Ayşe Lebriz Berkem: “Yüceleştirilen Herkesi -Özellikle İktidar Sahibi Erkekleri- Yukarıdan Usulca Yere İndirmeli”

editor

Dergimiz Yayın Kurulu Üyesi, oyuncu/yönetmen/eğitmen Ayşe Lebriz Berkem’in son günlerde tiyatro camiasında yaşanan taciz, cinsel ve psikolojik saldırı haberleri üzerine kaleme aldığı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.

*****

Tiyatro Sanatının içinde yaşadığımız coğrafyadaki zorluklarının başında (bence) Oyunculuk Eğitimi meselesi geliyor.

Oyunculuk genellikle kolay sanılıyor. Herkes çıkar oynar, diye bakıldığında zaten buna söylenecek ne söz olabilir? Sadece “hadi gel başlayalım çalışmaya madem öyle” demek geliyor içimden. Çünkü çalışmada ancak katmanların bir ikisini fark edecek, teknik olarak sesini, bedenini kullanmasındaki eksikliğin farkına varacak; duygusunu bir heykeltraş gibi nasıl yontup şekillendirmesi gerektiğini ama bunu yaparken de arkasında güçlü bir fikir olmadan bunun ol(a)mayacağını anlayıp okuyup araştırması gerektiğini görecek vs. Dört koldan değil sekiz, on, hatta on iki koldan yetişmesi gerektiğini idrak edecek. O yüzden gerçekten oyuncu olmak isteyenler bu yola baş koyuyor, yüreğini koyuyor.

Mış gibi yapanlar da olabilir. Ve bu kişiler başarılı da olabilir. 

Ama POZ kesenle DÜRÜST olan arasındaki ayrımı hemen yakalayacak seyirci gözlerinin çoğalmasını dilemekten başka çare yok sanırım.

Oyuncu, henüz bilmediği ama hissettiği ve deneyimlemek için büyük bir istek duyduğu bir yolculuğa çıkar… Henüz karakterini yaratmaya başlamadan önce tıpkı flanöz ve flanörler gibi hikâyenin içinde keşfe çıkar, satır aralarında dolanır; ara sokaklara dalar, yeni şeyler keşfeder; her zaman keşfedilen tatlı ve hoş şeyler olmayabilir. Hikâyeler acıtabilir, sızlatabilir de… Üstelik oyunlar bitmedikçe/bu yolculuklar bitmez de… Karakterler bu süreçte yavaş yavaş ve itinayla gelişir ve son halini alır. İşin ilginci  bu yolculuklarda kişi kendini de keşfeder. Kendi keşfinin de gözlemcisi olur. Kendisini tanır ve kendisiyle yüzleşir… 

Zor mu? Evet, zor. Her meslek gibi… Ama klişe bir yerden söyleyecek olursam doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilerle bir arada gerçekleşen bu yolculuklardaki keşifler güçlü ve sağlam bir oyuncu olmak için önemli oluyor. Çünkü kendini ortamda ya da ekip içinde “güvende” hissetmek ister oyuncu. Güven ise  “yaratıcılığının” musluğunu açması, özgürleşebilmesi için gerekli. 

İşte oyuncu, kendisine iyi gelecek olan en iyi okulu, en iyi atölyeyi, en iyi kişiyi bulmak için arayışlara girer. Bu bazen sancılı, yaralayıcı bazen de şahane bir kapı açabilecek bir süreçtir. Bir çok oyunculuk çalışmaları, bir çok metodlar var. Oyunculuk Sanatı üzerine yazılmış kitaplarda günümüze kadar gelen tarihsel süreçlerini bulabiliriz. Herkesin bir yöntemi var. Ama hepsi “bir” yere çıkıyor bence: OYNA(T)MAK 

Gelelim TACİZ meselesine… Aşağıdaki yazıyı okuduğunuzu farz ederek lafı eğip bükmeden yazmak istiyorum. 

BU BİR OYUNCU EĞİTMENLİĞİ DEĞİLDİR. Değildir.

‘’…’in taciz ve cinsel saldırılarına maruz kaldım… Bu ‘çalışmaların’ gidişatı failin,  mahremiyet sınırlarımı aşan bölgelerime dokunması ve bu bölgelere müdahale etmesiyle gerçekleşti. Ama fail bu ‘çalışmalar’ esnasında bana dokunmak için herhangi bir sözlü onay almadı.’’

Ne olduğunu yaşayan kişi böyle yazmış, yaşadıklarını böyle dile getirmiş… 

Ne olduğunu yaşayan kişi yazmış dile getirmiş… 

Kendisinin çok çabuk bu travmayı atlatmasını diliyorum. 

Konuşmak/Anlatmak/Paylaşmak/Yalnız olmadığını hissetmek iyi olmanın birinci adımı.

Burada sözü geçen çalışmayı kutsallaştırarak sanki matah bir metodmuş da bizler bilmiyormuşuz gibi üst bir dil kullanarak açıklama gelmez diye ümit ediyorum çünkü beyhude olur. 

Yapılan kötülük. 

Niye mi? Bu çalışmanın yürütücüsünün (yöneticisinin) karşısında kendisinden bir şey öğrenmek için gelmiş biri var yani öğrencisi var. İlişki bir şeyleri sorgulamak için “eşit” değilse öğrenenin “benim bilmediğim ama onun bildiği ve benim bilmemi istediği şeyi bilebilmem için deneyimlemeye mecburum’’ baskısını o an adını koymasa da hissedebilir ve bu onu bir şeylere mecbur bırakabilir. 

Bu çok bıçak sırtı gibi bir durum. Karşısındaki kişi ona güvenmiş! Ona inanmış! Şayet beden ve haz çalışmaları” adı altında (sınırları müphem olan) bu çalışmayı yürüten kişi, işin hassasiyetine vakıf ve iyi niyetli ise çalışma bittikten sonra çalışma nasıl neticelendi, olumlu bir geri dönüş alınabildi mi ya da “O” kişide açtığı bir TRAVMA var mı yok mu diye kontrol etmesi gerekirdi. 

Ya da bu travmayı fark edebilecek bir başka bilir kişi var mıydı? Yetkin bir kişi?  Yok. Bu bir sınır ihlali. Mahremiyet sınırlarını aşmak. Üstelik sözlü onay” da yok. Öyle olunca işte, rahatlıkla bu çalışmanın mesleğimizin etiğine uymadığını söyleyebiliyorum.

Eğer bu “taciz” bir çalışma esnasında olmasaydı, tepkim yine böyle olurdu. Ancak benim için işin ikinci bir boyutu daha var: değil mi ki bu taciz bir “oyunculuk çalışması” esnasında gerçekleşmiş, o zaman mesleki bir refleksle de tepki vermem kaçınılmaz.

Tiyatro sanatına karşı doğabilecek yanlış algıyı temizlemek için ne çok mesleğimizin “etiğini” anlatmak zorunda kalacağımızın farkında mıyız? Ne kadar gencin kafası karışacak, kendini güvensiz hissedecek! Deneysel çalışmaların yeri geldiğinde sorgulanabileceğinden tutun da bizim mesleğimizde “dokunma”nın ne kadar “özel” bir yeri varken herkesin kuşku duymasına yola açabileceğine kadar bir dizi endişelere sebep verebileceğinin farkında mıyız? 

Mesleğimizin etiğini ivedilikle bizlerin kendi içimizde tartışmasını, konuşmasını çok önemsiyorum. Bu konuda sözü rahatlıkla devralabilecek “oyunculuk eğitimi” üzerine yetkin olan meslektaşlarım var, lütfen konuşsunlar. Her şeyi sorgulayalım ama bir bilinç ve bilgi olmadan sorgulamanın yarın öbür gün biz oyuncular için gerekli olan bir deneysel çalışmanın da önünü kesme tehlikesi olabilir; buna dikkat çekmek istiyorum: Özgürleşelim derken hep beraber tutsaklaşabiliriz.

Oyuncu olan ve oyunculuk eğitimi almak isteyen herkesi istismarlar, tacizler ve her türlü şiddet ile ilgili bilgilendirmek gerektiğine inanıyorum. Oradan oraya, iyi bir oyuncu olmak için çırpınan gençlerimiz (hatta bizler) bu konuda bilgilendirilirsek böylesi acıların önüne geçebiliriz.

Ve tabii bu mesele bağlamında eleştirilemeyecek kadar yüceleştirilen herkesi -özellikle iktidar sahibi erkekleri- yukardan usulca yere indirmeli. Eşitlenmeyen her ilişki benim için sorunludur. Kimseye tapmamayı ve eşitlenmeyi öğrendiğimiz gün sorgulayabileceğiz. Sorgulamalıyız da… Bu hepimize özgürlük alanı açacak. Evet, bizim toplumumuzda düşünen, soru soran, itiraz eden insan pek istenmez. Ama… Bu sanatta olmazsa olmaz bir mesele… Sor, sorgula, araştır, incele… 

Kimseden korkmayalım. Gün gelir, bir bakmışız o yüceleştirdiğimiz sanattan da daha kıymetli olduğunu anlarız hayatımızın. Sanat uzun, hayat kısa ama bizim hayatımız da çok kıymetli. Başkalarına hak etmedikleri kıymeti vereceğimize kendi kıymetimizin farkına varıp, işimize bakalım. Anlatacak çok hikâyemiz var, yutulacak daha çok sahne tozu…

Taciz ve Cinsel Saldırıya maruz kaldığını bildiren Ayşe’nin yaşadığı acıyı dindirecek bir ilaç var mıdır bilmiyorum ama, umarım bu acıyı unutturacak derecede güzel şeyler yaşar tiyatroda… 

AYŞE LEBRİZ BERKEM

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku