Dünyamızda Bir Kosta Kortidis Yaşıyor…

Ayçe Özyiğit

Kosta Kortidis’i tanımanızı istiyorum. “Zaten tanıyoruz” dediğinizi duyar gibiyim. Nasıl tanıyorsunuz peki? Yazar olarak mı? Yönetmen olarak mı? Evet, evet oyunculuk da yapıyor. Diyalekt uzmanı, istatistik uzmanı… Kosta Kortidis, birçok işi bir arada yapan, birçok işi alnının akıyla çok da başarılı bir şekilde yapan nadir yazarlarımızdan bir tanesi. Hikâyesini dinleyince büyük şaşkınlık yaşıyorsunuz. Hikâyesini dinlemenizden kastım da öyle oturduğunuzda saatlerce size kendisini anlatmıyor. Hatta kendisini hiç anlatmıyor. Sadece sorarsanız öğrenebilme şansına sahip oluyorsunuz. İnternetten araştırdığınız takdirde de elinize pek bir şey geçmiyor. Onu bütünüyle anlatan bir yazıya hiç rastlamadım. Bu kadar büyük başarıları olup kendisinden bunca az bahseden ender isimlerden birisi anlayacağınız. Ünlü isimlerden birisi olmak gibi bir beklentisi de yok kendisinin. Sadece yazılarına gerekli değerin verilmesini diliyor. Kendisi dâhil başka değerli yazarların da ego veya çıkarlar uğruna heba edilip yitirilmemesini istiyor. Oyunlarını okuyun, bir göz atın. Evet, başlarda yadırgayabilirsiniz; çünkü bizlere senelerdir dayatılanlardan oldukça farklılar. Televizyon dünyasına bu nedenle çok kızıyorum. Bizleri o kadar hafife alıyorlar ki, gerçekten zekâ unsuru barındıran şeyleri hak etmediğimizi düşünüyorlar. O yüzden senelerdir hep benzerhikâyeler hep benzer süreçler ile ikram ediliyor bizlere. Bunu değiştirmekse yine bizlerin elinde esasında…

Size dayatılanları almayın… Bakın, okuyun, araştırın, inceleyin. Tanıyın. “Çağında anlaşılamadı” cümlesine vesile olmayın. Böyle geldiyse bile böyle gitmesin hiçbir şey. 

“KİMSENİN TİYATRO SEYİRCİSİNİ İYİ OYUNLARDAN MAHRUM ETMEYE HAKKI YOKTUR!”…

-İlk sizinle başlayalım. Kosta Kortidis’i çoğu insan tek bir yönüyle tanıyor. Kimi yazar olduğunuzu biliyor, kimi oyuncu, kimi yönetmen. Gerçekte ise siz bir bütünsünüz. Birçok yönünüz var. Siz anlatın. Kimdir Kosta Kortidis?

-Çok teşekkür ederim, beni böyle görüyorsanız ne mutlu bana. Eski İstanbullu ailelerdenim. Büyükbaba tarafım Trabzonlu Rumlardan, anne tarafım Kayserili Rumlardan. Alt-üst soya baktığımda; “annemin babasının babası İstanbul doğumlu”, diyor. Özetle, Rum asıllı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. Ben kendime Türk yazar diyorum, artık alıştılar, herkes bana Türk yazar diyor. Türkçeyi iyi konuştuğumu düşünüyorum. Türkçeyi iyi yazdığımı söylüyorlar. Emin değilim o konuda. Bütün oyunlarımı Türk dilinde yazıyorum. Yunancaya çevrilmiş oyunlarımı dahi kendim çevirmedim, çevirmenim var. Çocukluğumdan beri bütün hayatım Pera’da geçti. İlkokulu, ortaokulu, liseyi Rum okullarında okudum. Bir dönem bir yıllığına İngiltere’ye gittim. Orada hem dil öğrendim hem de eğitim aldım. İstanbul’a döndüğümde İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümünü kazandım. Sonra Şehir Tiyatroları’na geçtim. Uzun süre oyunculuk yaptım. Bir hayli televizyon dizisinde rol aldım. 10’un üzerinde sinema filmim var, sinema senaryo çevirilerim var, yerli ve yabancı dillerde şarkı sözlerim var. -Tabii burada yabancı dilden kastım Yunanca oluyor.- Tiyatro yönetmeniyim, sahneye oyunlar koyuyorum. Bazen tiyatrolarda da oynuyorum. Bana bugün “kimsin?”, diye sorduklarında; “yazarım”, diyorum. Ve yazar olmaktan da çok mutluyum. Bu benim için ukalalık göstergesi ya da egosantrik bir durum değil; ama benim, yazar olarak bu kimlikte, bu isimde bugün eriştiğim nokta büyük bir başarıdır. Bazıları Kosta’nın onlardan daha iyi okuyup, konuşup, yazabilmesine tahammül edemiyorlar. Bir Kosta’nın çıkıp bugün Türkiye’nin yaşayan en iyi yazarlarından biri olabilmesi birilerinin canını çok acıtıyor, ama alışacaklar.

Aynı zamanda diyalekt uzmanısınız da.

– Dil -Rumca ve Yunanca- bilmemden ve dile karşı özel bir meyilim olmasından ötürü diyalekt eğitimi de veriyorum. Yıllar evvel ilk defa TRT’de Tarık Alpagut’un yönettiği “Sait Faik Drama” serisi yapılacaktı ve biliyorsunuz Sait Faik hikâyelerinde Rum unsurlar oldukça fazladır. Gerçekçi olabilmesi için Tarık Hoca bir uzman arıyordu, fakat Türkiye’de bu işin nasıl yapıldığını çoğu kişi bilmiyor. Ben bu iş üzerine de eğildim. Dil nasıl etkilenir, dil yapısı nasıl etkilenir? Nasıl konuşuluyor? Neden Türkçe bilenler Rumcayı öyle konuşuyor? Bunlar üzerine kafa yordum. Sonra birdenbire kendimi bir diyalekt uzmanı olarak gördüm. Artık Türkiye’de hangi proje yapılırsa yapılsın eğer Rum, Ermeni şivesine ihtiyaç varsa doğrudan beni arıyorlar. Birçok sinema filminde, dizide hatta tiyatroda bile yaptım bunu. Bir projede Rum veya Ermeni karakteri varsa bir şekilde doğrudan beni buluyorlar. Ben de elimden geldiğince kimi zaman maddi karşılık beklemeksizin yardımcı olmaya çalışıyorum.

-Türkiye’de yazar yok diye söylem vardı bir ara. Bence siz bu söylemi yıkan örneklerden birisisiniz. Her sezon çoğu oyunun altında sizin isminizle karşılaşmak mümkün… Bu sezon hangi oyunlarınız sahnede?

-Şu an İstanbul ve Ankara’da ayrı ayrı “Rulet” oyunum oynuyor. Denizli, Antalya ve Ankara’da “TedBundy” sahnelenecek.Mersin’de “Kiralık Yüzleşme” oyunum oynuyor. Adana’da “Sorgu” oynuyor. İstanbul’da iki farklı oyunum daha var. Birisi “Çiçekçi Sokağı Cinayeti”. Bir de yine Mersin’de Şehir Tiyatroları’nda benim yazıp yönettiğim “Deli Şair” oyununu sahneye koyacağım. Geçen sene dokuz oyunum sahnelenmişti. Bu sene on oyunum sahnede yer alıyor. Böylece kendi rekorumu kırmış oldum. Bu da bir yazar için çok iyi bir sayı. Ama özellikle altını çizmek istiyorum Devlet ve Şehir Tiyatrolarında hala oyunum yok. Atina Ulusal Tiyatrosu üç oyunumu repertuarına aldı. 2019-2020 sezonunda Rulet, Atina Ulusal Tiyatrosu’nda sahnelenecek. Tiflis, o da yine uluslararası düzeyde, yine bir Rulet sahneleyecek. Varşova’da yine Rulet oynanacak. Rulet üzerime çok yapışsın istemiyorum, ama herkes Rulet’i yakalıyor.

-O meşhur soruyu size de yönelteyim o halde. Ülkemizde yazar var mı?

-Sizce var mı? 

-Var.

-Bence de var. Türkiye’de çok kıymetli kalemler var ve çok da güzel şeyler yazıyorlar; fakat bu kişilerin bazı dinamiklerce yolları kesiliyor. Bu insanların çoğu, sadece yazarlıkla geçimini sağlayan insanlar, dolayısıyla bunun bir de maddi karşılığı olmalı. Bir ödenekli kurumda bir yazarın hak eden bir oyununun oynanması haktır. Bu, kimseye bir lütuf değildir. Benim 16 tane oyunum var, ödenekli tiyatroda oynanan oyun sayım bir. Bu size normal geliyor mu? Gelmez. Çünkü hiç normal değil, gerçekçi değil. Herkes sağdan soldan insanlar bulmak zorunda değil. Bunu tercih etmek mecburiyetinde de değil. Başka dinamikler olaya dâhil olmamalı. Adil olunmalı. Bugünlerde tiyatro altın çağlarından birisini yaşıyor. İstanbul programına şöyle bir bakın. Yüzlerce oyun var ve bunun lokomotifliğini de özel tiyatrolar yapıyor. Bu insanlar devlet kurumlarında da teveccüh görmeli. Bu hantal yapıyı birazcık esnetmek, reformlara gitmek gerekiyor. Bunun korkulacak ya da çekinilecek bir yanı yok. Repertuar kurumlarının daha çabuk, hızlı, yerinde ve de adil kararlar almaları gerekiyor.

Senaryolarınızın sinema ve televizyonda karşılığını görmediği gerçeğine gelelim. Elbette ki bu mecralarda yer almayı hak ediyorsunuz, ama ben sizin hikâyelerinizin gerçek yerinin tiyatro olduğunu düşünüyorum;çünkü orada daha bağımsızsınız.

– Benim bir sürü dizi film senaryolarım var. Birçok kanala, yapım şirketine gittiğimde genellikle aldığım cevaplardan birisi “Biz bunu çekemeyiz”, oluyor. “Seyirci bunu anlamaz, buna hazır değil”, deniliyor. Evet, benim saham biraz daha tiyatro gibi. Orada çok daha özgürüm. Tiyatro seyircimiz de üst düzeyde insanlar. Dolayısıyla, bir Ted Bundy, bir Çiçekçi Sokağı ya da Rulet sinemada karşılık bulamayabilir, ama tiyatroda karşılığını görüyorlar. Seyirci teveccüh gösteriyor. 

-Orhan Kılıç bir röportajında sizin için “kendisi sıra dışı” şeyler yazmayı seviyor demiş?

– Ben oyunlarımı yazarken mesaj verme kaygısı gütmüyorum. Mesaj vermeye çalışmak biraz kamu spotlarının işi. Tiyatro böyle bir şey değil. Ben bir şey yaratıyorum, insanlar da ortaya çıkan her neyse kendisine düşen payı alıyor. Seyirci beni az çok tanıyor. Oyunlarımda genellikle gerçek ya da gerçekten kurgulanmış olaylar üzerine gidiyorum. Hiçbir oyunumun yaşanmamış olduğu söylenemez. Biliyorsunuz artık İkinci Dünya Savaşı ile ilgili söylenmemiş söz kalmadı. Biz İkinci Dünya Savaşı’nı anlatırken hep Almanların yaptıklarının üzerinden gittik. Rulet’te ben bu seyri değiştirdim. Rusların eline düşmüş iki Alman savaş esirinin başından geçenleri anlattım. Sıra dışı olan buydu. Zaten yazılabilecek belli başlı 7-8 tane konu var. Önemli olansa bunları nasıl ele aldığınız. Ben galiba biraz sıra dışı ele alıyorum. Hoşuma gidiyor. Sizin,başkalarının isteklerine göre anlatımınızı aşağı çekmeniz büyük bir risktir. Zamanla o kadar aşağı çekmek zorunda kalırsınız ki bir gün çukurun içinden yazdığınızı fark edersiniz, fakat iş işten geçmiş olur. Ben her zaman seyircinin zeki olduğunu, algılarının benden –yazarından- bile daha iyi çalıştığını, hiçbir şeyi kaçırmayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla ben onlara hep yüksek dozda bir şey veriyorum ve bu her zaman karşılığını buluyor. Siz tiyatro seyircisine ne kadar üst düzey bir şey sunarsanız o her seferinde bundan memnun olur, daha fazlasını ister. Tiyatro böyle kalkınır zaten. Sizin tiyatro seyircisine “Tiyatro bu mu?”, dedirtmeye hakkınız yok. Herkes geçecek, herkes unutulup silinip gidecek. Sonra diyecekler ki “çağında anlaşılmadı”. Yazık değil mi şimdi Coşkun Büktel’e? Yazık değil mi Coşkun Büktel’in Theope’sine? Coşkun Büktel’in hakkında söylenenler onun çok büyük bir yazar olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Theope’nin Türk Tiyatrosunun en iyi oyunlarından biri olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Şimdi herkes arkasından timsah gözyaşları döküyor. Sen ne yaptın bunun için? Coşkun Büktel öldü. Theope’sini sahnede göremeden öldü. Buyurun, hep beraber üzülelim şimdi.

Ted Bundy oyunu da sıra dışıydı. Garip olan şu ki, oyunda Ted’in tüm acımasızlığına tanık oluyor ve alaycılığından nefret ediyoruz. Bir yandan da dakikalar sonra ölecek olması sanki bizim de canımızı acıtıyor.

-Ted Bundy’nin en büyük başarılarından birisi de bu. Ted, dünya tarihinin gördüğü en aşağılık adamlardan bir tanesi. Korkunç bir isim. Onun hikâyesini anlatmak çok riskliydi. Bir sohbet esnasında Nesimi Kaygusuz bana bir seri katilin hikâyesini yazmamı önerdi. Ben de biraz araştırıp,baktım. Dünya tarihinde, yaşamış hala yaşamaya devam eden çok fazla iğrenç adam var. Bu kötü iz bırakan seri katiller arasında Ted Bundy ilgimi çekti; çünkü korkunç bir adam olmasının yanı sıra müthiş eğitimli bir adam Bundy. Entelektüel, son derece yakışıklı, dünya görüşü var. Başarıları var. Zaten hâkim de idam kararını verirken aynı şeyi söylüyor. (Şu anda yaşadığımız gibi, bu mahkeme salonunda insanlığın tamamıyla heba edildiğine tanık olmak bu salondakiler için trajedidir. Zeki, genç bir adamsınız. İyi bir avukat olabilirdiniz, arkamda çalıştığınızı görmek beni mutlu ederdi, fakat ortak, yanlış yoldan gittiniz.) Ted Bundy’nin hikâyesini anlatırken onu hoş göstermeye veya suçluyu övmeye yönelik bir atıfta bulunmadım. Ben, durum neyse onu anlattım. Ama oyunda bir süre sonra seyirci Ted’e acımaya başlıyor. Ailevi ilişkileri, uğradığı haksızlıklar… Tabii ki bu onu haklı göstermez; ama seyirci soluksuz bir şekilde “Bu adam nasıl bu hale gelmiş?”, diye sorgulayabiliyor. Bütün yaptıklarını anlamaya başlıyor ve ondan nefret etmeye devam ediyor.

-Hiç sahneye koymadığınız oyununuz var mı?

Büyük Tuzak oyunum var. Dört kere Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Edebi Kurulu tarafından reddedildi. Gerekçeleri yok. Oy çokluğuyla reddettiler. Sivas, İzmir, İstanbul proje oyun olarak yapmak istedi. “Büyük Tuzak” oynanmadan basılmış ender kitaplardan birisi. Özel tiyatrolardan sayısız teklif aldım, hiçbir özel tiyatroya vermediğim tek oyundur. Öncelikle bir ödenekli kurumun sahneye koymasını bekliyorum. 

-Sizin için şöyle bir döngü mü var acaba? Oyunlarınız öncelikle özel tiyatroların sahnesinden geçecek, sonrasında gelen seyirci tepkisine göre karar alınacak.

– Ted Bundy de o dönem Devlet Tiyatroları tarafından reddedilmişti. Sonrasında o kadar büyük bir başarı kazandı ki hakkında yazılar yazıldı, ödül aldı, adaylıklar geldi. Aynı oyun benim tarafımdan noktasına dokunulmadan Devlet Tiyatrolarına tekrar gönderildi. Bu defa oy birliğiyle kabul edildi. Hem de aynı jüri tarafından. Niye? Oyun sıra dışı.

Günümüz koşullarında şöyle bir gerçeğimiz var: (Burada bilet fiyatlarına değinmeyeceğim, çünkü işin içinde biri olarak her iki tarafa da hak veriyorum.)  Ödenekli kurumlarda oyunlarınızın yer alması bence sadece sizin değil özel tiyatrolara gidemeyen seyirci kesiminin de hakkı. Onların da sizi tanımaya, oyunlarınızı tanımaya hakkı var diye düşünüyorum. Ve belki bu birçok yazar için de geçerli olan bir şey.

– Ben, bir oyunumun ödenekli bir tiyatroda oynanmasını isterkenkendim için bir lütuf talep etmiyorum. Dediğiniz gibi, bunu ben Türk tiyatro seyircisi için isteme hakkına sahibim. Ben bugün, henüz İstanbul Devlet Tiyatrosu bölümüne gitmedim, ama gideceğim ve aynen bunu dile getireceğim. Bu Türk tiyatrosunun ödevidir. Neden benim bir oyunum Ankara’da veya İstanbul’da oynanmıyor. 45 tane oyun var. Bir tane de benim oyunum sahnelensin. Bana; “senin oyunların kötü oyun, beş para etmez. O yüzden oynatmıyoruz”, desinler. Bunu öğrenmiş olayım, zaten seyirci gerekli tepkiyi verir. Ben, bir sezonda bir yazarın kendisinin hiç işin içinde olmaksızın on tane oyununun aynı anda ulusal düzeyde oynandığını bu zamana kadar hiç işitmedim. Bu ciddi bir sayı… Tiflis Üniversitesi’nde oyunlarım ders olarak okutuluyor. Atina üniversitelerinde Yunanistan genelinde üstelik -artık Selanik’te de var, “Rulet” oyunculuk derslerinde örnek oyun, yazarlık bölümlerinde de ‘bir oyun nasıl yazılır’ diye şablon oyun olarak kullanılıyor. Polonya’da oyunum var Leh dilinde.Farsçadaoyunumun çevirileri var. Bu çok önemli bir şey… Ben, Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’ten başka yazarların eserlerinin Farsçaya çevrildiğini duymadım. Rulet çevrildi, şimdi deİngilizceye çevriliyor. Tuncer Cücenoğlu’nun üzerimde çok emeği vardır. Bana her zaman destek olmuştur. Bundan beş yıl evvel ilk defa Rulet’i okuduğunda bana demişti ki: “Bir yıldız doğuyor. 3-4 yıl sabredeceksin.” Şimdilerdedördüncü yılın sonundayız ve bu sene on oyunum sahneleniyor. Bu bir anlamda kendimle de yarışmak oluyor. Kişinin üstüne yük biniyor, ama mutlu da oluyorum. Daha çok insan izlesin istiyorum, daha çok insan okusun istiyorum. Ödenekli kurumların oyunlarımı derhal oynaması gerekiyor. Halka ulaşması lazım, izlemeleri lazım… Kimsenin tiyatro seyircisini iyi oyunlardan mahrum etmeye hakkı yoktur. Bütün makamlar geçicidir, kalıcı olan tiyatrodur. Ben olayı magazinleştirmiyorum, kimse hakkında kötü bir şey söylemiyorum, kimseyi kimseye şikâyet de etmiyorum. Bu benim isteğim ya da onların bana sunacağı bir lütuf değil, ödenekli kurumların ödevi bu. Benim veya başka bir genç yazarın oyunlarını görüşmek, oyunları değerlendirmek ve oyunları oynamak zorunlulukları var.

-Son oyununuzdan bahsedelim. “Çiçekçi Sokağı Cinayeti”

-Ben ”tek mekânda psikolojik gerilimleri yazan yazar”, olarak tanınırım. Seyirci benim bu tarzımı seviyor. Oyunda, olayı hikâyelendirip biraz daha detaylandırdım, genişlettim. Kadına uygulanan cinsel şiddetin sonuçlarını her iki tarafın -hem uygulayan hem de maruz kalan tarafın- ayrı ayrı nasıl ödediğini görüyoruz. Bu olayın diğer insanlara olan etkilerine tanık oluyoruz. Oyundaki bütün karakterler yaşamış ya da yaşamış olabilecek kişiler. Şık Manol, Türkan, Despina gerçekten yaşamış kişiler. Ben bir tek oyuna derinlik katmak adına Meyhaneci karakterini ekledim. Oyun, benim çocukluğumdan, benim ailemden de izler taşıyor. Bazı karakterler, benim hayatıma etki etmiş insanlardan esinlenerek o karakterlere yüklenilmiş şeyler. Oyunda bir İstanbul özlemi var. Ben İstanbul’u çok seviyorum. Çiçekçi Sokağı’nı da düşsel dünyamın en son doluluk verileri ile aktardığım bir yansıması olarak seyircinin takdirine sundum. Hakan Altıner’i gençliğimden beri tanırım, çok severim. Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yaparken oynadığım ilk oyun Hakan Altıner’in “Sarıpınar 1914” oyunu idi. O dönemden beri hayranlığım var kendisine ama benden ona bir oyun yazmamı isteyeceği hiç tahmin etmediğim bir şeydi. Öyle olunca çok keyiflendim. Umarım çok çok oynanır ve karşılık bulur.

Hikâyenizi araştırırken özellikle şuna çok takıldım: Futbol Federasyonu istatistik uzmanı. Bu gerçek mi? Ne alaka diyesi geliyor insanın. (Gülüşmeler)

-Ciddi ciddi 2 yıl boyunca Türkiye Futbol Federasyonu’nda istatistik uzmanı olarak görev aldım.Maçlara gidiyordum. Bizim yayın odasında bir ana kumandamız vardı. Ercan Taner maç anlatıyor, bizde teknik ekip olarak; bir arkadaş bilgisayar başında duruyor ve bütün verileri benim anlatımıma göre kayıt altına alıyordu.Özel bir futbol eğitimim yok, ama iyi bir futbol izleyicisiyim, iyi Bir Fenerbahçeliyim. Bir süre de onu yaptım. Bakalım şimdi hayatta daha neler var? Karşımıza neler çıkacak?

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku