Yıkımdan Yaratıma

Müge Saut
YA DA TANRI YARGISININ İŞİNİ BİTİRMEK İÇİN

BUGÜN SANAT ÜRETİCİLERİ EKSİK VE SIĞ ÜRÜNLERİYLE ORTAYA ÇIKARKEN, KENDİLERİNİ MEDYA SAYESİNDE POPÜLERLEŞTİRMEKTEDİRLER.

OYSA SANATA VE İNSANIN RUHSAL, SOSYAL GELİŞİMİNE ETKİ EDECEK BİRİCİK OLGU POPÜLERLİĞİN GETİRDİĞİ SIĞLIKTAN UZAKLAŞMASIDIR…

İnsanlar, bir toplumun yapısı içerisinde üretirken gerekli ve kendi iradelerinden bağımsız iletişime, üretim ilişkilerine dâhil olur. Bunlar toplumun ekonomik yapısını oluşturur. Bu yapı, siyasallaşınca da toplumsal bilinç ortaya çıkar. Üretim şekilleri sosyal, siyasal ve entelektüel sürecin kendisidir. Buradan bakıldığında, insanın varlığını ve bilincini toplumun kendisi belirler.

Birinci dünya savaşı ile birlikte başlayan bunalım, umutsuzluk ve çaresizlik ortamı, özellikle Avrupa toplumunda kültürel ve geleneksel değerleri yok etmiştir. Böylelikle sanatta yeni bir karşı duruş ortaya çıkar.

Tiyatroda gerçeküstücülük, Antonin Artaud ile Roger Vitrac’ ın 1927 yılında kurdukları ve Alfred Jaryy tiyatrosu ile kurumsallaşır. Ancak ikinci dünya savaşı ile birlikte etkinliğini yitirir. İkinci dünya savaşı sonrasında, savaşın en derin acılarını yaşayan Avrupa toplumu, siyasal, etik değerlerini kaybederken, hayatı anlamsız, saçma bir eylem olarak görmeye başlar. İnsanlar bu buhran içerisinde toplumsal yaşamdan uzaklaşır. Savaş, insanlar üzerinde etkisini sürdürür. Saldırılar başka bir biçimine dönüşmüştür. Artık toplumsal duyular rengini değiştirir ve karşımıza iletişimsiz, duygusuz ve birbirlerine yabancılaşmış bir toplum yapısı ortaya çıkar. Zaten sanatsal akımlar bu alt-üst oluşlar döneminde kendi etkinliğini daha çok su yüzüne çıkarır.

Martin Esslin, uyumsuz tiyatroyu, “insan durumunun saçmalığının verdiği metafizik acının dramı” olarak tanımlar. Bu tiyatronun temelinde dünyanın uyumsuz olduğunu, uyumsuzun olduğu yerde düzenin var olamayacağını, insanın aklının değil, içgüdülerinin etkisinde olduğunu ve bunun farkına varılmasını ortaya koymak yatar. Bu yüzden akım, “nihilist” olmakla suçlanmıştır. İnsan yapısındaki uyumsuzluk, yabancılaşma, kuşku duyma, iletişimsizlik, korku duyma vb. gibi duygular, uyumsuz tiyatronun başlıca konuları olmuştur.

Artaud tüm bu toplumsal çöküşün ortasında insan düşüncesinin derinlerinde yatan karanlığı bilerek, gömülü olanı açığa çıkarmak gerektiğine inanır. Düşlerin ve ruhun ilkelliğine işaret ederek, vahşi kökleriyle bağdaştırır. Mantığı ve aklı reddederken karşısına Katharsis’e benzeyen duygusal arınma ile insanın bilinçaltındaki kurtulamadığı alışkanlıkları ortaya çıkartacak kendiliğindenlik ve sayıklamadır. Bunu da belli şiddetlerde yansıtmak gerektiğine inanır. Böylelikle toplum ve bireyin uyanma süreci gerçekleşecektir.

O döneme baktığımızda Artaud, toplumun uygarlık karşıtı biçimlerini arayan ilk sanatçıydı. Bunun için tiyatroda kullanılan dili, seçilen metinleri, oyunculukları toplumla ve dolayısıyla insanla bütünleyerek, dönemin ekonomik, sosyal, dinsel siyasal vb. yapılarıyla bağ kurar. Özünü yitiren insanlık, toplumu vebalıyla karşılaştırarak şunları söyler;

“Kendi imgelerinin peşinde çığlıklar atarak koşan bir vebalıyla, duyarlılığının peşindeki tiyatro oyuncusu arasında, yaşamında asla düşünemeyeceği ve belki de imgeleyemeyeceği kişiliklerden oluşan ve bu kişilikleri, cesetlerden ve sayıklayan akıl hastalarından oluşmuş bir kalabalığın ortasında gerçekleştiren canlıyla, sırası değilken kişiler yaratan ve onları, aynı zamanda ölgün ve sayıklayan bir kitleye sunan ozan arasında başka benzerlikler vardır, bu benzerlikler önemli gerçeklerin hesabını verir ve tiyatro eylemini veba eylemi gibi gerçek bir salgının düzlemine taşır.”1

Aslında tamamıyla yaşamda görünen gerçeğin sonuna kadar sorgulanması, araştırılmasını ister. Savaş sonrası toplumda yaşanan buhran, siyasal olaylar, savaşlar vb. sahnede gerçekleştirilince tıpkı bir salgın gibi yayılacaktır. Gerçekleri parçalamak, akıl dışıyı dile getirmek gereklidir. Duyular için yaratılmış dilin kendi içinde birçok şeyi barındırdığını, bunun için görsel öğelerin özünden çıkacak geliştirimlerin aranması sağlanmalıdır. Sahnede kullanılabilecek her şey, tüm anlatım araçları; ses, mimik, tonlama, vurgu, plastik, ışık, dekor vb. bütünlüklü ele alınır ve görsel olduğu tanımlanır.

Artaud’nun tariflediği “vahşet tiyatrosu” birebir insanın vahşileşmesi değil tersine insan olduğunun yeniden hatırlanmasıdır. Tiyatroda vahşet, toplumun değer yargılarını, alışkanlıklarını ve yabancılaşmasını parçalamak, yok etmektir. Yok olanın yerine toplumu yeniden biçimlendirmek, vahşetin sonucudur. Bilinçaltındaki siyasal ve toplumsal olgular ancak buraların kurcalanması ve didiklenmesiyle ortaya çıkar ki bu da vahşet tiyatrosunun özünü oluşturur.

Artaud, gerçek tiyatro arayışından vazgeçmemişti. Sürekli mücadele ediyordu. Yenilikçi olmasa da en azından çağdaş dram sanatı için yeni ufuklar açıyordu. Yaratıcıydı. Şöyle ki; İnsanı sorgulayan, düşünen – eyleyen, toplumsal bir dönüşüm sağlayabileceği noktaya taşıma uğraşı vardı. İnsanın özünü hatırlatarak, korkularıyla yüzleştirerek, gücünün farkına vararak olabilirdi ancak.

“…Ama o, mitten alınan arkepitlerin ya da ırksal bellekten alınan düşsel durumların klasik kahraman figürünün yerine geçtiği; kötü bir uygarlık ve acımasız dünya bağlamında köklerini kanda bulan ve bir dramatik aksiyon içinde seyircinin bütüncül katılımının katharsis’e bağlandığı ve dolayısıyla güdüsel, bilinçaltı ve vahşi yönleriyle doğal insanı toplumsal baskılardan kurtararak açığa çıkartma gibi bir sağaltım amacını taşıyan modern tiyatronun en temel kabullerine çok önemli katkı yaptı.” 2

O dönemine göre ilerici bir taraftan bakıyordu. Günümüz de tiyatro anlatımı o kadar sığ kalmış ki bunu aşmak hiç de öyle kolay olmuyor. Düzenin, sanata bilinçli bulaştırdığı kirlilik, yapılan sahnelemeler, oyunculuklar, metinler vb. hep biraz daha geriye atıyor tiyatroyu. Oysaki geçmişin birikiminden ders çıkartmak ve onun üzerine yeni biçimler oturtmak sadece başkaldırıyı göze almakla ilgili. Çünkü görünen gerçek yaşam, suskunluğu beraberinde getiriyor. Düzenin toplumsal çürümeyi hızlandırdığı, insanın içini boşalttığı şu günlerde sanat, alternatifi yaratmak için çabalamıyorsa, düzenin yanında ya da boyun eğerek tüm geçmiş tarihe ne yazık ki ihanet etmiş oluyor.

1-A, Artaud.Tiyatro ve İkizi syf: 24

2-Christopher İnnes. Avant – Garde Tiyatro syf: 132

4

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku