Onur Ünsal: “Herkes Beni Kıskanabilir”

Neslihan Ekim
4,4K Okunma

Türkiye’nin önde gelen tiyatrocularından biri olarak bilinen, aynı zamanda Moda Sahnesi’nin de kurucularından olan Onur Ünsal, uzun yıllara yayılan kariyerinde önemli roller üstlenmiş, çevirmenlik ve yönetmenlik de yapmıştır. Şu anda “Dıkşın: Büyük Şans”, “Kim Bu Ben?” ve “Babamı Kim Öldürdü”  gibi oyunlarda oynayan Ünsal, aynı zamanda “Anne” ve “Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı” oyunlarını yönetmiştir. Sahne kariyerine bir çok performans sığdıran Ünsal, “En Kısa Gecenin Rüyası”, “Bira Fabrikası” ve “Testosteron”, “Hırçın Kız” ve “Çok Uzak” gibi oyunlarda yer almıştır. Çok yönlü bir sanatçı olarak, tiyatro sahnesindeki etkileyici varlığı ve yeteneğiyle seyircilerin beğenisini kazanmaya devam eden Onur Ünsal ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi Tiyatro… Tiyatro… Dergisi okuyucularıyla paylaşıyoruz.

Neslihan EkimŞimdiye kadar oynadığın rollerde seni çok zorlayan, kendini derinlemesine keşfetmene neden olan roller hangileriydi?

Onur Ünsal – Bu rolü ben niye oynayamıyorum diye düşündüğüm roller, beni zorlayan roller diyebilirim. Rolün ne anlattığından ziyade, o rolü o sırada niye yapamayışım benim hayatıma daha çok bilgi birikim katıyor. Bunu nasıl görüyorum da yapamıyorum? Nasıl düşünüyorum da beynim yetmiyor? Her seferinde kendimden çok korkup, o korkuyla rolün perspektifinden nasıl bakarım, nasıl öğrenirim gibi bir süreç beni geliştirdi hep. Karakterin manifestosundan çok, oynamadaki güçlük, zorluk beni değiştirdi. Koffi’nin oyunları bu anlamda beni en çok zorlayanlar… En çok O’nun oyunlarında rolün altından kalmak için çok daha fazla çalışmam gerekiyor. Çok bıçak sırtı metinler, oyuncuyu çok zorluyor. Çok bedensel, çok caz ve sınırları zorlamayı talep ediyor. Shakespeare’in dünyasında söyleyeceğin cümlelerin seyirci tarafından hor görülmeyeceğini bilirsin ama Koffi öyle değil. Dolayısıyla güvenli alanlarda dolaşmayan, risk alan Koffi gibi yazarların metinleri beni hep geliştirmeye itmiştir.

Neslihan Ekim Role hazırlık sürecin nasıl gerçekleşiyor peki?

Onur Ünsal – Önce entelektüel faaliyet başlıyor elbette. Bu metin ne diyor? Bu kim? Niye böyle bir şey yazılmış? Metinde değişik, kavrayamadığım kavramlar, bağlamlar, anlamlar var mı? Varsa bununla ilgili kitapları okumaya, araştırmaya yönelik oyunun etrafında döndüğüm bir düşünsel süreçle geçiyor. Kemal Aydoğan o anlamda çok yetkin, O’nun yönlendirmesi çok oluyor. Sonra kendimizi sahneye atıyoruz.

Neslihan Ekim – Düşünsel süreç, eyleme geçince nasıl ilerliyor senin için?

Onur Ünsal – Yeniden başlıyor. Mecburen sıfırlıyorsun kendini. Oyunu çok boyutlu düşünmeye başlıyorsun ister istemez. 

Neslihan Ekim – Sahnede belirli bir teknikle oynayan bir oyuncu değilsin…

Onur Ünsal – Yalan çünkü o teknikler. Biz öyle bir eğitim görmedik. Konservatuarlarda bizim o tekniklerin varlığından haberimiz var sadece, bir uygulama alanı yok. Türkiye’de konservatuar eğitimi diye bir şey yok. Benim eğitim gördüğüm dönemde de yoktu, hâlâ yok. Konservatuar eğitimi demek, oyuncuların sahneye çıkma becerisini arttırması demek. Biz konservatuarda sahneye bile çıkmadık. Türkiye’nin bir ekolü de yok. Kendini geliştiriyorsan, kendi kendini yapılandırıp geliştiriyorsun. Biz kara düzenden oluşuyoruz. O yüzden kendi kendine yetmemen lazım. Kendi kendine uğraşman lazım. Kendini buradaki eğitimin standartına bırakırsan olmaz, mümkün değil. 

Neslihan Ekim – Kendinle olan sürecin nasıl işliyor peki?

 Onur Ünsal – Öyle ya da böyle bir işim var, hayat aksine izin vermiyor. Arka planda yürüyen bir sürü iş var. O yüzden o disiplin hep var olmak zorunda. 

Neslihan EkimŞimdiye kadar sahnede başına gelen en ilginç olay neydi desem?

Onur Ünsal – Hamlet oyununun açılışında, oyuncular oynayamamayı oynuyorlar. Oyuncular ayakta bekliyor, sonra ben giriyorum Hamlet olarak. Biz başladık, oyuncular ayakta oynayamamayı oynuyorlar, en önden bir seyirci ayağa kalktı saygı duruşunda. Girdim içeri, ‘’Ne yapıyorsunuz? Oturun’’ dedim. Adam bir anda, ‘’ Atamızı unutmayalım!’’ dedi. Hamlet oyununda ‘’Atamızı unutmayalım’’ deyip saygı duruşunda durmak başımıza gelen en ilginç şeydi.

Neslihan Ekim Çevireceğin metinleri neye göre seçiyorsun? Metinle kurduğun ilişki nasıl şekilleniyor?

Onur Ünsal – Dünya’daki metinleri takip ediyoruz. Takip ettiğimiz yazarlar var. Bir metni çalışmanın en iyi yolu çeviri. Bunu tek başıma da yapmıyorum zaten, birlikte oturuyoruz masa başına. Oyunu çevirince oyunu çok daha iyi anlıyoruz. Ayrıca artık yabancı bir oyunu okumak, çevirmek için çok iyi İngilizce bilmeye, çevirmen olmaya ihtiyaç yok. AI var, internet çağındayız, bir sürü kaynak var. Bunu herkesin yapması lazım.

Neslihan Ekim Genelde metin seçimi belirli bir dünya görüşü üzerinden yapılıyor değil mi?

Onur Ünsal – Kesinlikle. Repertuar zaten öyle bir şey… Repertuarımıza ne alalım ne almayalım meselemiz o zaten. O da elbette politik, aktivist bir yerden oluyor. 

Neslihan Ekim – Yönetmenlik sürecin nasıl başladı?

Onur Ünsal – Ben ukala ve çokbilmiş biriyim, dolayısıyla sanki yönetmen olmam daha iyi olurmuş gibiydi. Yönetmenlik de hiç istemedim hayatımda, öyle bir hayalim yoktu, oyunculukta mutluydum ama lider olmaya da çok uygun gibiydim. Oldum. Anladım ki yönetmenlik öyle bir şey değilmiş. Dev bir sabır işiymiş. Oyunculuktan çok daha zor bir işmiş. Sadece fikrinin iyi olmasıyla ilgili bir iş değilmiş. Engin Hepileri, “Şöyle bir şey yapalım mı?” dedi “Yapalım” dedim. Kemal Abi “Bu oyunu yönetir misin?” dedi, “Tamam” dedim. Akışta gerçekleşti o yüzden. Büyük hayaller kurmaktansa karşıma geldiğinde, zorlandığım, öğretici bir süreç oldu. Sahnedeki oyuncuyu yönetmek için çok sabırlı olmak gerekiyormuş. Oyunu yönettim, Kemal Abi’ye gittim dedim ki; ‘’Bundan sonra benden ne istiyorsan yapacağım. Seni hiç yormayacağım’  Anladım yani…  İnanılmaz bir duygu borsasıymış.

Neslihan Ekim – Moda Sahnesi’nden, karşılaştığı zorluklardan biraz bahsetmek ister misin?

Onur Ünsal – Hep politik tabii. Ekonomik elbette, ama bu çok politik bir dert. İstemiyorlar çünkü ve bunu belli ediyorlar. Sanatın kendisinden yanaysan, politik olarak da çizgin oluşmuş oluyor. Bilmek, anlamak, kavramak, değişmek, kavgasını vermekle ilgileniyoruz. Üretilen sanatta bunlarla ilgileniyor. Burada nitelikli bir yapı kurma, seçilen oyunlarda nitelikli bir yapıbozum var. Buna tanıklık etsinler istiyoruz. Günün sonunda bu kafa açıyor çünkü. Biz de öğrenelim, siz de. Ve bunu istemiyorlar elbette…

Neslihan Ekim – “Moda Sahnesi metamodernistdir” diyorum ben. Ne dersin? 

Onur Ünsal – Öyle midir bilmiyorum ama, takip ettiğimiz yazarlar, dünyada bir şeyleri yıkıyorlar, bozuyorlar, yeniden yapıyorlar. Onların devinimi çok yüksek. Sosyolojik ve siyasi geçmişi, insanlığın bilgisi olarak kaleme alışları oldukça etkileyici bu anlamda. Bunu dile getirmek istiyorsun, ki bu noktada şu ayrımı iyi yapmak gerekiyor: Tiyatro yapan kişi, bilirkişi değildir. O ilk öğrencisidir bu işin. O edebiyatın, o düşünüşün, o tarzın… O süreç birlikte yürünür. 

Neslihan Ekim Sansür ve otosansür karşısında tutumunuzu nasıl tanımlarsın?

Onur Ünsal – Moda Sahnesi otosansür uyguluyor gibi mi? Bu ülkeye bir şekilde uyumlanıyorsun elbette, ama bu otosansürlü olmuyor. Sözünü, derdini söylemek noktasında tam tersi bir mekanizma var işleyen.

Neslihan Ekim Türkiye Tiyatrosu’nun içinden geçtiğimiz süreçteki konumunu nasıl değerlendiriyorsun?

Onur Ünsal – Dağınık, cıvık, ergen… Menajerlerden kurtulmamız gerekiyor. Bu işin sadece ticaretten oluştuğunu ve başarının da bununla ilgili olduğunu zanneden histerik kişiliklerin bu piyasadan elini eteğini çekmesi gerekiyor. Her menajer oyuncusuna bir oyun yapıyor mesela. Herkesin oyunu var. Televizyonda yaptıkları kötü işleri aklama mekanizması olarak kullanıyorlar. AVM tiyatroları başka bir problem. Halka sunulan oradaki o şöhretli oyuncular filan… Butik, show, cıvık cıvık bir ton oyun var. Televizyon dizileri nasılsa, tiyatromuz da oraya doğru gidiyor. Elbette herkes için bu geçerli değil. Derdi olan, başka biçimler arayan ekipler de var. Fakat genel anlamda tiyatromuz da Türkiye gibi işte… Ve artık bunları konuşmaktan vazgeçmeliyiz. Sıkıcı, yorucu ve musallat bir konu çünkü. Çünkü sesleri de çok çıkıyor. Ünlüler dünyasında da, siyasette de bu böyle. Parlaklıkları çok açık, bizim de seyircinin de oraya sinek gibi üşüşmeyi bırakması lazım. Bununla mücadele etmeliyiz elbette, ama bunu çok konuşunca onun varlığını meşrulaştırıyorsun. Varlığını kıskandığın da belli oluyor. O yüzden yapılması gereken şey, herkesin kendi işine bakması. 

Neslihan Ekim İlham aldığın isimler var mı?

Onur Ünsal – Kemal Aydoğan mesela. Çok nettir. Bir insanda aradığımız özelliklerden ya, o netlik ve gerçeklik. O’nun o gerçekliğini seviyorum. 

Neslihan Ekim – Mesleki hedeflerin ya da hayalini kurduğun bir şey var mı?

Onur Ünsal – Hayalini kurduğum şeyi yapıyorum. Hayalini kurduğum hayatı yaşamakla meşgulüm. Hayatın içinde, akışın içinde minik minik hedefler oluyor tabi ama çok tatminim. Haz, istek, doyum. Tamamım. Bir şeyleri kıskanmazsan mutlu olursun aslında bu kadar basit. İstediğim şeyi yapıyorum ve mutluyum. Bu bir lüks. Herkes beni kıskanabilir. Canım ne isterse yapıyorum, istemediklerimi yapmıyorum. Ulusal televizyon kanalarında oynamıyorum mesela. Aferin diyorum kendime. 

Neslihan Ekim – Darısı tüm oyuncuların başına… Teşekkürler bu keyifli söyleşi için…

Onur Ünsal – Ben de sana ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim.

NESLİHAN EKİM

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku