Tiyatro Kılçık’ın “Bir Kurbağanın Anatomisi” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

İnsanlar zamanla değişir mi, yoksa biz onları kendimize göre şekillendireceğimizi mi düşünürüz? “Her şey çok güzel olacak” vaatleriyle başlanılan ilişkilerin hezimetle sonuçlanmasının nedeni karşı tarafı nasıl görmek istiyorsak öyle görmemiz midir?

Ya da biz her şeyi gördüğümüz halde, üstünü örtmeyi, görmezden gelmeyi mi tercih ederiz?

Kadın mı daha fedakârdır, erkek mi?

Kadın mı daha uyumludur, erkek mi?

İki tarafın da birbirlerini anlayabilmesi için hangi soruların sorulması gerekir?

Geçmişten günümüze dek süregelen ilişki sorunsalları…

Bir yanda Ademler, bir yanda Havvalar, Lillithler…

Bir de öpülünce prense dönüşen (acaba?) kurbağalar…

Yeşim Ceren Bozoğlu’nun hemşireleri ile dertleştiği, güldüğü, üzüldüğü, nasihatlerin havada uçuştuğu, en önemlisi de izleyen herkesin kendisinden bir şeyler bulduğu, çok renkli oyunu “Bir Kurbağanın Anatomisi” üzerine sevgili Yeşim Ceren Bozoğlu ve oyunun ortak yazarı Umut Demirkır ile çok eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik…

Yeşim Ceren Bozoğlu, Ayçe Özyiğit ve Umut Demirkır

Ayçe Özyiğit : Tiyatro Kılçık uzun süredir var olan bir oluşum. Oldukça farklı bir konsept üzerinden ilerliyor, fakat hakkında çok bilgiye rastlamadım. Öncelikle Tiyatro Kılçık’tan bahsederek başlayalım söyleşiye dilerseniz.

Yeşim Ceren Bozoğlu : Tiyatro Kılçık, Cenk (Tunalı) hocamız tarafından kurulmuş ve 23 sene boyunca ayakta kalmayı başarmış bir kabare. Tam emin değilim, ama zannediyorum stand-up gösterimlerinden önce avangard mekanlarda oyun oynayan ilk ekip. Eski Yeşil’den bu yana sahnedeler. Ben de o dönemlerinden bu yana takipçileriyim. Tiyatro Kılçık muazzam bir komedyen fabrikası gibidir. Uğur Yücel’den bayrağı devraldığından bu yana, kıymetli birçok ismin yolu Tiyatro Kılçık ile kesişmiştir. Çağlar Çorumlu, Demet Evgar, Rüştü Atilla, Aziz Aslan, Doğan Akdoğan, Şebnem Bozoklu, Ufuk Özkan, Orçun Kaptan gibi -hatırlayamadığım varsa özür dilerim- çok kıymetli oyuncularla çalıştılar.  Ve tabii ki çok büyük meşakkatlerle ayakta kalmayı başardılar. Türkiye’nin son 20 senesini düşünürsek, ben açıkçası buradaki varoluşu çok devrimci buluyorum. Buradaki söz konusu emeğe, aynı zamanda da Cenk Hocam’a ve Kılçık Mekan’ın tarihine saygı duyuyorum. Çünkü başka hiçbir destek olmadan, sadece kendi oyunlarını oynayarak, nihayetinde kendi sahnelerini de açarak ayakta kaldılar. 23 sene süre zarfında böyle bir işi yapmak hiç kolay değil. O yüzden de o sahnede Cenk Hoca ile birlikte çalışmak benim için gerçekten çok kıymetliydi.

Ayçe Özyiğit : Tiyatro Kılçık, konsept olarak klasik tiyatro sahnelerinden oldukça farklı bir ambiyans sunuyor seyircilerine. Sanıyorum oyunlar da sahne yapısı göz önünde bulundurularak yazılıyor…

Yeşim Ceren Bozoğlu: Kılçık Mekan’ın diğer prodüksiyonlarında ana mekan burası olarak düşünülüyor ama bizim Cenk Hoca ile çıkış noktamız bu mekan üzerinden olmadı. Cenk Hoca ile 25 senelik arkadaşlığımız var. Birlikte bir iş yapmayı çok istiyorduk fakat  daha önce birlikte yer alabileceğimiz bir proje hiç kısmet olmamıştı. Bir Kurbağanın Anatomisi oyununu yazmaya başladığım zamanlarında bile gönlümden geçen, oyunu O’nun yönetmesiydi. Başlarda ben oyunu stand-up gibi kurgulama taraftarıydım. “Elime mikrofon alıp anlatsam olur mu?” diye sordum Cenk Hoca’ya. O da “Yeşim sen aktörsün, insanlar senden farklı bir performans bekler” dedi. Oyunu okuduğu zaman ise, “Yüz tane hayır diyeceğim şeyin 99’unu değil, 1 tane evet diyeceğim şeyi yazmışsın” dedi. Yolculuğumuza o şekilde başladık. Tabii oyunumuzun Kılçık Mekan’da yer bulması da bizim için çok önemli bir şey. Bununla birlikte hedefimiz oyunumuzu olabildiğince başka sahnelerde ve pek çok hemşire ile buluşturmak.

Ayçe Özyiğit : Yeşim Hanım, siz yanılmıyorsam 19 senedir sahnelerden uzaktınız. Sizi geri döndüren ne oldu?

Yeşim Ceren Bozoğlu: Evet, 19 sene sonra sahneye çıktım. Tabii o arada oyunlar yönettim, gönüllü işler yaptım. Ben tiyatroyu bu zamana kadar para almadan yaptım. Tiyatroya çok aşık olduğum için o anlamda profesyonel olmayı hiç beceremedim. Şimdi Kurbağanın Anatomisi oyunundan para kazanıyorum ve bu çok tuhaf geliyor. O geri dönüş kararını alabilmeme sebep olan şeylerden birisi de gerçekten bu metni inanarak kaleme almam oldu. Aynı zamanda Cenk Hoca’nın, Umut’un, Pınar’ın (Koreografi), Taylan’ın, Musa’nın canı gönülden bu işin içinde yer alması da beni motive eden durumlardan birisi. Hepimizin inanarak gerçekleştirdiği bir projeydi bu. Biz sonrasında para kazanmaya başladık. Şimdi o hak edişler karşılığını buldu diyebiliyoruz. Bununla birlikte 3,5 ay boyunca günde 6 saat prova yapmak ve her gün bunu yapmak çok kolay olmadı. O yüzden inanılmaz bir aşk çocuğu oldu “Bir Kurbağanın Anatomisi”. Herkes adına konuşmam gerekirse, bu ekibin içinde olduğumuz için çok şanslı hissediyoruz kendimizi. Seyircilerimiz de buyursunlar gelsinler, bizimle beraber bu yolculuğun tadını çıkarsınlar.

Ayçe Özyiğit: Umut Bey, oyunun ortak yazarısınız ve aynı zamanda şahit olduğum kadarıyla sahne arkasıyla da ilgileniyorsunuz. Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Sizi de biraz tanıyalım.

Umut Demirkır: Ben ekonomi bölümünden mezun oldum. Hemen akabinde medya okudum. Tiyatroya ilgim vardı. Bu nedenle Müjdat Gezen Sanat Akademisi’nde oyunculuk eğitimi aldım. Üstüne Tiyatro Kılçık’tan da eğitim aldım. Birçok belediye tiyatrosunda oynadım, belediye tiyatrolarına oyun yazdım. BKM’ye de girdim. Şimdilerde ise Acun Medya’da medya ve iletişim okuyorum. 

Yeşim Ceren Bozoğlu : Umut biraz işkoliktir. Aynı zamanda kendisi bir tiyatro aşığıdır ve yazarlık konusunda da çok başarılı, çok özel bir kalemi var. Oyuna da çok büyük katkısı oldu. Önce ortak yazar olarak başladı, bazı blokların %90’a yakınını yazdı. Doğaçlamalarla oyuna sürekli eklemeler yaptık ama arada patlayan şakalar yine Umut’un kaleminden. Kendisi de en az bizim kadar işkolik ve tiyatro aşığı olduğu için de süreç boyunca hep birlikteydik.

Ayçe Özyiğit :İkinizi bir araya getiren ne oldu? 

Yeşim Ceren Bozoğlu : Ben Umut’u gördüm ve aşık oldum.(Gülüşmeler) Umut, ortamlarda kendisini göstermeyi seven birisi değildir. Birlikte aynı ortamdayken zekice yapılmış 2-3 esprisine tanık oldum ve o an dedim ki, “Bu artık benim”. (Gülüşmeler) Sonra gittim ona da söyledim bu fikrimi, “Bundan sonra sen bana aitsin ve arkadaş olacağız” dedim. (Gülüşmeler) Oyunu çalışmaya başladığımız zaman projenin içinde yer almasını rica ettim Umut’tan. Gerek asistan olarak gerek ortak yazar ve yönetmen yardımcısı olarak oyuna katabileceği çok fazla şey olduğuna inandığımı söyledim. Umut gerçekten de öyle joker bir eleman olarak çalıştı. Oyun içinde akla gelebilecek her ayrıntı ile yakından ilgilendi. Oyunda gördüğünüz danslar ve şarkıların regülasyonundan, kostümün tamiratına kadar oyunun her yerinde inanılmaz bir emeği var Umut’un. Kendisinin gerçek bir tiyatro aşığı olduğunu söyleyebilirim.

Umut Demirkır : Yeşim Hocayla çalıştığımız bu 4 aylık prova sürecinde ben de kendimi bir konservatuar bitirmişim gibi hissettim. Bu süreçte koreografi ve oyunculuk konusunda bana çok yol gösterdi. Sahneden seyirciyi yönetmesine, yönetmeni yönetmesine tanıklık ettim. Bu 4 aylık süreç bana tiyatro eğitimi anlamında çok fazla bilgi ve tecrübe kattı. Bir oyuncunun anatomisini izledim diyebilirim. Yeşim Hocam, oyunculuk, yazarlık ve hayat anlamında kütüphane gibidir ama okumayı da bilmek gerekli. Ben açıkçası “hakikat” kelimesini hocamızdan öğrendim.

Ayçe Özyiğit: Genelde feminizm içerikli yazılar kadın kalemlerden beklenir. Oyunu feminist bir oyun olarak kabul edersek, Umut Bey bu anlamda tabuları yıkıyor diyebiliriz.

Yeşim Ceren Bozoğlu : Ben oyunun feminist bir oyun olduğunu düşünmüyorum. Evet; kurbağa menşeili izleyicilerimizden “Suçlu hep biz miyiz? Hiç haklı olduğumuz yerler yok mu?” gibi reaksiyonlar alıyoruz ama hâlbuki bizim oyunumuzda şöyle bir durum da var: Biz oyunu dörde böldük. Dedik ki bir tarafta Âdemler, diğer tarafta kurbağalar var; bir tarafta Lillith’ler diğer tarafta da Havva’lar var. Bu noktada oyunun komedi yapısından kaynaklı olarak kurbağalarla mizah yaptığımız için belki feminizme kaçıyor gibi görünebilir ama biz, Lillith’in o ev tipi Sibel Can’a dönüştüğü yerdeki dengesizliğiyle de bir dengeyi ortaya koymaya çalıştık. Şunu göstermeye çalışıyoruz bir bakıma: İlişkilerde Adem ve kurbağanın da, Lillith ve Havva’nın da ortasında bir yer var. Bana göre orası da gönül ve emekle bulunabilecek bir yer. Bizim oyunumuzun söylediği şey şu: Aslında biz, Lillith’in de Havva’nın da tarafını tutmuyoruz. Sonuçta Lillith de kurbağa ile cezalandırılıyor. Oyunda bu tür mesajlar da veriyoruz. Ben kendim de hiçbir zaman “Kadın haklıdır, kadın pozitif ayrımcılığı olmalı” gibi bir yerden hayatı okumadım. Ben durumlara insan olarak bakma gayretindeyim ve bana göre de insanın gönlü var, cinsiyeti yok. O yüzden oyun kadın-erkek; Lillith-Havva, Adem-kurbağa meselesi değil. Oyunu ‘bize gönül gerekli’ diye bitirmemizin de sebebi o.

Umut Demirkır : Biz de oyunu eşit bir bakış açısı ile kaleme aldık. Özellikle farklı şekilde algılanmaması için çok dikkat ettik.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Zaten o kurbağaları da yaratan o kadınlar. Biz oyunda “Siz böyle davranırsanız durum böyle olacak” diye bir mesaj da veriyoruz. Bir de güzel kardeşim, sen o kurbağayı niye sokuyorsun hayatına?  Yanlış anlaşılma olmasın, kadınlar başına geleni hak ediyor anlamında bir bakış açısını savunmuyoruz kesinlikle. Biz olaylara ilişki bazında mizahi bir dille yaklaştık. Oyunu oynama sebebimiz o aslında. Kurbağalar sana geldiği zaman teşhisini yap, ona göre hareket et. “Sen şimdi bilerek görerek o Badboy kurbağayı eve alıp evcilleştirmeye çalışıyorsan bil ki başına bunlar gelecek” diyoruz. Bile bile lades demiş oluyorsun bir bakıma.

Ayçe Özyiğit : Oyuna seyircinin tepkisi nasıl? Ben özellikle kadınlar tarafından oyunun çok tanıdık ve olumlu karşılandığı görüşündeyim.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Biz oyuna başlarken “Efendim biz kurbağaları anlatıyoruz” diyoruz ama genel olarak kadınlardan tepkiler geliyor. “Oyunu seyrederken kendi kişisel tarifimi izledim” diyeni de oldu, “Bütün kurbağalar benim de başımdan geçti” diye sarılıp ağlayanı da oldu. Çoğu hemşiremden “Bir tek ben bu tür olayları yaşıyorum sanıyordum, yalnız değilmişim” diye reaksiyonlar geliyor. Ben, ilişkilerde bağ kurduğumuz yerdeki o farkındalığın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer, neyi istemediğini ve neyi tercih etmediğini bilirsen, neyi tercih edeceğin konusunda daha akıllı seçimler yapabilirsin. Burada mesele gönül meselesi olduğu için bu çok önemli bir seçim sayılıyor. Bana göre hayatta varoluşunu etkileyen yer gönlünü açtığın yerdir. O yüzden kadınlar lütfen akıllı seçimler yapsınlar. Kurbağalardan ziyade Adem’lere yönelsinler. Bizim dileğimiz bu ve bu farkındalığı yaratabiliyorsak ne mutlu bize.

Ayçe Özyiğit : Ben oyunu samimi bir dertleşme olarak tanımlıyorum. Sanki bir oyun izlemeye gelmemişim de dertleşiyormuşuz gibi hissettim sizi izlerken.

Yeşim Ceren Bozoğlu :cBöyle anlaşılıyorsa çok mutlu oldum. Tam da bizim anlatmaya çalıştığımız şekilde tanımladınız. Biz 3,5 ay boyunca çok zorlayıcı bir prova sürecinden geçtik. Sahnedeki her detay üzerinde –danslar, el hareketleri, tacın nerede duracağından iskemle de ters dönmeye varıncaya kadar, tesadüfmüş gibi görünen espri bile 3 ay boyunca çalışıldı. Ben 24 ayrı karakteri canlandırıyorum, hem şarkı söylüyorum hem dans ediyorum. 50-50, 100 dakika sahnedeyim ve bunları 60 pont topuklu ayakkabı ile yapıyorum. Bir gün oyuna benim komşum –büyük hemşirelerden- Arzu geldi. Oyun sonrası bana dedi ki; “Yeşim tüm oyun boyunca sanki böyle mutfak sohbetindeymişiz gibi hissettim.” İzleyicilere eğer böyle hissettirebiliyorsak ne mutlu bize o zaman. Çünkü tiyatrodaki o samimiyet benim için gerçekten çok önemli. Biz bu oyunu büyük prodüksiyonlarla da gerçekleştirebilirdik. Çok büyük teknoloji kullanılarak gerçekleştirilen prodüksiyonlar var, seyrediyoruz. O prodüksiyon ne kadar haşmetli, ihtişamlı olursa olsun eğer sahneden seyirciye o samimiyet geçmiyorsa ben kendimi çok yalnız hissederim. Sanatçının samimiyeti, sahneden seyirci ile kurduğu o bağ benim tiyatro yapma sebebim. Tiyatro neticede bağ kurma sanatı. O yüzden hiçbir zaman ölmüyor. Biz burada seyirciyle aynı oksijeni soluyarak aynı mekanın içinde var olduğumuz zaman başka bir enerji buluşması oluyor. Ona da ben gönülden gönlüne bağ kurmak diyorum. O yüzden de oyunun samimiyeti bizim açımızdan en önemli şeydi ve bu söylediğinizi duyduğuma çok mutlu oldum. Teşekkür ederim.

Ayçe Özyiğit : Doğaçlamaya oldukça müsait bir metin ama biraz evvel prova esnasında kendinize “Metnin dışına çıkma Yeşim” diye telkin verdiğinize şahit oldum.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Cenk Hoca o konuda iğne oyasıyla bir reji yaptı. O rejinin ustalığından kaynaklı oyunda her şey kendiliğinden oluyormuş gibi görünüyor ama bir cümle, içinde 7 farklı varyant arttırıyor. Sahnede aktör olarak doğaçlamaya müsaadem var ama bununla birlikte Cenk Hoca’nın yaptığı rejide muazzam bir orkestrasyon var. Çünkü komedi eşittir timing ve o timing de matematik gerektiriyor. Dolayısıyla Cenk Hoca’nın bana başından beri hep söylediği şey şu: “Doğaçlama yap ama onun bir marjı var. Orayı bir tık aştın mı orada komiklik yapan aktöre dönüşürsün, bu da oyun için iyi olmaz.” Bunu provalarda da kendi aramızda sık sık konuştuk. Ben de kendimde onun ayarını şöyle buldum: İki cümleden fazla spontane doğaçlamaya girmiyorum, çok zorlanırsam üç cümle kuruyorum. Çünkü oradaki orkestrasyon çok kıymetli ve orayı bozduğumuz zaman kendi oyunumuza ihanet etmiş oluruz. Bu açıdan orada ben biraz edepli aktörlükten yanayım açıkçası.

Ayçe Özyiğit : Oyunda derttaşlarınız için “hemşirem” tabirini kullanıyorsunuz. Kadın dayanışmasını savunuyoruz ama bazı durumlarda en büyük ihaneti kendi hemcinslerimizden görüyoruz. Bazen bir kadını en yıkıcı bir şekilde başka bir kadın yargılıyor. Çok tipik bir örnek olacak ama son dönem kadın sanatçıları sahne kıyafetleri üzerinden en çok kadınlar eleştirdi. 

Yeşim Ceren Bozoğlu: Ben onu birazcık öğrenilmiş düşmanlık olarak görüyorum. Oyunda izah ediyoruz ama dilerseniz burada da hemşireliği bir açalım. Hemşire “aynı kandan olmayan seçilmiş kız kardeş” anlamında, benim de yıllardır kullandığım bir tabir. Benim kız kardeşim olmadığı için hayatımdaki kız arkadaşlarımla Canım Kardeşim filmindeki gibi bağ kuruyorum. Ben bu tür ilişkilerin yaygınlaşması gerektiğine bütün kalbimle inanıyorum. Çünkü biz bu coğrafyada atasözü olarak kullanılan “Kadın kadının kurdudur” sözünü alıp “Kadın kadının yurdudur”a evirmekle yükümlüyüz. Bunu yapmadığımız müddetçe hiç bir devrim olmayacak. Çünkü hayatı yoğuran, besleyen ve anlamlandıran kadınlardır. Dolayısıyla biz kendi içimizde o edebi yerleştirirsek, birbirimize köstek değil destek olup, altta kalanı yanımıza çeker, bizden üstte olana da saygı, sevgi ve hürmetle davranmayı öğrenirsek bu coğrafyanın da kaderi değişecek. Ben buna gerçekten inanıyorum.

Ayçe Özyiğit : Oyunun ana mesajı “Nerede vrak, orada bırak”. (Gülüşmeler) Anaç duygularından mı ya da mücadele hırsından mı kaynaklı bilinmez, kadınlar için bırakmak hep zor oluyor. Görsen de bilsen de vazgeçemiyorsun nedense. “Belki düzelir, belki değişir” cümlesi kadınların terk etmiyor sanki.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Bu coğrafyanın kaderi olan kurban, kurtarıcı ve zalim üçgeninden çıkmayı başarıp bağımlılık yerine bağlılıkla ilişki kurmayı öğrendiğimiz zaman biz kadınlar için bırakmak daha kolay olacak diye düşünüyorum. O seviyeye gelebilmek içinse kadının ruhsal olarak kendi iç dünyasına ve kendi hayatına çok dürüst bir yerden bakması ve “Ben kimim?” sorusunu dürüstçe cevaplaması gerekiyor. Çünkü sosyal, sınıfsal ve toplumsal olarak üzerine yapıştırılan tüm olgular bir noktadan sonra kadının ilişkilerini de bağımlılık seviyesine getiriyor. Bizim coğrafyamızda ailenin, topluma ait olanın dışında olmak -ki zaten kadın olarak var olması bile zor bir coğrafyada- o riski göze alarak başkaldıran birey olmak daha da zor. Yaşadığımız coğrafyada, toplum dışı bir yerde durmayı göze almak herhangi bir Avrupa ülkesine göre daha zor. Hatırlayalım, seneler önce tiyatro oyuncuları bile turneye çıkarken vesika alıyordu bu ülkede. Biz böyle bir coğrafyada yaşıyoruz. Bizim hakikatimiz bu. Dolayısıyla kadının hem ekonomik hem de ruhsal olarak güçlenmesi gerekiyor.  O yüzden o kız kardeşlik bağlarının güçlü olması önemli. Hayatla ilgili bir sınav başına geldiği zaman aile haricinde sosyal ilişkilerinin de olması, -maddi manevi olarak- bu yüzden çok önemli. Bunlar olduğu zaman bir takım konularda da risk alınabilir. Bir takım bağımlılıklardan -ilişki bağlamında söylüyorum- zarar gördüğü, şiddet gördüğü bir yerden uzaklaşmak ancak bu şekilde kolaylaşabilir. O yüzden de bu kavramların konuşulmasını, tartışılmasını ve yaygınlaştırılmasını ve bununla ilgili hap bilgileri de çok önemsiyorum. Çünkü bu coğrafyada günün sonunda şiddete uğrayan çok kadın var. Şiddet illa gözünün morarması değil. Bizim oyunumuzda söz ettiğimiz flört şiddeti buna dahil. Bir kadın bunu nasıl çözeceğini bilmediğinde işte o zaman o “öğrenilmiş çaresizlik” dediğimiz yere düşebiliyor.

Ayçe Özyiğit : Türkiye’de aile yapısının ataerkilliği de buna sebebiyet verebiliyor belki. Bizdeki “eti senin kemiği benim” inanışı, “zamanında kocam beni de dövdü ses çıkarmadım” düşüncesinin anneden çocuğuna aşılanması çoğu kadının yaşamak zorunda kaldığı psikolojik ve fiziksel şiddeti sineye çekmesine neden oluyor. Kaldı ki bu sadece eğitim düzeyi düşük kesimin başına gelen bir durum da değil. Çoğu zaman eğitimli, statü sahibi insanlar da şiddete göz yumabiliyor.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Bu hikâyenin içinde çocuğu yetiştiren annenin de çok önemli bir görevi var. Çocuğa öfke duygusuyla, çaresizlik duygusuyla nasıl başa çıkacağını –çünkü şiddetin arkasında korku var maalesef- öğretebilen anneler olduğunda, bazı şeyler değişmeye başlayacaktır mutlaka. Ben onun umudundayım. O yüzden sanat çok önemli; o yüzden edebiyat, sinema, tiyatro, bunların hepsi çok kıymetli. Çünkü bunlarla eviriliyoruz, bunlarla yeni sorular sorabiliyoruz. Sen kendi hayatında maddi-manevi olarak, fiziksel-zihinsel-ruhsal olarak; bir kadın, bir erkek, bir insan olarak mutlu ve huzurlu musun? Seni besleyen ilişkiler içinde misin? Eğer değilsen bunları nasıl çözebilirsin? Hangi bakış açıların var? Bunları nasıl değiştirip dönüştürebilirsin? Bunlarla ilgili kaynakların neler? Kendine bu soruları sorduğun zaman hayatını da dönüştürmeye başlamışsındır.

Ayçe Özyiğit: Geçmişten bugüne neredeyse tüm hikâyelerde eril dil hakimiyetinin izlerini sürüyoruz. Narin ve korunmaya muhtaç kadın karakter ve onun imdadına koşan güçlü erkek karakter, tüm hikayelerin ana malzemesi gibi. Kadın güçlü bir imaj yansıtsa bile yanına hemen bir erkek karakter iliştiriveriyorlar. Mutluluğun yegane sebebinin bir ilişki, bir birliktelik olduğu algısı hakim. Hal böyle olunca da kişiler yalnız olmayı mutsuzlukla bağdaştırıyor. 

Yeşim Ceren Bozoğlu: Ben öyleyim mesela. Yalnız ve mutlu… Bu soruya örnek olarak kendimi gösterebilirim. (Gülüşmeler) Eril-dişil ilişkisi bu hayatın varoluşu üzerine kurulu. Mutluluk, eril-dişil bir arada olduğunda, o zıtlık bir araya geldiğinde mümkün. Bununla birlikte kişinin kendi içinde de o eril-dişil ilişkisini tamamladığı bir yer var. Ona da “aydınlanmış insan” deniliyor. Zaten o nokta senin “altın”a dönüştüğün yer. Eğer kişi ruhsal olarak altına dönüşüyorsa orada erillik ve dişilik kalmıyor.

Ayçe Özyiğit : Kadınların metalaştırılmasına da sizin aracılığınızla değinmek istiyorum. Google’a Yeşim Bozoğlu yazınca ilk olarak…

Yeşim Ceren Bozoğlu : Nasıl zayıfladı yazıyor değil mi? İkincisi de sevgilisi kim? (Gülüşmeler) 

Ayçe Özyiğit : Evet, sanki zayıf olmak güzel olmanın bir gerekliliği gibi lanse ediliyor, varoluşumuzun en önemli amacı güzel olmak gibi… Kadınlara bunlar empoze ediliyor.

Yeşim Ceren Bozoğlu: Son 10 senedir pozitif vücut algısı akımı biraz daha ön planda. Mesela moda sektörünün önde gelen tasarımcıları defilelerinde 40 beden manken çıkarmaya başladılar. En azından bu tür akımlarla birlikte dünyada bu konuda bir farkındalık ve aydınlanma olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte güzellik kadın için çok güçlü bir silah ve kadının o güzelliğini kullanmasıyla ilgili tarihte Cleopatra’dan, Truvalı Helen’e, bizim coğrafyamızda Kösem Sultan’a varıncaya kadar birçok hikaye var. Evet bu bir silah ama bununla birlikte asıl olay aslında hayatın içinde masaya neyi koymakla ilgilendiğinle alakalı. Siz dünya güzeli bir kadın olabilirsiniz. Önemli olan bir toplumda fiziksel olarak mı, beyninizle mi ya da gönlünüzle mi iletişim kurma talebindesiniz. Misal benim seçimim doğuştan beri belli. Ben o bağı hiç fiziğimle kuramadım. Oyunculukla ilgili risk alan seçimler yapmam belki biraz da bundan kaynaklanıyor. Örneğin, 110 kiloya çıkıyorum, sonra oradan 50 kiloya iniyorum; 35 yaşındayken 56 yaşındaki birisini oynuyorum. Çünkü benim tercihim oradan var olmak değil. Ben daha ziyade gönülle ve oyunculuktaki marifetle var olmayı seçmek gayretinde oldum. Bununla birlikte, bu doyurucu mu çok emin değilim. Çünkü günün sonunda yine aynı şeyi söyleyeceğim, bize gönül gerekiyor. O bağı kurabilmek için “hakikat” gerek. O da sadece fiziksel güçle veya ekonomik güçle olmuyor. Bana göre bu hayata gelmemizin temel sebebi sevgi ve sevgi de ancak gönülle oluyor.

Ayçe Özyiğit : Toplumdaki kadını baskılama arzusuna da değinmek istiyorum bu oyun vesilesiyle. Bazen dünyadaki tüm kötülüğün ana kaynağı kadınlarmış gibi düşünülüyor. Erkek aldatıyor mu? Suçlu kadın. Tacize mi uğradı? Suçlu kadın. Eril düşüncede tüm sağaltlamaların, erkeği aklamanın yolu kadınlar sanki…

Yeşim Ceren Bozoğlu : Kadın tehlikeli çünkü ve erkekler de onu anlayabilecek kadar zekiler. Kadının zihinsel, ruhsal ve fiziksel dayanıklılığı bir erkeğinkinden çok daha fazla ve erkek de bunu biliyor. Orada bir çatışma veya bir tehdit gördüğü zaman da orayı yok etmeye çalışıyor. Bana göre kadın bulunduğu ortamı değiştirir ve dönüştürür. Bir kadın bir adamın hayatını cennet bahçesine de dönüştürebilir, cehenneme de çevirebilir. Bence de erkekler korkmalı ve ona göre davranmalılar. (Gülüşmeler) Şimdi feminist değiliz deyip de bunları çat çat söylemek çok iyi oldu!

Ayçe Özyiğit : Çok teşekkür ederim bu samimi sohbet için. 

Yeşim Ceren Bozoğlu: Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim, ne güzel sorular sordunuz. 

AYÇE ÖZYİĞİT

 

Not: Bir Kurbağanın Anatomisi oyunu, 4 Ekim’de Kılçık Mekan’da seyirciyle buluşacak.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku