Özlem Özdemir yazdı: “Burada Bir Fosforlu Var”

editor
83 Okunma

“Bütün muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya  da şehre bir yabancı gelir”  diyordu Tolstoy. Yolculukları genellikle plânlasak da, hayatın karşımıza kimleri çıkaracağını bilemeyiz. Bir hengâmeye kapılmış gidiyorken, ansızın öyle bir insanla karşılaşırız ki, o kişi âdeta hayatımızın dönüm noktası olur. Tıpkı ‘Fosforlu Cevriye’nin çocuk kadar saf kalbine yıldızlı bir gecedeki ‘düş’ misali taht kuran, bir masalın ‘isimsiz’ kahramanı gibi… Bu yabancı artık çok tanıdıktır. Hem mesafeli, hem çok yakındır. Cevriye’nin dünyası mucizevi bir şekilde değişiyordur: Her şey, bu pek centilmen adamın iki dudağı arasındaki o sihirli kelimeyle değişir, o kelime; ‘Siz’ dir. Bu hitap bir ayrıcalık, bir lütuf gibidir. İşte her şey böyle başlar…

Suat Derviş’in ‘Fosforlu Cevriye’ adlı romanından uyarlanan aynı adlı oyununu geçtiğimiz günlerde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izledim. Şehrin göbeğinde tiyatro izleme bir ayrıcalık, ayrı bir heyecan, ayrı bir ruh katıyor insana. Bazen büyük şehir derin bir nefes de aldırabiliyor insana hem, ‘mevzubahis Galata’ bu kadar yakınımızdayken…

Suat Derviş’in 1940’lı  yıllarda ilkin, dönemin popüler  bir gazetesinde ‘tefrika’ hâlinde  yayınlanmış, 1968’de de kitap olarak basılmış olan  ‘Fosforlu Cevriye’ adlı ‘kült’ romanı, 1959 (Aydın Arakon), 1969 (Nejat Saydam), 1978 (Memduh Ün) tarafından uyarlanarak beyaz perdeye de aktarılmış…(’Atilla Dorsay’ –‘Turhan Gürkan’Sinema Ansiklopedisi’ S.144-147’). Sinemamızda uyarlamalar sıklıkla karşımıza çıksa da, ‘Fosforlu Cevriye’nin en çok yakıştığı yer kuşkusuz ki tiyatro sahneleri olmuştur. ‘Fosforlu’ adı geçen birçok sinema filmi çekilmiş olmasına rağmen, ‘konu bütünlüğü’  olarak özgün hikâyenin odağı zaman zaman  kırılmış olsa da, kaynaklarda bu filmlerin Suat Derviş’in romanından uyarlandığı yer almaktadır. Yine romanın 1972 yılında Suat Derviş tarafından senaryolaştırılarak ‘Gülriz Surûri’ye ‘ithaf’ edildiğini biliyoruz. 

‘GÖZÜNÜ SEVDİĞİMİN İSTANBUL’U

İBB Şehir Tiyatroları’nın 2022-2023 sezonundaki  konsepti ‘klasikler’ kapsamında repertuara aldığı ‘Fosforlu Cevriye’ bu sezon da sürüyor ve  izleyiciden hak ettiği geri dönüşü almışa benziyor. Oyun, sahne önü derinliğine konumlandırılmış canlı orkestranın tüm ihtişâmıyla çaldığı  açılış müziği ile başlıyor ve daha ilk saniyelerden itibaren ‘Burada bir Fosforlu var’ repliği ile seyirciyi etkisi altına alıyor. Hızlı bir girizgâhla açılış yapan oyunda, ilk gözümüze çarpan detaylardan birisi kuşkusuz ki döner sahne. Bu sahne kâh bir randevu evi, kâh İstanbul’un arka sokaklarından biri olup, kimsesiz ücra yaşamlara mekân olurken, ilerleyen sahnelerde de hapishaneye dönüşüyor. Barba’nın Meyhanesi: ‘Arka sokaklarda geçen ‘hazin’ hayatlar’, ‘hayat kadınları’ , ‘kabadayılar’, ‘meyhane kültürü’, ‘argo üslûp’, ’küfürler’,  bol sataşmalar, içki ile ‘yatıştırılmaya’  ya da ‘katılaştırılmaya’ çalışılan ‘kalp’ler, özensizlik, sıradanlık, evsizlik, yoksulluk  v.s…

1930-1940’lı yılların İstanbul’u; İstanbul’un en mağrur, en gözde ama en olaylı semtlerinden biri ‘Galata’… Bu semtin cilveli, kaderin ağına kendini bırakmış, anasız-babasız, ‘Yüksek Kaldırım’ın ‘delikanlı’ kızı, nâm-ı diğer ‘Fosforlu Cevriye’… Yeri yurdu belli olmayan Cevriye, sayısını, ismini bile unuttuğu  erkeklere bedenini satarken, ruhu bir çocuk kadar ‘saf’ kalmıştır. Tek derdi sıcak bir kap yemek ve yatacak yerdir aslında. Çünkü ona hayatta başka seçenek sunulmamıştır. 

‘BİR SANDALA UZANDIM’

Cevriye, sokağın kucağına doğmuş, böyle görmüş, bunu öğrenmiştir. Tüm bu talihsizlikler üst üste seyrede dururken, hasta olduğu ve yatacak yer bulamadığı bir gece, Haliç’e gider ve Sandalcı Mahmut’tan para almak için yalvarır, derken bir polis kovalamacasının ortasında kalarak sandala siner ve orada uykuya kalır. Orası ‘anlık’ da olsa, Cevriye için bir kurtuluş yeri gibidir. Çok geçmeden oyunun ‘asal’ erkek karakteri, ‘isimsiz’ kahramanı gizemli  ‘yazar’, polisten gizlenmek için aynı sandala siner ve üzerine sandalın örtüsünü çeker. Kendisi ‘idam’a mahkûm bir ’kaçak’tır. Cevriye ile ‘isimsiz’ kahramanın bu ilk karşılaşmasıdır. Cevriye’nin ateşler içinde yandığını farkeden adam, şartlarını zorlayarak onu  eve götürmeye karar verir. Fakat gizlendiği bu yer kendisinin değildir. Fosforlu hayatında ‘ilk kez’ bir erkeğin ona kendisini ‘gerçek bir kadın’ gibi hissettirdiğini, değer gördüğünü hisseder. Şimdiye değin ona soyunurken arkasını dönen, saygı gösteren belki de ilk erkektir bu yabancı ve ona hitâben, ‘Siz’ demiştir. İşte bu ân bir ‘baht dönüşü’dür. Artık yıldızlar daha parlaktır, hayat  nefes almaya değer bir yerdir, Fosforlu bu geceden bir ışık hüzmesi gibi kendisine gelmiş adama ‘âşık’olur. Fakat inişli çıkışlı hayat serüveni bu kez O’nu başka bir yana sürükleyecektir. Bir gün yine mahallede bir kovalamacanın ortasındayken eline zoraki verilen uyuşturucu ile yakalanır ve ‘suçlu’ damgası yer. Bir yıl cezaevinde kalır, nice badireler atlatır, bıkmaz, usanmaz. Sevdası yüreğinde bir ‘kor’a dönüşür, şimdi o kor hem kendini, hem de O’nu sevenleri yakacaktır…

‘TEPEBAŞI DRAM SAHNESİ’Nİ ARAYAN ADAM

Oyunun yönetmeni Yelda Baskın’ın yüreğini ortaya koyarak bu işe giriştiği ve eseri çok sevmiş olduğu o kadar belli ki, her ayrıntıda bunu görebiliyoruz. Dramaturg Gökhan Aktemur’la  belli ki koordineli ve uyumlu bir çalışma gerçekleşmişler. Oyun yer yer durağan bir hâl alsa da, bu bir şekilde genel atmosferin iç enerjisiyle dağılıyor. Koreografiyi  Maral Ceranoğlu yapmış, açıkçası müthiş bir dans senkronizasyonu vardı oyunda. Oyunun süresi 30-40 dk.kadar daha kısaltılabilse, enerjisi çok daha yukarıda olabilirdi fakat 3 saatin neredeyse üzerindeki bir müzikal oyunda tempo yine de düşmedi. Dekor uygulaması Sırrı Topraktepe tarafından yapılmış oyunda, oldukça işlevsel bir plâtform  kullanıldığını ve oyuncuların da (dekor dönerken bile) rahat bir şekilde hızlıca basamakları çıkıp indiklerini, bir meyhaneyi, penceresinden gecenin mavisi süzülen o üst kat evi, sandalı ve bu yaşamlara ait her şeyi  görebiliyoruz. Oyunda alkışlanacak, tebriğe lâyık o kadar kişinin emeği var ki…Orkestra yönetiminde korrepetitör Sinan Arslan ve tüm enstürmanistler, o kadar şevkle çaldılar ki… Işık tasarımını Kemal Yiğitcan,  ışık uygulamasını Ali Özkır ve Murat Çevikel yapmışlar. Özellikle sahne değişimlerindeki dekor geçişlerinde ve Cevriye ile sevdiği adamın kayıktaki sahnelerindeki ‘gece’  ‘dönen gökyüzü’ ve ‘yıldızlar’ teması hem ‘duygu yoğunluğunu’  geçirmesi bakımından hem de uygulama olarak çok başarılı olmuş. 

Oyunun ‘asal’ kadın karakteri Cevriye’yi Irmak Örnek canlandırmış. Rolüne epey ısınmış olduğu anlaşılan oyuncu, alışılagelmiş ‘Fosforlu’ algısını ‘kendine özgü’ duruşu ile kırıyor. Şehrin arka sokaklarında yetişmiş olmanın getirdiği bir ‘öz kültür’le biçimlenen ‘Cevriye’ karakteri zamana karşı duruşa geçen  ve direnen, en nihayetinde bu kimlikten büsbütün kurtulmaya çalışan ‘ruhunda fırtınalar kopan’ bambaşka bir ‘Cevriye’ ye evriliyor gibi…Yine oyuncular arasında Güllü’yü canlandıran Yağmur Damcıoğlu Namak enerjisiyle parlıyor. Tuğrul  Arsever Barba rolüyle babacan, koruyucu bir karakter yapılandırmasıyla sakin, onarıcı bir erkek modeli çizerken rolün hakkını veriyor. Sümbül Dudu rolündeki Binnur Şerbetçioğlu da yeteneği ve deneyimiyle öne çıkıyor. Fakat oyunda öyle bir ara rol var ki söylemeden edemeyeceğim, randevu evine ‘Tepebaşı Dram Sahnesi’ zannederek dalan yüksek meşrepten bir zât, tam anlamıyla dolu dolu güldürüyor insanı. 

KÖPRÜ ALTINDAKİ DÜŞLER VE YILDIZ KAYMASI

 Oyunun atmosferine ‘mavi ışık’ hâkim… Mavi umudu simgeliyor. En olanaksız zamanda bile ufak bir umut barınır çünkü.  Zombi Recep’iyle, Çakal Kemal’iyle İstanbul Galata, Yüksek Kaldırım ve Tophane’de bir dram vardır ve bu ‘dram’ Kız Kulesi’ne bir tarih gibi yansıyor. Dönemin şimdiye değin uzanan ‘hüzünlü’ geçmiş yaşantılarının izleri hem oyun karakterlerinde, hem de  yansıtılan ‘dekor’un derinliği ile etkileyici bir şekilde yansıtılıyor. Bu yaşantının içinde cezaevi koğuşu, mecburiyetten işlenen suçlar, kader mahkûmluğu, oradaki tüm zorluklara karşın ‘bir arada duruş’  ‘kadın dayanışması’, ‘kadının güçlü duruşu’  ve  ‘onurlu duruş’ gibi değerlere de parmak basılıyor ki, oyunun ikinci perdesinde kadın üzerindeki erkek egemenliğine karşı alınan tavır, keskin bir şekilde ‘dans koreografisiyle’ bütünleşerek ‘rest’e dönüşüyor.

Bizlerin derin uykuda olduğu zamanlarda, arka sokaklarda akan bir hayat vardır, bu, geçmiş zaman da olsa, şimdi de olsa ne fark eder ki… Kaybolan bir ömür, ‘kurulamayan bir düş’ vardır, bir de ‘yarım kalan düşler’… Düşün ki,  sen yıldızların çocuğusun, o yüzden ‘İşte benim yıldızım Fosforlu gibi parlayan’ diye  haykırıyorsun sessiz geceye… Duyan olur mu bilinmez..  Son sahnede, sahnenin ‘sarı ışık’ları ‘Fosforlu’yu aydınlatıyordu ve  bir silâh sesi duyuldu: ‘Pat!’… 

Ve sahne karardı… Işık tekrar açıldı,  bu kez ‘Fosforlu’nun yanında  sevdiği adam vardı… Birbirlerine sarılmış, ‘Kız Kulesi’ne bakıyorlardı.

ÖZLEM ÖZDEMİR

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü son sınıf öğrencisi

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku