristler, yazarlar, oyuncular, yönetmenler, kostüm tasarımcıları, makyözler, vs… dir…  Özetle bir filmde/dizide/tiyatro oyununda/romanda ‘bir karakterin her yönüyle tanımlanmasında katkısı olan her bir sanatçı’ dır bu ricanın muhatabı…

Sanatçının kimseye örnek olmak zorunda olmadığına inanan bir oyuncu olarak düşüncem şu: Özel yaşamımızla ve sanatsal yaratımlarımızla kimseye bir ders vermek gibi bir sorumluluğumuz ya da derdimiz olmayabilir. Fakat aynı zamanda yaşamın ve sanatın gücüyle gelen bakış açısı, her birimizi önyargılardan ve yargılayan yaratımlardan kurtarmalı bence…

Sanatçı yaşadığı gezegeni, toprakları, yaşamı ve kendini tanıma yolculuğunda olmalı; seyirciye/okura ulaşan ‘şey’in etkisinin sorumluluğunu almalı.

Tüm zamanlarda, tüm toplumlarda duyusal ve duygusal hafızaların hayatın içindeki kuvvetli etkisiyle ne çok tanımın yapıldığını şöyle bir düşünün: Farkında olmadan bilincimizi şekillendiren onca sanat eserini, popüler işleri…

Geri kalmış bir toplum olmamız sebebiyle ekrandaki işlerdeki, kitaplardaki, tiyatro oyunlarındaki, filmlerdeki hayatların, çoğunlukla, toplumumuzun sadece bu mecralardan izlediği yaşam biçimleri olduğunu bilmeliyiz.

Bu toplum geyleri, lezbiyenleri, trans bireyleri ancak bu mecralarda görebilir, çünkü toplumdan köşe köşe kaçarak yaşamak zorunda bırakılmış bireylerden bahsediyoruz… Dizi, film, tiyatro ve kitaplarda bu bireyleri tanımlarken seçilen her bir detay, akılda kalıcı bir hâl alıyor böylelikle.

Geyleri götü başı ayrı oynayan ‘gülünç’ erkekler, transları adam döven barbarlar, lezbiyenleri sürekli pornografik takılan erotik metalar olarak yazmayı/oynamayı/çekmeyi vs… sürdürerek toplumda yaratılan algının, kalıcı bir ötekileştirmeye neden olacağını hepimiz birbirimize hatırlatmalıyız.

İnanıyorum ki: Bu ülkede insanlar ne zaman “Kim, kiminle nasıl sevişiyor? , “Sevişebilmek için gerekli yerlerden izinler alındı mı?”, “Ben yapamıyorsam kahrolmasın mı yapabilen? “, “Sen istediğin hayatı yaşarsın da biz sana yaşatır mıyız?” gibi milyonlarca soru kilidinden kurtulursa, o zaman çalışmaya başlayacak kafalar: O zaman yükselecek tik takları yol kat etmenin…

LGBT Onur Yürüyüşleri’ne katılmak çok hoş olsa da, ortaya çıkan işlerde gösterilen saygının, yürüyüşte yapılan bir rengârenk bir fotograf paylaşımından daha büyük bir katkı ve destek olacağını düşünüyorum.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku