Şirketleşme Kıskacında Tiyatro ve Tiyatrocular

Kımız Zeynep Bozkır

Tiyatro ve sanat çalışanlarını, “işçi” ya da “patron” diye tanımlayamayız. Evet çalışandırlar, ama belli bir rutinin ya da özel tiyatronun “sürekli” çalışanı olamazlar genellikle.

Onlar sanat üreten, tiyatro yapan, yazan, oynayan, tasarım yapan, yöneten tiyatroculardır, sanatçılardır. Onları üreten ve eyleyen yanlarıyla “işçi statüsüne” ya da tiyatro kurucu yanlarıyla “patron statüsüne” zorlamak doğru değildir. Tiyatrocuları ve genel anlamda sanatçıları, reklam, sponsorluk vb. ekonomik ilişkiler üzerinden yüzlerini sermayeye dönerek, popülizmin pençesinde şan, şöhret ve para peşinde koşan insanlar olarak nitelemek de doğru değildir… 

Tiyatro toplumun sözünü taşır, toplumun aynasıdır; bilinen tanımıyla “hayatın aynasıdır.” Aslında aynadan da öte, toplumla yanyana gerçeği arayan, üreten, eyleyen, düşündüren, güldüren ve bütün bunları seyircisiyle paylaşan bir sanattır. T.C. Anayasası’nın 27. maddesine göre tiyatro hukuken “özgürdür.” Yani yasal olarak, gönüllü tiyatro, dernek tiyatrosu, amatör tiyatro vb. ya da kolektif sanat üreticileri olma ve üretimlerini istediği biçimde ve isteği yerde yerde özgürce sahneleme hakkına sahiptir tiyatrocular. 

Yine yasalar çerçevesinde, sanatını “gişesiyle” icra etmek üzere yola çıkan tiyatrocular, satılan biletlerin vergisini öder, ki bu bizim ülkemizde oransal olarak yüksek bir vergidir. Evet, biz bu “vergilerde indirim” istiyoruz; çünkü sanata toplumun ihtiyacı vardır ve sanatçılar/tiyatrocular sanatlarını yaparken aynı zamanda ülke insanının, toplumun sanatını/tiyatrosunu yapmaktadırlar. 

İşte bu yüzden, sanatın/tiyatronun ayakta kalmasına, gelişimine devlet destek olmalı; sanatsal üretimlerden ve tiyatrolardan ya hiç vergi almamalı ya da vergi oranlarını düşük tutmalıdır. 

Ancak, tiyatrocular/sanatçılar, devlet katında “serbest meslek erbabı” görüldüklerinden, sanatsal üretimleri “ticari iş” olarak kabul edilerek Maliye ve muhasebe defterleri ile muhatap edilirler. Öte yandan, “kâr etme dürtüsüyle” hiçbir ilgisi olmayan/olmaması gereken tiyatro ve sanat kurumlarına dayatılan “şirketleşme” süreci onları hem “öz”lerinden  uzaklaştırır hem de “kârlı olmayan” bir faaliyet alanı olarak ekonomik çöküntüye uğratır. 

Örneğin, oyuncuları “sigortalı işçi” konumuna getirmek, zaten ağır olan mali yükü daha da ağırlaştırır. Öyle ki, bugün bu yükü geniş repertuvarları ve kadrolu çalışanlarıyla sadece birkaç kurumsal tiyatro taşıyabilir. Özel tiyatrolarda genellikle yazar ve yönetmenler telif veya yevmiye üzerinden çalışırlar. Oyunları beraber çalışan, sahneleyen tiyatrocular zaten defter usulü çalışanlardır, birbirlerinin eşitleridir. Öte yandan, yine mali yükü ağır olduğundan, özel tiyatro, dernek tiyatrosu gibi bağımsız tiyatrolarda herkes, ışık, teknik, dekor, kostüm ve diğer bütün işleri paylaşır.

Bugün, tiyatroları ve sanat yapılarını şirketleşmeye teşvik etmek/zorlamak, tiyatronun ve sanatın içini boşaltmak, kendi gerçekliğinden ve tarihsel mirasından koparmak ve alenen “parası olmayan tiyatro yapmasın!” demektir. Dahası, yaratılacak “kâr odaklı şirket”lerin işleyişi ve doğası gereği ortaya çıkacak fahiş bilet fiyatları üzerinden “parası olmayan tiyatroya gelmesin!” demektir.

Sanat meslek değil; üretimdir, eylemektir… Tabii şirketleşmek isteyen, kompleks salonlar açarak sanatın her dalında olmak ve kâr ederek şirketlerini büyütmek isteyenler de olabilir; buna karışamayız. Hatta, paramız olduğunda biz de gider keyifle seyrederiz üretimlerini… 

Ancak tiyatroya ve sanata düşünsel sınırlar koyarak ya da ekonomik ölçütlere indirgeyerek kategorize etmek kimsenin haddi değildir. Sanatsal ritim ve eyleyiş insanlık tarihi boyunca hep bu sınırlarda azade var oldu ve olacaktır.  Çünkü sanat toplumsal bir olgu olarak tüm insanlığın ortak paydasıdır.  Öyleyse, tiyatrocu, müzisyen, ressam, heykeltraş vb. şirket açmak zorunda değildir, zorunda da bırakılmamalıdır… 

Yani, bugün şirketleşen sanatsal yapıları destek kapsamına almak, bağımsız sanatçıları destek dışı bırakmak sanata dair kategorik bir ayrımcılık ve sanatçılara “para kazanamıyorsan sanat yapma” demektir.  Bu bağlamda, şirketleşmeyi, ticari tanımları ve işleyişi dayatarak sanat savunuculuğu yaptığını sanmak, bağımsız oluşumları bu yola çağırmak gaflet ve aymazlıktır. 

Amatörler, dernekler, kâr amacı gütmeyen topluluklar, semt tiyatroları, mahalle-köy tiyatroları, halkın kendi ritüelleri ile oluşmuş ve asırlardır süren köy seyirlik oyunları, gönüllü tiyatrolar, çalışanlar tiyatrosu, ögrenci toplulukları yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Amatör yapılar, acemi ve heveskar yapılarla karıştırılmamalı, yurtiçinde ve yurtdışında köklü amatör yapılar olduğu unutulmamalıdır. Hocamız Şenol Tiryaki’nin “Amatör” adlı kitabında yazdığı gibi; amatör sözcüğü Fransızca -amaour- kökünden gelir ve “aşkla yapan” demektir ve ana başlığı sanattır, tiyatrodur.

Nitekim, kıstası ne olursa olsun, ”şu tiyatro yapabilir, bu yapamaz” bakış açısı, sanatın/tiyatronun var olma koşullarına aykırıdır. Gönül ister ki, herkes okullu olsun, donanımlı olsun, sosyal güvencesiz kimse kalmasın, sosyal devlet sanat üretene destek olsun, sosyal güvence sağlasın, vergi yükünü hafifletsin…

Ama devlet tiyatrolara “şirket ol” diyerek sanata destek olmaz, ancak “patron” yaratır. Bugün kurulacak şirketlerin patronları yarın yine “patronuz ama kamusalız, devlet bize baksın” derse, Dionysos’un ruhu da “lânet olsun böyle aşkın ızdırabına” der ve çeker gider… Evlerden ırak, “mutsuz son” kapıya dayanır!

KIMIZ ZEYNEP BOZKIR

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku