Metamodernizm Bağlamında Koffi Kwahulé’nin “Big Shoot” Oyunu: Batı Merkezli Sanat Anlayışının Eleştirisi ve Dönüşümü

Neslihan Ekim

Metamodernizm, modernizmin keskin ayrımlarını ve postmodernizmin ironik tutumunu aşarak, hem modern hem de postmodern öğeleri içeren bir estetik ve düşünsel hareket olarak tanımlanır. Bu makale, metamodernist bir çerçeve içinde Koffi Kwahulé‘nin “Big Shoot” adlı oyununu ele alacak ve Batı merkezli sanat anlayışının eleştirisi ve dönüşümü üzerinde odaklanacaktır. Özellikle, Kwahulé‘nin eserinde Kral Übü‘ye ve Samuel Beckett’in oyunlarına yapılan göndermelerin, Batı’nın sanat geleneğine yönelik nasıl bir eleştiri ve dönüşüm getirdiği incelenecektir. Metamodernizm, modernizm ve postmodernizm arasında bir sentez oluşturarak, belirsizlik, çelişki ve kaosla başa çıkmaya çalışır. Bu çerçeve içinde sanat, hem modernist ilerleme ve özgünlük arayışını hem de postmodernist ironi ve çoğulculuğu bir arada barındırır. Kwahulé‘nin “Big Shoot” oyunu da bu bağlamda ele alındığında, belirgin bir metamodernist yapı sergiler. Oyun, Batı’nın sanat anlayışını sorgular ve dönüştürürken, modern ve postmodern öğeler arasında gidip gelir.

Kral Übü ve Batı’nın Yozlaşmış Politikası; Literatür Domuz Bokudur!

‘’Big Shoot’’ oyunu tıpkı Kral Übü’nün burjuva seyircisine yaşattığı sarsıcılıkta başlıyor. 

Shut up!

Mother fucker!

Adi… Şerefsiz

Zavallı sürüngen seni… Seni küçük aptal… aşağılık herif

Dangalak… Salak… puşt… Şarlatan… sahtekar… yavşak… iki yüzlü pezevenk… 

Pislik… Bok yığını seni… Seni ÇÜRÜMÜŞ ÇÖPLÜK! 

Kwahulé‘nin oyununda Kral Übü‘ye yapılan göndermeler, Batı’nın siyasi ve toplumsal çıkmazlarını eleştiren bir tavra işaret eder. Kral Übü, Alfred Jarry‘nin yarattığı bir karakter olup, absürd tiyatronun öncülerinden biridir. Kwahulé‘nin bu karaktere yaptığı göndermeler, Batı’nın siyasi liderlik ve güç yapılarını sorgular. Oyun, Kral Übü‘nün absürd ve yozlaşmış dünyasında, modern politikanın çöküşünü ve insanlığın içine düştüğü çıkmazları temsil eder. Açık biçim gibi algılanan ‘’show must go on!’’ durumu kendi içinde oldukça dramatik nitelikler taşır. Oyun bu anlamda, kurallı drama ve absürd biçim arasında sürekli bir salınım göstermektedir. 

Beckett’in Oyunları ve Varoluşsal Kırılganlığın Distopyası!

Samuel Beckett‘in oyunları, varoluşsal kırılganlık ve anlamsızlık temalarını işler. Kwahulé‘nin “Big Shoot” oyununda, Beckett’in ‘’Oyun Sonu’’ oyunundaki efendi-köle ilişkisinin sarkacı, toksik bağımlılık olarak çıkar karşımıza. Beckett‘in oyunları genellikle iletişim eksikliği ve anlamsızlık üzerine kuruludur. Big Shoot oyununda ise bu iletişimsizliğin temeli oyunun kendi paradigmasındadır. Karakter çok yoğun bir iletişim halindedir. Sürekli konuşan efendi ve sessiz kalan köle ilişkisi, kölenin konuştuğu zaman mevcut sistemin nasıl bir döngüye girdiğini vurgular.  Kwahulé‘nin bu göndermeleri, insan varoluşunun temel sorunlarına dair derinlemesine bir eleştiri sunar ve Batı’nın değerlerinin geçerliliğini sorgular. Çağdaş bir dünyada nasıl bir varlık gözetebiliriz? Tek kelimeyle tüm tekilliklere açık ortak bir alan nasıl tasarlanabilir? 

Kwahulé‘nin “Big Shoot” oyunu, metamodernist bir çerçeve içinde Batı’nın sanat anlayışını eleştiren ve dönüştüren bir eserdir. Kwahule’nin tiyatrosu tamamen sesin fiziğini kullanır. Bu yönüyle, metamodern yapı fildişinin ta kendisidir!  Siyasetin arzusunu uyandırmanın gücünü ve gerekliliğini aslında ses ve kışkırtma üstüne yeniden yapılandırır.  Yok olan, tecavüze uğrayan, ölü bir beden olarak tasvir edilen Amerika ve yaşlanmış bir beden olan Avrupa, mevcudiyetsizliğin en ivmesiz ve sarsıcı eleştirisidir. Trajedinin kökenleriyle bağlantı kuran yazar, metamodern trajediyi bedene benzetiyor. Cinsiyetçi, günlük hayatlarımızı ören dil, imgeler yoluyla yeniden yapılandırılıp dönüşüme uğruyor. ‘’Sıcak bir maşanın bir kadının cinsel organına girmesi’’i hakim sisteme duyulan öfkenin dışavurumu. Özgürlük anıtının bir kadın oluşu ve sistemin egemen dilinin erk söylemlerine dokunuyor o kızgın maşa aslında! Çağdaş toplumları etkileyen şiddetin merkezine, yani sistemin özüne dair yaptığı sürekli bir vurgu var yazarın.  Kwahulé‘nin oyunu, modern ve postmodern öğeler arasında gidip gelirken, yeni bir anlam ve anlayış arayışını yansıtıyor. Batı’nın sanat geleneğine dair alışılmadık bir perspektif sunuyor. 

Afro Amerikalı olan yazar için mitsel bir boyut kazanan 11 Eylül, modern bedenin trajik özünü ortaya çıkarmış. Eş zamanlı ölüm ve ortadan kalkan kutsanmış ifadeler… Beden yoksa nasıl yas tutabiliriz? O hade gerçek trajedi, olayın şiddeti değil. Şiddeti ölçmek için hangi felsefi ve politik ifadelerin kullanıldığı meselesi. Köle bedenler, tüm kısıtlamalara ve sömürülere rağmen kendi varoluşlarını nasıl, ne şekilde kurgular? Bernard Stiegler’in hatırlattığı, Aristocu ‘’birleştirici güç alarak arzu’’, bu oyunda hem kaybedilen, hem onurlandırılan, hem de koşulları yeniden yapılandıran bir sarkaç konumunda. Metamodern tiyatro, bu bağlamda, bireyleri inkar eden dünyaya karşı bir isyan tiyatrosudur. Bu anlamda hem çağdaş toplumların trajedisinin sahnelenmesini hem de bunun ötesine geçmesini sağlayan ‘’canlı’’ bir devinim kurgulamış bu oyunda. Aristocu koronun işlevlerin,, tragedya ve komedya niteliklerini, postmodern bir yapıbozuma uğratmak yerine karakterler üstünden yeniden yapılandırmış yazar. Organik bir şekilde köklerinden koparıldığını öne süren yazar kuşağının bir örneği Kwahule. Fakat bu kökten kopma onun doğasında, sanıldığının aksine doğduğu kıta olan Afrika’ya ilgisizlik anlamına gelmiyor. Tam tersi kendi içinde yeni ideolojik meseleleri yeniden sorgulatıyor. 

Uygarlık Eleştirisi Bağlamında Koffi Kwahulé’nin “Big Shoot” Oyunu: Batı Merkezli Sanat Anlayışının Analizi

Koffi Kwahulé‘nin “Big Shoot” oyunu, modernizm ve postmodernizm arasında gidip gelen bir metamodernist yapıya sahiptir. Ancak, bu yapı sadece estetik ve düşünsel çerçevelerle sınırlı değildir. Kwahulé‘nin eseri, Batı merkezli uygarlık paradigmasını sorgulayan ve eleştiren bir perspektif sunar. “Big Shoot”, sahnelediği toplumsal düzen, politik yapılar ve insan varoluşuyla ilgili derinlemesine sorularıyla, Batı uygarlığının temellerine yönelik bir eleştiri sunar. Kwahulé‘nin eseri, Kral Übü ve Beckett‘in oyunlarına yapılan göndermelerle birlikte, Batı uygarlığının siyasi ve toplumsal çıkmazlarını sorgular. Oyunun karakterleri, Batı’nın politik ve sosyal sistemlerinin çürümüşlüğünü ve ahlaki bozulmuşluğunu temsil eder. Kwahulé, karakterlerinin dilinde ve davranışlarında bu çürümüşlüğü vurgulayarak, Batı uygarlığının değerlerini ve normlarını sorgular. Oyun, bu eleştiriyle, Batı uygarlığının karmaşıklığını ve çelişkilerini ortaya koyar ve izleyiciyi derinlemesine düşünmeye davet eder. Kwahulé‘nin eseri, bahsedilen tüm bu temaları daha da derinleştirir ve toplumsal bir boyuta taşır. Yazar, karakterlerinin yaşadığı toplumsal distopyayı, modern insanın varoluşsal krizini ve toplumsal çöküşünü sergileyerek, izleyiciyi kendi varoluşsal ve toplumsal gerçekleri üzerine düşünmeye teşvik eder.

Sonuç: Uygarlık Eleştirisi ve Dönüşüm – Sesin Gücü ve Toplumsal Protesto

Oyunun Moda Sahnesi’ndeki sahnelemesi, bu bağlamda dramaturgisi doğru yapılmış bir oyun. Ana metindeki sahne estetiğinin reji ve oyunculuklarla değiştirilmesi, oyunun metamodern yapısını da yeniden yapılandırdığı için oldukça tutarlı bir merkez oluşturuyor. Camdan kafes, sahnenin kendisine dönüşmüş durumda, yani seyirciler de aynı kafesin içinde. Mezbaha, kan kokusu gibi yazarın sahnelemeye dair düştüğü notlar, dekorda kırmızı-beyaz çizgilere dönüşmüş. Karakterler ise iki clown/ soytarıya dönüşmüş durumda. Yaratılış soytarıları!

‘’ RAB Kayin’e, “Kardeşin Habil nerede?” diye sordu.

Kayin, “Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?” diye karşılık verdi.

 RAB, “Ne yaptın?” dedi

“Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor. 

Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın. ‘’

Oyunda barkovizyona yansıtılan bu alıntı, Tevrat’ın Yaratılış kitabından (4. Bab) gelir ve Kayin ve Habil’in hikayesini anlatır. 

Bu hikaye, insanlık tarihindeki ilk kardeş cinayeti olarak bilinir.

Oyunla bağlantısını kurmak, oyunun belki de çağdaş dünyada hala var olan suçlar, sorumluluk alma eksikliği ve günahın sonuçları gibi evrensel temaları ele aldığını düşündürür. Oyun, belki de insanın doğasındaki karanlık ve vicdanın sesini duyma yeteneği üzerine derinlemesine bir sorgulama sunar. Kayin’in suçu, onun kişisel düzeyde bir günahı temsil ederken, aynı zamanda toplumsal ve tarihsel bir boyutta da yorumlanabilir. Bu durumun metamodern oyunla bağlantısı, günümüzde hala geçerli olan insan doğasının karmaşıklığı ve suçun sonuçları üzerine düşünmeye teşvik edici olmasıdır.

DIKŞIN DIKŞIN DIKŞIN! Büyük şans! 

NESLİHAN EKİM

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku