“Tiyatro We” ile “80 Günde Dünya Turu” Oyunu ve “Çocuk Tiyatrosu” Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Kanımca, seyircisini çocukluk çağından yetiştirmeye başlamayan şehirler, ileride tiyatrolarına seyirci bulamayacaklardır. Bugünün çocuğu, yarının genci, ilerinin aydın seyircisidir” demiş Muhsin Ertuğrul.

Tuhaf olan şu ki, bugün bile çocuklarla ilgili herhangi bir ekinlik kimi kesimlerce hala içi boş bir etkinlik olarak algılanıyor. Çocuk oyunları da ne yazık ki bu algıdan payını alıyor. Tiyatro We’nin “80 Günde Dünya Turu” oyununu izlediğimde, çocukluk dönemim de dahil, aslında hiç çocuk oyunu seyretmemiş olduğumu fark ettim. Beni çocuk oyunlarından soğutan, okullara çocuk tiyatrosu etiketiyle gelip türlü şarlatanlıklar yaparak ceplerini doldurup giden, geride bıraktıkları hasarı da önemsemeyecek kadar paraya tamah eden güruhtu. Yetişkin oyunlarıyla beraber tiyatroya sevgim artsa da, çocuk oyunlarına dair önyargım bir türlü kırılmamıştı. Uzun zaman sonra, gerçek bir çocuk oyunu seyrettiğimde ilk fark ettiğim bu oldu. Önyargıları ya da kalılaşmış yanlış yargıları kırmak önemlidir. Herkes işini etik değerlerden yoksun biçimde yapmayabilir. Tiyatro We’nin oyununu seyrederken bunu fark ettim. Evet, oyuna yeğenim için gitmiştim ama, pek çok yetişkin oyununun veremediği seyir zevkini tattım.

Tiyatro We ekibiyle, çocuk oyunları ve tiyatroya dair bir sohbet gerçekleştirdik.

Ayçe Özyiğit: Tiyatro We ekibini tanıyabilir miyiz?

Cem Engin: Tiyatro We’yi 2022 Ocak ayında kurduk. Ekibimiz ağırlıklı olarak İstanbul Aydın Üniversitesi’nden mezun. Çoğumuz konservatuardan sınıf arkadaşıyız. İsmimizi de bununla bağlantılı olarak seçtik. Hepimiz arkadaşız, arkadaşlarla birlikte bir iş yapıyoruz ve bundan keyif alıyoruz. “We” ismini bu sebeple seçtik. İsmin de ayrı bir etiketi vardır. Bunu düşünerek akılda kalıcı bir isim olsun istedik. Dert kaygısı güden bir kuruluşuz. Günümüzün Türkiye’sinde neyi yakalayabiliriz onu düşünüp bu doğrultuda metinler arıyoruz. Şu anda sahnelenen iki oyunumuz var. İlk oyunumuz Jules Verne’in yazdığı “80 Günde Dünya Turu” oyunuydu. Diğer oyunumuz da pandemiden sonra benim kaleme aldığım, temizliğin önemini vurgulayan “Mikrobistan”. 

Ayçe Özyiğit: Yolculuğunuza “80 Günde Dünya Turu” ile başlamanızın nedeni klasiklerin tiyatroda daha çok tercih edilmesinden mi kaynaklanıyor?

Cem Engin: Jules Verne’in romanı başarılı bir tekst aslında… Onun da etkisi var. Bir de Z kuşağı çocuklarının hep sonuç odaklı olduğunu düşünüyoruz. Jules Verne’in “80 Günde Dünya Turu” romanı çocuklara  “Önemli olan sonuç değil yolculuktur ve bu yolculuktan ne gibi bir çıkarım elde ettiğindir” mesajını veriyor. O yüzden bu oyunu seçtik. Tabii ki izleyen çocuklar, “Evet artık ben sonuca değil sürece odaklanacağım” gibi bir fikre kapılmıyor, ama alışık olmadığı, düşünmediği yerden bir şeyler gördüğü için oyun bir farkındalık yaratıyor.

Manolya Elmasri: Tiyatro We olarak alışılagelmiş çocuk tiyatrolarından biraz farklı bir üslup sergilediğimizi düşünüyorum. Biz çocuk izleyiciyi daha ciddiye alarak, profesyonel tiyatro disiplini ile işimizi yapmaya çalışıyoruz. 

Ayçe Özyiğit: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çocuk ve genç oyunları için “pedagog onayı” şartı bu oyunda var mı?

Cem Engin: Elbette. Oyunlarımızı çalışırken ve metinleri uyarlarken pedagogumuz Dilan Yıldız’la beraber çalışıyoruz. Kendisi alanında tecrübeli bir pedagogdur. Oyunumuz çıktıktan sonra bile kendisiyle oyunlarımızın sürdürülebilirliğine dair istişare halinde oluyoruz. Dediğiniz gibi, resmi olarak pedagojik onay olmadan çocuk oyunu sahnelenemez ama çocuk oyunlarının ticarete döndüğü günümüzde bu kurala pek riayet edilmiyor maalesef. O tür metinlerde genelde didaktik bir yapı hakim olduğu için pedagojiye ihtiyaç duyulmuyor.  Pedagojiden bihaber olan kişiler de didaktik metni gördüklerinde oyunun güzel mesajlar içerdiği düşüncesine kapılıp o metinlerden “iyi oyunlar” çıkacağını düşünüyorlar.

Okan Can: Biz aynı zamanda yaratıcı drama eğitimi de aldığımız için, çocuk oyunlarına biraz daha hakim sayılırız, ama tabii ki pedagogla çalışıyoruz ve onun onayını alarak ilerliyoruz. Zaten bizi o didaktik metinli oyunlardan ayıran en önemli nokta da bu. Ben oyuncu olarak didaktik bir metinde oynamayı istemezdim. O metinler, piyasada çok yaygın bir çocuk oyunu kültürü oluşturmuş olsa da, genel anlamda çok sıkıcı oluyorlar. Mesela, o tarz tiyatrolarda velilerin uyuduğunu çok gördüm ama bizim oyunda veliler de pür dikkat oyunu izliyorlar.

Cem Engin: Siz de mesela yetişkin bir birey olarak yeğeninizle seyrettiniz oyunu. Siz uyudunuz mu? Uyuduysanız söyleyin, çekinmeyin. (gülüşmeler)

Okan Can: Biz istatistikleri bu şekilde topluyoruz. (gülüşmeler)

Ayçe Özyiğit: Ben oyunu çocuklardan daha dikkatli izlediğimi düşünüyorum. Hatta onlar çoğu yerde konuşuyorlardı. (gülüşmeler) Çocuk izleyiciler, sizin oyununuzda da çok aktifler. Ayağa kalkıyorlar, sahneye geliyorlar, konuşuyorlar, salondan sesleniyorlar. Çocuklardaki bu hareketliliğin sizi zorladığı oluyor mu?

Manolya Elmasri : Sahneye göre değişiklik gösteriyor ama, ben genel olarak çocukları yakaladığımızı görüyorum. Bizi dinlemedikleri ya da takip etmedikleri hiç bir oyun olmadı diyebilirim. Bazen hiperaktif çocuklar da oluyor. Söylenen her repliğe cevap vermek istiyorlar, bir şeyler söylemek istiyorlar. Birisinden cesaret alan bir diğeri “Ben de söyleyeyim o zaman” diyebiliyor.

Okan Can: Bana göre bu da bir başarı sayılır. Oyunun belli bir yerine kadar o karakterleri benimsetmişiz demek ki, onlar hakkında bir şeyler sorduğumuz zaman hemen cevap vermek istiyorlar. 

Manolya Elmasri: Evet, oyuna, orada yarattığımız dünyaya dahil olmak istiyorlar. Ama genel olarak oyunu pür dikkat takip edebiliyorlar. Bir de oyunda sürekli sahne değişiyor. Her sahnede yeni bir şey oluyor. Sürekli yeni bir aksiyon gerçekleşiyor. Bence bu da çocukların dikkatini çekmeye yardımcı oluyor. “80 Günde Dünya Turu” için söylüyorum, trene biniyoruz, sirke gidiyoruz, reform kulübüne geçiyoruz. Çocuklar sürekli farklı bir atmosfer görüyor. Sahneler uzun ve sıkıcı değil. O yüzden de çocukların algısını yakalayabiliyoruz bence.

Ayçe Özyiğit: Çocukların dikkatlerinin dağılma süresi kısa. Bunun önüne nasıl geçiyorsunuz? 

Cem Engin: Bu süreleri göz önünde bulundurup, yine pedagogumuzla koordinasyonlu olarak oyunun bazı yerlerine müzik, dans, hareket ve olabildiğince eylem koyduk. Çocuklar eylemi sevdikleri için bu hususlara dikkat ediyoruz.  Algının en çok dağılacağına inandığımız yerlerde -metin zaten ona göre yazıldı- interaktif oluyoruz. Çocuğu oyuna dahil ediyoruz. Zamanla bu konuda da bir refleks kazandığımıza inanıyorum. 

Ayçe Özyiğit: Her çocuğun farklı öğrenme süreci, farklı öğrenme stili var. Öğrenme kuramlarını ve öğrenmeyi etkileyen faktörleri göz önünde bulundurursak, çocukları tiyatro yoluyla eğitmek ne kadar mümkün olur? 

Cem Engin: Ben tiyatronun bu konuda en etkili yol olduğunu düşünüyorum. Mesela kendi oyunumuzdan yola çıkayım. “Mikrobistan” oyunumuzda çocuklara mikropların dünyasından bahsediyor ve temizliğin önemini anlatıyoruz. Çocuklar mikrobu canlı olarak gördüğünden, anlatılmak istenileni çok kolay algılayabiliyorlar. Biz onlara “Dışardan gelince ya da yemek yerken ellerini yıka” gibi bir didaktik yaklaşım sergilediğimizde çocuk bunu kabul etmek istemiyor. Bir tiyatro oyununda mikrobu ve mikrobun vücudunda yarattığı etkiyi gördükten sonra, “Ben en iyisi ellerimi yıkayayım ki oyunda olan şey bana olmasın” diye düşünebiliyor.

Manolya Elmasri :Kesinlikle katılıyorum. Ben çocuk olsaydım gözümle görmediğim bir şeyi kabul etmezdim. Düşünün, çocuğa dikte veriyorsun: “Ellerini yıka!”. “Neden?”. “Çünkü mikroplar vücuduna zarar verir”. “Nasıl?”. Çocuk bunu hayal dünyasına nasıl yansıtacak? Tiyatro bu açıdan çok etkili…

Okan Can : Günümüz çocuk oyunlarında bu göz önünde bulundurulmuyor. Tiyatro We bu konuda böyle bir dil oluşturmaya başladı. Çocuklar için bir kara mizah algısı yaratıyor. Onlara kötüyü, kötünün gerçekten en kötü halini, ses ve görüntü olarak göstererek onları iyi olana yönlendiriyor. 

Bilge Buse Barlas : “Mikrobistan” oyunu için ben de bir şey söylemek istiyorum. Oyunda benim en sevdiğim kısım, ailenin çocukla iletişimi. Oyun, bu açıdan bakıldığında sadece çocuklara yönelik bir oyun olmuyor. Velilere de yönelik bir oyun oluyor. Mesela oyunun sonunda aile diyor ki, “Sana fikrini sormadığımız için özür dileriz, bundan sonra senin de fikrine danışarak bir şeyler yapacağız.” Çünkü çocuğun hastalığının sebebi ailesinin sürekli ona sormadan bir şeyler yapmaya çalışması. Biz oyunda çocuklara bir şeyler anlatırken bir yandan velilere de bir şeyler gösteriyoruz. 

Cem Engin : Bir çocuk tiyatrosu yapıyor olabiliriz ama sadece çocuklar bilinçsiz değil hayatta. Veliler de çok bilinçsizler. Biz de oyunda bir yandan temizliğin önemini anlatırken, diğer yandan velilere “Çocuğa da fikrini sorabilirsin” gibi ufak bir söz söylemek istedik.

Ayçe Özyiğit: Günümüzde bilinçli ebeveynlerde biraz daha artış olsa da, geçmişten bu yana çocuklar genel olarak birey olarak kabul edilmiyorlar. Genelde anne babanın tercihlerine göre ilerliyor hayatları…

Manolya Elmasri : Biz metinlerimizde didaktik anlatımdan uzak duruyoruz. Oyunlarımızda çocuklar bir sürece şahit oluyorlar. “Onu yapmalısın, bunu yapmamalısın” demiyoruz. Çünkü zaten ailelerinden, arkadaşlarından, sürekli o dikteyi görüyorlar. Zaten günümüz çocuk tiyatrolarının en büyük dezavantajları didaktik olmaları. Biz de doğal olarak ondan kaçınmaya çalışıyoruz.

Ayçe Özyiğit: Kendi dönemimden yola çıkarak,  çocuk tiyatrosu diye okullarda oynatılan ve amaçları sadece para kazanmak olan, niteliksiz, çocuğu tiyatrodan soğutan oyunlara tanık olduğumu söyleyebilirim.  Oyun seçme konusunda günümüz velilerinin -en azından çoğunun- daha bilinçli olduğunu düşünüyorum. Yine de velilere nazaran çocukların beğenileri biraz daha ön planda tutulmalı diye düşünüyorum…

Cem Engin : Biz çocukların beğenilerini yetişkinlerinkinden daha fazla önemsiyoruz. Çünkü bir yetişkinin bizim oyunumuzu sevip sevmemesi, oyunumuzun başarılı-başarısız veya nitelikli-niteliksiz olduğunu göstermez. Çocuklara yönelik bir oyun yaptığımız için önemli olan onların beğenmesi. Oyunumuzda interaktif yerler de var. O kısımlarda çocuklara sorular sorarak onların oyuna dair tepkilerini daha kolay ölçebiliyoruz.

Manolya Elmasri: Uzun zaman önce bir arkadaşımın ricası üzerine onlara destek olmak amaçlı oyunlarına katıldım. Devlet okulunda oynayacaklardı. Orada şuna şahit oldum: Tiyatro diye isimlendiriyorlar ama, ortada ne bir metin, ne bir kostüm, ne hikâye, ne de pedagoji var. Ve bunu her gün yapıyorlardı. Her gün başka bir okulda tiyatro diye çocuklara bunu izletiyorlardı. Ben o gün kendimi bir şeylere ihanet etmiş gibi hissettim. 

Cem Engin : Bence buradaki en büyük kıstas, seyircinin bilinçlenmesi olmalı. Okuldayken bir hocamız “Öncelikle seyirci yetiştirmek lazım” demişti. Çünkü kötü tiyatro kadar kötü olan başka bir şey yok bence. Yine çocuk tiyatrosu üzerinden örnek vereyim. 5-8 yaş arası bir çocuğa kötü bir oyun izlettirdiğin zaman, sanmıyorum ki o çocuğu bir daha tiyatroya getirebilesin.

Ayçe Özyiğit: Çocuk tiyatrosu ticari olmaya çok açık bir alan. 2 maskot, 2 popüler çizgi film karakteriyle sergilenen temsile çocuk tiyatrosu denebiliyor. Bu da yanılmıyorsam çocuk oyunlarına karşı bir önyargı oluşturuyor.

Cem Engin: Çocuk tiyatrolarına karşı bu bahsettiğiniz önyargı benim de hiç hoşuma gitmiyor. Çocuk tiyatrosu yapıyorum dediğimizde bizim de zaman zaman küçümseyen bir yüz ifadesi ile karşılaştığımız oldu. Burada önemli olan yaptığın işin nitelikli olması… Hemen önyargıya kapılmamak gerekiyor.

Ayçe Özyiğit: Sizin öncelikli tercihiniz çocuk tiyatrosu yönünde miydi, yoksa koşullardan dolayı mı çocuk tiyatrosuna yöneldiniz?

Cem Engin: Aslında bir tercihimiz yoktu. Biz diplomalı insanlar olarak bu mesleği seçtik. Çocuk veya yetişkin tiyatrosu olması bizim için fark etmiyor. Tabii ki biçim, üslup, dramaturji veya metin gibi bir sürü kıstas söz konusu olunca, iki tür arasında büyük farklar var ama işin sanatsal boyutuna geçtiğimizde tiyatro yapıyor olmak, bir şeyler anlatıyor olmak bizim için daha ağır basıyor. Yine de, bizi biraz çocuk tiyatrosuna iten Türkiye’de sosyolojik ve ekonomik olarak yaşamanın zorluğu. Şu anda Türkiye’de çok ciddi bir ekonomik kriz var. Tekelleşme söz konusu. Tiyatrolarda da ünlülerin olduğu, tiyatroyu aktif takip edenlerden ziyade daha total seyircinin olduğu oyunlar revaçta.

Ayçe Özyiğit: Evet, şu aralar prodüksiyon tiyatrolarında bariz bir artış söz konusu.

Cem Engin: O nedenle bizim ilk etapta onlarla yarışmamız çok mümkün görünmüyordu. Günümüz çocuk tiyatrolarındaysa bir düzensizlik hakim. Bizim de disiplinli bir şekilde, başarılı bir oyun yaptığımız zaman çoğu çocuk tiyatrosunun arasından sıyrılabileceğimize inandık. Yolculuğumuza o yüzden çocuk tiyatrosu ile başladık. Yeni sezon için bir tane yetişkin oyununun telifini aldık. Büyük bir prodüksiyon oyunu yapacağız.

Okan Can:  Çocuk oyunu, oyunculuğa başlama sürecinde benim de düşündüğüm bir şey değildi. Ekonomik şartlar tercihleri yönlendiriyor diyebilirim ama yine de, sevdiğim insanlarla birlikte çalışmak ve sahnede olmak benim için daha ön planda. Oyunun çocuk veya yetişkinlere hitap etmesi çok da önemli değil benim açımdan.

Manolya Elmasri: Ben üniversiteden önce de okul bittikten sonra da çocuk tiyatrosu yaptım. Çocuk tiyatrosu güzel, keyifli ama bir tarafta da şöyle bir gerçeklik var: Biz okulda Çehovlar, Shakespeareler, Çağdaş Tiyatro falan işledik. Mesleğimi icra ederken ben bu tarz şeyleri de yapmayı istiyorum. Çocuk tiyatrosu tamam güzel ama, diğer taraftan da kendimi geliştirmek adına, mesleğimde ilerlemek adına tabii ki yetişkin oyunlarında da oynamak isterim.

Ayçe Özyiğit: Günümüz ekonomi şartlarında tiyatrolar ciddi bir sahne sıkıntısı da yaşıyor. Siz bu koşullarla nasıl mücadele ediyorsunuz? Sahnelerle aranız nasıl?

Cem Engin: Bizim sahnelerle aramız mecburen iyi olmak zorunda. Bu ekonomik koşullarda sahneyi almak istememize rağmen –“rağmen” kelimesinin altını özellikle çizmek istiyorum- aramız iyi olmazsa sahne vermiyorlar.  Ülkedeki en önemli problem bir kişiye güç-yetki verildiğinde o kişinin kafasına göre iş yapması bence. Başımıza gelen bir şeyi anlatayım: Bir belediyeye bağlı salondaki bir yetkili belediyede çalıştığı için, sahne verme yetkisi onda olduğu için, kafasına göre istediği kişiye, istediği biçimde, istediği kadar sahne verme-vermeme hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Böyle bir şeye hakkı yok. Biz kamusal işleve sahip olduğumuz için herkese verdiği gibi bize de sahne vermesi lazım. Sırf bu yüzden birini şikâyet ettim. Tabii ki şikâyetimin bir karşılığı olmadı! Bu tür sebeplerden ötürü sahne bulmak çok zor oluyor. Ekonomik kriz ve sahne kiraları da diğer bir sorun. Her sahneyi alamıyorsunsunuz. Astronomik ücretler istiyorlar. 

Ayçe Özyiğit: Bu sorumu genele de taşıyalım o zaman. Yeni kurulmuş bir tiyatro olarak, ekonomik sıkıntılarınız neler?

Cem Engin: Vergilerin ağır olması ve sahne kiraları en büyük problemimiz. Biz bir tiyatroyuz. Ekonomik olarak hepimizin geçimini buradan sağlaması, herkesin burada sigortalı olması gerekiyor. Açlık sınırını geçtim, en azından asgari ücret alıyor olması lazım çalışanların. Bu ekonomik dengeler içinde, bu ağır vergilerle, bilet fiyatlarının bu ucuzluğunda, bu hayat pahalılığında maalesef bunlar söz konusu dahi değil. Bilet fiyatlarını enflasyonla doğru orantılı olarak arttıramıyoruz. İyi bir dekor yaptırmak istesek, mümkün değil. “80 Günde Dünya Turu” oyununu izlediniz. Sahneye tren sokmak isterdim ama bunu kaldıracak ekonomik gücümüz olmadığından, daha minimal olana yönelmek zorunda kalıyoruz.

Manolya Elmasri: Biz de o atmosferi yaratmak için oyunculuklara yükleniyoruz, oyunculuklarla treni var ediyoruz.  Zaten bizim aldığımız en önemli eleştiri oyunculukların çok başarılı olması yönünde. Sahne bulamamak bizim için daha az oynamak, mesleğimizi icra etme konusunda daha yavaş ilerlememiz demek, daha az çocuğa ulaşmamız demek. Oyuncuyuz, ekonomik olarak gelirimizi bundan kazanmak istiyoruz ve bu da en doğal hakkımız ama, şu süreçte tiyatrodaki herkes tiyatro harici başka işlerde de çalışmak zorunda kalıyor. Sadece tiyatro yaparak hayatta kalabilmek için aileden gelen bir mal varlığı olması gerekiyor. Tabii bu sadece bizim yaşadığımız bir problem değil genel olarak bütün oyuncuların yaşadığı bir problem. 

Okan Can: Ben hiç ek iş yapmayan bir tiyatrocu tanımıyorum mesela. Öte yandan ünlü insanların tiyatro yapma sürecine dahil olmaları oyuncular olarak bizim tiyatro yapmamızı daha da zorlaştırıyor.

Manolya Elmasri: Şimdilerde tiyatro yapabilmek için ünlü olmak gerekiyor gibi bir algı oluştu. Mesela ben isterdim bir oyuncu arkadaşımla dramaturgi konuşalım, birlikte sanatsal konuşmalar yapalım, Çehov, Shakespeare tartışalım ama maalesef yaptığımız sohbetler şu tarz oluyor genelde: “Sen ne kadar kaşe alıyorsun, audition çektin mi, menajerin kim?”Bunları konuşmak zorunda kalıyoruz. Ekonomik olarak yaşadığımız süreçteki problemleri tartışıyoruz ne yazık ki. Sadece bu konuda birbirimize akıl veriyoruz.

Okan Can: Bunu biraz da bizim meslektaşlarımız yapıyor bence. Tamam, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da suç var, ama tekelleşme süreci hepimizi bu duruma sürükledi.

Manolya Elmasri: Shakespeare’in dediği gibi tiyatro gerçeğin aynasıdır. Biz de gerçek olanı, iyi ya da kötü olanı olabildiğince göstermeye çalışıyoruz. Ama tabii ki bizim meslektaşlarımızdan da torpille bir yerlere gelenler var. Kulağımızla duyduğumuz, gözümüzle gördüğümüz, emin olduğumuz konulardan bahsediyorum. Zaten biz birbirimize bunu yapıyorsak…

Okan Can: O yüzden düşmanı dışarıda aramaya gerek yok. Gerçi düşman mı, o da bir soru işareti. Bu ekonomik şartlarda insanlar ne yapıyorlarsa haklılar gibi.

Ayçe Özyiğit: Bunlar kısa sürede çözüme kavuşturulacak sorunlar değil maalesef. Her şeyin en baştan ve kapsamlı biçimde düzenlenmesi gerekiyor. Ancak ben, bunun için uğraş verildiğine de şahit olmadım. Seçim sürecindeyiz ama ben hiçbir politikacıdan sanata dair bir vaat duyduğumu hatırlamıyorum.

Manolya Elmasri: Bunların yanında beni en çok kıran nokta da şu: Yaşanan her felakette, ülke olarak yaşadığımız her krizde görünmez olmak, bizim dertlerimizin hiç konuşulmaması benim adıma çok kırıcı ve çok yıpratıcı bir durum. 

Ayçe Özyiğit: Şimdiye kadar birçok kez sahne aldınız. Tiyatro We için bir görünürlük söz konusu olmalı.

Okan Can: Gün geçtikçe sahnelerimizin sayısı artmaya başladı. 

Cem Engin: Bu da bizim cesaretimizden kaynaklanıyor. Risk aldığımız yerlerde de oynamayı tercih ediyoruz. İyi oyun her zaman karşılık buluyor. Biz bunu biliyorduk ama, benim açımdan bunu idrak etmek farklı oldu. Birinci yılımızı doldurduk ve bize zamanla kolejlerden, organizatörlerden şöyle mailler gelmeye başladı: “Oyununuzu sosyal medyada gördük/duyduk, bizimle de çalışır mısınız?” O zaman anladım ki, iyi oyun olunca geç de olsa karşılık buluyor.  O yüzden gayemiz her zaman sanatsal açıdan iyi bir oyun sahnelemek.

Manolya Elmasri : Tiyatro We yeni kuruldu. Bizim açımızdan şu süreçte her şey bir tecrübe sayılır. Kısıtlı imkânlarımıza rağmen bu şekilde geri dönüşler alıyorsak, “Evet, biz iyi bir şey yapıyoruz” diye düşünüyoruz.

Cem Engin: Çok ilginç bir şey anlatayım: Biz “80 Günde Dünya Turu” oyunumuzu ilk olarak bir kermeste oynadık. Şaka yapmıyorum. Bir belediye -tabii ki çok komik bir rakama- oyunumuzu satın aldı. O zamanlar ilk oyunumuz olacağı, o serüvene yeni başlayacağımız için oyunumuzun oynanması bile bizim için çok önemliydi. Biz AKM’de oynayacağımızı düşünüyorduk! AKM tadilatta olduğu için bizi Büyükçekmece Kervansaray’da bir kermese götürdüler. Yan tarafta teyzeler toka satıyor. (gülüşmeler) Mobil bir sahne kurmuşlar.

Manolya Elmasri: Bildiğiniz stant. Ne ışık var, ne dekor. Kulis zaten yok. Paravan koymuşlar bir tane. Sahnenin önünde iki tane ayaklı mikrofon var, repliklerimizi öne doğru eğilip mikrofona söylüyoruz.

Cem Engin: İçinde bulunduğumuz durum bir çocuk tiyatrosunun özeti aslında. Ama buradan da şuraya geleceğim; kermeste oynadığımız oyunu siz Uniq İstanbul’da izlediniz. Bu bence bana göre bir başarı hikâyesi sayılır. İyi gittiğimizi düşünüyorum. Uniq, oyun seçerken çok seçicidir. Bizim oyunumuza inandı, iyi olduğunu düşündü. Geldiler, gördüler ve bizimle çalışmak istediler. Ama aynı oyunu bir yıl önce Kervansaray’da bir kermeste oynadık. Bu bizlere haksızlık…

Ayçe Özyiğit: Çocuk tiyatrosunu profesyonel olarak görmüyorlar kanımca. Kaldı ki çocuk izleyiciler de çoğu zaman izleyici kategorisinde sayılmıyor.

Cem Engin: Bana şunu diyorlar mesela:”Bir kişi eksik oynayın.” Seviye bu! Belediyelerde çocuk tiyatroları ya da yetişkin tiyatroları ile ilgili ihaleler oluyor. O ihaleleri alan kişi de anladığım ve gördüğüm kadarıyla hiç etkin/yetkin kişi değil. Çünkü bizimle konuştuğu tek şey, “Şu fiyata oynar mısınız?” Ve söylediği fiyat inanılmaz komik bir rakam. Oynama ihtimalimiz söz konusu değil. Ben kabul etmiyorum ama bu işin ehliyetini almamış, bu işin ehli olmayan kişiler “Tabii, bir kişi eksik oynarız” diyerek kabul ediyor ve oynuyor. Bu böyle gidiyor. O yüzden Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bütçe ayrılmasından, her belediyeye etkin kişiler atamasına, bu bütçelerin saçma sapan yerlere değil de adil bir şekilde dağıtılmasına kadar bir sürü düzenleme getirilmesi gerekiyor.

Okan Can: Orası bir gerçek ama buradan biz nasıl yol alabiliriz onu düşünmemiz gerekiyor. Onu düşünmezsek daha uzun yıllar kaybedeceğiz.

Cem Engin: Biz seyirci yetiştirmeye devam edeceğiz, iyi oyunlar yapmaya çalışacağız. Elimizden geldiğince fazla çocuğa ulaşıp, elimizden geldiğince oyunumuzun sanatsal niteliğini bozmadan sahnelerde oynamaya devam edeceğiz.

Ayçe Özyiğit: Son olarak… Gelecek projeleriniz nelerdir? 

Cem Engin:Jeffrey Hatcher’ın “Sherlock Holmes’un İntihar Kulübü Macerası” oyununun telifini aldık. Umarız seneye o oyunu oynayacağız. Bir çocuk oyunu daha sahneleme düşüncemiz var. Henüz tam netleştirmedik. Önümüzdeki sene 3 çocuk, 1 yetişkin oyunuyla sahnelerde yer alma düşüncemiz mevcut.

Ayçe Özyiğit: Söyleşi için teşekkür ederim.

Cem Engin: Ben de size ve Tiyatro…Tiyatro Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

Manolya Elmasri: Ben de teşekkür ederim.

Okan Can: Teşekkür ederim.

Bilge Barlas: Ben de teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT 

 

80 GÜNDE DÜNYA TURU OYUN TARİHLERİ

30 NİSAN- 12.00-14.00 KOZZY AVM

6 MAYIS 12.00-14.00 UNİQ İSTANBUL

7 MAYIS 14.00-16.00 BURSA PODYUM SANAT MAHAL

20 MAYIS 13.00-15.00 ATAŞEHİR DURU TİYATRO

MİKROBİSTAN OYUN TARİHLERİ

27 MAYIS 13.00-15.00 CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ

3 HAZİRAN13.00-15.00BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku