Nedim Saban ile “Tiyatrokare” ve “Türkiye Tiyatrosu” Üzerine Söyleşi…

Neslihan Ekim

Tiyatromuzun öne çıkan isimlerden biri olan Nedim Saban, Tiyatrokare’nin kuruluşundan bugüne kadar geçen süreci ve tiyatro dünyasındaki deneyimlerini bizimle paylaştı. 32 yıl boyunca, değişen ülke koşulları, farklılaşan seyirci ve tiyatro anlayışlarıyla birlikte büyüyerek repertuarını genişleten Tiyatrokare, Türkiye’yi baştan sona gezerek 3.5 milyona yakın seyirciyle buluştu.

Turne tiyatrolarının toplumda ve kültürdeki rolüne de değinen Nedim Saban, özellikle Anadolu’da tiyatro sevgisinin gelişmesine önemli katkılarda bulunan özel tiyatroları anlattı. Ancak, günümüzde ekonomik ve teknik zorluklar nedeniyle turne tiyatrolarının karşılaştığı sıkıntılara da dikkat çekti.

Söyleşimizde, sansür ve otosansür konularına da değinen Saban, bu baskıların tiyatroyu nasıl etkilediğini açıkladı. Ayrıca, Tiyatrokare’nin Nişantaşı’ndaki yeni sahnesi hakkında bilgi veren Saban, bu mekânın tiyatromuzu önemli bir katkı sağlamasını umduğunu belirtti.

Tiyatronun toplumsal bilinç oluşturmadaki rolüne ve tiyatromuzun geçmişten günümüze politik, sosyal ve kültürel değişimlere nasıl yanıt verdiğine odaklanan röportajı sizlerle paylaşıyoruz… 

Tiyatrokare oyuncuları

Tiyatrokare: 32 Yıl, 75 Oyun, 70 Şehir, 3,5 Milyon Seyirci”

Neslihan Ekim – Merhaba… Tiyatrokarenin kuruluş aşamasından bugüne kadar geçirdiği süreci kısaca özetlemeniz mümkün mü?

Nedim Saban – Ben Amerika’da, New York’da tiyatro eğitimi alırken, Türkiye’ye dönmek her zaman hayalimdi. 1990’da Türkiye’yi yeni bir tiyatro anlayışıyla dönmek istiyordum. Tam o sırada, Haldun Dormen’den bir teklif geldi, ‘’Gel, tiyatro yap’’ diye… Klasik Dormen çizgisinin dışında bir şey yapmamı istemişti. Ben de Joe Orton’un ‘’Uşak Ne Gördü’’ adlı cinsel kimlikler üzerine komedisini önerdim ama Türkiye 90’larda bile  böyle bir oyuna hiç hazır değilmiş. Amerika’da 20. yüzyıl  klasikleri çalışıyordum, Neil Simon’un bir oyunu beni çok etkiledi, “tiyatromu bu oyunla açacağım” dedim. Ve Tiyatrokare ‘’Müziksiz Evin Konukları’’ ile açıldı. Oyunun en güzel yanı, Macide Tanır’ı İstanbul’a gelmeyi ikna ettim. O bir devlet sanatçısıydı ve 15 yıldır köşesinde oturuyordu, küskündü. Ben Ankara’ya gittim ve ikna olma süreci de çok ilginçti… “Bir salonumuz var mı?” “Yok.” “Peki kadroda kim var?” Kimse yok.” “Türkiye’de bir oyun yaptınız mı?” “Evet.” “Başarılı oldu mu?” “Başarısız oldu.” deyince dosyayı kapattı, ‘’Geliyorum’’ dedi.  ‘’Türkiye’de de kimse başarısız demez kendine. Siz diyorsanız, ben sizinle çalışmak istiyorum’’ dedi. Müthiş bir 2 yıl geçirdik. Biz o dönemlerde okul salonundaydık,  alternatif salon olmadığı için. Salı günü başka oyun, Cumartesi günü başka oyun izlediği zaman seyircinin kafası karıştı. Biz daha sonra Şişli Tiyatrosu’na taşındık. O sırada Gönül Ülkü – Gazanfer Özcan Tiyatrosu yeni kapanmıştı. O salonun komediye alışmış, komediyle bağdaşan bir seyircisi vardı. Bu defa Müşfik Kenter’in yönettiği, ‘’Salaklar Sofrası’’nu sahneledik. Muhteşemdi. O salonda bir sürü komedi oynadık. Komedilerden bir tanesi de çok ses getirdi; ‘’Şen Makas.’’ Çünkü ilk interaktif komediydi Türkiye’de. O oyundan sonra deprem olunca, biz Profilo AVM ye taşındık. Benim televizyon çalışmalarım bitmişti, tiyatromu ayakta tutmak için ticaret de yapıyordum, ek olarak. Yoğunluktan dolayı çok da konsantre olduğum söylenemez. Bu nedenlerle, çok da başarılı geçmedi o dönem. Düzenli perde açtık ama, Erol Keskin ve Yıldıray Şahinler’in oynadığı ve o dönem çok ses getiren “Salı Ziyaretleri” dışında çok ses getiren bir şey olmadı. Bu sürecin iyi yanı Erol Keskin, Metin Serezli gibi oyuncuları kazanmak oldu. Giderek aile komedilerine, duygusal komedilerine dönmeye başladık. Aynı şekilde Suna Keskin’i de bu dönemde kazandık. Profilo AVM’de çok fazla tiyatro olduğundan, kendimizi oraya ait hissedemedik.  Sonra ‘’Leyla’nın Evi’’ni yaptık ve bu oyun bir değişimin başlangıcı oldu bizim için. 10 yıl devam etti. O dönem Kent Oyuncuları kapanmıştı, Kenter Tiyatrosu boştu.. Bizim şehirde kent soylu bir seyircimiz vardı. Seyirci bizi ya Kenterlerin yönüne çekecekti ya Dormenlerin…  Kenterler’in yönüne çekti. Çok fazla roman uyarlamaları yaptık. Onlar bize cesaret verdi. Bugüne kadar 75 oyun olmuş.

Neslihan Ekim Repertuvar tiyatrosu diyebilir miyiz Tiyatrokare için?

Nedim Saban – Evet, tabi… Yani koşullar ve mekan yaptığımız tiyatronun biçimini çok etkiledi. Mesela önceden Anadolu seyircisi çünkü çok kısıtlıydı. Bir oyun bir yere bir kere giderdi. Biz bunu da kırdık. Artık repertuar tiyatrosu olduk ve 32 yılda, 75 oyun yapmışız, 70 şehre gitmişiz,  3.5 milyona yakın seyirciyle buluşmuşuz. Türkiye’yi baştan sona neredeyse 40 defa dolaşmışız.

Nedim Saban

Turne Tiyatrolarından Menajer Tiyatrolarına…

Neslihan Ekim – Tiyatromuzda turne ekiplerin toplumsal ve kültürel rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu ekiplerin halkın yaşadığı farklı bölgelere tiyatro sanatını taşımasının önemi nedir?

Nedim Saban – Özel tiyatrolar Anadolu’da yıllarca çok büyük emek verdiler. Salonu olmayan yerlerde ahırlarda oynadılar. Mesela bu noktada, Lale Oraloğlunu, Altan Karındaş’ı çok başka yere koyarım.  Kahraman bu kadınlar! Düşünün 1950’lerde tiyatrolarını Anadolu’da ayakta tutuyorlar. Nejat Uygur, aynı şekilde Anadolu’ya tiyatro kültürünü götürmek açısından çok önemliydi. O zamanlar Anadolu’nun bazı şehirleri tiyatroya hazır değildi, onlar bunun öncülüğünü yaptılar. İstanbul’da yerleşik bu tiyatrolar, turne yapacakları zaman kendi aralarında konuşurlar, turne tarihlerini belirlerlerdi. Bu tarihlerin belirlenmesinde belirli kıstasları vardı. Mesela, Karadeniz’e fındık toplandıktan sonra gidilir, Ankara’ya memurların, işçilerin maaşlarını aldıkları ayın 15’inden sonra gidilir vb…

Neslihan Ekim – Aranızda şimdiki tiyatrolardan farklı, çok güzel bir dayanışma varmış aslında. Bunun sebebi, tiyatroya duyulan sevgi ve toplumsal sorumluluk muydu? Tiyatroların daha örgütlü bir yapısı mı vardı?

Nedim Saban – Tam tersine, o zamanlar çok örgütlü değildi tiyatrolar; tek bir dernek vardı. Ama sayımız çok azdı ve ayakta kalmak zorundaydık. Tiyatrolar bazı prensiplerde anlaşırlar ve bu prensipler üzerinden hareket ederlerdi. O dönem örgütlü yapıların olmamasından dolayı çok sıkıntı çekildi. Bugün daha örgütlü bir yapı var tiyatroda. Fakat turne işi gittikçe pahalı olmaya başladı ve Anadolu seyircisi yalnızlaştı. Ne zaman ki pandemi oldu, Anadolu’da da müthiş bir sosyalleşme ihtiyacı doğdu. 

Tiyatrokare, Ağaçlar Ayakta Ölür oyunundan

Neslihan Ekim – Turne tiyatrosu yapmanın kültürel ve sosyal açıdan zorlukları nelerdir? Özellikle farklı coğrafi bölgelerde oynarken karşılaştığınız mekansal ve toplumsal farklılıklar sizde nasıl bir etki yaratıyor?

Nedim Saban – Teknik olarak çok zor. Dekorsuz gidemezsiniz. Çok amaçlı salon denilen bir şey var. Öncesinde konferans oluyor, siz dekorunuzu son dakikada kurmak zorunda kalıyorsunuz. En önemlisi, belediyeler sınıfta kalıyor. Kültür politikaları çok yetersiz maalesef ve bu noktada sosyal demokrat belediyeler de sınıfta kalıyor. Salonları kiraladığımız halde zamanında vermiyorlar, süreç yönetilemiyor. Bugün turne tiyatrosunun geldiği son aşamada, belediyeler kalitesine hiç bakmadan ücretsiz oyun alıyorlar, belirleyici olan tek şey oyunların fiyatı oluyor. Uygun salonlar var ama kiralamıyorlar, boş duruyor.  Mesela Sarıyer’de çok güzel bir salon var. Sarıyer Belediyesi hiç bir zaman salonunu tiyatrolara kiralamıyor. Kültür müdürü “bizim için ücretsiz oyunlar bile bu kadar dolmuyor” diyor bizim oyunlar için. Mesele ücretli ücretsiz olmasıyla ilgili değil, seyircinin kendine verdiği değerle ilgili. Bir dönem alternatif tiyatrolar çok heyecan vericiydi. Seyircilerin değişik bulduğu için yöneldiği deneysel tiyatrolar vardı. Fakat onların da hem üreticisi hem seyircisi eskisi gibi değil. Ben, biletleri 1.500 TL olan oyunlara da karşıyım. Tiyatromuz, seyircisini adeta elit olmaya zorluyor. Şimdi de benim “menajer tiyatrosu” dediğim yeni bir akım başladı. Menajerlerin kendi oyuncularını değerlendirmek için sahnelettikleri oyunlar yapılıyor. Bu oyunları seyircileri de ünlü görmeye giden bir topluluk. Bizim seyircimiz, turnelerde de, İstanbul’da da yıllardır hep aynı kitle. Emekli, öğretmen, hakim, avukat, doktor, işçi… Tiyatro alışkanlığı olan, sadece tiyatro için tiyatroya gelen bir kitle. 

Neslihan Ekim – “Aile tiyatrosu” kavramını biraz açabilir miyiz?

Nedim Saban  Televizyonda aile dizisi dedikleri anlamda değil ama, bir kaç kuşağın beraber izleyebileceği bir tiyatro anlamında “aile tiyatrosu.” Çok ilginç şeyler yaşıyoruz. Mesela, İzmir’de oynandığımızda hamile bir kadın oyuna geliyor. Çocuğuyla konuşurken; ‘’İnşallah sen de doğduğun zaman böyle güzel oyunlar izlersin’’ diyor. 9 sene sonra o çocuk annesiyle beraber aynı oyunu izlemeye geliyor. 

Tiyatrokare, Ahududu oyunundan

“İstanbul Tiyatrosu Netflixe Özeniyor”

Neslihan Ekim – Tiyatroların sürekli yeni arayışlar peşinde koşmasından çok daha değerli bir şeyden bahsediyorsunuz. Bunun nedeni sürekli seyirciyle, insanlarla temas halinde olunması mıdır?

Nedim Saban – Evet, öyle. Mesela alternatif sahnelerin çoğunun oyunlarını seyrediyorum. Bana ne alternatif sunuyor? Ben çoğunda bir alternatif göremiyorum. Tamam bir deneme yapacaksın, ama kimin üzerinde? Bu denemeleri alım gücü yüksek seyirciye, Kadıköy profiline yaparsan, çok da ilerleyemezsin. Anadolu’da dans tiyatrosu çok heyecan verdi diye bir haber okudum az evvel. Batman’da 8-10 tane özel tiyatro perde açıyor.  Karadeniz’de 20 tane irili ufaklı tiyatro topluluğu, Sinop’ta köy tiyatroları var. Türkiye Tiyatrosu’nun bir parçası bunlar ve alternatif sunuyorlar halka. Dolayısıyla bu kavramları iyi tanımlayıp, klişelerden uzak durmak gerekiyor.

Neslihan Ekim – Tiyatromuzda sansür ve otosansür hakkında ne düşünüyorsunuz? Anadolu’da bu olgular sizce nasıl bir karşılık buluyor?

Nedim Saban  Maalesef otosansür çok ciddi bir şey. Yani, otosansür sansürden daha ağır! Bu daha çok zamanın ruhuyla ilgili. Festival yasaklayarak partisinin gözüne girmeye çalışanlar var. Çok acayip ama, sadece daha çok oy almak için bu yıl genel seçimler yaklaştığında, pek çok festival iptal edildi. Oysa, tam tersine, oranın esnafına, turizmine, halkına  hizmet etmek zorundasın. Festivaller düzenlendikleri şehrin insanına para kazandırırlar. Öte yandan, otosansür duyulmasını istediğiniz sözü söylemeye sevk ediyor sanatçıyı. Korkmak değil sadece,  bir de duyulmasını istediğiniz bazı popülist cümleler var. Ama o cümle ne metnin sözü ne sizin yüreğinizden gelen bir duygu aslında. Sanki tiyatro yapmak politik şeye dönüştü, ‘’yapmak eylemi’’ politik oldu. İsimler üstünden yasaklar konuluyor. Bazı tiyatrocular yasaklı listede. Böyle olunca yaşamak için susmak zorunda kalanlar var. Ayrıca, ben İstanbul tiyatrosunun korkunç bir şekilde Netflix’e özendiğini düşünüyorum. Tamamen kötülük üretiyor. İyilik üretmek, bunu göstermek bile politik bir şeye dönüştü. Mesela bir kahramandan söz etmek, politik bir şeye dönüştü. Bunun yerine, çatışmayı kötücül  olan üzerinden kuruyor. Tabii ki kötücül kahraman da olur. Fakat sanat bazen de iyiliği anlatabilmeli diye düşünüyorum.

 Neslihan Ekim – Tiyatromuzun geçmişten günümüze politik, sosyal ve kültürel değişimlere nasıl yanıt verdiğini düşünüyorsunuz? Tiyatro sanatının toplumsal bilinç oluşturmada ve değişime katkı sağlamada rolü nedir?

Nedim Saban – Toplumsal bilinci oluşturamıyor, çünkü benim gözlemlediğim şey çok apolitik oluşları. Alternatif bir öykü anlatıyorsa bile hani ötekini anlatsa bile Netflix gibi anlattığı için, ben onu bir toplumsal katkı olarak değerlendiremiyorum. Dolayısıyla bu yalnızlıkta, yani birazcık Türkiye Tiyatrosu vitrine döndü. 

Tiyatrokare, Veda oyunundan

Kent Kültürü ve Tiyatrolar…

Neslihan Ekim – Artık yeni bir salonunuz var. Biraz ondan bahsedelim…

Nedim Saban – Evet artık Tiyatrokare’nin seyirci açısından bir adresi var. İmkanları da oldukça iyi. Biz uzunca bir zaman boyunca FMV Işık Okulları ile görüştük ve nihayet oldu. Şişli çok ağır bir kültürel çöküşe uğruyor. O yüzden bizim buradaki varlığımız önemliydi.

Neslihan Ekim – Avrupa yakasında tiyatro bilinçli bir şekilde bitiriliyor diyebilir miyiz?

Nedim Saban – Kesinlikle öyle. Gezi Parkı ile başlayan süreçte önce Taksim,  Beyoğlu, sonrasında kentsel dönüşüm üstünden Şişli derken, evet Avrupa yakasında tiyatro bilinçli bir şekilde bitirilmek isteniyor, çok doğru… Kadıköy daha eğlenceli gibi geliyor ama aslında o öyle değil, merkezden itiliyor.

Neslihan Ekim – Kurbağa testi gibi biraz…

Nedim Saban – Doğru. Kent mirası bir de bu tiyatrolar. İşin ilginç yanı, bir çoğunda mekan duruyor ama tiyatro yapılmıyor. Bu bir kültür politikası. Şurada Hadi Çaman Tiyatrosu var, atıl bir şekilde duruyor, bilinçli bir şekilde bitirilmeye çalışılıyor. Bizim gerçekten kültür yöneticilerine ihtiyacımız var. Herkes oyuncu olmak istiyor. Biraz da böyle kapalı yapılar var. Şimdi ekiplerimizi kurmamız ve kültür yöneticisi bulmamız lazım. FMV Işık Okulları bu anlamda bir pilot proje. Hem oyunlarımız orada oynanacak hem de okulun girişi ayrı. Yani insanlar okula gelmiş gibi hissetmeyecekler ve bu şekilde 50 tane falan salonu açılabilir Türkiye’nin her yerinde. Umarım burası bir örnek olur.

Nedim Saban, Melek Baykal, Suna Keskin ve Nevra Serezli ile…

Neslihan Ekim – Akademide ne tür eğitimler planlıyorsunuz?

Nedim Saban –  Türkiye’nin yakın tiyatro tarihi oyuncuların ölümüyle beraber siliniyor. Çok az  oyuncu günlük tutuyor. Onların sessiz ölümleri beni çok üzdüğü için bir bellek oluşturma girişiminde bulundum. Bunu da mekanlar üstünden yaptım. 5 tane mekanı inceledim. Bu mekanların ortak özellikleri, tiyatro binası olması. Bu mekanların üzerinde bu mekanlar nasıl kentsel devrime, yani kent kültürüne yardım etti onları araştırdım. Mesela Direklerarası geleneği tamamen belediyenin yol yapması yüzünden bitmiş. Bu bir bellek kaybı, dolayısıyla ben bu belleği ayakta tutmaya çalışıyorum. Akademide ne anlatmak istiyorum meselesine gelince… Şu anda yaşayan tiyatroyu yazmalarını, çizmelerini, araştırmalarını istiyorum. Haldun Abi’nin evine gidin. Orada O’na bir şey sorun, illa tezle ilgili olması gerekmiyor. Bizim ustalarımız çok açık. Kapılarına gittiğimizde tiyatro konuşuyorlar. Ama giderek bu aktarım yok oluyor. Dolayısıyla, ben akademide bunu yapalım istiyorum. Oyunculuk eğitimi sadece konservatuardan ibaret değil.  Mutfak çok önemli hikayeler çok değerli, sözlü bir gelenek var. Kemal Sunal’ı tanımayan bir kuşakla karşı karşıyayız mesela. Tanısa bile ilgilenmeyen bir kuşak. Çok acı… O yüzden eğitimin önceliği tarihle, özellikle yakın tarihle öğrencilerin temas kurmasını sağlamak olmalı diye düşünüyorum.

Neslihan Ekim – Yolunuz açık olsun Hocam. Bu keyifli röportaj için teşekkür ediyorum.

Nedim Saban – Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim. 

NESLİHAN EKİM

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku