Nedim Saban, Ferhan Şensoy’u yazdı: “Bir Devrimci Gibi Yalnız Öldü!”

editor

Yönetmen ve Oyuncu Nedim Saban’ın geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren, Türkiye tiyatrosunun duayen ismi Ferhan Şensoy’u yazdı. Evrensel gazetesinde yayımlanan yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz:

*****

1980’lerin karanlık geceleriydi . Ve “fekat”, spotlar Ortaoyuncular’ı aydınlatıyordu. 14 Mart 1980’de Şahları da Vururlar ile açmışlardı perdeyi. Hem çalıyor, hem oynuyorlardı. Oyun Harbiye’de Yapı Endüstri Merkezi’nin minicik salonunda başladı.

Bir gün salonda sadece 7 kişi vardı. Teoride özel tiyatro kurmanın ne denli ağır bir maddi risk olduğunu anlamayacak kadar denyo olmaması icab eden Ferhan, pratikte, kulise “oyun tuttu” diye denyo ötesi halde ışınlanınca, bu genç adamın  arızalı olduğu varsayılarak araya mesafe konulmasına karar verilecekti.  Zira, pandemi mandemi icad edilmemişken,  7 seyircinin 193 koltuğu boş bırakacak kadar sosyal mesafeli olması “nolabilecek bişi”değildi. 7 kişinin tepkisinden anlamıştı oyunun er geç tutacağını.

Darbe günlerinin bir çocuk için en korkutucu yönü, her gece  televizyonda şüpheli yayınların suç aleti gibi ifşa edilip,çocukların kitaplarla silahları eşleştirmesiydi. 13 yaşında yazar olmaya niyetlenecek kadar denyo olan bir çocuk, Ferhan Şensoy’a, yazdığı yek değil, hemi de  do  oyunu gönderecek kadar hadsizdi. Ancak Ferhan Şensoy, o çocuğu karşısına alıp, “olum olmamış bu” diyecek kadar harbiydi. Oyunları çiftleştirmek suretiyle, uzun notlar almıştı, çocuk işte diye kesip atmamıştı. Elinde bir karanfil  de vardı, konuşma bitince, aşık olmaya gidiyordu Şensoy. Ve 13 yaşında bir çocuğa aşkı tarif ediyordu. Bu sefer roller değişmiş, kendisi çocuk olmuştu ama!

Genç  serseri, gözlüklü ve çok bilmiş cinsten bir tanımsız nesne olan Nedim’e,  “Hayallerim o kadar fazla ki, yazınca beynim daktilo tuşundan hızlı gidiyor” diyerek İstanbul’un puslu havasına karıştı ve elinde karanfille muhtemelen platonik aşkına açılabilmek için büyük bir antre yaptı. 

2017’de biraz daha tanımlı hale gelmiş olan Nedim, bu sefer karanlık Beyoğlu sokaklarında, nargilecilerin önünden  geçerken saygısızlık olmasın diye nazikçe öksürerek, Ses 1885’e antre yaptı.  Ferhan Şensoy’la uzun  konuşmada, turnelerden de söz açıldı. Ferhan abisi Masalarım nereye giderse ben de oraya gidiyorum” demişti. Nedim, Masa Dergisi’nde ustanın masalara düşkünlüğünü okumuştu, her projesi için ayrı bir masası vardı ve o masalar, turne arkadaşı olarak,  okur yazarlar düşünülerek  döşenmemiş otellereki hıyarca mobilyaların ortasına kokteyl kürdanı  gibi saplanırdı. Çok güzel bir ailesi vardı ama Şensoy’un en büyük dostu masalardı. Nedim, Ferhan abisinin  edilgen bir fiil kullanmasını yadırgamıştı. Aslında bir yere götürüldüğü filan yoktu, o geri  çekiliyordu. Herkes yaşamak için yazar ya, o, ölmek için yazıyordu sanki. Kirlenmekten korkuyordu çünkü, görmekten korkuyordu. Bodrum’un Geriş dağlarında hiç kimseye eyvallahı olmayan bir devrimci olarak sürdürüyordu tiyatro dışındaki hayatını. Her devrimci gibi yalnız öldü.

Son döneminde kendisini tek kişilik oyunlarla da yalnızlaştıran tiyatro insanı, evden hiç çıkmadığı dönemlerde  bazen çağı yakalayamamak, kendini tekrar etmekle eleştirildi. Bana göre, mizahı eril bakış açısı nedeniyle zaman zaman  zayıfladı. Umrunda mıydı? Sanmam. Çağın kendisini yakalayacağını düşünüyordu. Bugün olmasa da, yarın!    

Çocukken, Çarşamba ilçesinin  lunaparkında düşler kuran  Ferhan’ın, daktilosu  yıllar içinde sirkin palyaçosundan daha komik, filinden daha ağır, aslanından daha heybetli hale geldi. Kanada’daki eğitiminden sonra, Strasburg’da asistanlık yaptığı Gerome Savary’den etkilenmişti. Savary, tiyatroda klasik mekanı red ediyor, gösterilerini farklı alanlarda, sirk  gibi kuruyordu. Ferhan Şensoy da Türkiye’ye döndüğünde gemide, ormanda tiyatro yaparak düşlerinin sirkini kurmayı denedi,  ancak bir  çerçeve sahneye kilitlendi. Buna rağmen,  her oyunda başka bir yenilikçi denemeyle mekanın ve çağın ötesine geçti.

Küçük Sahne sımsıcaktı. O’nun deyimiyle, sahnesinin  üzerinde osursan, en arkadan duyulurdu. Yapı Endüstri Merkezi’ndeki 7 kişi şüphe uyandıracak kadar hızlı üremiş, Ortaoyuncular’dan bilet alabilmek için uzun kuyruklar oluşmaya başlamıştı. Anadolu’nun bağrından çıkan 112.437 sanatsever Ortaoyuncular’ı Ses Tiyatrosu’na taşıdı. İstanbul’un 19. yüzyıldan kalan bu güzel binanın bir erotik sinema olarak çürümesine dayanamamıştı Şensoy’un koca yüreği. İstiklal Caddesi’ndeki kırk tiyatrodan sadece bir teki kalmıştı. Kendi deyimiyle, “bütün Türkiye Tiyatrosu’nun geçtiği” Ses 1885’e taşındı. 

Usta çırak ilişkisini önemserdi. Erol Günaydın, Münir Özkul, Tuncel Kurtiz gibi ustalarla çalıştı, Rasim Öztekin ve  konservatuar mezunu DT kökenli Derya Baykal gibi iki büyüleyici çırağın gelişimine katkı sağladı. 13 yaşındaki bir çocuğu ciddiye alıp  nasıl oyunlarını okuduysa, gençlere ömür boyunca aynı tavrı takındı. Yarım bıraktığı eserleri, öğrencisi ve eşi Elif Durdu tamamlayacak belki de.    

Şensoy’un, kendisi de Haldun Taner’i usta bellemişti zamanında. Taner, Galatasaray Lisesi’nde ilk kez Godot’yu Beklerken oyununda izlediği Şensoy’u hiç yalnız bırakmadı. Ferhan Şensoy’un ilk skeç denemeleri, Hocasının da desteğiyle  Devekuşu Kabare’de oynandı. Çocuk biraz fazla Batılı mı kalıyordu, ne? Yurtdışındaki eğitiminin ardından ilk olarak Küçük Sahne’deki Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda Dur Konuşma Sus Söyleme oyununda  yazar ve oyuncu olarak profesyonelliğe adım atan  Ferhan Şensoy, Ayfer Feray Tiyatrosu’ndan aldığı teklifi hemen Anadolu’yu tanımak için fırsat bildi ve sonunda ne yaptı ne ettiyse, Boris Vian’ı döner ekmeğin içine sıkıştırdı. Taner ile Şensoy bir ara Ortaoyuncular’da  Fransa’nın loş kabarelerinde bile unutulan Karl Valentin, Pierre Cami’yi oynayacak kadar ileri götürdüler işi. Ancak yorgun matador Haldun Taner, oyunu göremeden  yenik düştü hayata, Ferhan Şensoy, zor yolculuğu uzun süre sürdürdü.

Ses’in sahne koşullarının Küçük Sahne’den biraz daha elverişli olmasının da etkisiyle, Ortaoyuncular çerçeve sahneyi daha büyülü alanlara çevirmeyi başardı. Ama başka bir hapishane vardı: Dil! Kafka, tarihin acımasız döngüsü içinde  dilin artık hayal kuramayacak kadar kirletilmiş olduğunu düşünüyordu. Ferhan Şensoy da aynen Franz abisi gibi,  ortada o kadar kaka varken, kakaya kakao  demenin   anlamlı olmayacağını  sezmişti. Baskıcı rejimlerin dar kalıplara itelediği zengin Türkçeyi dibine kadar kullandı. Yeni sözcükler türetti, o sözcükler imgelere dönüştü, hepimizi zenginleştirdi.

Tiyatro dilinin sadece sözcüklerden oluşmadığını, sahnede  bir bütünlük içinde yaratılacağını  bilen, tam donanımlı bir tiyatro adamıydı. Hiç kolay değildi Ortaoyuncular’da oynamak! Özel bir biçem gerektiriyordu. Sahi parantez içi  diye bir rolü nasıl yorumlar insan? Şensoy, bu amaçla Nöbetçi Tiyatro’yu kurdu. Çarşamba’nın lunaparkı, Savary’nin palyaçosu, Dümbüllü’nün kavuğu, Boris Vian’ın felsefesi, Andre Gide’in şiiri, meddahın bilgeliği, feylozofun kıvraklığı , aşıkların atışması, ortaoyununun pişekarı, Haldun Taner’in kabaresinin iç içe geçtiği Ferhanca oyunlar yarattı.  

Çehov’un Lazcasını, Brecht’in Türkçesini oynadılar. Berliner Ensemble’a fena halde gıcıktı Şensoy, Brecht’i yaşatamadıklarını  düşünüyordu. O’na göre Brecht, Çin’e gitmeden yol üstünde Direklerarası’nda bir çay molası verse  zaten epiğin dibine vuracaktı..

Ferhan Şensoy’un tiyatrosunu anlata anlata bitiremeyiz, ancak onun  metinlerarası çalışmalar yapan bir aydın olduğunu da göz ardı edemeyiz. İlk yazdığı oyun olan ve önce  yurtdışında oynanan Şu Gogol Delisi bu bağlamdaki nice çalışmasının öncüsüdür.

Fransa’da kalsa Fransız diline katkılarından dolayı onur madalyası alabilecekken, kendi topraklarında sesini kısmaya çalıştılar. Ne yazık ki, bunca eseri arasından sadece 2001’de  Nur Subaşı rejisiyle sahnelenen Soyut Padişah ve 1994’de  Antalya DT’de  kendi skeçlerinden oluşan  Haneler dışında hiçbir oyunu ödenekli tiyatrolarda oynanmadı. Antalya’da Haneler, İBB Şehir Tiyatrosu’nda Keşanlı, Oyun Atölyesi’nde Dolu Düşün Boş Konuş’u yönetti sadece. Tiyatro dünyası, ustanın donanımından çok daha fazla faydalanabilirdi.

Şimdi eserleriyle yaşayacak muhabbeti yapılacaktır. Oyunlarıyla  yaşaması için salt oyun metinleri yetersiz. Oyuncu Şensoy’un kendine has vurgularının kötü taklidi olmadan, yeni bir sahne dili yaratımı  gerekecek. İyi bir tiyatro insanı olduğu kadar iyi bir arşivciydi Şensoy. Çok belge bıraktı arkasında. Oyun cd’leri, kitaplar, deneysel çalışmalar. Ancak çağdaş sahne anlayışı, belki de, metinlerarası çalışmalar  ve farklı dramaturjik okumalar yaparak, yeni sol sentezlere evrilen oyunlar çıkabilir ortaya. Tabi ki ustanın ruhunu incitmeden. Onun gençlikte sıkı sıkıya sarıldığı kırmızı karanfili bükmeden.

Boşluğu doldurulamaz ama genç ruhunu diri tutmak için yaratıcı olmak, tiyatronun değiştirici gücüne inanmak ve en önemlisi uğrunda öldüğü Ses 1885’i ayakta tutmak gerek!     

Sevdiğin insanlarla, çocukluğunun lunaparkında iyi eğlenceler usta! Sesin bize emanet. 

NEDİM SABAN

 

Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/441907/sensoyun-sesi-kisilmasin

2

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku