Herşey Yolunda Gitmek Zorunda Değil: “Beyaz”

Ayçe Özyiğit

Her şey yolundaymış gibi yapmaktan vazgeçelim. Tüm yaşamlar adil olacak diye bir kaide yok. Herkes her zaman sorunsuz bir hayat yaşamıyor. Önümüze serdikleri o pembe hayatlar pekâlâ bir aldatmacadan ibaret olabilir. Tüm yollar mutluluğa çıkmayabilir de. Belki mutlu son diye bir şey de yoktur. Mutlu son sadece bir dayatma da olabilir.

Peki, elimize ne kalıyor? Her şey bir aldatmacadan ibaretse… Payımıza düşen mutsuzlukla nereye kadar mücadele edeceğiz? Sessiz çığlıklarımızı duyan olacak mı? Veyahut bunların hepsini yaratan esasen bizler miyiz?Üzüntüleri, dertleri, sevinçleri, kederleri…

Her şeyin kötüye gidiyor gibi görünmesi bir yanılsama olabilir. Çözümsüz dert yoktur derler ya. Belki de çözümü bulmak için aynı derdin sahipleriyle beraber biraz mola verip nefes almamız gerekiyordur. 

Hayatı,düşlediğimiz aydınlık renge odaklayan bir oyun var karşımızda. “Beyaz”. Karanlık, belirsiz, kötümser, çaresiz ve kaçınılmaz olanı temsil eden rengimiz her daim siyahtır ya. Oyun karanlıkların içinden ortaya çıkan-çıkacak olan, beyaz rengini sunuyor bize.

Geçmişi ve geleceği temsil eden beyaz bir kapı eşiğinde geride kalmak ya da ileriye gidebilmeyi başarabilmek arasında gidip geliyoruz.

2007 senesinde hayatını kaybeden Fransız yazar ve dramaturg Emmanuelle Marie’nin 2005 yılında kaleme aldığı ve ödüllere aday gösterilen oyunu “Beyaz” Zeynep Utku’nun çevirisi ve Özen Yula’nın rejisi ile 2018 sezonundan bu yana sahnede gösterimine devam etmekte. Sahne önü iki kişilik kadrodan oluşan oyunun arka planındaki görünmeyen yüzlerine değinmek istiyorum öncelikle.

Oyunda -ismiyle de bağlantılı olarak- beyaz bir dekorla bizleri büyüleyen isim Tomris Kuzu… Işık tasarımı Yakup Çartık, müzik Çiğdem Erken ve kostüm tasarımı ise Ayşegül Özbay’a ait. Oyunu sahnede sırtlayan iki usta oyuncu ise Derya Alabora ve Deniz Çakır. Ve videolar eşliğinde göreceğimiz büyük usta Suna Selen.

Oyunun konusu ise bir hayli tanıdık. İki kız kardeşin yıllar sonra ölmek üzere olan annelerinin yanında bir araya gelişleri dersem aklınıza gelecek ilk kelime “hesaplaşma” olur. Geçmişi sorgulama, pişmanlıkları dile getirme, eski sayfaları teker teker aralama. Deniz Çakır kocasıyla mutsuz bir evlilik sürdüren, yaşadığı kasabadan hiç ayrılmamış, annesinin ve evinin bakımını kendi sorumluluğu kabul eden kız kardeşi canlandırırken, Derya Alabora ise yıllar sonra kasabasına dönen ablayı canlandırıyor. Her iki oyuncuyu da izlemekten ayrı bir haz duyacaksınız,  Suna Selen’in muhteşem oyunculuğuna da tanık olmak ayrı bir mutluluk olacak…

Oyunda ana tema “hesaplaşma”. Bu sözcüğün ağırlığı sizi yanıltmasın. Aksine dingin bir hava hakim oyuna. İki kardeş yıllarca içinde biriktirdikleri öfkeyi, kederi, haykırışı, özlemi öylesine yumuşak bir sunum ile yansıtıyorlar ki, bizlere düşen sadece keyifle izlemek oluyor. Seyirciyi gererek yoran bir oyun değil “Beyaz”. Özen Yula’nın elinden çıktığını daha ilk andan sezinleyebileceğiniz bir oyun var karşınızda. Yerine yakışmayan öfke patlamalarına, sizi ikna edemeyen hesaplaşmalara, karakterlerden çok bizleri yoran pişmanlıklara şahit olmayacaksınız. Tanık olacağınız olaylar sizde de duygu çıkışlarına neden olacak, belki içinizdeki birikmişliklerin hesabını soracaksınız, ama oyunun bütününe yansımış o sükûneti bozmadan.

Aslında oyuna egemen olan diğer bir unsur da beyaz renginin huzuru… Bu renk, oyunda sunulan hayatlardaki tüm olumsuzlukları adeta bir girdap gibi yutuyor. Bizlere bıraktığı şey ise yaraların eninde sonunda tamir edilebileceği gerçeği… Elbette ki her birimizin yaraları var ve eminim ki birçoğumuz bu yaraların tamiri mümkün olmaz yaralar olduğu inancına saplanmış bir şekilde yaşıyoruz. Hepimiz aslında ikna edilmeye aç, umut kapılarını görmeye istekli, mutsuz ve yıpranmış bir şekilde ilerlemeye çalışıyoruz. Bu oyun bir açıdan tam da bu nedenlerle bizler için önemli. Her şey kötü gidebilir, evet. Ama umut da her daim bir köşede  bizi beklemektedir diyor bize. Sadece siz ilerlemeye devam edin. Kapılar her zaman kapalı kalmayacak ne de olsa…

Farkındayım, umut adına çok sözler söylendi, yazıldı çizildi. Ve her biri de bir diğerini aynı. Ama bu defa “umut”la sizi kandırmaya çalışan, “her şeyi hasarsız atlatacaksınız” diyen bir seyir yok karşınızda. Kötü olan var ve hep var olacak. Önemli olan bizlerin içinden nasıl geçip gittiği… Hangi yaraları omuzladığı, hangi derslerden pay çıkardığı…Hiç düşündünüz mü, belki kötü, korkunç son dediğimiz her şey sonunda mutluluğu barındırıyor da olabilir. Ölüm bile mi? Evet ölüm bile mutlu olabilir. Sadece nasıl yaşadığınıza bağlı… Kaçınılmaz olan geldiğinde “keşke” yerine “iyi ki”, demekte bitiyor her şey.

Pişmanlıklar mı? Onlar her daim başımız üstüne… “Beyaz”ı hayatınızdaki karanlıklar içinde de olsa, izlemeye bir şans verin…

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku