Bir “Vahşet Tanrısı” Olarak İnsan…

Sadık Aslankara

Kimi oyunlar, değişik mevsimlerde farklı tiyatrolar tarafından ardışık sırayla aralarında top çeviriyormuşçasına sahnelenebiliyor. Toplulukların, bu oyunları seyirci etkimesiyle sahneye taşıdığı düşünülebilir. 

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı olarak Zeynep Avcı çevirisiyle Yasmina Reza’dan izlediğim Vahşet Tanrısı, yazarın Gencay Gürün Türkçesinden Sanat adlı oyununu da anımsattı bana. Aynı-ayrı oyunları, farklı topluluklardan izlemek, doğrusu insana başka bir haz da verebiliyor. 

Yasmina Reza’ydı karşımızdaki; dramatik aks üzerinde metni/anlatıyı kaydırırken seyirciyi avcuna alan oltalar serpmeyi iyi bilen, köpürttüğü ortalama beğeniyle onları kabartan bir yazar o. Gelin biraz içine girelim bu yazarlığın. 

Yazarlığıyla Yasmina Reza…

Farklı sunumlarını izlediğim bu iki oyunun metinlerini okumuş değilim, ama oyunlardaki yaklaşımını romanlarında da gözleyince iş değişti, dört yapıtta da yazar aynı temel üzerinde yapılandırıyor çünkü bunları bana göre. Okuduğum Can yayını iki roman, Aysel Bora çevirisiyle Ne Mutlu Mutlulara (2018), Ekin Özlü Akseki çevirisiyle Babil (2020). İzlediğim oyunların üzerine bunları da koyunca bir genellemeye yaslanmakla birlikte Yasmin Reza’nın yazarlığına dönük kabaca bütünlemeye gidebilirim diye düşünmekten alamadım kendimi. Çünkü yazarın andığım dört yapıtı, yaratıcısının sanat kavrayışından izleklerine, kurgusuna, biçim-biçem anlayışına, bunları yapıtlara yayışından uygulayışına vb. bir yargıya varmayı enikonu olanaklı kılıyor. 

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı oyun, tanıtmalığından aktaracağım alıntıyla, “Bireyin ve toplumun içinde barındırdığı hoşgörüsüzlüğü ve şiddet eğilimini, aile kavramını sorgulayarak anlatan bir kara mizah örneği.” Oyunun toplulukça sunumuyla yorumlanışına ya da vahşet sorunsalı temelinde örneğin Jack London’un Vahşetin Çağrısı’na veya bununla kavramsal buluşma sergileyebilecek başka yapıt örneklerine uğramadan bu dört yapıttan kalkarak yazarın salt oyundaki metin kurumuna göz atalım istiyorum.

Türk tiyatrosunun dâhilerinden Memet Baydur’a şöyle bir uğrasak yeridir, önemli bulduğum şu satırlarına bir göz atalım mı onun: “Dramatik yapının omurgası olaylar örgüsü değildir. Oyun, eğer iyi bir oyunsa, olaylar örgüsünün üstüne dikilmez. (…) Dramatik yapının omurgası varsa eğer; bu, insan aklının da omurgası olan dildir. / Tiyatro şiire bu anlamda en yakın duran sanattır. Üstelik kâğıt üstünde başka durur, sahnede başka.” (Cumhuriyet, 29.01.1995)

Bir oyun yazarının, metindeki tiyatral konumlanışına göz atacaksak eğer, kendimize Baydur’un bu sözünü dayanak alabiliriz pekâlâ. O zaman izlediğim, okuduğum toplam dört metne dayanarak, Reza’nın yazarlığına dönük kimi vargılar üretmemin yolu açılıyor diyebilirim.

Anlatıcı Yazarlık Örneği “Vahşet Tanrısı”…

Bütün sanatlar bir “eğlence” de içerecektir kuşkusuz. Çünkü sanat bir “oyun”dur aynı zamanda, farklı “haz”lar üretmek zorundadır alımlayıcıda. Eğlence, haz derken, merak, heyecan vb. farklı duyguları da buna eklemek gerekiyor. Ancak sanatın toplumdaki kesimlere göre bir duruşu da olur. Halk oyunu denildiğinde bu, yalnız folklor değildir, basbayağı tiyatroyu da anlamak gerekir bundan. Nitekim hedef kitlesi geniş halk kesimleri olan hatta başına “halk” sözcüğünün eklendiği şiir, öykü, roman sonra resim, müzik vb. öteki sanatlar bu konumlanış içinde geniş halk kesimlerini hedef alabilir kendisine.

Muhsin Ertuğrul, İnsan ve Tiyatro Üzerine “Gördüklerim” (Yankı, 1975) adlı yapıtında “Halka İnmek Değil, Halkı Yükseltmek” başlığı altında şunları yazıyor: “Sınıf sanatı diye yalnız bir tabakanın, bir sınıfın anladığı, zevk aldığı sanata diyoruz. Örneğin bizde, rahmetli Hasan Efendi’nin tulûat dedikleri oyunundan yalnız bir sınıf halk zevk duyardı ki aynı sınıf Mınakyan’ın oyunlarından bir şey anlamıyordu. Nitekim tam tersine olarak Mınakyan’a gidenler tulûatı, hatta biraz bayağı görmek yanlışlığında bulunuyorlardı. Bu iki sınıfın dışında, bir parça daha aydınlar her ikisinden de zevk tadamıyorlardı. Görüyoruz ki şöyle hiç tiyatrosu olmayan bizde bile kısa bir ayrım üç sınıfı ortaya çıkarıyor. Nerde kaldı ki Amerikalıların resmî deyimince tiyatro kâbesi olan Moskova gibi yirmi ayrı tarz ve akım güden bir tiyatro kentinde bu sınıflar kuşkusuz ki daha çoktur.” “…[H]alk sanatı yapmak, kitleye sanat zevki duyurmak için zevksizliğe inme(k değil), onu seyreden kitleyle beraber ruhunu yükselt(mek demek). (…) Halkı yükseltmek için aşağıya inilmez, onları yukarıya çıkarmak gerektir. 

Yasmina Reza’nın yapıtları, bende “anlatımcı” olduğu izlenimi bıraktı. Bu, olan bitenin anlatılması anlamına gelmiyor. Metnin / sahnenin bir tarafta, seyircinin / okurun öteki tarafta kalması; birinin salt anlatıcı (vazedici), ötekinin alımlayan katılımcı yerine tüketici konumu sergilemesi bağlamında alınmalı.

“Vahşet Tanrısı”ndan Vahşi Küçük Tanrıya…

Yasmina Reza’dan Şafak Özen dramaturgisiyle Mert Kırlak’ın yönettiği Vahşet Tanrısı, müzikte Ali Eyidoğan, dekor tasarımda Aylin Önen, ışık tasarımda Al Rıza Tekin imzalarıyla sahneye taşınıyor. Oyunculuğu Korel Cezayirli, Murat Danacı, Başak Boran Oksal, aynı zamanda yönetmen yardımcılığını üstlenen Çiğdem Altuğ dörtlüsü sırtlanıyor. 

Herkesin işini yaptığı, sahnenin tıkır tıkır yürüdüğü bu düzeyli sahne gösterisinden geriye ne kaldığını sorarsanız, bence iş, bu noktada kilitleniyor zaten; uzak çağrışımlarla da olsa tartımıyla yer yer komedi dell’Arte havası, yer yer komik ve hüzünlü bulvar komedisi kıvamı, biraz da sitcom anıştırması. Bilinen yollardan geçen oyun, zihnimizde bize, katılımcı/yaratıcı seyirci olarak herhangi kavramsallaştırma olanağı sunamadan ayrılıyoruz salondan. 

Vahşet olgusunun küçük tanrısı bağlamında öngörülebilecek insanın, Vahşet Tanrısı’na özgü bu sunumda vahşet sofrasından neredeyse hiçbir şey almadan kalktığını söylesem pek mi abartmış olurum dersiniz?

SADIK ASLANKARA

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku