Tiyatro Hayali’nin İlk Hayali “Aşk Hikayen Düşmüş” Üzerine Söyleşi…

Ayçe Özyiğit

Sevginin bir karşılığı olmalı mıdır? Hiç tanımadığı birisini sevebilir mi insan? Görmediği, konuşmadığı ya da dokunmadığı… Âşık olmak için illa o kişiyi tanımak şart mıdır peki? Yan yana olmak, gözlerinin içine bakmak, saçlarını okşamak… Uzun sohbetler, bakışmalar olmadığı zaman hisler sahte mi olur?

Ruh eşinizi teğet geçmiş olmanız mümkün müdür? Belki o çok yakınınızdan geçmiş ve siz fark etmemiş bile olabilirsiniz. Gitmediğiniz bir partide, açmadığınız bir telefonda, reddettiğiniz bir davette ya da girmediğiniz bir sokakta bulabilecektiniz belki de onu.

Ya da belki hiç bulamayacaksınız… Yine de bekler misiniz?

Aşk Hikâyen Düşmüş oyunu sizleri bu soruların içine çekiyor ve sizi kendinize şu soruyu sormaya davet ediyor: “Acaba farklı yapsaydım nasıl olurdu?”

Bunun yanı sıra sizlere eğlenceli, masalsı, bilmeceli bir seyir vaat ediyor.

Bu masalda Ahmet Sami Özbudak’ın benzersiz anlatı gücü, Emrah Eren’in ustaca tasarlanmış rejisiyle bir araya geliyor. Bu ikiliye Ayça ve Fatih Koyunoğlu çiftinin eşsiz oyunculukları da eklenince, oyundaki parmak kuklalar da, roman kahramanlarına kıyafet diken kör terzi de, kanatlı müzisyenler de farklı anlam kazanıyor. Oyundan Rana Alagöz’ün “Aşkın gözü kör mü acaba?” şarkısını söyleyerek çıkıyorsunuz. Bir de geçtiğiniz sokakları kontrol ederek… Aşk hikâyeniz düşmüş mü diye…

Aşk Hikayen Düşmüş oyuncuları Ayça Koyunoğlu ve Fatih Koyunoğlu ile oyunları ve tiyatroları üzerine bir sohbet ettik…

Ayçe Özyiğit: Zaman hepimizi değiştiriyor, farklı yerlere, farklı seçimlere doğru sürüklüyor, evet; ama sizi Tiyatroadam topluluğunda çok benimsemiş ve de çok sevmiş biri olarak sormak istiyorum: Tiyatroadam ile yollarınız tamamıyla ayrıldı mı?

Ayça Koyunoğlu: Tiyatroadam’ı 2007 senesinde kurduk ve Tiyatroadam olarak pek çok oyun oynadık. Ama biz öncesinde de zaten tiyatro yapıyorduk. Tebdili mekânda ferahlık vardır derler, biz de şimdilerde Tiyatro Hayali olarak yeni bir maceraya başladık. Tiyatroadam da yoluna güzel bir şekilde devam ediyor. Tiyatro Hayali’nin içinde ‘Ali’ de var, o yüzden biraz daha çok sevdik bu hayali.

Fatih Koyunoğlu: Dediğiniz gibi her şey zamanla yeni bir şeye eviriliyor, yollar ayrılıyor, yeni hayaller ortaya çıkıyor. Tiyatroadam ile herhangi bir kavga, dövüş, husumet olmadı. Olaylar kendiliğinden böyle şekillendi. Şu veya bu sebeple diyemeyiz. Böyle bir şeye karar verdik. Yollar ayrıldıktan sonra, biz uzun süre tiyatro yapmadık. Daha sonra Emrah öncülüğünde, Ahmet Sami, Ayça ve ben bir araya gelerek yeni bir yolculuğa başladık. “Hayali” dedik çünkü en temelde hepimiz birilerinin; ‘siz de amma hayalperest insanlarsınız, bırakın şimdi hayal kurmayı’ dediği kişileriz. Bundan sebep bir araya geldik ve hayallerimizi gerçeğe dönüştürme peşindeyiz.

Ayçe Özyiğit: Aşk Hikâyen Düşmüş masalsı bir anlatıma sahip, oldukça eğlenceli bir oyun olmuş. Ahmet Sami Özbudak ile daha önce Meçhul Paşa oyununda da beraber çalışmıştınız. Oyunu nasıl belirlediniz?

Ayça Koyunoğlu: Ben, çocuğumuz olduktan sonra -yaklaşık 5 yıldır- tiyatroya ara vermiştim. Fatih de 2-3 yıldır tiyatro yapmıyordu. Yönetmenimiz Emrah -aynı zamanda çok yakın arkadaşımız- bizi yeniden tiyatro yapmamız konusunda yüreklendirdi. Onun bizde yarattığı bu şevk, bizi oyun okuma sürecine sürükledi. Uzun ve yoğun bir araştırma yaptık, ama neticede hiç bir oyun içimize sinmedi. Sonra, ‘Sami yazar mı, yazarsa nasıl olur?’ diye düşündük. Çünkü Sami’yle ‘Meçhul Paşa’da çok güzel bir serüven yaşamıştık. Bazen bağlar çok güzel kurulur, o vesileyle tüm işler yolunda gider ya Sami’yle şimdiye kadar olan bütün projelerimiz de o şekilde ilerledi. Biraz da kurduğumuz bu gönül bağından sebep oyunu Sami yazsın istedik. Bir araya geldiğimizde, Sami’yi çok fazla etkilememeye çalışarak aklımızda olan hikâyeyi anlattık. Sami de bizi dinledi, sonrasında kibarca, bizi kırmadan farklı düşüncelerinin olduğunu, farklı bir şeyler yazıp bize göndereceğini söyledi. İyi ki bizi dinlememiş ve kendi hayal gücündeki hikâyeyi yazmış. Fantezi dünyası oldukça geniş, gerçekten sınırsız hayal gücü olan bir oyun ortaya çıkmış.

Ayçe Özyiğit: Aşk Hikâyen Düşmüş’ü izlediğimde -karakterlerin isimleri de Ayça ve Fatih olunca- sanki sizin gerçek hikâyenizmiş izlenimine kapıldım. Oyun sizin için yazılmış diyebilir miyiz?

Ayça Koyunoğlu: Biz oyunu sahnelemeden önce isimler farklı olsun istedik ama Sami, ‘Madem kadın ve erkek ismi olacak, Ayça ve Fatih olsun’ deyince isimler o şekilde kaldı. Tabii birebir bizim hikâyemiz değil. Sadece isimlerimiz aynı kaldı.

Fatih Koyunoğlu: Sami’nin aslında daha önceden fikren yazmaya başladığı bir oyun Aşk Hikayen Düşmüş. Ama oyunun tamamlanma süreci bizimle beraber gelişti diyebiliriz. İlk başta biz ona başka bir hikâyeyle gittik. Sami bize nazikçe onun cılız bir hikaye olduğunu ve aklında başka bir konu olduğunu söyledi. Belli ki kafasında da böyle bir aşk hikâyesi yazmak varmış. Yani aslında o demleniyormuş. Bizimle sonuca ulaşmış oldu.

Ayçe Özyiğit: Sizleri önceden Bertolt Brecht’in “Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı”, Dürrenmatt’ın “5. Frank” ve Duşan Kovaçeviç’in “İntiharın Genel Provası” oyunlarında seyretmiş biri olarak diyebilir ki, oyundaki o fantastik dünya ve masalsı dil size çok yabancı değil.

Ayça Koyunoğlu: Aslında hikâyeyi ilk okuduğumuz zaman çok şaşırdık. Çünkü içinde bir sürü karakter var. Bir rolden çıkıp diğer karaktere geçiş yapacaksın. Metindeki her şey bize çok uçuk ve çok fantastik geldi, ama birlikte çalıştıkça bunun da üstesinden geleceğimize inandık. Aşk dediğimiz, sadece karşı cinse hissedilen bir duygu değildir. Aynı zamanda insanın çoğunlukla kendini bulma macerasıdır. Oyun da bu düşüncede ilerlediği için, okuduğumuz zaman ‘nasıl yapacağız?’ diye düşündüğümüz her şeyi Sami sadeleştirip daha da günümüze yaklaştırdı. Merve Yörük arkadaşımız da hemen hemen ilk okumadan sonra provalara katıldı ve oyuna dair kafasında oluşan dünyayı dekorda yansıttı. Ben Emrah’ın bu oyunu çok güzel yönettiğini düşünüyorum. Her rejisör bu tekstin altından başarıyla kalkamayabilirdi, ama Emrah o masalsı dili zaten çok sevdiği için ortaya çok güzel, çok özenilmiş bir iş çıktı.

Fatih Koyunoğlu: Oyunda birbirinden çok farklı tonlar, farklı kişiler, farklı kuşaklar var. Yazar, hayal gücünün sınırsız olduğu o fantastik dünyanın içinde gerçeğin uyumunu yakalamayı başarmış. Oyunda, masal kahramanlarına kıyafet diken kör terziden, kanadı kırılmış müzisyenlere; nargile şişesinin içinden çıkan bilgeye kadar bir sürü çok farklı karakterler mevcut. Bir anda bir rolden çıkıp diğerini seyirciye sunmak, oyunculuğun sınırlarını gerçek anlamda zorluyor, ama bunu başarmak da ayrıca bir haz veriyor insana. Bu manada bizim için oyunu oynamak da çok keyifli oldu.

Ayçe Özyiğit: İntiharın Genel Provası, Meçhul Paşa, 5. Frank… Sahnelediğiniz bu oyunları düşününce, siz zaten oyunculuğun sınırlarını zorlamayı seviyorsunuz.

Fatih Koyunoğlu: Sami ve Emrah’la Meçhul Paşa oyununda yakaladığımız bir durum vardı. Sami de Emrah da o sınırları zorlamayı seven insanlar. Meçhul Paşa oyununda 2 saat içinde birbirinden farklı 38 sahne üretmek gerekiyordu. Bu da kolay bir şey değil. Bu oyunda da en uzun sahne 1,5 sayfa. Hemen başka bir sahne oluveriyor. Bunu yapmaya çalışmak, evet zor, ama o zorluğu başardığın zaman da sonuçları çok keyifli.

Ayçe Özyiğit: Oyuna gelecek olan seyircinin beklentisi ne yönde olmalı sizce?

Fatih Koyunoğlu: Seyirciye karşı, ‘oyun sizi bambaşka yapacak’ gibi pazarlamacı cümleleri ile konuşmayı sevmiyorum. Bizce oyun düşünülmüş, taşınılmış, rastgele olmaktan uzak, hesaplanmış, kitaplanmış bir hikâyeyle birlikte, görsel olarak da hesaplanmış ve kitaplanmış bir dünyayı vaat ediyor. Gelen seyirci, üzerine özenilmiş bir hikâye izleyecek. Oyunda sadece iki kişinin öyküsü anlatılmıyor. Birbirinden farklı bir sürü karakter var ve hepsinin de hayatında farklı bir arayış süreci var. Aşklarını arıyorlar, kendilerini arıyorlar, huzuru arıyorlar. Aşk derken; oyun sadece karşı cinse beslenen duygudan bahsetmiyor. Kavuşamadan kavuşanları anlatıyor. Bazen sadece sonucun değil, bu yolculuğun -o arama sürecinin- kendisinin kıymetli olduğunu anlatıyor. Modern dünya günümüzde hepimizi, kazanmak-kaybetmek, başarmak-başaramamak gibi sonuç odaklı yaşatıyor. Bu da çoğu zaman bizi gönlümüzde olandan uzaklaştırıyor. Sami’nin deyimiyle aşkın bile küçümsendiği bir dünyada yaşıyoruz. Oyun, bizleri biraz da unutmaya yüz tuttuğumuz hislerimizle karşılaştırmayı vaat ediyor. Aynı zamanda eğlence ve bilmece de vaat ediyor.

Ayçe Özyiğit : Aşk Hikâyen Düşmüş oyununda biraz ortaoyunu havası da sezinledim.

Ayça Koyunoğlu : Ortaoyunu oynatıcısı hayalimiz hep vardı zaten. Bu oyunla biraz onu da gerçekleştirmiş olduk. Açıkçası geleneksel yapıdan da çok ayrı kalmak istemedik. Günümüzü de kaçırmamaya özen göstererek tiyatrodaki o geleneksel ve modern yapıyı birleştirmeye çalıştık. Sami de bizim bu düşüncemize uygun bir oyun yazdı. Emrah da bizim gibi düşündüğü için oyundaki o üslubu göstermekten hiç sakınmadan oyunu yönetti. Çünkü aynı anda rol değiştirip diğer karaktere bürünmek bizim orta oyunumuzda, geleneklerimizde hatta genetiğimizde olan bir şey. Oyunda da şapkayı takıyoruz bir role giriyoruz, çıkarıyoruz başka bir karaktere dönüşüyoruz. Seyircinin gözü önünde saklanmadan, gizlenmeden hikâyemizi anlatmaya çalışıyoruz. Umarım beğeniliyordur.

Ayçe Özyiğit: Albatros Kuşları üniversitedeyken  benim tasarım ödevimdi. Albatros Kuşları’ndan esinlenerek kıyafet tasarlamıştım. Albatrosların en önemli fiziksel özelliği gövdelerinin beyaz, kanatlarının siyah olmasıdır. Siz de kostümlerde daha çok bu renkleri tercih etmişsiniz. Tekli sahnelerinizde sadece kanat detayları görünürken ikili sahnelerinizde kuş detayı ortaya çıkıyor. Amaç, bütünde bir kuşu oluşturmak mıydı?

Ayça Koyunoğlu: Merve de hemen hemen sizin düşündüğünüz gibi düşündüğü için kostümlerde siyah ve beyaz renk daha net görünüyor. Gaga ve ayakları da kostümlerdeki turuncu ipliklerle yansıtmayı tercih etti. Vaktimiz kısıtlı olduğu için giyinip soyunmakla uğraşmayalım istedik. Bu yüzden tek bir kostüm tercih ettik. Oyunun başında ikisi bir arada bir kalbi oluşturuyorlar. Sonra ayrılıyorlar ve birbirlerini aramaya başlıyorlar. Oyun boyunca birleştiğimiz zaman bir bütün, ayrı kaldığımızda yarımmışız hissini vermeye çalıştık. Tam da sizin düşündüğünüz gibi. Merve Yörük’le ilk kez çalışıyoruz. Kendisi gerçekten disiplini hiç bozmayan, çok çalışkan bir arkadaşımız. Hayal gücünü zorlayarak çok detaylı bir kostüm tasarladı bize.

Ayçe Özyiğit: Rana Alagöz karakteri ve şarkısının oyunda yer almasını oyuna nostaljik bir hava katma çabası olarak düşünülebilir mi?

Ayça Koyunoğlu: Oyundaki o masalsı yapıya ayak uyduracağını hissettiğimiz için şarkıyı oyunda kullanmak istedik. Zaten Rana Alagöz ve Selçuk Alagöz’den izin alarak şarkıyı oyuna ekledik. Broşürlerimizde de kendilerine teşekkür ediyoruz ayrıca ama neden Rana Alagöz derseniz açıkçası biz de bilmiyoruz. Sami’nin oyun yazdığı özel bir alanı var. Memleketine gidip, yaylaya çıkıyor ve orada oyun yazıyor. Orada, ya Rana Alagöz ile ilgili bir şeye denk geldi ya da Rana Alagöz’ün Sami için özel bir anlamı var, onu bilmiyoruz ama güzel denk geldi. Oyuna nostaljik bir hava da katmış oldu. Çünkü masal dediğinizde aklımıza nostaljik bir tat gelir ya sanırım o nostalji duygusu Sami’de Rana Alagöz’ü canlandırdı diye düşünüyorum. Öte yandan oyundaki Rana Alagöz parçası haricindeki tüm müzikler Deniz Bayrak’a ait. Deniz abi de aynı şekilde oyunun masalsı havasını korumaya özen göstererek besteler yaptı. Ayrıca Şevket Çoruh ve Nilgün Kurt’a da çok teşekkür ediyoruz. Onlar da bu geleneğin, bu babacanlığın peşinde olan kişiler. Yeni bir tiyatro hayalinin peşinde koştuğumuz bu süreçte, bize bir tiyatro gibi değil de, abi, abla gibi gerçekten destek oldular. Onlar da biz gibi hayalperest insanlar olduğu için hayal kuran kişinin kıymetli olduğunu düşünüp, onu sarıp sarmalıyorlar.

Ayçe Özyiğit: “Kavuştular ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” klişesi yerine bambaşka bir final sunuyorsunuz seyirciye. Sormak istiyorum, aslında mutlu son gerçekten de bu şekilde olabilir mi?

Ayça Koyunoğlu : Belki de mutlu sona varıyorlar, onu bilemiyoruz. Finalde diyor ya ‘Sen bu dünyada mısın?’ diye. Belki de başka yerde buluştular, buluşacaklar. Belki ruhları buluştu ya da belki güzel olan buluşamamalarıdır. Sami oyunun sonunu havada bırakıyor. Bu da izleyende oyuna karşı farklı bir hoşluk yaratıyor.

Fatih Koyunoğlu : Aşkı kendi içinde yaşıyorsan zaten aşka kavuşmuşsundur felsefesi ile bitiyor oyun. Öbür türlü kavuştular ve mutlu oldular diye bitirseydik çok sabun köpüğü bir son olabilirdi. Öyle bir rahatlama ile bitmiyor. Biz seyirciler olarak hep mutlu sona odaklamışız kendimizi. Biraz da bu algıyı ters düz etmek için kavuşmadan da kavuşanları anlattık.

Ayçe Özyiğit: Hikayedeki aşkı ve birbirini bulmaya çalışma duygusu seyirciye çok güzel yansıyor. Gerçek hayatta da evli olmanızın bu duyguya katkısı olsa gerek.

Ayça Koyunoğlu: Evli olmamız illa ki oyuna da yansıyordur. Böyle bir durum varsa eğer o sizinle beraber yaptığınız her işe yansır. Evli olmasaydık da tabii ki yine oynardık, ama böyle olur muydu bilmiyorum açıkçası. Bu gerçekliği yok edemeyiz. Tabii stresli bir iş yapıyoruz. O açıdan burada önemli olan ilişkileri korumak. Biz de o anlamda ilişkiyi korumaya özen gösteriyoruz.

Ayçe Özyiğit: Oyunun seyircideki karşılığı nasıl oldu?

Fatih Koyunoğlu: Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Oyun bizimle yaşamaya devam ediyor diyen seyirciler oluyor. ‘Üzerinden zaman geçse bile oyunun etkisi değişerek devam ediyor’ gibi yorumlar geliyor. ‘Acaba ben hayatımın aşkını kaçırdım mı?’ diyen de var; ‘Bizi eskilere götürdünüz’ diyenler de var. Genelde güzel, insanın gururunu okşayan şeyler duyuyoruz. Bunlar da bizi mutlu ediyor. Mutlu etmenin de ötesinde, tiyatronun adını ‘Hayali’ kurduk. Aslında seyirci de bu hayalin bir parçası. Bu, birlikte oluşturduğumuz bir şey. O zaman ‘Tamam’ diyorsun. Senin gibi düşünen, senin gibi bakmak isteyen, senin gibi üzülen, sevinen, senin gibi eğlenen birileriyle ortak bir hayal kurmuşsun.

Ayçe Özyiğit: Tekrar Tiyatroadam’a geri döneceğim. O dönemlerdeki oyunlarınızda daha sert, daha didaktik bir tarzınız vardı. Aşk Hikayen Düşmüş oyununda sizde -belki metinden, rejiden kaynaklı olabilir ama- eskisine göre biraz daha naif ve yumuşak bir oyunculuk tarzı gözlemledim.

Ayça Koyunoğlu: O dönemde ansambl işleri ile ün salmıştık. Üzerinden zaman geçti. Duygular değişti. Artık hayatımızda Ali de var. Ben anne oldum. Fatih baba oldu. Sorumluluklarımız arttı. Bu durum da mutlaka her şeyi yapış biçimimize yansıyor.

Fatih Koyunoğlu: Tiyatroadam’ı kurduğumuzda 27 yaşındaydık şimdi 43 yaşında insanlar olduk. Gençlik gitti artık. (Gülüşmeler) Dediğiniz şeyi anlıyorum, böyle görmeniz de beni ayrıca mutlu etti, teşekkür ederim. Zaman geçiyor, dünya değişiyor. Damak tadı da, arzular da değişiyor. Bizler de değişiyoruz, yaşlanıyoruz. Şimdi de böyle bir serüvendeyiz, bakalım sonuç nereye doğru, nasıl gidecek? Ben de merakla bekliyorum.

Ayçe Özyiğit: Sizi genelde “derdi olan oyunlar” ile tanıdık. Bundan sonra yolunuz nasıl şekillenecek?

Fatih Koyunoğlu: Aslında bu oyunun da derdi var. Uzun zamanlar biraz daha toplumcu tarafı ağır basan oyunlar yaptık. O tarz oyunlar yine yaparız. Bireyin derdi zaten bir sürü. Bazen de çekirdekten başlarsın anlatmaya. Bireyin derdi, genelin derdi olmuş olur. Evet, bu oyun biraz daha bireyi anlatan bir oyun gibi gözükebilir ama artık sadece bu tarz oyunlar yapacağız gibi bir durumumuz, söylemimiz de yok. Biz hayal kurmaya devam edeceğiz.

Ayça Koyunoğlu: Yeni oyunlar okuyoruz, yeni şeyler de düşünüyoruz. Bunları Emrah ve Sami ile paylaşıyoruz ama bu sezon böyle gider herhalde. Sezonun ortasına geldik zaten, ama bir şeyler var aklımızda; nasıl yol alır onu zaman gösterecek. Amacımız, elimizden geldiğince hayallerimizi ve duygularımızı ortaya koyup tiyatro yapmaya çalışarak yol almak.

Ayçe Özyiğit: Bu hoş sohbet için ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Fatih Koyunoğlu : Ben de çok teşekkür ederim.

Ayça Koyunoğlu : Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku