Ali Poyrazoğlu: “Bütün Yaptıklarım Hoşgörü Alanını Genişletmek İçin”

editor

O, tiyatronun yaşayan efsanesi Ali Poyrazoğlu…Bugüne kadar sayısız oyun sergiledi, filmlerde, dizilerde, tiyatro sahnelerinde devleşti. Oyunlar çevirdi, kitaplar yazdı. Duayen isim, yeni projelerini Dünya gazetesinden Helin Kaya’ya anlattı…

Geçtiğimiz ocak ayında kendi adınızı taşıyan tiyatronuzun 50. Sanat yılını kutladınız… Çoğu tiyatronun hem koşullara, hem de zamana yenildiğini düşünürsek, bu sürekliliği nasıl başardınız?

Ben akademik eğitim almış bir oyuncuyum ama öğrenmenin okuldan sonra başladığı prensibine inandığım ve bir ömür sürmesi gerektiğini düşündüğüm için kendimi hep geliştirdim. Oyuncunun iyi silahlanması gerektiğini düşündüm. Benim bir şansım vardı, evde Fransızca konuşarak büyümüştüm sonra İngilizce de öğrendim. Yeşilköy çocuğu olduğum için Rumca da öğrendim. Çok oyun ve kitap çevirdim, yazdım, oynadım, öğrendim. Sonra babamdan kalan bir ilaç imparatorluğu olduğu için onunla uğraşırken ticaretin içine girdim. Çok ünlü olan tiyatrocuların sonlarının neşeli olmadığını bildiğim için kendimi sağlama almak adına ticaretle uğraştım. Ama bir yandan da iş hayatında demokratikleşmenin, yeniden bilgilenmenin, çalışanları güçlendirmenin, üreten- tüketen ilişkisinin günün koşullarına uygun hale gelmesi için, inovasyonun önemini öğrendiğim için Amerika ve İngiltere’de okula, kursa, workshoplara gidip kendimi geliştirdim. 20 yıldır da Türkiye’nin en büyük kurumsal yapılarına inovasyon, motivasyon, marka derinliği sağlamak gibi konularda eğitimler veriyorum. Yani bir ek işim de var, zamanımın bir kısmını da o alıyor, sadece oyunculuk ve yazarlık değil.

20 yılda bugüne kadar 600 bin kişiye eğitim, seminer vermişim… Daha yeni QNB Finansbank’ın Yönetim kurulu Başkanı Ömer Aras ile bir çalışma yaptım, çok ilgi uyandırdı.

Farklı ülkelerde, farklı dillerde pek çok sahnede yer aldınız. Yurt dışında yabancı dilde oyunlar oynamış, Türkçe’ye birçok oyunu çevirerek kazandırmış bir isimsiniz. Orada devam etmeyi düşündünüz mü hiç?

Bir an düşündüm. Menajerimde, beni orada destekleyen prodüktörler de, yazar arkadaşlarım da kal dediler. Koşullar çok iyiydi, bir film teklifi gelmişti Al Pacino ile… Ama buradan giderken televizyon kanalı Atv ile bir sit-com yapmak için sözleşme imzalamıştım. Studyolar hazırlanmıştı dekorlar yapılmıştı, çok para harcanmıştı ve her şey hazırdı. Amerika’da benim için çalışma vizesi alamayacaklar diye düşünüyordum, prodüktörüm çok güçlü ve becerikli bir kadın; o izni aldı. Çünkü Amerika’da oynayabilmek için profesyonel tiyatroda sendikadan onay almak zorundasınız.

O esnada tiyatromda ‘Eski Çamlar’ oyununu oynuyordum, Atv’de ‘Aile Bağları’ dizisini hazırlamıştım. Gidip kanala Amerika için izin verip vermeyeceklerini sordum ve sezon sonuna kadar orada oynayıp döneceğimi söyledimGittim ama Amerika’daki oyun bitince geldim, diziye başlayarak 55 bölüm yaptım. 55 hafta burada geçince Amerika’ya geri dönmekten vazgeçtim. Kalsaydım orada da çalışırdım. Benim için sahnede veya kamera karşısında olmak, ya da bildiğim dillerde o işi yapmak karışık bir iş değil. Seyirci her yerde aynıdır; iyi seyirci vardır kötü seyirci vardır. İngilizce oyunlar oynadım, Almanya’da 45 ayrı şehirde gösteri yaptım. Atina’da, Fransa’da ve Avusturalya’da oynadım Marifetlerinin ve hünerlerinin tadını çıkarmayı becermeye çalışan bir insanım.

Yıllar önce izleyiciyle buluşturduğunuz oyunlarınızı günümüze uyarlamayı veya yeniden sahneye çıkmayı düşünür müsünüz?

Bazılarını seyirci istiyor zaten. ‘Tak Tak Takıntı’yı oynamıştık aradan 7-8 sene geçti o kadar baskı gördük ki yeniden oynadık daha yeni bitti. Bazı oyunlarımızı yeniden oynamak durumunda kalıyoruz. Hem kendimiz o oyunları özlediğimiz için hem de insan merak ediyor 10 yıl önce yaptığın bir işi bugün nasıl yaparsın, sende ne gibi gelişmeler oldu… 10-20 yıl önceki seyirciyle bugünkü seyirci arasında ne gibi farklar var mesela görmek için. Bütün bunlar heyecan uyandıran sorular. Onların cevabının peşine takıldığımız zaman bazı repertuarlarımıza yeniden yer veriyoruz.

Pandemi dönemini üretken geçirdiğinizi biliyoruz. Dört kitap yazdınız, açık havada oyunlar sergilemeye devam ettiniz. Bu üretkenlik mi sizi hayata bağlıyor? Hiç umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu?

O dönemde ayrıca İsviçre, Avusturya ve Fransa’ya giderek de oynadım. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım ben bilime inanan bir adamım. Ama kontrolü de elden bırakmadan sağlığıma da dikkat ederek bir parçada Bodrum’da olmanın şansını kullanarak açık hava ile süreci rahat geçirdim diyebilirim. Arada da oynayabildiğim yerlerde gidip oynadım. Seyirci maskesiyle seyretti, yani fırsat buldukça hep oynadım.

Bir röportajınızda ‘Keyif almadığım, eğlenmediğim hiçbir işi yapmam’ diyorsunuz. Yıllardır yaptığınız her işte başarılı olmanızın en büyük sebebi işinizi çok sevmekten mi geçiyor?

Evet yapmam. Ve evet işime aşığım. Ben oyunculuk sanatına, tiyatroya, sanatın tümüne yaşamını adamış bir adamım. Heykele, resme, müziğe… Bunlar hem benim mesleklerim hem de yaşam biçimim. Onun için çok mutluyum iyi ki bu işi yaptım. Başka işlerde yapıyorum ama o işlerde benim sanatımın bir parçası, çünkü ben onları bir stand up kalıbıyla ya da çok eğlenceli bir formatla yaptığım için şirketlerde beni tercih ediyor.

Hem gülüp eğleniyorlar hem de şirketin anlatmak istediğini akıllardan çıkmayacak bir şekilde nakletmesini becermeme tiyatrodan öğrendiklerim sebep oldu. Tiyatro beni iyi bir konuşmacı yaptı. İyi bir aktör olmanın nimetlerinden yararlanıyorum yaptığım yan işlerde doğrusunu söylemek gerekirse.

Tiyatro sahnesinden sinema perdesine, yönetmen koltuğundan çevirmen ve yazarlığa, Ali Poyrazoğlu denilince pek çok iş geliyor aklımıza. “ Pek çok şapkam var” diyorsunuz. Bu kadar üretken olmayı nasıl başarıyorsunuz?

Şapkalarıma bir iş daha ekledim ve zeytinci oldum. Daha öncede bir mesleğim vardı pavyoncuydum. Çünkü ben İstanbul’un ilk kabaresini açtım, Yeşil Kabare. İçinde şaka, alay ve mizahın başrolde olduğu çok parlak zekalı oyuncularla ilk defa doğru dürüst bir stand up’ın yapıldığı bir mekan açtım İstanbul’da. Yeşil Kabare’de Müjdat Gezen, Deniz Türkali, Uğur Yücel, Huysuz Virjin aklınıza kim geliyorsa çıktı orada. Yeşil’e ruhsat almaya gittiğimde dediler ki gece 04.00’e kadar açık tutacağım diyorsun bu lokantayı falan aşıyor pavyon ruhsatı alacaksın dediler. Yeşil Kabare’nin ruhsatı pavyondu. Eski bir pavyoncuyum yani.

Ama sonra Yeşil’i kapattım ve pavyonculuk şapkamı çıkarmış oldum. Şimdi bir de zeytinci oldum. Ege’ye gelip zeytinle doğayla uğraşmıyorsan ne işin var burada? Doğa ile uğraşacaksan gel yoksa ne geliyorsun? Kalabalık yapma.

Tek kişilik oyununuz ‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’ çok ilgi gördü…

‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’nu özel olarak Beyoğlu Kültür Yolu Festivali için yazdım. Ama o kadar beğenildi ve ilgi gördü ki tekrar onu repertuara koydum. Ben oyunu iki kere oynayıp bitirecektim… Ama “seyirciden bu oyunu saklamayamazsın” diye tehditler aldım, devam ettim. Çok ilgi görüyor. Ben bu durumu bir kere daha yaşamıştım… İstanbul Tiyatro Festivali ısrar etmişti bana “bir şey yap” diye, arkadaşım Dikmen Gürün vardı o zaman festivalin başında; zorladı ve ‘Asi Kuş’u yaptım. İki kere İstanbul Festivali’nde oynadım. Kıyamet koptu “sen bunu nasıl oynamazsın” diye. Ve 5 senedir oynuyorum oyunu. İstanbul’da ve Anadolu’nun bazı yerlerinde oynadım binlerce insan seyretti her yer tıklım tıklımdı. Bu seferde ‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’nu, Beyoğlu Kültür Festivali için yaptım.

Oyunun ismiden yola çıkarak sormak isterim; Beyoğlu’nun bu günlerde yaşadığı kabuk değişimini nasıl değerlendirirsiniz?

Ben Beyoğlu’nda okudum, tiyatromu Beyoğlu’nda açtım. Bütün Beyoğlu tiyatrolarında oynadım Karaca tiyatro, Ses tiyatrosu, Dormenler, Ulvi Araz, Kenter tiyatrosu, Şehir tiyatroları… Hepsinde oynadım. Bir oynamadığım yer vardı oda Küçük Sahne. Ama tiyatromu orada kurdum bundan 50 yıl önce. Aziz Nesin’in özel olarak yazdığı ‘Hakkımı Ver Hakkı’ oyunuyla tiyatromu kurdum. Seyirci beni 50 yıldır hiç yalnız bırakmadı. Beyoğlu’ndan başka yerlere gittik seyirci yine bizi takip etti. Beyoğlu büyük bir değişime uğradı normaldir, daha öncede değişimlere uğramıştı yine değişecek. Ama değişmeyen tek gerçek değişimin kendisidir. İyiye doğru mu kötüye doğru mu değişecek, yine bir kültür sanat odağı İstanbul’un kültür sanatta baş ilçesi olmaya devam edecek mi bilemiyoruz. Ama üzülerek söylüyorum ki tiyatrolar aşağı yukarı tamamen yok oldu sinemaların büyük bir kısmı da ya kapandı ya da krizde kapanmak üzere. Yani tiyatrolar ve sinemalar olmadan Beyoğlu’nu eski haline getirmek zordur. Beyoğlu sadece kültür sanatı değil modern yaşamı, cumhuriyete uygun yaşamı, laik ve uygarca yaşam biçimlerini taşıyan bir ilçeydi. Ama şimdi son hali bir parça lezzetsiz.

Tiyatro oyunlarınız dışında sizi heyecanlandıran yeni projeler var mı?

Bir sinema filmi çekiyoruz. Ama şimdi dijitalleşme çağına geçtiğimiz için dijitallerle görüşüyoruz. Ben senaryo ve oyunculuğunu yapacağım ama yönetmen ben değilim. Ben sadece senarist ve oyuncu olarak katıldım projeye. Dijital platformlardaki bol çeşitliliğin iyi olduğunu düşünüyorum. Akşam ne izleyeceğim diye düşündüğün zaman öyle bir menü var ki sıkılmaz insan. Dijitalleşme seyircinin izleme sayısını çoğalttı.

Sosyal medya üzerinden takipçi/ popülerlik kazanan, sonra televizyonda oyuncu olarak karşımıza çıkan pek çok isim var… Ne düşünüyorsunuz bu konuyla ilgili?

Bir şey itiraf etmeliyim ki ben onların hiçbirisini seyretmiyorum. Karşı değilim, bu dünyanın her ülkesinde böyle oldu. Ama birkaç tanesinin filmine baktığım zaman üzüldüm o insanlara. Ve onlara bunu yaptıranlara da üzüldüm, para uğruna niçin sanatı alet ettiklerini hala anlayamıyorum.

Daha doğrusu anlıyorum yani prodüktörlük sonuçta para işi ama bunun bir seviyesi, çizgisi ve etik kuralları olması gerekir. İki tane tweet attı diye birisine film çektirip o insanı da rezil etmenin gereği yok. Oynayamıyorlar çünkü beceremiyorlar %99’u. Oyunculuk profesyonel bir meslektir. Ben gidip beyin ameliyatı yapıyor muyum? Mahkemeye çıkıp birisinin avukatlığını yapmaya kalkıyor muyum? Anlamadığın, bilmediğin işe bulaşmaman lazım. Büyük bir hadsizlik. Zaten Türkiye’de bir hastalık bu memleketi kurtarırlar sofralarda, evlerde herkes mesleği olmayan konuyu çok iyi biliyor. Düşünmek serbest tabii ki ne istediğini söyleyebilirsin. Ama kendini uzman görüp ahkam kesmeyeceksin. Ben öyle davranmaya çalışıyorum. Birde bilmediğin işi yapmayacaksın özellikle bu konu sanat ise. Sen bir yerde iki tane tweet attın binlerce beğeni aldı diye sana film dizi teklifi geldiği zaman “yok bu benim işim değil” ya da “tabii yaparım ama iki sene sonra görüşelim, bakalım ben şöhretimi devam ettirebilecek miyim ve kendimi eğitebilecek miyim, hocalardan dersler alıp kendimden bir oyuncu çıkaracak mıyım” diyeceksin.

Eskiden mankenler için “şu olur mu bu olur mu oyuncu olur mu” diye sorarlardı ben de demiştim ki “mankenler oyuncu olsun, siyasetçi olsun, bankaları yönetsinler… Manken oyuncu mu olmak istiyor? Okuluna gider ders alır tecrübe sahibi olur gider kendinden oyuncu çıkarır çokta güzel başarır” Bunu becermiş insanlar var Kenan İmirzalıoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ, Beren Saat… Beren benim öğrencimdi, ona oyunculuğun abc’sini öğreten onu formatlayan insan benim. Daha sayamadığım bir sürü oyuncu var. Kendilerine eğitim veren, bu işe kendini adayan insanların haklarının yendiğini düşünüyorum. Oyunculuk okumuş, bunu meslek seçmiş insanın önü açılacağına, spor salonlarından adam toplayarak bu işin yapılması biraz tadını kaçırıyor.

Bu sadece oyunculukta böyle değil, her alanda liyakatsizlik başrolde Türkiye’de. Ayağımızı denk atıp, iyice bir düşünüp liyakatin öneminin altını yeniden çizmeliyiz.

BODRUM’DAKİ HAYAT KALİTEM ÇOK DAHA YÜKSEK

Zamanınızı çoğunlukla Bodrum’da geçiriyorsunuz. Nasıl geçiyor Bodrum’da günler?

Boş zamanlarımda zeytinle ve doğayla uğraşıyorum. Burada her sene 150 kiloya yakın zeytinyağı aldığım bir bahçe var. Orada zeytincilik işleriyle uğraşıyorum. Zeytinlere bakıyorum, onları topluyorum, sıktırıp şişeletiyorum bir kısmını kendimiz kullanıyoruz bir kısmını da dostlarımıza dağıtıyoruz. Onun dışında covid krizi başladığında Bodrum’a gelince bir karar daha alarak kilo verdim. Toplamda 14 kilo vermişim her gün 1 saat yüzüyorum, yürüyüş yapıyorum ve jimnastik yapıyorum. Aynı zamanda kitap yazıyorum çeviri yapıyorum, buradan da işlere gidip geliyorum. Bu hafta mesela Ali Ağa Tiyatro Festivali vardı orada oynadım ‘Şıngır Şıngır Beyoğlu’ oyunumu. Şimdi üzerinde çalıştığım iki tane oyun var; BKM ile yaptığımız, Ocak ayında başlayacak bir sürpriz proje var mesela… BKM ayrıca bir komedi festivali yapıyor onun için de birlikte çalışıyoruz. İstanbul Tiyatro Festivalinde iki tane gösteri yapacağım, yeni bir oyun yazdım onlar için toparladım. Bir Jazz trio’su ile birlikte yapacağım bunu ‘Habanera Makamı’ oyunun adı. Birçok operanın, başta ‘Carmen’ olmak üzere müzisyenlerin kullandığı bir makam Habanera Makamı. Bundan yola çıkarak bir Jazz trio’su ile birlikte doğaçlama bir gösteri yapacağım. Bunun birincisi 9 Kasım’da Cemal Reşit Rey’de, ikincisi 19 Kasım’da Kadıköy Süreyya Operasında olacak. Kitabımı da yazmaya devam ediyorum, bir de oyun yazıyorum yeni sezon için. Adı ‘Evlere Şenlik.’ Şunu da söylemek isterim İstanbul bir kabus şehrine dönüştüğü için Bodrum’daki hayat kalitem çok daha yüksek.

ÇOCUK TİYATROSU ÇOK ÖNEMLİDİR

Bir çocuk oyunu yazmak istiyorum, bu benim hayalim’ demiştiniz. Gerçekleştirdiniz de bu hayali… Neden çocuk oyunu yapmak istediniz?

Evet, yazdım birkaç tane çocuk oyunu. Şehir tiyatroları için bir çocuk oyunu yazmıştım onda da Müjdat Gezen ile Savaş Dinçer oynamıştı. Kendi tiyatromda çocuklar için bir gösteri yaptım çok farklı bir dil gölge tiyatrosuyla oyuncuları bir araya getiren bir teknik. Biz onu geliştirerek sahnede kullanmak istedik. Ama bizim bildiğimiz bir şey değildi. Bulgaristan’dan yönetmen, sahne tasarımcısı ve bir kukla tasarımcısı getirdik. Almanya’dan makineleri getirdik ve o gösteriyi yaptık. Kaldırdık oyunu ama şimdi onu geliştirerek başka bir biçimde kullanmak için hayal kuruyoruz BKM ile. Çok ilgiliyim çocuk tiyatrosuna, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bizde yapılan çocuk tiyatrolarının büyük bir kısmının şişirme işler olduğunu ve çocuklara izletilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bir kısmını gördüm çünkü. Biz büyük bir seyirci zihnini tahrip edemeyiz. beğenir beğenmez, sever sevmez aklı başında belirli bir yaşı geçmiş seyircilere oynuyoruz çünkü normalde oyunlarımızı. Ama çocuğa bir şeyi anlatırken çok dikkatli, onun içinde yaralar açmayacak, zihnini zedelemeyecek şekilde tiyatro kurulması gerekir. Mutlaka pedagog işin içinde olmalı… Ama bizde bunu ciddiye alarak yapanların olmadığını gördüğümde ve onların okul okul dolaştığını gördüğüm zaman çok üzülüyorum. Bu işi yapan birçok insan bana kızacak ama gerekli özenin gösterilmediğini, geçim kaygısıyla şişirme işler yapıldığını düşünüyorum ve bu beni üzüyor. Çocuk tiyatrosu çok önemlidir çünkü.

Kaynak: https://www.dunya.com/hafta/sanna-marin-hayat-tarzimi-degistirmeyecegim-haberi-667354

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku