Viyana’daki Cılız ve Dürüst Tiyatro Hakkında…

Robert Schild

Viyana tiyatro tarihinin belki de en kısa sezonunu yaşıyoruz… 19 Mayıs’da başlamış olan “Covid gevşeme dönemi”nde bazı sahneler perde kaldırmaya başladı – ancak iki saati geçen oyunlar boyunca, hep maske ile oturmak ne derece rahat, onu bir de bana sorun! Öte yandan, Haziran sonuna dek 40 gün kadar süren bu tiyatro sezonunun “Viyana Festival Haftaları”yla da çakışması, o sırada kentte bulunanlar için son derece güzel bir olanak sundu.

Başarısız bir Oscar Wilde yorumu

Ne var ki, Burgtheater’in ikinci büyük sahnesi olan Akademietheater’de izlediğimiz, kısaca Bunbury olarak anılan Oscar Wilde oyunu “The Importance of Being Earnest” herkes için büyük bir düş kırıklığı yarattı…

İlk gösterimi 1895’de yapılan oyunu Viyana’da konuk İtalyan Antonio Latella, kendine has uyarlamasıyla yönetiyor. İngiliz asilzade yaşamını ti’ye alan bu parlak komediyi nedense bizzat ti’ye almaya çalışan Signore Latella, ne yazık ki Oscar Wilde’in ince hicivlerini kaba-saba bir yöntem ile deforme etmesini yeğlemiş. Tatsız/tuzsuz uyarlama denemeleriyle bazı sahneleri bıktıracak şekilde art arda yineliyor Latella ve Wilde’ın perde arkasında tutmaya çalıştığı eşcinselliği ucuz biçimde ön plana almaya çalışıyor. Bu arada, eğitimci Miss Prism’i (genç Mehmet Ateşçi’nin başarılı yorumuyla) erkek kılığında oynatıp ona bir rock şarkısı söyletiyor, araya bir Charleston sahnesi sıkıştırıyor ve uzaktan kumandalı dev bir sıçanı neredeyse tamamen dekorsuz tasarladığı sahnede dolaştırıyor. 

Bunbury, photo by Susanne Hassler Smith

Yazılarına göz atabildiğim yerel eleştirmenlerin hiç biri bu yorumu beğenmemiş; kimileri salt “İzleyicilere işkence” göndermesinde bulunuyor, diğerleriyse “Oyuncular harcanıyor” veya düpedüz “Bir oyunun aslından Antonio Latella kadar uzaklaşan yönetmen görmedik” değerlendirmesini getirmekte…

Ya bu Beckett’e ne buyurulur?

İki dilde yazabilen Samuel Beckett’in Fransızca olarak kaleme aldığı Oyunun Sonu (“Fin de partie”), adeta bugün yazılmış gibi… Bu olgu, günümüz için parlak bir yorum değildir kuşkusuz – ilk gösteriminin ardından 65 yıl geçmesine karşın! Buna rağmen son zamanlarda pek sık sahnelenmiyor bu oyun – ona son olarak 2006’da Dostlar Tiyatrosu’nda rastlamıştım, Genco Erkal’ın yetkin bir Hamm’ı, Bülent Emin Yarar’ın ise çok başarılı bir Clov’u yaratmalarıyla…

Issız ve yabancılaşmış bir dış dünyanın karşısında insanoğlunun yalnızlığı, umutsuzluğu ve varoluşun anlamsızlığını yönetmen Kay Voges sadece tekerlekli sandalyede oturan kör Hamm ve yüksek tabanlı ayakkabılarıyla topallıyor gibi yürüyen uşağı Clov aracılığı ile göstermeye çalışıyor (ama oyunu bilmeyen, bunun farkında değil!) – Hamm’ın birer varil içinde oturan anne-babasını oyuna hiç dahil etmemiş (acaba Beckett buna ne derdi?). Dışarıdaki hiçlikten haberimiz yok, onun dışında ise birbirlerine olan bağımlılılğı salt bu iki özyapı canlandırırken, nedeni anlaşılmayan bıktırıcı yinelemelerden kaçınmıyorlar. Daha oyun başlamadan, izleyiciler salona alınırken sahnedeki Clov’un “Seni terk edeceğim!”, Hamm’ın “Sen beni terk edemezsin!” ve Clov’un cevaben “O halde seni terk etmiyorum…” replikleri, sürekli olarak art arda tekrar ediliyor, bunu oyun geliştikçe de sürdürerek! Rollerini çok başarılı biçimde canlandıran Uwe Schmieder ve Frank Genser, birer güldürü ustasını andırıyorlar. Beyaz çizgili siyah giysileri, içinde bulundukları ince beyaz çerçeveli, siyaha boyalı odaya uyum sağlamış; minimalist dekor ise, bazı aksesuarların beyaz boya ile kara duvarlara resmedilmiş… Oyunun müziği ise, tız sesleri ağır basan bir gürültü silsilesinden oluşuyor – benim gibi izleyeciler için diğer bir işkence öğesi…

Oyunun Sonu

Özetle: Beckett out – Voges in! Bu oyunu Almanya’nın Dortmund kentinde dokuz yıl önce bu şekliyle sahneleyen Kay Voges, 2021’den başlamak üzere Viyana Volkstheater’in Genel Sanat Yönetmeni olarak atanmasıyla, ilk yapıtını olduğu gibi “ithal” etmiş. Bir eleştirmenin “Şekil uğruna metnin harcanmasını” hiç de doğru bulmadığı bu Beckett uyarlaması, aynen Wilde’ın yukarıda değindiğimiz oyunu gibi Viyana sınavını başarmamış olsa gerek!

…ve aralarında en dürüst oyun:

Göz doldurmayan bu iki yapıttan birkaç gün sonra, 2021 Viyana Sanat Festivali çerçevesinde biriken tarafından sahnelenen Özen Yula’nın “Sahibinden Kiralık” oyununu izledik.

Sahnede boş bir park sırası… Arkasındaki video ekranında parkın kendisini görüyoruz; gece, sakin, kimsecikler yok. Derken, arka planda oturan bir genç önce çıkıyor ve park sırasına oturuyor. Onu izleyen orta yaşlı bir erkek. Genç Adnan (Okan Urun) ile Sadık (Cem Baza) birbirlerini kollayarak konuşmaya başlıyorlar, izleyiciler onları böylece de tanımaya….. Anlıyoruz ki Sadık, bu parkın gediklisiymiş, Adnan ise buraya yeni düşmüş.

Sahneler çabucak değişiyor, başka gençleri de tanımaya başlıyoruz. Meğerse tümü eşcinsel ve onları bu parkta pazarlayan Sadık’a gelirlerinin bir bölümünü “komisyon” olarak ödemekle yükümlüler. 

Gördüğümüz kadarıyla, bu parkta çalışan tek bir kız var – Simay’dır o (Zeynep Su Topal) ve çok geçmeden Adnan ile birbirlerine aşık oluyorlar, keza Sadık’ın derebeyliğine dayanamıyorlar…

Sahibinden Kiralık, photo by Nicolas Marie

Bir çeşit “mikro kosmos”dur burası – özellikle belirtilmemekle birlikte, oyunun yazıldığı 2002 yılının İstanbul’un bir semtinde bulunan, ancak dünyanın her metropolünde de olabilecek bir dünyanın izdüşümü, yaşamı kullanan ve onlar tarafından kullanılanlarla, sömüren ve sömürülenlerle dolu… Bedenlerini satanlar ve bu satıştan rant alanlar, alıcılar ve vericileriyle… Ne var ki, tüm bu insanlar, paranın hakim olmadığı bir dünyayı özlemiyorlar mı? Ya sevgiyi, gerçek sevgiyi?

İşte bu park sırasıyla sahnenin kenarında kurulu mikrofonda, ayrıca üç video ekranında hür bir dünyanın düşleri kuruluyor – ve şu soru soruluyor: Sahibinden kiralık olan beden, acaba ne zaman sahibinin özel malı olacak? Kurulmuş bir saat gibi çalışan bu mekanizmayı delip deşecek biri çıkacak mı – vahşet işlemek uğruna olsa bile?

Özel Yula’nın 2002’de kaleme aldığı oyun, bugüne dek sadece İstanbul Tiyatro Festivali’nde değil, Avrupa’nın değişik kentlerinde okuma tiyatrosu olarak değerlendirilmiş. İki yıl önce Türkiye’de sahnelenmesini ise biriken üstlenmekle, bu oyuna en uygun “kılıfı” hazırlamış. Oyuncular tek tek sahnenin kenarında kurulu mikrofonun önüne geçip düşünce ve duygularını naklediyorlar, ayrıca sahnenin diğer yanında yer alan video ekranında, rollerini üstlenirken kullandıkları (çakmak, çakı, jilet, tesbih gibi) eşyalar görünüyor. Üçüncü bir ekranda ise Simay’ın yaşlılığını gösteren Meral Çetinkaya’nın çarpıcı monologunu dinliyoruz. Video enstalasyonlar, Melis Tezkan ve Okun Urun’dan oluşan biriken’in uzmanlık alanıdır – keza bu bağlamda oyun, bir “doku-drama”yı (belgesel tiyatro) dahi andırıyor bazı yerlerinde. Oyundaki vahşet ise salt konuşmalar ve bir leğende beliren, kanı andıran bir sıvı ile simgelenmiş görünüyor.

Gerek sokak dili, gerekse özyapılarıyla “Sahibinden Kiralık” yirmi yıl öncesinden değil, günümüzde yazılmış bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor – ve Viyana’nin şirin Schauspielhaus sahnesinde izlediğimiz bu dürüst oyun, kentin şu sıralardaki cılız sahne yapımları arasında gerçekten yüzümüzü güldürüyor…

ROBERT SCHILD 

 

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku