Hayata Derinden, Güçlü ve Şiirsel Dokunan Bir Oyuncu…

Yavuz Pak

Hümay Güldağ… Yeteneğini emekle ve bilgiyle besleyip donatan ve yaratıcılığına hep yeni alanlar açarak tiyatrodan şiire, oyunculuktan rejisörlüğe uzanan  yolculuğunda sanatla hayatı harmanlayan bir sanatçı… Kendisiyle tiyatrodan ve sanattan konuştuk…

Soru: İBB Şehir Tiyatroları’na 1990 yılında giriyorsunuz ve bu dönem aynı zamanda tiyatronun geleneksel yapısında bir değişimin gözlemlendiği, usta-çırak ilişkisinin sönümlenmeye başladığı bir dönem. Konservatuvar mezunu neslin hakimiyetini hissettirmeye başladığı bir sürecin ilk temsilcilerindensiniz. O günlerden bu yana konservatuar eğitimi ve konservatif oyunculuk pek çok çevrede eleştiriliyor. Sizce Türkiye’de konservatuvar eğitimi ne durumda? Konservatif bir eğitim sisteminin oyunculuklar üzerinden tiyatromuza etkileri neler olmuştur?

Hümay Güldağ: “Elbette tiyatro eğitim kurumlarının da çağa ayak uydurması, dünyayı takip etmesi gerekiyor. Bunu reddetmek hem kuruları hem de tiyatrocuları belli kalıpların içine sıkıştırmak olur. O dönem konservatuvarlar biraz içine kapalı ve değişime pek açık olmayan bir yapıydı. Çok önemli bir temel atılıyordu ama bu temel üzerine bir şeyler koymak ve kendini geliştirmek gibi konularda teşvik edici değildi. Örneğin, klasikleri aşıp bir absürt oyuna yönelmek söz konusu değildi. Dolayısıyla belli kalıplara hapsolmuş bir eğitim sisteminden söz edilebilir o dönem için. İdeal olan, konservatuarların zamanı yakalaması, güncel ve evrensel olanla canlı bağlı kurarak yenilikçi ve değişime açık bir yapı kurmalarıdır. Tabii, artık benim akranlarımın eğitim sürecine katıldıkları bir dönemdeyiz ve eminim artık eskisi kadar kapalı ve tutucu değildir bu yapılar.”

 

Soru : Özellikle İstanbul’da tiyatro hayatına giderek daha çok damga vuran alternatif tiyatrolarla ilgili görüşleriniz nelerdir? Son yıllarda bu alanda yaşanan patlamanın nedenleri nedir sizce? Tiyatromuzun geleceği açısından baktığınızda bu yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hümay Güldağ: “Alternatif tiyatrolar bir ihtiyaçtan doğdu diyebilirim. İnsanların düşüncelerini, duygularını farklı biçimlerde ve kısıtlama olmaksızın, özgürce söyleyebilme ihtiyacından doğdu bu tiyatrolar ve hızla serpildiler, geliştiler. Aralarında muhteşem oyunlar yapan ekipler, çok iyi rejiler ve oyuncular var. Fedakarca çalışıyor bu insanlar ve kendilerini tiyatro yaptıkları bodrum katlarında özgür hissediyorlar. Maddi yaşam koşullarının tüm zorluklarına rağmen inandıkları şeyleri aktarabilmenin mutluluğunu yaşıyorlar. Bunu çok değerli buluyorum. Zor koşullar yaratıcılığı pekiştirir genellikle. İdealist bir çaba var alternatif tiyatrolarda ve tüm olumsuzluklara rağmen içerik ve biçim olarak da tiyatromuza önemli katkılar sunan ekipler, oyunlar var. “

Soru : Sanatta ve tiyatroda sansür ve otosansür hakkında düşünceleriniz nedir? Sansüre uğradığınız ya da otosansür uygulamak durumunda kaldığınız oyun ya da oyunlar oldu mu? 

Hümay Güldağ: “Şu ana kadar olmadı çok şükür. Bence otosansür sansürden çok daha vehim ve korkunç bir olgu. Otosansür bir sanatçının yaratıcılığını sadece sekteye uğratmaz, darmadağın eder, yok eder adeta. Sanatçı imha eder otosansür. Sansür korkusu ve bunun içselleştirilmesi önünü açıyor belki de otosansürün ama sanatçı etiğiyle bağdaştırılamaz bir olgu. Ben hiç otosansür yaşamadım, zaten benim yapabileceğim bir şey değil. “

Soru : 5 Ocak 2013 tarihli köşe yazısında Hıncal Uluç, “akıllara seza” Hümay Güldağ’dan şöyle bahsetmiş :  “Ama bakın açık söyleyeyim. Bu defa Çehov değil, Hümay izledim. Hümay Güldağ, İş Sanat’ın şiir gecelerinde hayranlığım vardı zaten. Ama bu Hümay, akıllara seza. Yani elinde kalan son malı, bütün ömrünü, yedi sülalesinin bütün ömrünü geçirdiği Vişne Bahçeli çiftliği haraç mezat satılan son Rus Hanımefendisi Ranyevskaya’yı bir oynadı, bir oynadı, inanılmaz. Ona bakmaktan, oyuna pek bakamadığımı itiraf ederim. Çünkü anlık mimiklerini bile kaçırmak istemedim. Mesela, çiftliği açık arttırmada satın alan eski uşağı, yeni zengin köylüsü Lopahin’in onu öptüğü sürpriz sahne bir oyunculuk doruğuydu. Yani inanın sırf o sahneyi tekrar izlemek için gitmeye değer. Ki öyle kaç sahne oynadı Hümay..” 

Oyunculuk sizin için nasıl bir yolculuk?

Hümay Güldağ: “Oyunculuk keşfe dayalı bir yolculuk aslında. Teknik bilgi, doğru beden dili kullanımı kadar yaşam deneyimi de çok mühim. Kendi fırtınalarınla baş edebilmek, her rolle yeniden doğmak, en başa dönebilmek hatta. İçindeki duyguları ortaya çıkartmak. Canlandırdığın karakterle büyümek, farklı yaşamlara dokunmak, bu sözünü ettiğim….”

Soru: Rejisörlüğe nasıl adım attınız? Sizce rejisörlük yapmak için belli kriterler var mıdır?

Hümay Güldağ: “Rejisörlük benim tiyatro tutkumdan çıktı. Bence rejisörlük belli bir algı, yaratıcılık, tiyatroyu bütün boyutlarıyla kavrayabilme yeteneği ve birikimi gerektiriyor.Şehir Tiyatroları’nda 29. yılım ve ben tiyatroda hep pratik hem teorik olarak uzun yıllardır kendimi geliştirmek için çok çabaladım. Oyunculuk deneyimimle birlikte tiyatronun her boyutuna vakıf olmak için gözlemleri araştırmalar, okumalar yaptım. Rejisörlüğün yaratıcı boyutu beni çok heyecanlandırıyor. Kafamdaki düşünceleri, hayalleri gerçekliğe dönüştürme imkanı sunuyor bana reji yapmak. Ben bir rejisörüm gibi bir iddam yok. Ben kendimi geliştirmeyi ve hayata müdahil olmayı seviyorum. Reji hem oyunculuğumu hem tiyatroya bakışımı etkiliyor hem de ufkumu genişletiyor bu yaratıcılık süreci. “

Soru: Şiirle yakından ilgilisiniz ve çok güzel şiir okuyorsunuz. Şiir sevdanız nasıl doğdu ve şiir sizin hayatınızda nerede?

Hümay Güldağ: “Ben bir şiir okuyucusuyum. Gençliğimden beri şiire karşı büyük bir ilgim var ve şiiri çok seviyorum. Kendi küçük karalamalarım dışında şiir seslendirmek hayatımın en güzel parçalarından biri oldu. Toplumumuzda şiir okuyanlar sayısı az. Ama güzel okunan bir şiiri dinlemenin tadı bir başkadır. Bu aynı zamanda şiire karşı olan algıyı da değiştiriyor. Ben uzun yıllardır kendi adıma böyle bir misyon edindim. Bulunduğum her ortamda şiir okumayı severim. Profesyonel olarak da şiir okumalarım var. On yıl kadar Yerebatan Sarnıcı’nda Kültür A.Ş.’nin düzenlediği bir programda dünya ve Türkiye şairlerinden şiirler okudum. Rahmetli Kerem Yılmazer ile başladığımız bu etkinlikte çok güzel şiir seçkileri yaptık yıllar boyunca. Sonra Hüseyin Köroğlu, Metin Belgin katıldılar ve her ayın son Cumartesi günü oradaydık. Kitap fuarlarında şiir seslendirmeleri yaptım. Ardından Vedat Sakman, Hakan Gerçek gibi isimlerle ile birlikte şiir dinletileri düzenledik. Bu yıl Cihangir Sanat Atölyesi’nde Vedat Sakman ile birlikte aşk şiirleri ve şarkıları üzerine bir program yapıyoruz. Birkaç yıl önce benzer bir programı Galata Perform’da yapıştık. Bunların yanında, İş Sanat’ta on yıldır devam eden bir şiir okuma serüvenim var. Ben tam bir Edip Cansever hayranıyım. Vaktiyle Cansever’in Oteller Kenti kitabı üzerinden bir proje gerçekleştirdim ve onu yeniden yapmayı arzuluyorum. Nazım Hikmet, Cemal Süreya çok kıymetlidir benim için. Şiir çok değerli ve hayatlarımızdan şiirin hiçbir zaman eksik olmamasını diliyorum. Şiir sevmeyen bir insanın vizyonunun eksik olduğunu düşünüyorum ben.”

S. Moissej Kagan, “sanatçı, hayata  daha derinden, daha güçlü, daha duyarlı, daha şiirsel, olarak dokunabilen ve yaşamın içinde henüz biçimlenmemiş şeyleri imgesel olarak cisimleştirebilme gücüne sahip bir varlıktır.” der. Hümay Güldağ gibi hem kendisini hem toplumu hem de hayatı sorgulayan ve bütün bu unsurları değiştirip dönüştürme çabasındaki sanatçılar, estetik olandaki özü, bilgi ve birikimleriyle harmanlayarak yaşama müdahil olurlar. İşte bu yüzden, Güldağ, kendisini sanatına adamış, tiyatromuzun gelişimi için sadece pratik olarak değil, teorik olarak da büyük bir çaba harcayan bir sanatçı olarak, önemli bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği bugünlerde tiyatromuza büyük katkılar sunan “gerçek bir sanatçı.”

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku