Uyandırmak İçin Anlatılan Toplumcu Bir Masal:”At Gözü”

Gonca Katman
2,8K Okunma

“…Yücelmek, yüceltmek için dünyaya gelmiş insanları doğal hakları olan yaşama pahasına süründüren kimlerdir? Kimlerdir bunun sorumluları?(…) Kişiye öz çıkarlarını, insancıl çıkarlarını öğretmeyenler, göstermeyenler. Onlar! Yönetmişler, yönetenler, yönetecekler.”   Sermet Çağan

Sermet Çağan’ın oyunlaştıramadığı taslak bir düşünceden yola çıkılarak sahneye taşınan “At Gözü”,  insanın var oluşundan beri süregelen doyumsuzluğunun nelere mal olduğunu insani bir noktadan fakat ürkütücü bir gülünçlükle gösteren, toplumcu, dinamik bir oyun. Kapitalist sistemin en önemli ayaklarından biri olan bu ‘açgözlülük’ hali, oyunda bir yandan kapitalist sistemi ortaya çıkaran bir olgu olarak ele alınıyor ve bu döngünün nasıl yıkıcı bir boyuta taşındığını çarpıcı bir masal eşliğinde açıklıyor.

Seçkin Selvi’nin, Yiğit Sertdemir’den başka kimseye emanet edemezdim dediği Sermet Çağan’ın At Gözü tasarısı, yazara bir saygı duruşu niteliği taşıyor ve yaratıcı bir yaklaşımla onun sanatını yüceltiyor. Tiyatromuza Ayak Bacak Fabrikası ve Savaş Oyunu adıyla iki başarılı oyun kazandırmış olan Çağan’ın erken yaşta aramızdan ayrılışı son derece üzücü, tiyatromuz açısından da büyük bir kayıp olmuştur. Bu nedenle “At Gözü”, çağımız insanını bu değerli sanatçıyla buluşturması, onun tiyatro anlayışını, düşüncelerini, üslubunu yansıtması bakımından oldukça kıymetli, önemli bir çalışma.  

Sezonun merak edilen oyunlarından biri olan “At Gözü”, masal ve gerçeğin, yaşamın ve oyunun birlikteliğini vurgulayan ve bu birliktelikten önemli dersler çıkaran bir içeriğe sahip. Yiğit Sertdemir, Sermet Çağan’ın “At Gözü” tasarısına olabildiğince sadık kalabileceği yeni bir düzlem eklemiş öyküye. Çağan – Selvi çiftinin “At Gözü”nün tasarısına ilişkin anıları oyunun bir parçası olmuş; böylece masal hem yazılıyor hem anlatılıyor sahnede. Oyun, Sermet Çağan ve Seçkin Selvi’nin gerçek yaşamlarından yola çıkıyor ve çağımızın pek çok toplumunun evrensel-politik gerçeğine kadar uzanıyor. Konusu şöyle:

Seçkin ve Sermet ekonomik sorunlar nedeniyle kalacak uygun bir evleri olmadığı için geceyi sıcak bir vapurun filikasında geçirmektedirler. Bulundukları bu garip durumla dalga geçen sıra dışı çiftin aşkları son derece etkileyicidir. Yersiz yurtsuz parasız olmalarına karşın değerlerini yitirmemişlerdir, ilişkilerinde birbirlerine karşı son derece içten ve doğaldırlar. Oturdukları filikada durumu bir fırsata çevirip tatlı bir sohbete başlarlar denize karşı. Seçkin hamiledir; Sermet karısına ve doğmamış bebeğine bir masal anlatmaya başlar sohbet ilerledikçe. İçinde bulundukları koşulda yapacak daha iyi bir işleri de yoktur masal anlatmak, oyun yazmaktan başka…

Masal, -Seçkin’in ‘filika’dan yola çıkarak koyduğu isimle- ‘Filifu’ ülkesinde geçer: Filifu ülkesi, uygarlığının başlangıcında çok mutlu insanların yaşadığı, hiçbir sorunun olmadığı huzurlu bir ülkeymiş. Ancak o kadar huzurluymuş ki insanlar bu mükemmellikten sıkılmışlar ve kendilerine bir ‘sorun’ aramışlar. Seçkin ve Sermet’in mutsuzluktan mutluluk çıkarmalarına karşın Filifu vatandaşları mutluluktan mutsuzluk üretmişler ve sorun bulmakta çok gecikmemişler elbet. Bir lider seçilmiş, bu lider mutsuzluk yaratmak için ortaya bir sınır çizmiş ve bu sınırı geçmeyi yasaklamış halkına. Halk bu ya, sınırı geçmek, geçmemek derken girmişler birbirlerine. Savaş, yıkım, kıyım, ölümler… Bütün tebaa yitmiş, bir tek lider kalmış geriye. O, varlığını sürdürmek için yeni bir aile kurmuş, tekrar çocukları olmuş. Yaşlanınca, iktidarını çocuklarından birine bırakmış. Yeni lider de aynı hataları yapmış ve halk yine birbiriyle savaşmış. Ve birden ‘küçük bir kız çocuğu’, atıyla çıkagelmiş ve bu amansız mücadeleye bir çözüm sunmuş; halkı ülkenin kadim ve bereketin simgesi olan,  güçlü ve devasa ağaca yerleştirmiş; bir kısmını ağacın dibine, bir kısmını ağacın göklerin üstüne uzanan dallarına. Yer altına Fi, yer üstüne Li, gök üstüne Fu demişler. Kendisi de ağacın tam ortasındaki Li’ye yerleşmiş, burada atıyla birlikte halkın ölülerine, mezarlara gözcülük edecekmiş.

Seçkin, burada sorunun çözüldüğünü, masalın bittiğini düşünse de Sermet anlatmaya devam eder; masal daha yeni başlıyordur sahnede. Gel zaman git zaman, küçük kız çocuğu büyümüş ve amansız bir diktatör olmuştur. Kocaman, açgözlü bir diktatör. Seçkin, onun adını ‘Tiktik’ koyar. Sermet Tiktik’in atına ise ‘Biat’ der, böylece oyun içinde oyun başlar…

Tiktik büyüdükten sonra diktatör olmanın korku ve ihtirasına kapılmıştır. Fi’lerin kendisinden hoşlanmadığını, Fu’ların ise kendisine saf bir itaatle yaklaştığını bilmektedir. Ve ne yaparsa yapsın kutsal görülen ağaç, kendinden hep üstün, hep daha değerli olacaktır… Bir gün sadık atı Biat ile çok eğlenerek oynadığı ‘övmece gömmece’ oyununda Biat’ın gözlüğü olmadan çıplak at gözü ile her şeyi kendinden büyük gördüğünü fark eder, bu Biat’ta korku yaratmıştır. Tiktik bu keşfi fırsat bilir ve  Fi ve Fu’ların yalnızca kendisine tapmaları için bir plan yapar. Önce Fi ve Fu’da yaşayanların gerçeği görmemeleri için yansımaları yok eder. Daha sonra bütün atların gözlerini oydurur, Fi ve Fu’lara bu gözleri taktırır. Başlarına gelen bu durumdan dış ülkelerin ‘Tiktak’larının sorumlu olduğunu söyler ve onlardan yedi gün beklemelerini ister. Ancak bu bir oyalamadır. Tiktik çeşitli hamlelerle, halkı sorunu çözeceğine inandırsa da Fi’ler ve Fu’ların durumu gittikçe kötüleşir, kargaşa ve çatışmalar çıkar. Herkes ölür, geriye yalnızca Tiktik kalır. Seçkin, masalın bu feci sonundan hoşnut kalmaz ve Sermet’ten sonunu değiştirmesini ister. Böylece Sermet masal dünyasına iner ve daha umutlu olan yeni bir final yazar.  Bu yeni finalde, Fi’ler ve Fu’ların çatışmasının sonucunda ağaç yıkılır ve devrim gerçekleşir. Bu esnada bir bebek dünyaya gelir. Bu bebek sayesinde kendi yansımalarını gören Fi ve Fu’lar, yaşadıkları acıların sorumlusunun Tiktik olduğunu anlarlar ve onu ülkelerinden uzaklaştırırlar. İnsanlar da, zavallı atlar da kendi gözlerine kavuşurlar.

Oyunun birden fazla final sunması, seyirciye toplumsal durumlar karşısında halkın vereceği olası tepkileri düşündürmesi bakımından önemli bir tercih. Bununla beraber zamanında masum ve tatlı bir kız çocuğu olan Tiktik’in bir diktatöre dönüşmesi; dinsel inançla özdeşleşmeye çabalaması, sanattan anlamaması,  acımasızlığı, bencilliği ve doyumsuzluğu, iktidar kavramının kendisinin sorunlu bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Masal, halkın eksiklerini de dile getiriyor elbette; aydınların hiçbir işe yaramayan sığ düşüncelere sahip olması, yoksulların hep öfkeli, zenginlerin ise boş bir mutluluk içinde yaşaması, diktatöre karşı haklarını savunamamaları, ‘topi’lerinde kendilerine verilenle yetinmeleri gibi…

Oyunda anlatı düzeyi çok katmanlı; Seçkin ve Sermet’in bulunduğu oyun, Sermet ve Seçkin’in biçimlendirdiği masal, bu anlatıya tanık olan biz seyirciler… Masalın akışının ara ara kesilerek oyun düzleminde Seçkin ve Sermet’i masalı yönlendirdiğini de eklemek gerek. ‘Filifu’ ülkesindeki vatandaşlar kendi seçimleriyle yaşam biçimlerini belirliyor, Seçkin ve Selvi benimsedikleri yaşam görüşleriyle ve tercihleriyle bir vapurun filikasında zorluklara göğüs geriyor. Öyleyse biz seyircilere de kendi tercihlerimizle kendi geleceğimizi kurgulamak kalıyor. Yani yaşam oyunun yazarı, belirleyicisi yaşayanın ta kendisi… 

Tiyatromuzun zeki ve başarılı yazarı Sermet Çağan’ın ilginç ve bir o kadar eğlenceli karakteri, bakış açısının gücü, bilgisinin derinliği, dilinin etkileyiciliği, “At Gözü” ile en güzel şekilde aktarılmış. Sanırım, Sermet Çağan’ın yalnızca bir tiyatro insanı olarak değil, Türkiye sanatına önemli katkılar yapmış gerçek bir aydın olarak tanımlamak yanlış olmaz. Çağan’ın bu başarısı, O’nun iyi bir gözlemci ve iyi bir yorumcu olmasından kaynaklanıyor. “At Gözü” de, Ayak Bacak Fabrikası gibi onun toplumsal gözlemlerinden dayanak alıyor ve insanlar/toplumlar arası sınıfsal çelişkileri ve bozuk düzeni, neden ve sonuçlarıyla, soyutlamaya dayalı gerçekçi bir biçimle anlatıya dönüştürüyor. Bu, Marksist estetiğin sanatla olan ilişkisiyle de uyumlu bir durum: Marksist sanat her şeyden önce çağdaş toplumun yaşamını gözleme dayalı olarak alımlayıcısına sunar. Bu toplumsal durumları seçme ayıklama yapmadan bütün çıplaklığıyla tüm yönleriyle ve nedenleriyle birlikte görünür kılar. Bu nedenler sosyolojik ve psikolojik açıdan açıklanır. “At Gözü” bu anlamda, toplumsal psikolojinin de bir analizini sunarak baskıcı, otoriter yönetim mekanizmasını ve böyle bir mekanizmaya ihtiyaç duyan kitlelerin eleştirisini dile getiriyor. 

Yiğit Sertdemir, At Gözü ile Sermet Çağan’ın oyunlarında ve yazılarında kullandığı bir teknik olarak, düzenin nasıl olması gerektiğini değil, nasıl olmaması gerektiğini göstermeyi başarmış.  Bu durumu hem biçimde hem de özde bir birliktelik yaratarak ortaya çıkarmış; At Gözü’nün oyun düzlemi de masal düzlemi de hem içeriksel hem de biçimsel olarak ‘yanlış’ bir sistemi olabildiğince görünür kılmaya yönelmiş: “Grotesk tavırda gerçeklik, yaşamın kanıksadığımız gerçeği ile sunulmaz, bu bakımdan yaşamın mantığı da aranmaz. Sanatçı bu yolla özdeşleşmeyi ortadan kaldırarak belli bir estetik uzaklık sağlarken, başka bir taraftan da anlatımı seyircinin önemsiz ayrıntılara saplanması tehlikesinden kurtararak amaçladığı noktaya kısa ve etkili bir dille ulaşma amacını ortaya koymaktadır.” (1)

Sertdemir, bu görünürlüğe hizmet edecek şekilde ‘anlatı’ odağıyla seyirciyi yanılsamadan çıkarıp, sahnedeki olaylarla kendi gerçeği arasında bağ kurmaya yönlendirmiş, bu yolda güldürüyü, groteski, soyut anlatımı tercih etmiş. Bu bağlamda toplumcu gerçekçi bir temelde ilerleyen “At Gözü”, açık biçim öğeler kullanılmamış olsa da, ‘anlatı’ odağıyla ve kullandığı diğer yazınsal tekniklerle seyircisini uyandırmayı başarıyor. Kapalı bir biçimle bu hedefe ulaşmak yazar ve yönetmen için kolay değil. Üstelik fikir babasının ve ustasının tekrarına kaçmadan düşüncelerine sadık kalmak oldukça riskli, büyük emek isteyen bir girişim. 

Sermet Çağan’ın oyunlarında ve yaşamında savunduğu temel düşüncesi, Marksist felsefe doğrultusunda eşitlikçi bir toplum düzenidir. O, diktatörlükle yönetilen küçük ya da büyük hiçbir düzeni onaylamaz, “doğuştan ya da parayla gelen sınıfsal güce inanmaz ve tüm bunları reddederdi.” (2) At Gözü‘nde de bu sistem ve liderlik fikrinin doğrudan yerildiğini görebilirsiniz; Filifu ailesinin mutlu üyeleri mutluluktan bunaldıkları için kendilerine sorun ararlarken, içlerinden bir lider seçme fikri düşüyor akıllarına ve bundan sonra deyimi yerindeyse başlarına gelmeyen kalmıyor…

Oyun, insanlığın var oluşundan bugüne, toplum olma yolunda attığı adımları komik bir üslupla anlatırken aslında bir yandan tarihsel materyalizm’le bağ kurarak ilkellikten kapitalizme geçişin aşamalarını anlaşılır bir hale getiriyor ve elbette sonunda sosyalizme vurgu yapıyor. Bu bakış açısı Sermet Çağan’ın sanat anlatışıyla da tam uyumu yakalıyor: “Sermet Çağan’ın tiyatrocu kimliğinin belirleyicisi olan, hayatının diğer alanlarında da kendini gösteren bir özellik görülür: Bireyi, toplumu ve yaşamı değerlendirirken benimsediği toplumcu gerçekçi bakış açısı. Bu durum diyalektik materyalist bir özle bilimsel tavrı da beraberinde getirmektedir.” (3)

Bu çerçeveden bakıldığında, toplumcu tiyatronun başarıya ulaşabilmesi için, evrensel bir niteliğe sahip olması kritik bir noktadır. “At Gözü”, bu bağlamda toplumcu perspektiften evrensel olanı yakalarken, yaratıcı fikrinin ortaya çıktığı toplumun güncel gerçeklerine yeterince eğilmemiş. Böylesi güçlü bir eleştirinin günümüz açısından karşılığının verilmemesi oyunun eksik yönlerinden bir tanesi. Bu eksiğin seyircide tamamlanması bekleniyor anlaşılan…

Doğal ve kaçınılmaz olarak, “At Gözü”nün politik tavrı oyunun belirleyici niteliklerinden biri…“Politik tiyatronun yalnızca siyasi olayları konu edindiğini düşünmek yanıltıcıdır. Sosyoekonomik ve kültürel tüm toplumsal sorunların taraf tutularak ya da tutulmayarak dile getirildiği, toplumun her kesiminden insana mesaj veren ve onlar için “öğretici bir işlevi” olan oyunlar politik tiyatro olarak kabul edilir.” (4) Ancak, “At Gözü” bu öğreticilik işlevini biraz basitleştirmiş ne yazık ki. Evrensel boyutta değişmeyen insanlık durumları, kapitalist ekonominin ürettiği hiyerarşik yapı, dini dogmalara körü körüne bağlılık, ezen-ezilen çatışmasının yıkıcılığı, sınıfsal çatışmaların ayrıştırdığı insanların tek tipleşmesi vb. pek çok sorun aynı masalın içinde rahatlıkla işlenmiş olsa da, bu sorunların işlenişi ve buradan çıkarılan dersler, bugünden bakılınca yüzeysel ve yetersiz kalıyor. Oyun, iktidar politikalarını ve kapitalist sistemin dinamiklerini ortaya koymada başarıya ulaşırken, Sermet Çağan tiyatrosundan beklenildiği üzere ve hatta metin de bu olanağı sunarken, güncel bir toplum portresi çizmeyi başaramıyor. Çok küçük detayların dışında, günümüz Türkiye gerçekliğine dair bir gönderme yapılmıyor ve ele alınan sorunlar derinlemesine işlenmiyor. Örneğin, at gözünü taktıktan sonra toplumda yaşanan değişim ve korkunç olan ‘durumlar’ın gösterilmemesi, oyunun bütünü ele alındığında bir eksikliğe işaret ediyor.  Gerek Sermet ve Seçkin’in iletişiminde, gerek masal düzleminde tiplerin grotesk tavra rağmen akıcı, anlaşılır ve güncel dile ait vurgular seyirciyi oyunun fantastik dünyasına yakınlaştırıyor; ancak toplumsal bilinçlenmeyi açığa çıkaracak diyalektik bütünsellik tam anlamıyla kurgulanamıyor. 

Teknik boyutta ise, “At Gözü” yarattığı atmosfer ve görsel tasarımla ilgiyi sahneye toplamayı başarırken sahnenin hızlı ritmi, kullanılan semboller, anlatının sürekliliği nedeniyle zaman zaman takip edilmesi güç bir akış yaratıyor. Gösterilen ile anlatılanın iç içe geçmesi, aslında kavraması oldukça basit olan oyunda bir karmaşaya yol açıyor. 

Oyunun tartışmalı noktalarından bir diğeri olan ‘umut’ konusuna gelince… Belirttiğim gibi oyunda diktatörlükle yönetilme fikri, mutluluklarından huzursuzlanan bir halkın kendi bilinçli seçimi olarak görülüyor. Tekrar açık etmek gerek; derin bir özeleştirinin yanında umut da var bu düşüncede. Kendine diktatör seçen bir halk bu diktatörden kurtulmayı da yine kendisi seçecek ve ancak kendisi başaracaktır özgürlüğünü yeniden kazanmayı. Ancak bu ‘umut’ olgusu oyunun sonlarına doğru böylesi güçlü bir zeminde ilerlemiyor. Klişe bir çözüm olarak yeni bir doğum, umudunu bekleyen halklar için pek de etkili bir çözüm olacağa benzemiyor. Üstelik masalın başında küçük ve masum bir çocuk olan Tiktik’in zamanla zalim bir yöneticiye dönüşmüş olması bu ‘çocuk’ metaforu üzerinden işlenen umudun içini boşaltıyor. Bununla beraber oyunun diğer düzleminde, Sermet ve Seçkin’in de bebeklerinin dünyaya gelmesi, bu metaforu iyiden iyiye seyircinin gözüne sokuyor. Ne var ki, farklı bir bakışla Seçkin ve Sermet’in aşkları ve ilişkileri ve iletişimlerindeki doğruluk ve samimiyet, bu ‘çocuk’ metaforundan çok daha anlamlı ve etkili bir umut aşılıyor. Yiğit Sertdemir’in toplumcu bir oyunda böyle bir sona varmasını, Ernst Fischer’in şu görüşleriyle açıklamanın mümkün olduğu kanısındayım: “Çağdaş burjuva dünyasındaki en yetenekli ve en içten sanatçıların ve yazarların çoğunun gelecekle ilgili görüşleri olumsuzdur, hatta kıyametin haberciliğini yapar niteliktedir. Sığ bir iyimserlik elbette ki bu karamsar düşüncelere karşı dengeyi sağlayamaz, (…)Çağdaş burjuva dünyasındaki ağırbaşlı sanatçıların ve yazarların içten umutsuzluklarını ne ‘yozlaşmış’ diye yaftalayıp bir kalemde geçebiliriz, ne de bunlara karşı tarihin büyük akışı içinde her şeyin belli bir düzene göre gerçekleştiğini ileri sürebiliriz. Dünyanın sonunun gelebileceği düşünülebilir bir şey olarak tanımlanmalı, ama bunun önlenebilir bir şey olduğu da gösterilmelidir.” (5)

Oyunda, oyunculuk ve sahneleme tekniği kol kola girmiş durumda. Öncelikle mekâna özgü bir sahneleme var. Masal, çapraz konumda iki ayrı alana alınan seyircinin karşısında oynanıyor, masalın oyuncuları seyirciyle bütünleşiyor ve böylece seyirci ‘Fi’ ve ‘Fu’lara katılmış oluyor. Masal’ın anlatıcıları Seçkin ve Sermet ise solda ve sahnenin yukarısında bir platforma yerleştirilen filika dekorunda yer alıyorlar, uzak ve üst bir noktadan anlatıyorlar masalı. Tiktik’in yuvası ‘Li’ ise hemen onların filikasının altında kuruyor diktasını. Böylece üç katman, yaratıcı bir yerleştirme ile sahnede yerini buluyor. Fi ve Fu’ları canlandıran oyuncular kolonlarla çevrili Kumbaracı50 sahnesinde engelleri aşıyor, senkronize ve nizami bir şekilde başarıyla konumlanıyor. Fi ve Fu’ları aynı oyuncular canlandırıyor; dönüşümleri, sınıflarına göre verdikleri tepkiler ve birbirleri ile uyumları oyunun akıcılığına ve canlılığına büyük katkı sağlıyor. Biat’ı canlandıran Meriç Rakalar’ın performansı etkileyici; yarattığı at formuyla bedenini son derece iyi kullanıyor ve bütün oyun boyunca bu formu korumayı başarıyor. Tiktik rolünde Aslı Can Kortan, şımarık, çıkarcı, ikiyüzlü, acımasız ve en tabii ki doyumsuz diktatörlerin parodisini yapıyor. Biraz abartılı ancak seyircinin sevgisini kazanmayı başarıyor. Seçkin rolünde Sinem Öcalır ve Sermet Çağan rolünde Y. Ömer Erzurumlu’nun iki büyük tiyatrocuya ve onların sempatik, naif kişiliklerini gerçeğe yakın bir benzerlikte sahneye taşımalarıyla birlikte performanslarındaki duruluk dikkat çekiyor. Bütün bunların yanında oyuncular bütünün birer parçası olarak birbirlerinden hiç kopmadan oynuyorlar. Anlatıcılar Seçkin ve Sermet, masalın kötü kahramanı Tiktik, Fi’ler ve Fu’lar, oyunun dönüşüm noktası Biat, hepsi mekanın, masalın, masalın gerçeğinin birer parçasına dönüşüyorlar.

Dekorun sadeliğine karşın, ışık oyunlarıyla sahne gereksiz kalabalıktan kurtuluyor ve oyun yoğun bir görselliği de pratik bir biçimde yansıtıyor. Cem Yılmazer oyunun masalsı ancak bir o kadar da karamsar, grotesk atmosferini ışık tasarımıyla bütünleştirmeyi sağlamış görünüyor. Kostümler, abartısız ve Çağan’ın sahneleme anlayışına uygun bir biçimde hiçbir dönem ya da kişiyi çağrıştırmaksızın tasarlanmış; aynı zamanda groteske uygun düşecek kadar gösterişli. Müzikler ve şarkı sözleri, oyunun ürkütücü, yoğun havasına katkı sağlıyor ve en önemlisi tematik olarak destekleyici bir nitelik taşıyor.

Yiğit Sertdemir’in duruma yönelik doğru analizleri ve sahneye koymadaki yaratıcılığı bu oyunda da kendini gösteriyor. Şemsiye ve ışıkla gerçekleştirilen anlatının anlatısı, simgesel oyun oldukça başarılı. Buna benzer reji buluşları oyunun bütününe yayılmış. Nitekim Çağan’ın diğer oyunlarında olduğu gibi metin tasarısı da yaratıcı rejiye olanak sağlıyor; yönetmen bu olanağı elbette avantaja dönüştürmüş. Metnin yazımından, seyirciyle buluşmaya kadar tüm detaylarla “At  Gözü” azımsanamayacak bir emeğin karşılığı…

60’ların devrimci ve gelişimci özüne vurgu niteliği taşıyan oyun, renkli görselliği ve enerjisi sayesinde seyirciyle sıcak bir bağ kuruyor. Bu bağı kelimelerle tanımlamak olanaksız ki bir oyunda kelimelerle anlatılamayacak bir teatralliğin yaratılması, kimi eksikliklere karşın önemli bir başarı. Sonuçta, oyun boyunca yaşamın çelişkilerine ve grotesk durumlara gülümseyen seyirci, Fi’lerin ve Fu’ların değişmeyen insanlık hallerinde kendinden bir şeyler buluyor, toplumsal bir sorgulamaya yönelebiliyor  ve salondan ayrıldıktan sonra kendine ait çıkarımlara varabiliyor. Daha sonrası ise bilinmez elbet; fakat bilinen yegâne şey umudun bize, her birimize ait olduğu… Belki de Schiller‘in şu dizeleri karşılıyor oyunun sonunu:

Yiğitçe kanatlanıp uçarak

Zamanın üstüne yüksel,

Yansısın aynadan hafifçe

Yarının Şafağı”

Kaynakça:

1 Yavuz Pekman(2002), Çağdaş Tiyatromuzda Geleneksellik, İstanbul. Mitos, s. 145

2 Nalan Sınay(2012), Yaşamı Sanat Anlayışı ve Yapıtlarıyla Sermet Çağan, İstanbul: Mitos, s. 39

3 Nalan Sınay(2012),A.g.e., s. 44

4 Özlem Özmen, Türkiye’de Politik Tiyatronun Gelişimi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, S:55, (1/2015), s. 416

5 Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, İstanbul: Özgür Yayınları (1974),  s. 276-279

 

Oyunun Künyesi :

Fikir: Sermet Çağan
Yazan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Dramaturg: Sinem Özlek
Hareket Düzeni: Osman Ateş
Kostüm-Kukla Tasarımı: Candan Seda Balaban
Sahne Tasarımı: Yiğit Sertdemir
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Müzik: Burçak Çöllü
Şarkı Sözleri: Sinem Özlek
Afiş Tasarımı: Önder Sakıp Dündar
Yönetmen Yardımcısı: Şebnem Köstem
Yönetmen Asistanı: Ece Yaşar
Asistanlar: Cemil Atmaca, Samet İlci
Kostüm Asistanları: Ahsen Keyf, Ayşegül Uraz, Cemre Gümeli, Ceren Sevinç, Garip Akıl, Gizem Dila Kars, Merve Doğan
Işık Asistanı: Beril Yavuz
Dekor Uygulama: Gizem Dila Kars, Zekeriya Ece
Fotoğraf: Murat Dürüm

Oynayanlar:

Seçkin: Sinem Öcalır

Sermet: Y. Ömer Erzurumlu

Tiktik: Aslı Can Kortan,

Biat: Meriç Rakalar

Fi’ler / Fu’lar: Erkan Baylav, Hazal Şahin, Ladin Avşar, Selen Şeşen,  Tolga Bayraklı, Yeşim Sarı

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku