“Popüler Gerçek”: Gerçek Ya da Yalan… İşte Bütün Mesele Bu

Yavuz Pak

“Çevremizde kullandığımızı sandığımız ne varsa biz onlara aitiz artık. Bütün bu bilgisayarların aklıyız, bu ekranların gözüyüz, telefonların kulağı ve ses çıkaran her şeyin diliyiz. Kaybettik. Çok önce.”(*)

Geçtiğimiz günlerde, Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’ndeki görevinden siyasi -zinhar politik değil- bir kararla ihraç edilen, kuramsal çalışmalarıyla tiyatromuza büyük katkılar sunmuş değerli tiyatro insanı ve bu ülkenin en yaratıcı, en üretken öğretim üyelerinden Doç. Dr. Süreyya Karacabey, bir makalesinde şöyle diyor: “Yaşadığımız çağda, ‘gerçek’, kurmaca bir karaktere bürünmüş ve sayısız suretini yaratmıştır. Nietzsche’nin ‘gerçekliğin kurmaca karakteri’ tespitiyle, yaşanılan zamanın gerçeklik algısı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Yaşadığımız dünyada televizyon, bilgisayar, video ve daha yeni enformasyon teknolojilerinin gelişmesiyle algının total olarak araçsallaştığı ve gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırların kaybolduğundan söz edilmektedir. Baudrillard’ın “simülasyon” benzetmesiyle açıkladığı toplumsal yapıda, kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, gerçeklik ve suretleri birbirine karışmış, gerçeklik yeniden üretilir olanla eşdeğer olarak algılanmaya başlanmıştır. ‘Gölgeler krallığında, artık kimsenin gölgesi yoktur’ diyen Baudrillard’a göre, gerçeklik bir yanılsamadır ve her düşünce öncelikle onun maskesini çıkarmak zorundadır.(1)

Tiyatro İstanbul ve Ekip Tiyatrosu ortaklığının yeni sezon oyunu “Popüler Gerçek”, başarılı her tiyatro oyunu gibi, seyircilerini insana, topluma ve yaşama dair bir sorgulamaya götürürken, Süreyya Hoca’nın gönderme yaptığı Baudrillard’ın simülasyon kuramına bolca atıfta bulunma olanağı veriyor. O’nun gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak anlamındaki “simülasyon” olgusu üzerine geliştirdiği “simülasyon kuramının” merkezinde, gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm olarak tanımlanabilecek olan “simülakr” terimi yer alır. Baudrillard, yaşam pratiğinin hızla dönüştüğü “postmodern dünyaya” dair eleştirel bir analiz ortaya koyar. Ona göre kapitalizmin farklı bir aşamasına geçilmiş, teknolojinin gelişmesiyle günlük hayatlar ve insani ilişkiler de yapaylaşmış ve kapitalist dünyada artık etik ilkeler yitirilmiştir. “Popüler Gerçek”, sergilediği karakterlerle tam da bu analizi destekler biçimde, çıkarcı, bencil, kariyerist, ikiyüzlü, yalancı insanları ve onların samimiyetsiz ve yapay ilişkilenişlerini ele alıyor.

Baudrillard’ın, yaşadığımız çağa özgü “anlam kaybı” hissinin teorisini yaptığını söylemek yanlış olmaz. Gelişen teknoloji, tüketim toplumu, enformasyon veya bilgi ve bunun aktarım araçları olan medya ve iletişim aygıtları aracılığıyla, “sanal” bir dünyada yaşıyoruz. “Popüler Gerçek”, tüm detaylarıyla bu “sanallığı” yansıtmakla kalmayıp seyirciyi oyunun konusu gereği sosyal medyadan yapılan bir oylamaya dahil ederek deneyime tabi tutuyor. Bugün sadece çevremize şöyle bir göz attığımızda, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle son teknolojileri kullanmaksızın “görünürlüğümüzün” dahi kalmadığını, her an değişen teknolojik gelişmelere ayak uydurmanın dayanılmaz hızına yetişmeye çalıştığımızı farkedebiliyoruz. Nitekim,  Baudrillard da, Nietzsche’yi izleyerek, dünyanın büyüsünün bozulması sürecini, kapitalist dünyada ‘gerçeklik’ (reality) kavramının evrimi olarak okur ve hipergerçeklik ile sanal gerçeklik kavramlarını doğuracak biçimde şunu vurgular: “Hakikati gizleyen şey simülakr değildir. Zira, bugün hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir. Simülakr, artık hakikatin kendisidir.” (2)

“Çünkü gerçek budur. Sanılandır. Yeter ki herkes senin kazandığını sansın; kazanmışsındır; bitti. Gerçek… Gerçek sadece bir sanrıdır.” (*)

Oyunun yüzümüze çarptığı en önemli gerçeklerden biri, artık insanların maddi ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, bu imajlar ve sembollerin temini ve semboller aracığı ile bir tür psikolojik tatmin sağlama yoluna gitmekte oluşları. Oyunun her anına damgasını vuran “teknolojik yanılsama”, bu noktada belirleyici bir rol oynuyor. “Baudrillard’a göre, zaman içerisinde teknoloji kendisine atfedilen olumlu niteliklerden ve tamamıyla tüketim düzenine hizmet eden bir olguya benzemeye başlamıştır. Teknoloji, bir müddettir, hem insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, hem de insanların gerçeklikle kurdukları ilişkiyi tahrip etmeye başlamıştır. Kapitalizm, teknoloji aracılığıyla, Marksist ‘yabancılaşma’nın bir başka biçimini gerçekleştirerek, artık sadece işçileri değil, tüm bireyleri, gerçeklikten koparmaktadır.” (3)

“Popüler Gerçek”in yazarı ve yönetmeni Cem Uslu, entelektüel birikimi ve yaratıcılığı ile oyunun başmimarı kuşkusuz. Bu özellikleriyle bütünleşen zekâsı, en küçük detaylarına varana dek kusursuz bir sistem tahlili olarak metne yansırken, yaşadığımız zaman/mekâna dair doğru tespitlerinin bileşkesi olan metni, oyunculuklardan sahne tasarımına kadar gerçekçi bir rejiyle, sürükleyici ve dinamik bir yorumla sahnelemeyi de başarıyor. Renkli mobilyalarıyla göz alıcı, basketbol potasıyla enerji dolu, teknolojik donanımıyla çağdaş bir ofis donatarak, kusursuz bir postmodern atmosfer yaratan Başak Özdoğan, oyunun metniyle örtüşen bir sahne tasarımına imza atıyor. Müzikleriyle oyunun nabzını tutan Orhan Enes Kuzu ve ışık tasarımında Erdem Çınar başarıya katkı sunuyorlar. Kerem Atabeyoğlu, Almıla Uluer Atabeyoğlu, Emel Çölgeçen, Nihal Usanmaz ve Cem Uslu, metnin gerçekçiliğini “sahici oyunculuklarıyla” bütünleştirerek oyunun seyir zevkini yükseltiyorlar.

Bedensel kapasitelerini son derece dinamik bir biçimde sahneye yansıtıyorlar ve gerilimin yükseldiği sahnelerde dahi birbirleriyle uyumlu bir ekip olarak göz dolduruyorlar. Oyunun en deneyimli oyuncusu ve aynı zamanda süpervizörü olan Kerem Atabeyoğlu usta bir oyuncu olarak sahnede adeta devleşirken, ekibin en küçüğü Nihal Usanmaz enerjisi kadar yeteneği ile de öne çıkıyor. Sahnede ilk kez izleme şansı bulduğum Emel Çölgezen ise, kamera önünde teatralliğini tüketen pekçok oyuncunun aksine, oyunculuğun “er meydanı” sayılabilecek tiyatro sahnesinde gerçekten etkili ve yetenekli bir oyuncu olduğunu ispatlıyor.

Öte yandan, oyunun teması üzerinden, bizzat oyunun kendisini ve hatta tiyatroyu olgusal olarak benzer bir sorgulamaya götürmek mümkün. Zira, suretlerin asıllarından daha gerçek şeylere dönüştüğü bu çağın  “simülasyonun ufkunda” her şey “tiyatro” olarak değerlendirilebilir. Shakespeare’in ünlü “bütün dünya bir sahnedir” sözü, bir bakıma bir kurmacayı, simülakrlarla dolu bir dünyayı çağrıştırır ve gerçeklik algısındaki yanılsamaya vurgu yapar. Ancak, her şey tiyatro haline geldiğinde, ortada herhangi bir sahne, mesafe, bakış kalmaz. ”Popüler Gerçek”i eleştirdiği şeye dönüşmekten koruyan ve yaşamın kendisiyle dolaysız biçimde buluşmasını sağlayan ise, metninin, rejisinin ve sahne tasarımının gerçekçiliği ile oyunculukların sahiciliği oluyor. “Teatrallik kavramı çerçevesinde tartışılan “gerçekliğin temsili” sorunu, sanat-hayat ikiliğini zorunlu olarak içerir. Yaşamın birebir taklidinin ortadan kalkması, “-mış gibi yapma” formülü yerine, doğrudan “ne ise onu yapma” formülünün devreye girmesi sanat ve yaşam arasındaki uçurumu ortadan kaldırır. Sanat, yaşama “yüce” ve erişilemez bir noktadan bakmayı bırakır ve gösterim laikleşir. Yaşam, tiyatronun estetize edilmiş penceresinden, mesafesiz ve dolayımsız olarak seyirciye sızar.” (4) “Popüler Gerçek”, öz ve biçim olarak “ne ise onu yapmayı” başarıyor ve böylelikle yaşamla buluşuyor, bütünleşiyor.

Oyunun finalinde, en “gerçek” karakter olan Zafer, neo-liberalizmin ve onun post-modern hegemonyasının yarattığı sanal dünyayı bir baltayla paramparça ederken “bireysel” zaferini ilan ediyor belki. Hiçbir kuşkuya, yanılsamaya, simülakra ya da simülasyona olanak vermeyen, yaşamın tarihsel ve evrensel en somut gerçekliği olan “ölüm”le kendisini savunuyor. Ancak, Zafer’in ellerinden kan damlayarak donakaldığı sahne, belki de post-modernizmin simülakrlarla ördüğü, simülasyonlarla beslediği, sanrılarla dolu sahte bir dünyaya mahkum edilen toplumları bekleyen korkunç geleceğinin habercisi. Belki de, Zafer’in seyirciye son kez bakarken gözlerinde beliren dehşetli karanlık, bize tarih boyunca “önce gerçeği öldürdüğünü” iyi bildiğimiz savaşların ve toplumsal çatışmaların çok uzak olmadığını, post-modernizmin ürettiği “post-faşizmin” sanal bir yanılsama değil, somut bir gerçek olduğunu anlatıyor…

“Gerçekten o baltayı elinde tuttuğunu sanıyorsun, değil mi?… Asıl o seni ellerinde tutuyor. Sen artık o baltasın; başka hiçbir şey değil. Üstelik onu bundan 250 Bin yıl önce keşfedenin tırnağı bile değilsin. O, baltaya sahipti. Balta onun bir uzvuydu, eliydi. Sense baltanın elisin. Baltayı tutan el sana ait değil; baltaya ait.(*)

250 bin yıl değil ama, 2500 yıl evvel, büyük büyük dedem Platon’un meşhur “mağara” alegorisindeki tutsaklar duvara yansıtılan gölgeleri gerçek sanıyorlardı; ama tutsaklıktan kaçmayı arzulayanlar için mağarasının bir çıkışı vardı. Çıkışı olmayan bir mağaraya kapatıldıktan sonra, hâlâ insani nitelikleri taşıyabilir miyiz? Hayatımıza eklenen yeni teknolojiler, makineler, imge üretim aygıtları içinde bulunduğumuz sanal ekosistemin doğasını değiştiriyor her seferinde. Bilgisayar, akıllı telefonlar vb. insanın düşünme, yaratma, iletişim kurma, birlikte çalışma, kendilerini örgütleme, hatta iktidarı ve sorumluluğu paylaşma biçimlerini değiştiriyor. Bugün, hepimiz sanal bahçenin, yani kültürün ürünleriyiz. Oysa, insanı insan yapan, tüm duyu organları, gözenekleriyle dışarıya açık olması, algısal/zihinsel yeteneklerini genişletmesi ve dışarıdan gelecek en küçük uyarana yanıt vermesidir. “Popüler Gerçek”in ortaya koyduğu gibi, bir “varoluş” sorunuyla karşı karşıyayız; yokluk ya da varlık! Kendini tüm nesnelerin sahibi olarak dayatan, kurguladığı “yalan” bir dünyaya mahkum eden ve böylece bizi hiçleştirenlere direnmezsek eğer, Platon’un mağarasındaki gibi gerçeklikten koparılarak hakikatten yoksun bırakılmış zavallı varlıklar olmaya mahkumuz. Gerçeği algılamak var olmaktır, hakikate yürümek isyan etmektir! “Popüler Gerçek”, bir yol ağzında bulunan insanlığa ayna tutuyor ve Hamlet’in kurukafasının çağdaş bir versiyonunu uzatıyor bize: Gerçek ya da yalan… İşte bütün mesele bu!

Kaynakça:

  • Karacabey, Süreyya. “Modern sonrasında dramatik metinler” Dramatic Texts in Postmodern Period : http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/13/180/1408.pdf
  • Baudrillard, Jean. “Simülakrlar ve Simülasyon”, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2011
  • Baudrillard, Jean. “Tüketim Toplumu (Söylenceleri / Yapıları) Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2008
  • Zeren, Vecihe Özge. “Teatrallik ve Gerçek Algısı”, Yeni Tiyatro Dergisi, Kasım 2011
  • (*) Uslu, Cem. “Popüler Gerçek” oyun metni
0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku