Mehmet Atak yazdı: “Sahnede Geçmiş Zaman Olur Ki”

editor
1,6K Okunma
Celile Toyon ve Ali Poyrazoğlu “Şarkıcı Kız”da. Senesini bilmiyorum. İtiraf edeyim ki fotoğraf elime geçtiğinde her ikisini de tanıyamadım.
Kenan’ın (Işık) Karen Blixen’den uyarlayıp yönettiği “Ölümsüz Öykü”nün (tercüme Fatih Özgüven) provalarına başlarken, sezon bitiminde işleme konmak üzre İBBŞT idaresine verdiğim istifa dilekçemde birinci sebep olarak “kurumdaki insan malzemesinden mutsuzum” yazmıştım. Hepi topu bir kez beraber çalışmış olsak da Celile Hanım,  İBBŞT birlikte olmaktan en mutlu olduğum insanlardandı. Saatlerce tiyatro konuşabiliyorduk pek çok diğer insanın aksine. Sonra beni İBBŞT’daki bazı şahıslar ve durumlara dair ikaz ederdi sık sık ve haklı çıkardı. Celile Hanım’la epeydir bir araya gelemiyoruz ama onu hep sevgiyle hatırlayacağım.
Ali Poyrazoğlu coğrafyadaki tiyatro sahnelerinin en yetenekli, en kültürlü, en iyi oyuncularından biridir. Hoş ben tiyatro oyuncusu olmaya, lisede, sırtı dönük tüm duyguyu geçiren Müşfik Kenter’i seyrederken karar vermiştim, hep onu bir başka severim (genel idolüm ise John Hurt). Puppet komedilerinde de, diğer komedilerde de hiç kötü olmadı (“Oğlum Çiçek Açtı”daki ekonomik kriz döneminde oportünistleşiveren conservative baba gibi) ama ben onu hep “Uzakta Piyano Sesleri”yle hatırlamayı tercih ederim. Keşke yine böyle bir oyunda oynasa, hatta III.Richarda’ı (ne incelikle oynar) ya da “End Game”deki Hamm’i, hatta hatta Nagg’i oynasa… Ali Poyrazoğlu es geçilmiş bir isim değildir coğrafya sahnelerinde ama coğrafya tiyatrosu üzerine belge bırakanların hakettiği kadar üzerinde durduğu bir oyuncu da olmadığı fikrindeyim henüz.
İBBŞT’den sitayişle hatırladığım tek Celile Hanım değil şüphesiz. En başta benim efsane oyuncum Samiye Hün. Sahneye koyduğum “Ölüm ve Oyun” ve “Hamlet 2001″de yer alarak beni çok mutlu etmiş, onurlandırmıştı da. “Samiye” adlı geçişleri dans tiyatrosu; T.C. sosyo-siyasal tarihi, Darülbedayi’nin tarihi ve Samiye Hanım’ın şahsi tarihini beraber anlatacak belgesel bir oyun yapmayı çok istemiştim, Samiye Hanım’ın sağlığında. Olmadı… Samiye Hanım, “Hamlet 2001″de Zamansız Ophelia’yı oynamıştı, ve kendisi de zamansız bir oyuncuydu. Müthiş proksometrisi, öteden beri döneminin “doing” çapaklarını hiç üzerine bulaştırmamış, insiyaki son derece contenporary “being” oynayan, müthiş bir oyuncudu.
Hakkında tezler yazılması gereken inanılmaz bir oyuncu Samiye Hün.
Sonra Beklan Algan. Tiyatroda rejiye dair pek çok şeyi, en azından ne kadar başarıyorum tartışılır ama “sahnede an yaratma”yı, o anı önseli/ardılı dolgu nefes paylarıyla ortaya çıkarmayı hep ondan öğrendim. Uyku  molalarıyla günlerce aralıksız tiyatro konuşabildiğim çok ender insanların biriydi Beklan Bey. En azından benim seyrettiğim dönem için, Şahika Tekand’la beraber iki uniqe yönetmenin biriydi coğrafya tiyatrosunda. Başta BİLSAK T.A.’nin otodidaktik ekip rejisi “İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar,” tek tek başka iyi oyunlar da izledim. Ya da her seferinde post-post modern çağda modernist metin dramaturjilerine kurban giden, çok iyi bir reji matematiği olan Ayşe Emel Mesçi’nin yönettiği oyunlar gibi “keşke” dediğim oyunlar. Ama Beklan Bey ve Şahika kendi uniqe metodlarıyla bir süreklilikti.
Maalesef senelerdir tekil örnekler harici coğrafya sahnelerinde ya dekadansın dekadansı (rejisi, oyunculuğu, daha doğrusu zihniyetiyle), ya desen, ışık, malzeme öğrenmeden modern resim yapmaya kalmak gibi sözüm ona alternatif oyunlar izleyip duruyorum. Ya da yine maalesef çoğu kez eleştirmenlerimizce de paye verilmiş ikinci el batı tiyatrosu taklidi oyunlar. Ki bunlara zaman zaman “Türkiye için yeni” cümleleri kurulmuş beni hep üzmüştür, adeta peşinen “burdan bir şey çıkmaz, orayı taklit ede ede on adım arkadan takip ederiz” gibi bir şey. Kaldı ki “Feodalite-Basit Meta Ütretimi-Kapitalizm” süreçlerinde bireyi inşa etmiş bir kültürün işi buraya yani ATÜT’ten gelmiş tebaya monte etmeye kalkıldığında, Hz. İdris’e Prometheus’un çığlığını attırmaya kalkışmak gibi bir kan uyuşmazlığı çıkıyor ekseriyet. Beklan Beyin “Ontik Tiyatro” metodunun hala Şahika’nın “Performatif Oyunculuk” metodu gibi sistemize toparlanıp beynelmilel tiyatro literatürüne bırakılmamış olması ne acı…
İBBŞT harici çalıştığım, ben İBBŞT’ye geldiğimde çoktan kurumla alakalarını kesmiş Mücap Abi (Ofluoğlu), Kemal Abi (Bekir), Mustafa Abi (Alabora) bir tarafa Samiye Hanım, Beklan Bey  ve Celile Hanım’dan başka da şu ya da bu ölçüde teşrik-i mesaim olan, şu ya da bu paraftan sevdiğim insanlar da oldu İBŞT’de: Ayla Hanım (Algan), Kenan (Işık), Rozet (Hubeş), Semah (Tuğsel), Aslı (Öngören), Bennu (Yıldırımlar), Fırat (Tanış), İsmet (Ay), “İsmet” yazmamı yadırgamış olabilirsiniz, hep “İsmet” diye hitap etmemi istemiş, “İsmet Abi” dedikçe “İsmet diyeceksin!” diye azarlanmıştım; diyemedim. Ölümünden beri, bir tarz vasiyet gibi, bahsi geçtiğinde “İsmet” diyorum artık), Savaş Abi (Dinçel), Tanju Abla (Tunçel), Zihni Bey (Göktay), Berrin (Akdeniz), Bensu (Orhunöz), Ayşen (Çetiner), Eray (Kahya), Betül (Kızılok), Serdar (Orçin), Alper (Kul), Sevi (Algan), Ali Mert (Yavuzcan), Yasemin (Gezgin), Eftal (Gülbudak)… klavyeye dokunurken aklıma gelenler, ve tabii bir de hafızamın demirbaşlarından sevgili Marlene (Ayça Telırmak). Ama galiba ben sahne üstü insanlarından ziyade sahne arkası insanlarını daha çok sevdim, en azından nicelik olarak İBBŞT’da.
Merhum Suna Pekuysal’la bir kez çalıştım, provalar boyunca istediğim hiç bir şeyi yapmadı inatla, oyunda da her istediğimi yaptı. Çıkışta “Mumlarla çıkarken seyircinin nefesinden bu işin olacağını anladım, bak istediğin gibi oynadım” demişti. Suna Hanım akabinde, o sıra üzerinde çalıştığım projede de oynamak istedi – ben Tanju Abla’yı düşünüyordum – ama ben kendisiyle bir tecrübe daha yaşamak istemediğimden uzak durdum. Suna Hanım bir keresinde bana, “canım”, “gülüm” dediklerinin servisten iner inmez en belden alaşağı biçimiyle dedikodusunu yaptıklarını, bunun “Darülbedayi geleneği” olduğunu anlatmıştı. Ben bu geleneksel oyunda olmak istemedim, şahit oldukça da mutsuz oldum. Şüphesiz yeteneği, tekniği, sezgisi güçlü oyuncular, yönetmenler vardı ama ben onlarla mutlu olamadım, benzer  şeyleri anlayarak tiyatro konuşamadım onlarla. Ama sahne arkası insanlarla teşrik-i mesaimden ekseriyet  mutluydum. Başta defalaraca “şunu nasıl çözeriz” diye sabahladığımız Cahit Abi (Kök),Türkan Hanım (Kafadar), Ömer Abi (maalesef soyismini unutmuşum), Mustafa (Türkoğlu)… her reji konseptinde, peşinen “olmaz”, “bu yapılamaz” denenleri olur kıldığımız tiyatro insanları.
İKSV Tiyatro Festivali’nin 22. si başladı. Ben tekrar bir Terzopoulos seyretmiş  olmaktan çok mutluyum. İmkanlarınız ne kadarına elverir bilmiyorum, ama en azından bir oyun seyretmeye çalışın. Sizin için garanti olan bir oyunu değil de, en uzak gelen, en riskli görüneni seçin derim. Belki tiyatro adına normalinizde bir çatlak açar.
Sevgiyle kalın…
MEHMET ATAK

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku