Yücel Erten’den bir hatırlatma yazısı: “Repertuvar Kurulları”

editor

Tiyatro oyuncusu, yazar ve yönetmen Yücel Erten,  Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu’nda Yaşar Ersoy’un yönetmesi plananlanan  “Yangın Yerinde Kabare” oyununun “sakıncalı” bulunarak repertuvarlardan kaldırılmasının ardından, Tiyatro…Tiyatro…Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2001 tarihli 115.sayısında kaleme aldığı “Repertuvar Kurulları” başlıklı yazısını “yineleme gereksinimi duyarak” sosyal medya hesabından paylaştı. Biz de Yücel Erten’in o dönem dergimizin “rejisör koltuğu” köşesinde yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz:

Bu yazım Tiyatro…Tiyatro…Dergisi’nde “Rejisör Koltuğu” başlıklı sayfamda yayınlanmıştı.

Tarihini kaydetmemişim. 2001 ya da 2002 olsa gerek…

Devlet Tiyatroları’ndan örneklense de, ödenekli bütün tiyatrolar için geçerlidir.

Yinelemek gerekti…

 

REPERTUVAR KURULLARI

Ödenekli tiyatrolarımızdaki “repertuvar kurulu” ya da “oyun seçici kurul” uygulamaları gerekli mi?

“Kurul” sözü, katılımcılık varmış gibi bir izlenim oluşturduğundan yakışıklı görünüyor ama, bakmayın siz: Tiyatroda seçici kurulların varlık nedeni ve kararları esastan tartışmalıdır. Bana sorarsanız, bu tür kurullar gereksiz, hattâ tiyatro için sakıncalıdır. Gereksizliği, uygar ülkelere bakınca hemen anlaşılır. Sakıncası ise, çeşitli nedenlerle sanatsal üretimin üstüne abanmasıdır.

Gelin, konuya yine Devlet Tiyatroları örneğinden girelim: Biliyorsunuz Devlet Tiyatroları’nda kanun gereği görev yapan bir Edebi Kurul vardır. Genel Müdür, Başrejisör, Başdramaturg ve Sanatçı Temsilcisi ile Kültür Bakanı’nın tayin ettiği 3 üye’den oluşur. Yani sonuçta hepsi tayinle gelmiş insanlardır. Bu kurulun bugünkü durumuna ilişkin bir irdeleme yapmaya çalışalım, belki benzerlerine de ışık tutar.

Önce bir saptama: Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’nun, kurulu oluşturan üyelerin niteliklerine bağlı olarak; kimi zaman sansürcülük anlayışına savrulduğu, kimi zaman da bazı yazarların oyunlarına servis sağlama uygulamasına düştüğü, sık sık dile getirilen bir gerçek.

Bu üzücü durum, Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği kurultaylar da dahil olmak üzere; pek çok toplantıda, açık oturumda, yazılı ve görüntülü yayın organlarındaki söyleşilerde dile getirildi. Hattâ bizzat Edebi Kurul Üyeleri, bir yasa değişikliği ile Edebi Kurul’un artık kaldırılması gereğini kabul etmekteler. Örneklemek gerekirse: Başrejisörlük görevi dolayısıyla daha önce ve şimdi kurul üyeliği yapmış olan Ferdi Merter ile Erhan Gökgücü’nün bu görüşleri taşıyan yasa tasarısının altında komisyon üyesi olarak imzası var. Önceki kurul üyesi Prof. Özdemir Nutku, bunu 1997 Kasım’ında Mersin’de düzenlenen 2. Tiyatro Kurultayı’nda; şimdiki kurul üyesi Tuncer Cücenoğlu ise, 5 Aralık 1999 tarihinde TRT 2’de yayınlanan “Sahne Işıkları” programında dile getirdiler.

Kimbilir belki de bu tür kurullar son tahlilde, vatandaşını/sanatçısını ergin ve erkin sayamama alışkanlığının bir ürünü? Ne var ki, ilgili yasa yürürlükte olduğu sürece bu “Kurul” varolacak. Demek ki çalışmasını şimdilik, bir biçimde sürdürecek. Aynı zamanda bir Kurul’un hem gerekliliğini yadsımak, hem de o Kurul’da yer almak gibi bir çelişki yaşanırken; şu soruyu sormak, eski ve yeni Edebi Kurul Üyelerine saygısızlık olmaz sanırım:

Peki bu durumda Edebi Kurul’un “kabul” ya da “red” kararını, hangi ölçütlere dayandırması gerekir?

Yanıtın şöyle olması mantıklı görünüyor: Kurul’un değerlendirmeleri, söylem ve içerik açısından “bir devlet kurumunda oynanabilirlik”, bir başka deyimle “yasalara uygunluk” ölçütüne; estetik ve teknik bakımdan dramaturg raporlarına; usûl yönünden de genel kurallara dayanmalıdır.

Aksi takdirde değerlendirme, yargılamaya dönüşür ki; siyasal, estetik ve yöntemsel sakıncalar taşır. Şöyle ki:

1. Siyasal söylem ve içerik boyutunda:

Nazım Hikmet’ten Haldun Taner’e, Bertolt Brecht’ten Friedrich Dürrenmatt’a kadar nice yazar, yıllar boyu yasaklı tutulduğu zaman; Edebi Kurul Üyeleri bu yasaklama yetkisini nereden almışlardı? Bir masanın çevresine tayinle oturmuş insanların, Dürrenmatt’ın “Uyarca”sını, “karamsar”, Antonio de la Parra’nın “Günlük Müstehcen Sırlar”ını “müstehcen”, Zuckmayer’in “Köpenick’li Yüzbaşı”sını “antimilitarist”, Haldun Taner’in “Günün Adamı”“siyasî”, Jean Giradoux’nun “Elektra”sı ile Bernard Shaw’un “İnsan, Üstün İnsan”ını “kimbilir ne” buldukları için yasaklama hakları var mıdır?

Kimse bu sorulara yanıt vermeye yanaşmamaktadır. Ama bu oyunlar ve daha pek çok başkası, reddedilmiştir. Yani Devlet Tiyatroları için yasaklanmıştır. Belli ki daha başkaları da yasaklanacaktır. Çünkü bu dolaylı yasakçılık ya da sansürcülükten vazgeçileceğine dair ortada herhangi bir işaret yoktur.

Bu durumda Kurul Üyeleri için iki seçenek görünüyor: Ya kamuoyuna nedenlerini duyurarak bu görevlerini bırakmalı, ya da kendiliklerinden bu tür yasakçılığa bir son vermeliler.

Şöyle: Önlerine gelen oyunda açıkça yasalara aykırı bir şey yok ise; aydın olmanın gereğini yerine getirerek siyasal ve bireysel görüşlerini alabildiğine geriye çekmeli, içerik açısından hiçbir yasaklamaya yeltenmemeliler.

Ama yazık ki yakın örneklerden, bu konuda duyarlı davranma gereğinin duyulmadığını gözlemliyoruz.

2. Estetik ve teknik boyutta:

Sıklıkla görülmüştür ki, bazı oyunlar salt siyasal içeriği ve söylemi yüzünden değil; estetik kategorileri yönünden de reddedilmektedir. Kurul Üyeleri yargılama sarhoşluğuna kapılıp, bireysel beğeni ve ölçütlerini absolut değerler sanmaya başlarsa; iş çıkmaza girmiş demektir. Kurul Üyeleri’nin, sahip oldukları ya da sahip olduklarını düşündükleri estetik değerlerini; “buna değmiş, buna değmemiş” mantığı  ile bu ülkenin tiyatro hayatına empoze etmeye hakları var mıdır? Seçici kurullar olgunluk, tevazu ve nezaket ister.

Kimi özgün yapıtların onlara hayat vermesi muhtemel insanların görüş alanına girmesini; “tiyatrosu zayıf / dramatik aksiyon yok / çok şiirsel / fazla felsefî / didaktik / oyun değil” gibisinden tartışılabilir bazı yargılarla engellemenin bir anlamı var mıdır? Bir oyunun, ne kadar “iyi” olduğuna, hattâ ne kadar “oyun” olduğuna; onu sahneleyecek insanların karar vermesi daha doğru olmaz mı?

Dahası var: Bazı oyunlar da, oyun kişilerinin ya da sahnelerin çokluğu ya da teknik zorluk çıkaracağı varsayılarak reddedilmektedir. İyi ama bu, Edebi Kurul Üyelerinin Genel Müdür, Başrejisör, Tiyatro Müdürü, Rejisör, Dramaturg, Dekoratör, Kostüm ve Işık Kreatörü rollerine soyunmaları anlamına gelmez mi? Böyle bir yaklaşımın kabul edilmesi mümkün müdür?

Oyun yazarları, o Kurul’a tayinle gelmiş insanların, ortalama ufkunda ya da ufuksuzluğunda yargılanmış olmuyor mu? Bu yolla düzeyli yapıtların dışlanması, düzeysiz yapıtlara öndelik verilmesi olasılığı belirmez mi?

Bu boyutta Kurul Üyelerine düşen görev, estetik ve teknik alanlarda, hiç değilse dramaturgi raporlarına yaslanmak olsa gerektir.

Oysa bu konuda da bir duyarsızlık ve kuralsızlık egemendir. Bazı oyunlar, olumlu dramaturg raporlarına rağmen reddedilmekte; ama bazı oyunlar, rapor düzenlenmeye gerek görülmeksizin ve/veya düzenlenen raporlar gözönüne alınmaksızın ve/veya tartışılmaksızın  kabul edilmektedir. Özellikle de Kurul Üyeleri’nin oyunları sözkonusu olunca dramaturg raporu düzenlenmediği, düzenlenmişse bile hiçe sayıldığı, ve oyunların tartışılmaksızın kabul edilmesi şeklinde bir uygulamanın yaygınlaştığı, bizzat görevlilerce ifade edilmektedir.

3. Usûl bakımından:

Bilindiği gibi, uygar dünyanın geleneği; seçici kurul üyelerinin, yapıtları ile seçmeye katılamayacakları koşulunu getirir. Bu, yaygın, yaygın olduğu kadar da yalın bir ahlâkî gerekliliktir.

Ama Devlet Tiyatroları Edebi Kurul’unda bu en temel ahlâk kuralı bile ısrarlı biçimde görmezden gelinmektedir. Çünkü Kurul’da, Kültür Bakanı tarafından tayin edilmiş üyeler olarak, oyun yazarları bulunmaktadır. Hattâ bu yazarlardan biri, Edebi Kurul Başkanı ve dolayısıyla Yönetim Kurulu üyesidir. Öte yandan sözkonusu Kurul Üyeleri, Devlet Tiyatroları  ile parasal ilişki içindedirler. Oyunlarının oynanması durumunda bilet geliri üstünden % 40 gibi küçümsenmeyecek bir telif ücreti almaktadırlar. Ve bu sezonda örneği görüldüğü gibi, bazı dönemlerde her birinin yarım düzine oyunu sergilenmektedir. Yönetimdeki görevleri de, oyunlarının hem Kurul’dan geçmesi, hem de seçilip oynanması için gerekli manevî  baskıyı sağlamakta bir araç olabilmektedir. Özetle hem yarışmacı, hem hakem rolü oynamaktadırlar.

Bu durumda şu soru, tiyatro dünyamızın kapısını çalmaktadır: Sözkonusu yazarların Edebi Kurul’da hem yarışmacı, hem hakem sıfatı ile bulunmaları; etik yoksunluğu değil midir? Ayrıca usûlsüzlük sayılmaz mı?

Kültür Bakanlığı da Edebi Kurul’a atadığı üyeler konusunda bu kadar umursamaz olmak zorunda mı, bilmiyorum.

Bildiğim şu: Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu, usûl bakımından da şaibeli, bulanık bir hayat sürüyor. Bu konuda da, yaklaşık bir yıldır bütün yazılanlara ve söylenenlere rağmen, yazar/üyelerin daha ahlâklı bir ilişki biçimini seçeceklerine dair hiç bir belirti yok. Vurdumduymazlık sürüyor.

Devlet Tiyatroları Edebi Kurul’u, ele aldığımız üç açıdan da özürlü.

Üç ana başlık altında özetlemeye çalıştığım bu kısa irdelemeden, yasa gereği varlığını sürdüren bugünkü Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu hasarlı çıktı sanırım.

Ne dersiniz, bu tür kurullara gerçekten gerek var mı?

YÜCEL ERTEN 

Tiyatro…Tiyatro…Dergisi Mayıs-Haziran 2001, sayı: 114

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku