Yaşamayı Beceremeyen Bir “Evlat” Sorgulaması

Aycan Gürlüyer

Evlat olmak ne demekti? Hele ki ergen bir evlat olmak? Yaşamın anlamsızlığının kucağına en çok düşülen zamanlar mıydı yoksa kendi gençliğinde yapmak istediklerine ulaşamamış anne babanın eksikliklerini tamamlamak rolü mü? Yönümüzü saptayanlar, yüzümüze mi saplıyordu tüm anlamsızlıkları? Peki, boşanmış bir anne babanın çocuğu olmak ne demekti? Ya bunun cezasını onlara fazlasıyla ödetecek kadar bencilce davranmanın yıkıcılığı?  

Fransız yazar Florian Zeller, Evlat (Le Fils / The Son) adlı oyununda yaşamayı beceremediğini söyleyen, bir türlü istenilen oğul olamayan, sürekli okuldan, kendinden ve sorumluluklardan kaçan depresif Nicolas karakteri üzerinden iki yıldır ayrılmış bir çiftin hem kendilerini ve hayatı sorgulamalarını, hem de umut ve umutsuzluk dualitesini karşımıza koyuyor. Zeller, bu oyunu yazmadan iki yıl önce Anne ve Baba oyunlarını yazdığını ve bu iki oyunun Evlat’ı yazmasını sağladığını söylüyor bir röportajında. “Aile Üçlemesi”nin üçüncü oyunu Evlat (2018), başından sonuna kadar yazarın sorgulamalarıyla dolu. 

İşkolik bir avukat olan Pierre (Onur Saylak), iki yıl önce boşanmıştır ve 17 yaşındaki oğlu Nicolas (Cem Yiğit Üzümoğlu) eski karısı Anne (Sezin Akbaşoğulları) ile birlikte yaşamaktadır. Pierre’in genç eşi Sofia (Şükran Ovalı), doğum izninde üç aylık oğulları Sacha’ya bakmaktadır. Oyun, Anne’in aniden Pierre’in evine gidip Nicolas’nın üç aydır okula gitmediğini öğrendiğini anlatmasıyla gergin bir şekilde başlar. Yeni doğmuş oğlunun uykusuz bıraktığı yorgun Pierre, Nicolas ile konuşmaya karar verir. Nicolas onunla birlikte yaşamak istediğini ve böylece her şeyin yoluna gireceğini söyler, babasını ikna eder. Nicolas’ın Pierre ve Sofia’nın evine taşınmasından sonra ise olayların seyri büsbütün değişmeye başlar. Onun varlığından rahatsız olan Sofia ile Pierre’in ilişkisi çatırdamaya başlar. Anne ise ikinci kez terk edilme duygusuyla karşı karşıya kalınca büyük bir travma geçirir. 

Basit Görünenin Geçiştirilemeyecek Derinliği ve Yer Edinemeyen Bir Evlat 

Oyunda depresyonda olan bir ergene “Hayat çok ağır geliyor” dur. “Umut”un temsilcisi olan Pierre, oğlunu sürekli motive etmeye çalışan bir babayı oynamaktadır. Hırslı baba, oğlunun bir şeyler yapması gerektiğini söyler durur ama onun gerçekten nasıl bir depresyon içinde olduğunu asla anlayamaz. Belki de birçok babanın yaptığı gibi sadece nasihatlerin işe yarayacağını yanılgısına düşer, onun derinliğine inemez. Yazar Zeller de oyunu kurarken, bu basitlik üzerinden gidiyor. Çok hafife indirgenen bir meselenin ne kadar derin bir yara olduğunu göstermeye çalışıyor. Pierre, asla kendi babası gibi olmak istemeyen, bu konuda takıntıları olan, “muhteşem baba” olmaya çalışan ama hiç kimseyi de tam anlamıyla mutlu edemeyen bir erkek. Eski karısı Anne’i hayal kırıklığına uğratmış, onu kocaman bir nostaljinin içine salıvermiştir. Sofia ve yeni doğmuş bebeğiyle yeterince ilgilenemeyecek kadar işkoliktir. Nicolas ile bir baba-oğul ilişkisinden çok hoca-öğrenci halindedir ve sürekli direktifler verir. Ne büyük zorlukları atlattığını anlatır durur ve aşk acısı çektiğini zannettiği Nicolas’yı hafife alır. Onun aciz noktalarını çoktan yakalamış olan Nicolas ise hem anne babasının boşanmasını hala kabullenememiştir hem de ergenliğin vermiş olduğu bütün arsızlıklar ve bencilliklerle Pierre – Sofia çiftini ve annesini her anlamda yorar. Babasının evinde kalmak isteyince annesini terk eder, annesinin yanına geri gitmek isteyince de babasını. Pierre, zaten kimseye yaranamaz bir durumdayken Nicolas’nın varoluş sancısı çektiğini göremez. Nicolas’yı bir tek yürüyüşler ve sorumluluklardan kaçışlar rahatlatacaktır fakat bunlar asla çözüm olamaz. 

Florian Zeller, seyircide/okurda umut yaratacak en ufak bir sahnenin hemen ardına bir umutsuzluk ekliyor. Aslında bu durum Nicolas’yı daha anlaşılır kılıyor ve onun kadar karamsar bir ruh haline bürünebiliyoruz. Bu tekniğin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinden konuşmaktansa, bıraktığı etkiyi değerlendirmek daha doğru. Bu dualite, aslında Nicolas’nın içinde bulunduğu durumu hissetmemizi sağlasa da, bunun nedenini anlayamıyor, açıklamasını yapamıyoruz. Babanın çaresizliğini, sorulan pek çok soruya “Bilmiyorum!” yanıtını veren Nicolas gibi, biz de sahnelerin neden ardışık biçimde bir “umutlu” bir “umutsuz” ilerlediğini bilmiyoruz. Yazar “Suçlu kim?” sorgulamasını kucağımıza bıraktığında da verecek cevap bulamıyoruz. Herkes bir yerde haklı;  ama aynı zamanda haksız da! Umuda inanmayan Nicolas’nın haklı yönleri babasının umuda inanmasını gerektirecek kadar güçlü değil mi? Kollarına bıçakla çizikler atan, her an gerilim yaşayan ve yaratan bir genç için hayat en fazla ne işe yarıyor olabilir? Anne ya da  babasının evi, okuldaki sınıfı, yatırıldığı psikiyatri kliniği Nicolas’ya dar gelir ve sığınacak tek yeri vardır: Defteri! Ancak yazar, onun bu deftere neler yazdığını da asla öğrenmemizi istemiyor. İçeriğini bilmesek de, en azından Nicolas’nın sevdiği, sığındığı bir şey olduğunu anlamış oluyoruz. 

İbrahim Çiçek Rejisi

4 Ekim 2019’da prömiyerini Zorlu PSM’de yapan oyun, 110 dakika ve tek perdeydi. Yaklaşık iki saat süren bir oyundaki ritmi her daim ayakta tutmak elbette ki zordur ama yönetmen İbrahim Çiçek’in an be an ölümü bekleten durgun sahnelemesi, çoğu sahnede akışı takip etmemizi zorlaştırmış. Oyun metnini okudum ve yönetmenin metne oldukça sadık kaldığını gördüm. Belki bazı sahneler/replikler budanabilirdi. Nicholas ve Pierre karakterleri üzerinde durulabilir, Nicholas’ya karşı empati sağlayabileceğimiz kimi unsurlar eklenebilirdi. Onun eylemlerini, neler yaptığını yalnızca hakkında konuşanlardan öğreniyoruz. Sahnede neredeyse eylemsiz bir Nicholas var. Aslında hırçın ve kin besleyen bir gencin çok daha etkin olması, kendini dışavuran hareketlerde bulunması gerekmez miydi? Ancak, oyundaki durağanlık, akışın yer yer kesilmesi, ne anlama geldiğini anlayamadığımız bazı sahneler/hareketler bütünlüğü ciddi anlamda zedelemiş. Örneğin Nicholas’nın sahne değişimi esnasında evdeki eşyaları yerlere atması (kırmızı güller, kazak, oyuncak…vs) ve Sofia’nın yine sahne değişimi esnasında alelacele yerden toplaması ne anlama geliyor? Nicholas’nın “yıkıcı” tarafı bu kadar hızlı ve üstün körü mü geçilmeliydi? 

Dekora gelince, tasarımı Sıla Karakaya’ya ait. İşlevsel olsun ve sahne değişimlerinde her bir kutucuk kullanılsın diye tasarlanan ve bir gardrobu andıran sahne, “ev” ortamını yansıtmakta yetersiz kalıyor. Zaten soğuk bir havası olan metni, hareketlendirip mekanı ısıtacak bir sıcaklıkta olsaydı, etkisi daha güçlü olabilirdi. Ayrıca, Doktor (Esra Bağışgil) ve Hemşir (Burak Can Doğan) sahnelerinde, doktorun dolabın içinden çıkarıp oturduğu yüksek iskemleden neredeyse düşecek gibi olması, dekorun zorlayıcılığına dair bir işaret gibiydi.

Oyunun en çok eleştirdiğim tarafı, finalde “yüksek tahribat” yaratan “ajitasyondu”. Pierre’in pişmanlığına tanıklık ettiğimiz sahnenin uzunluğu, aşırı dramatize edilişi beni gerçekten yordu. Bütün salonu hüngür hüngür ağlatmaya çalışmak, başarı getirmeyeceği gibi, oyunun odağını zedeleyerek doğru alımlanmasını zorlaştırır. Belki de finalden önceki sahnedeki kurşun sesiyle aynı anda perde inse, çok daha net ve etkili bir final olurdu. Ayrıca, Nicholas’nın oyuncak uçakla sağa sola gidip geldiği sahne, gerçekten çok yavan ve sırf “olsun” ve seyirci daha çok “ajite edilsin” diye eklenmiş gibi duruyor. Yönetmenin, özellikle oyunun finali üzerinde biraz daha düşünmeye ihtiyacı olduğu kanısındayım. Ömer Sarıgedik’in güzel müzikleri bile bu vurguyu olumsuz yönde arttırıyor. 

Oyunculuklara gelecek olursak, Pierre rolündeki Onur Saylak gerçekten muhteşem bir performans sergiliyor. Yönetmen, Nicholas üzerine değil, Pierre üzerine oyunu kuruyor ve Saylak da bunun hakkını veriyor. Nicolas rolünde izlediğimiz Cem Yiğit Üzümoğlu, zor bir işin altından kalkmaya çalışıyor ama, biraz daha karakter ile arkadaşlık kurmasında fayda var. Oyunun merkezini oluşturan gencin samimiyeti daha etkili verilebilmeli. Anne rolündeki Sezin Akbaşoğulları, kaygı bozukluğu yaşayan karakteri canlandırırken kimi sahnelerde abartıya kaçsa da, performansını yüksek tutuyor. Şükran Ovalı’yı hayat dolu Sofia karakterinde izledik ve Pierre ile uyumlu bir oyunculuğu vardı. Fakat sesini tam olarak duyuramıyor. Zorlu’nun akustik problemi olduğunu hep düşünmüşümdür ama diğer oyuncularda bu sorun olmazken, Ovalı’nın duyulmaması sıkıntı yarattı. 

Çeviri konusuna gelecek olursak, oyunu hem izledim hem de sahne metnini okudum (99 sayfa) ve birçok cümlenin eksik çevrildiğini gördüm. Oyunu çeviren Hira Tekindor’un metni orijinal dili olan Fransızca’dan mı yoksa İngilizce’den mi Türkçe’ye çevirdiğini bilmiyorum ama, eğer ikinci seçenek doğruysa, anlam yitiminin temel nedeni ortaya çıkmış oluyor. Cümle düşüklükleri, çeviri hataları azımsanmayacak kadar çok. Metnin kesinlikle yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. 

Zamanla daha çok oturacağını düşündüğüm “Evlat” oyunu, yeniden gözden geçirilirse çok daha etkili bir oyun olacaktır.

Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum..

Oyunun  Künyesi:

Yazan: Florian Zeller
Çeviren: Hira Tekindor
Yöneten: İbrahim Çiçek
Yapımcı: Nisan Ceren Göçen
Oyuncular: Onur Saylak, Cem Yiğit Üzümoğlu,Sezin Akbaşoğulları, Şükran Ovalı, Esra Bağışgil, Burakcan Doğan
Yardımcı Yönetmen: Göksun Büyükkahraman, Güven Murat Akpınar
Müzik: Ömer Sarıgedik
Afiş Tasarım: Elifcan Yavaş
Dekor Tasarımı: Sıla Karakaya
Dekor Asistanı: Emre Devrimci
Yapım Ekibi: Evrim Zeybek, Naz Güven
Oyun Asistanları: Mehtap Şamiloğlu, Meltem Satıloğlu

8

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku