Mehmet Ege’nin Son Yazısı: Sehven Koordinasyon!…

editor
1,K Okunma

Sehven Koordinasyon

Haziran ayının 4 ve 5. günleri İzmir’de “Koordinasyon ve Yönetim Kurulu Toplantısı” yapılacağı duyumu alındı. Yönetimin bu kararı hoşumuza gitti. Çünkü dernek olarak üç yıldır koordinasyonun yapılması için birçok defalar yönetime başvurmuştuk. Dernek Yönetim Kurulu olarak, koordinasyonun yapılması halinde katılma kararı alındı. Ama 01.06.2016 gününe kadar yönetimden bir davet gelmedi. Vazgeçildiğini düşünürken yayınlanan bir yazıdan öğrendik ki, bazı üst düzey Genel Müdürlük Bürokratları, İl Müdürleri ve rejisörler Haziran’ın 4’ünde yapılacak koordinasyona davetliydiler. O güne kadar her koordinasyona katılmış bir sivil toplum örgütü olarak aynı gün bir yazı ile Genel Müdürlüğe başvurup, toplantının koordinasyon kısmına katılmak istediğimiz iletildi. Söz konusu yazıda geçmiş koordinasyonların biçimi ve katılımcıları hakkında bilgi de sunuldu. 03.06.2016 gününe kadar yazımıza bir yanıt alamadık. Bu arada yapılan birkaç görüşme ortaya çıkardı ki rejisör pozisyonunda olan bazı sanatçılar da davet edilmemişlerdi. Bunun üzerine Genel Başkanımız Mehmet Ege’nin ve Kurucu Üyelerimizden Sayın Atsız Karaduman’ın durumu yerinde görmeleri için İzmir’e gitmelerine karar verildi. Olayın bundan sonraki gelişimini Genel Başkanım Mehmet Ege 06.06.2016 günü yaptığımız Yönetim Kurulu toplantısında şöyle özetledi: “04.06.2016 Cumartesi günü saat 09.45’de Konak Sahnesi’ne geldiğimizde, toplantıya davet edilenlerin bahçede toplandıklarını gördük. Yaklaşık 20, 25 kişi vardı. Biz doğrudan binaya girdik. Sahnenin deniz yönüne bakan fuayesinde yukarıdaki sayı kadar kişi için toplantı düzeni hazırlığı yapılmıştı. Fuayenin denize bakan balkonuna çıktığımızda Sayın Genel Müdür Vekilinin araç park yerinden bahçede toplanmış katılımcılara doğru gittiğini gördük. Oradan hep birlikte toplantının yapılacağı, bizim de için de bulunduğumuz fuayeye gelirler diye bekledik. Başlama saati 10.00 olarak ilan edilen toplantı için kimse bahçeden kalkıp gelmiyordu. Yaklaşık yarım saat ya da kırk beş dakikalık bir gecikme ile Genel Müdür ve yaklaşık 15 kişilik bir ekip fuayeye girdiler.(*)

Biz kapıda ayakta beklerken, giren kişiler kendilerine ayrılan yerlere oturdular. Hiçbiri bize selam dahi vermedi. Geçen kısa bir suskunluğun ardından Sayın Genel Müdür Vekili Necat Biricik bizim davetli olmadığımızı beyan etti. Ben de kendisine, buraya Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği adına geldiğimizi, bugüne kadar tüm koordinasyon toplantılarına diğer Sivil Toplum Örgütlerinin de bizim de katıldığımızı hatırlattım. Sayın Genel Müdür Vekili, davetli olmasak da bizimle görüşmek istediğini, ama üslubumuzun sertleşmesinden endişe ettiğini, bu görüşmenin yaşları daha ileri olan deneyimli arkadaşların önünde yapılmasını uygun gördüğü için genç arkadaşları dışarıda bıraktıklarını açıkladı. Ben de kendisine 23 Aralık 2014 günü şu anda bulunduğumuz fuayenin hemen üst katında yer alan, okuma provası salonunda İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçılarının düzenlediği toplantıda beni görünce (ki o toplantıya beni İzmir’li sanatçılar davet etmişti) gösterdiği tepkiyi hatırlatarak; bu sefer bizimle konuşmaya gelmiş olmasına teşekkür edip, bu tavrının kendisi adına önemli bir değişim olduğunu belittim. Kendisi “o gün biraz yanlış olmuştu” demekle yetindi. Biz devamla kendisine birçok kez yan yana gelip konuşmak için başvurduğumuzu ama hep reddedildiğimizi hatırlattık. O yine bu üslup meselesine değinerek, tayin edildiği ilk günlerde, yabancısı olduğu bir ortama gelmenin ve kiminle ne şekilde ilişki kuracağını bilememenin telaşı içinde olduğunu, hele bizim zaman zaman sertleşen eleştirilerimizin bu kopukluğa neden olduğunu belirtti. Ayrıca bizim TÜSAK’la ilgili sert eleştirilerimiz ve üslubumuzun kuruma zarar verdiğini de ifade etti. Biz de bunun üstüne kendisinin gerek Bilgi Üniversitesindeki, gerekse TÜRKSOY toplantısındaki “TÜSAK TAŞERONLUĞUNA” soyunmuş tavrına karşı elbette ki sertleşeceğimizi, Kurumumuzu mülga kılmayı amaçlamış o kanun tasarısı karşısında başka türlü davranmanın mümkün olmadığını, hele atanmasından bir süre önce gizlice İstanbul Tiyatro Müdürlüğü emrinde geçici görevle çalışmasını, içimize sızma hareketi olarak değerlendirdiğimizi anlattık. Bugün Bakanlık TÜSAK’ı askıya almak zorunda kaldıysa bu durum tüm Sivil Toplum Örgütlerinin en başta da çalışanlarımızın kararlı karşı çıkışları ile oluşmuştur, görüşünü de ekledik. Toplantının kalan kısmında da başta göreve geldiklerinden bu yana yapılan birçok yanlışı ve eksikliği gündeme getirdik. Atsız Karaduman, Sanat Yönetim Kurulu Sanatçı Temsilcisinin, atamayla yapılmasından ve de bir İl Müdürünün bu göreve getirilmesinden söz ettiğinde, toplantıda bulunan İzmir İl Müdürü Sayın Tayfun Eraslan bu sözleri müstehzi bir ifade ile karşılayınca; Karaduman “Bıyık altından pis pis sırıtma” uyarısını yaptı. Haklı olarak Sayın Eraslan bu tespite yanıt vermek istedi. Ama Genel Müdür Vekili bu girişimi hemen önledi. Bu kez Sayın Metin Belgin, Karaduman’a sert bir biçimde müdahale edip, Karaduman’dan da aynı sertlikte bir yanıt alınca gerilen ortama bir anlamda ben katılarak Genel Müdür Vekiline hitaben “sen” sıfatı kullandım. O da buna karşı görüşmeleri kesmeye kadar uzanan bir gerginlikle yanıt verdi. Neyse ki durumun uzamaması için, ben de Sayın Genel Müdür’de karşılıklı olarak geri adımlar atarak, tekrar sükûneti sağladık. Toplantı süresince biz, Kurumumuzu hedef alan saldırılara karşı ortak bir tutum belirlemenin ancak koordinasyonlarla mümkün olabileceğini ısrarla vurguladık. Israrla yıllık koordinasyonun alışılmış formatında düzenlenmesini istedik. Kendisi üzün süre bu isteğimize : “O toplantılarda kavga çıkıyormuş, yöneticileri ve katılanları kırıcı davranışlar oluyormuş” argümanı ile karşı çıktı. Biz bu bilgilerin yanlış olduğunu, elbette sert eleştirilere varan tartışmalar yaşandığını, ama hiç birinde belden aşağı vurulmadığını, eğer bir iki münferit olay ve kişinin tavrını söylüyorsa, böyle durumların her kurum için geçerli olabileceğini, ama aslolanın ifade özgürlüğü anlayışının hakim kılındığını ama hakarete varan söylemlerin de anında susturulduğunu örnekleri ile anlattık. Ayrıca bugün burada yaptıklarının bir koordinasyon olamayacağını, hem biçim hem de katılım yönünden eksiklik taşıdığını ısrarla vurguladık. Sanırız karşı çıkış argümanına dayanak yapmak amacıyla, son günlerde tiyatro çevreleri kadar kamuoyunu da çok meşgul eden Refik Erduran mektuplarından Sayın Nabi Avcı’ya yazılanı okumaya başladı. Biz kendisine, o mektubu da Erduran’ı da bilip tanıdığımızı, koordinasyonlar dahil her mekanda ona gereken yanıtları verdiğimizi ifade ettik. Ama Sayın Genel Müdür Vekili mektubu ısrarla okumaya devam etti. Orada bulunan katılımcıların çoğunun ilk defa duyduğu bu mektupta, Yücel Erten ve Atsız Karaduman adları verilerek, benimse adım verilmeden suçlanıyor ve ispiyonlanıyorduk. Sayın Birecik bu mektubu okuyarak, hem bizi katılımcıların önünde, Erduran’ın cümlelerine yükleyerek bir algı operasyonu yapıyor, yanı sıra bu mektupta yer alan seviyesiz anlatımın koordinasyonlarda yaratıldığı tezini güçlendirmeye çalışıyordu. Başka kişilerin de suçlanıp ihbar edildikleri mektubun sonunda Atsız Karaduman söz aldı. Erduran’ın çok önceden bir gazeteye beyanat vererek Sayın Genel Müdürün göreve geliş sürecini, hiç de hoş olmayan bir biçimde sergilediğini, (Pastahane buluşmaları, Erduran’dan açıkça Genel Müdürlüğe atanmasına yardımcı olmasını istemesi vb.) ayrıca, Sayın Mahir Ünal’a yazdığı bir diğer mektupta yere göğe koyamadığı İstanbul Müdürünü, Hırvatistan olayının ortaya dökülmesini sağlayarak, Bakanlığa gammazladığını, aynı olay nedeni ile Sayın Genel Müdür Vekilini de zorda bıraktığını hatırlattı. Bu durumların hiç birinin koordinasyon sonucu oluşmadığına dikkat çekti. Bizim açıklamamızın ardından Sayın Genel Müdür Vekili: “Refik’i ben görevden aldırdım. Ömer Çelik zamanında olacaktı bir aksilik yüzünden olmadı” deyiverdi. Buna bir yanıtımız olmadı. Yalnızca Atsız Karaduman’la bakıştık. Sayın Genel Müdür görüşmelerin bu noktasında hiç de beklemediğimiz bir açıklama yaparak, bizi şaşırtmaya devam etti. Aslında bu toplantı çağrısında koordinasyon ifadesinin sehven yapılmış bir yanlış olduğunu söyleyiverdi. Yani anlaşılan oydu ki “bir toplantı yaparız adına da koordinasyon deriz. Böylece de ısrarlı bir isteği savuşturmuş oluruz” tezini sürdürmenin anlamsızlığını kendisi de anlamıştı. Ayrıca da bizim bu “tespit yazımıza” bir başlıkta armağan etmiş oldu: “SEHVEN KOORDİNASYON”. Bu aşamada DETİS Yönetim Kurulu olarak bu toplantıda okunmak üzere hazırladığımız metni katılımcılara dağıttık. (**)

Atsız Karaduman da özellikle İstanbul Devlet Tiyatrosunun idari ve sanatsal sorunlarını dile getiren 15 maddelik bir listeyi okudu. (***)

Söz buraya gelmişken bir durumu özellikle açıklamak isterim. Görüşmeler sırasında katılımcılardan Metin Belgin’in dışında bir de Sayın Hakan Çimenser’in sesini duyduk. Sayın Çimenser, Atsız Karaduman’ın “Çok kötü oyunlar oynanıyor” suçlamasına, “Eskiden de oynanıyordu” yanıtı verdikten sonra: “ Ben istediğim oyunu sahneye koyuyorum. Geçen yıl İstanbul’da sahneye koyduğum oyun hem büyük başarı kazandı hem de o oyunun broşüründe Muhafazakâr Sanat iddiasını yanıtlayan uzunca bir yazı da yazdım” deyince Karaduman: “Yani siz istediğiniz oyunu sahneye koyunca Devlet Tiyatrosunda her şey düzgün mü gidiyor? Örneğin 2000 yılından bu yana her yıl 23 Nisan’da ‘Her Okul Bir Tiyatro’ sloganı ile yapılan Akdamar Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Şenliği bu yıl yapılamadı” deyince Sayın Çimenser, zaten festivalleri de, koordinasyonları da yanlış bulduğunu açıkladı ve devamla, eleştirmektense üretmeyi tercih ettiğini, örneğin Ankara’da düzenlenen, kendi eşinin de katılımcı olduğu Reji Atölyesiyle ilgili DETİS’in yaptığı eleştiriyi, eşinin sahneye koyduğu oyunu eleştirmelerini hiç de doğru bulmadığını ifade etti. Buna yanıtı ben verdim. Reji Atölyesi ile ilgili gördüğümüz yanlışları önce Genel Müdürlüğe ilettiğimizi ama bize yanıtın resmi olmayan bir mektupla bir dramaturg tarafından verildiğini, bunun üzerine Genel Müdürlüğe bir yazı daha yazıp, bize gönderilen mektubu da ekleyerek bunun resmi bir yanıt olup olmadığını sorduk. Ama yine Genel Müdürlük yerine yukarıda değindiğimiz kişiden özel bir mektup daha aldık. Bu da gösteriyordu ki, o Atölye Çalışması resmi bir ciddiyetten uzaktı. Sayın Çimenser’e bu bilgileri verdikten sonra devamla, Atölyeden yetişen bir rejisörün yaptığı oyunu izlediğimizi ve onunla da ilgili eleştirimizi de bir yazı ile Genel Müdürlüğe ilettiğimizi söyledim. Sayın Çimenser zaten takıldığının bu olduğunu, hayatında ilk kez reji yapan bir kişiyi bu şekil de eleştirmenin yanlış olduğunu, onun hevesinin kırıldığını söyledi. Ben, oyunu bir tiyatro hocası ve eleştirmeni ile birlikte izlediğimizi, onların da aynı eleştirileri yaptıklarını, ayrıca Devlet Tiyatrolarının profesyonel sahnelerinde seyircilerimize ücreti karşılığı bu tarz denemeleri seyrettirmenin kabul edilemeyeceğini söyledim. Sayın Çimenser DETİS’in resmi bir yazısında böyle bir reji eleştirisinin yer almasını eleştirince, yazıyla kişisel başarının değil, sonucun irdelenmek istendiğini belirttim. Ama kendisine hak verebileceğimi, yazımızı bir kez daha okuyup bir yanlışımız varsa düzelteceğimizi beyan ettim. Sayın Çimenser söze girmişken TÜSAK üzerine yaptığımız eleştirilere de yanıt verdi. Bizlerin de önceleri yasayı değiştirmek istediğimizi, ama başaramadığımızı ifade etti. Ben de bizim yasada bazı değişiklikler yapmakla 5441’i ortadan kaldırmaya çalışmadığımızı, amacımızın 5441’in Genel Gerekçesine uygun ama günümüzün koşullarına da yanıt verecek düzenlemeler yapmak istediğimizi anlattım. Ayrıca o gün bu değişikliklerin yapılmasına yönelik isteğimizin uygun ortamdan ve kanun yapıcının kurumumuza olan olumlu yaklaşımından yararlanmaya yönelik olduğu, bugünse açıkça kurumumuzu MÜLGA etmek isteyenlerle karşı karşıya kaldığımızı belirtim. O gün bu işi başaramayışımızın en önemli nedeninin, bizimle birlikte bu değişiklikleri hazırlayan bazı arkadaşlarımızın-tıpkı bugünküler gibi- kendilerinin de katkısı olan o işin aleyhine çalışmalarından kaynaklandığını söyledim. Toplantı süresince Sayın Metin Belgin’in Sayın Hakan Çimenser’in dışında hiçbir katılımcı ağzını açmadı. Anlaşılan kimsenin söyleyecek bir sözü yoktu. Ya da vardı da otorite tarafından engellenmişlerdi. Toplantının bizimle olan bölümü, belki duyunca şaşıracaksınız ama Genel Müdür Vekilinin önerisi olan: Koşulları ve takvimi, en kısa zamanda Sivil Toplum Örgütleriyle yapılacak bir toplantıda kararlaştırılacak 2015-2016 Sezonu koordinasyonunun yapılması kararı ile saat 12.45 sularında sona erdi.” İzmir buluşmasının bizden sonra ki kısmında neler yapıldığı İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürü ve Sanat Yönetim Kurulu Atanmış Sanatçı Temsilcisi tarafından 06.06.2016 günü bu sayfada yayınlanan yazıda anlatılmaktadır. Saygılarımızla bilginize sunulur. 10.06.2016

DETİS Yönetim Kurulu Adına Mehmet Ege GENEL BAŞKAN

(*) Oturuş Sırasıyla Toplantı salonuna Giren Kişiler:
Metin Oyman, Metin Belgin, Sinan Pekinton, Erdal Küçükkömürcü Hakan Çimenser, Adını bilemediğimiz iki kişi, Murat Gökçer, Selim Gürata, Turan Erdeğer Tayfun Eraslan, Ercan Serin, Necat Birecik, Hakan Dündar, Cemal Coşkun. İçeri girenlerin dışında dışarda kalanlardan uzaktan tanıyabildiklerimiz: İlham Yazar, Zafer Kayaokay, Cebrail Esen, Şirin Ergüven, Murat Demirbaş

(**) DETİS Adına Dağıtılan Bildiri:
03.06.2016 Değerli Katılımcılar, Adından başka “koordinasyon”la ilgisi olmayan bu toplantıya hoş geldiniz. Neden böyle diyoruz bilenler bilir. Bilmeyenler için açıklayalım. Amacımız “koordinasyon” sözcüğünün genel anlamdaki etimolojik tanımlamasını yapmak değili. Yapacağımız, “koordinasyon” sözcüğünün Devlet Tiyatrosu özelindeki anlamından söz edeceğiz. Biz de “koordinasyon” en genel ifadeyle; katılanlarca kurumumuzun idari ve sanatsal “öz eleştirisinin” yapılması anlamına gelir. Geçen ve gelecek sezonun idari ve sanatsal uygulamalarının değerlendirilip tartışıldığı, gelecek sezona yönelik Başdramaturg’luğun, İl Müdürlüklerinin, İl Repertuvar Kurullarının repertuvar önerilerinin sonuçlandırıldığı, turneler, festivaller hakkındaki görüş ve düşüncelerin gündeme getirildiği, özetle söylersek Devlet Tiyatrolarının her türlü sanatsal ve idare konularının masaya yatırıldığı; geniş katılımlı, uzun erimli, katılımcıların tam bir özgürlük ortamı içinde görüş ve düşüncelerini ifade ettikleri toplantıdır. Evet, geniş katılımlıdır, şöyle ki: Sanat Yönetim Kurulu, Edebi Kurul, Disiplin Kurulu üyelerinin yanı sıra: İl Müdürleri, Sanatçı Temsilcileri, tüm rejisörler, tüm dramaturglar, merkezden ve illerden seçilmiş sanatçılar, kurumda örgütlü dernekler, vakıflar ve sendikaların temsilcileri, kurum dışından sanatımızla ilgili Sivil Toplum Örgütleri, eleştirmenler, tiyatro ödülü veren jüri temsilcileri ve üniversitelerden çağrılmış bilim insanlarının birlikteliği ile gerçekleştirilir. Evet, uzun erimlidir, öyle birkaç saatle sınırlanmaz… Evet, özgür bir ortamdır, katılanların açıkladıkları görüş ve düşünceleri nedeni ile (kuruma, kişilere hakaret edilmemesi koşuluyla) soruşturma açılmayacağı bilinir… Evet, Devlet Tiyatrosu Yasasında açıkça yer almaz, ama on yıllardır o yasanın doğru uygulanmasını takip adına yerleşmiş bir kazanımımızdır. Ne yazık ki bu kazanımımız son yıllarda; “Bu toplantıda yönetim suçlanıyor, uygulamalar eleştiriliyor, Bakanlığın hoşuna gitmeyen değerlendirmeler yapılıyor, hatta zaman zaman siyasi iktidarın kurum üstündeki baskılarına değiniliyor, hazırdaki yasa taslakları tartışma konusu yapılıyor vb. gerekçelerle göz ardı edildi. Tüm uyarılarımıza karşın yapılması yönetimce engellendi. Zaten bu yönetimden ve onun tepesindeki kişiden de daha başka türlü bir yaklaşım beklenemezdi. Neden mi? Geleceğini Devlet Tiyatrosu Repertuvarına sokacakları oyunlara bağlamış velut yazarların desteği ile Bakanlık çevrelerine tanıtılan. 30.01.2014 tarihinde Bilgi Üniversitesinde, Bakanlıkla Üniversitenin ortaklığıyla herkesin gözünden kaçırarak TÜSAK’ı meşrulaştırma adına düzenledikleri toplantıda, Kültür ve Turizm Bakanlığının Müsteşar Yardımcısının yandaşlığına soyunan. Ocak 2014 tarihinden başlayarak İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü emrinde herkesten gizlenerek geçici görevle istihdam edildiği sonradan ortaya çıkan. Ankara’daki TÜRKSOY binasında, Bakanlık tarafından düzenlenen toplantıda, “Devlet Tiyatroları ve diğer Ödenekli Sanat Kurumlarının yasaları mülga kılınmalıdır… bu sistem bitmiştir.” diyen. 22 Ekim 2014 tarihinde Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne “Y” ibaresiyle atanan. İki yıla yaklaşan ısrarlı istekler karşısında ancak bugün burada bu göstermelik Koordinasyon toplantısını düzenleyen Sayın Necat Birecik’ten zaten başka türlü bir davranış beklenemezdi. Kendisi, göreve geldiği günden bu yana, ne sanatçı örgütlerinin ne de görev süresi dolan seçilmiş sanatçı temsilcisinin sanatçılar adına yaptığı tüm toplantı ve görüşme isteklerini kabul etmemiştir. Hatta örgütlerden gelen resmi yazıları bile almamak için çabalamıştır. Bu güne kadar hiçbir yazıyı, sorulan hiçbir soruyu yanıtlamamıştır. Kendisi ancak ideolojisine yakın gördüğü yazarların oyunlarının prömiyerlerine gider. Sanatçıların ne mutlu günlerin de ne cenazelerinde görünmez. Devlet Tiyatrosu repertuvarının, kapalı kapılar ardında ve hükümetin önceliklerini esas alan Bakanlığın isteklerini karşılayacak oyunlar arasından seçilmesini sağlar. Kurumun tüzel kişiliğini ayaklar altına alıp, oynanacak oyunların Bakanlıkta oluşturulan sansür kurulunca okunup onaylanmasına boyun eğer. Oyun metinlerinde yer alan ama Bakanlığa ters gelen bazı sözcük ve ifadelerin önce metinler üzerinde kırmızı kalemle çizilip, Ardından provalar sırasında, ya yazarları, ya çevirmenleri ya de oyunların yönetmenleri aracılığı ile Bakanlığın isteklerine uygun hale getirilmesini görmezden gelir. Sanat Yönetim Kurulu Sanatçı Temsilcisi seçimini yaptırmaz, o makama kendi istediği birini atar. Bu atama ile bir kişinin hem İl Müdürü, hem Sanatçı Temsilcisi olması gibi bir garabete neden olur. Boşalmış olan İl Müdürlükleri Sanatçı Temsilcilikleri için seçim yaptırmaz. Niteliksiz eser ve niteliksiz sahnelemelerle büyük ölçüde seyirci kaybına çanak tutar. İl Müdürlüklerinin norm kadro kayıplarının karşılanması konusunda hiçbir girişimde bulunmaz. Özellikle büyük kentlerde sahnelenen oyunlarda, kadrolu sanatçılardan çok kurum dışı kişileri görevlendirir. Yandaşlarının torpilli yakınlarına oyunlarda hak etmedikleri görevler verilmesine ses çıkarmaz. Kurum çalışanlarının sosyal medyanın kapalı guruplarında yaptıkları yazışmaları bir savcı titizliği ile takip edip cezalandırılmalarını isteyen Bakanlık taleplerini, 5441 sayılı yasanın ilgili maddesini ihlal ederek kabul eder. Depremde zarar görmüş Van Tiyatro Binasının, depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle yıkılan İzmir Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinin ihaleleri yapılmış olmasına karşın takipsizlikten yapımlarının gecikmesinde pay sahibidir. Kurumun yasasının uygulanmasına, özellikle Bakanlık karşısında tüzel kişiliğin savunulmasına çaba göstermez. Yaptığı yanlış sanatsal ve idari uygulamalar nedeni ile Devlet Tiyatrolarının yeri doldurulamaz sanatçılarının istifalarına ya da emekliliklerini istemelerine ortam sağlar. Devlet Tiyatroları 5441 sayılı yasasında yeri olmayan “Başdanışmanlık” adını verdiği uydurma bir göreve, okuduğu okulu bile bitirememiş bir kişiyi atar ama kendisinin göreve gelmesi nedeni ile istifa etmiş sanatçıların yerine “Başrejisörlük” ve “Sanattan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı” kadrolarına atma yapılmasını sağlayamaz. Atama yaptıramadığı “Başrejisör” kadrosunun distribüsyonlarda yer alan imza hanesini -işlemin yürürlüğe girebilmesi için- yasaya aykırı olarak kendisi imzalar Sanatçıların, kendisini tanımak ve kendisiyle ilgili görüşlerini ifade etmek için, Sanatçı Temsilciliği aracılığı ile yaptıkları tüm toplantı davetini geri çeviri ama koltuğunu biraz ısıttıktan sonra toplandığı üç beş kişilik guruplarla görüşerek, böl ve yönet yöntemi ile kendisini Kuruma kabul ettirmeye çalışır. Bu toplantılarda halen Bakanlığın İnternet sayfasında duran, AKP’nin Seçim Beyannamesinde yer alan, son hükümet programında üstü kapalı da olsa vurgu yapılan TÜSAK Tasarı Taslağının artık söz konusu olmadığı aldatmacasını söylemekten geri durmaz. Ama bu görüşünü ifade ederken kurduğu cümle hem kendisi ile çelişki içindedir, hem de aksini söyleyenleri gerekçesiz eleştirir. “Bence eğer bilerek gündemden düşürdülerse akıllı bir strateji. Çünkü tartışmalar çok gereksiz bir yere doğru gitmişti. Bütün ülkedeki tiyatrocular ve sokağa çıkanlar hükümet karşıtı, hükümetin yanında da tiyatrocular yokmuş ya da tiyatro hükümetin yanında değilmiş gibi durum ortaya çıkmıştı. Aslında böyle değil. Evet, böyle olduğunu sanmamızı sağlayan kişiler, dernekler, kuruluşlar var ama böyle bakmayanlar da var. Onun için hükümetin bunu soğutma politikasını çok yerinde buluyorum.” İzmir Devlet Tiyatrosu Müdürlüğünde Kibarlık Budalası oyununun sanatçıları ile oyun sonun da yapmaya kalktığı toplantıda, rastlantısal olarak orada bulunan Genel Başkanımız ile karşılaşmaktan kaçarak, uygar bir tartışma ortamına bile giremeyeceğini kanıtlar. Yine İzmir de Karşıyaka Ragıp Haykır Tiyatrosun yerine yapılması planlanan yeni tiyatronun, ihalesi yapılmadan, yapım izni alınmadan hatta projesindeki yanlışlar düzeltilmeden “çakma temel atma töreni” düzenleyerek, bir buçuk metre karelik bir çukura, bir el arabası harç dökerek, yarattığı bu görüntü ile Kurumumuzu ve çalışanlarını, yoldan geçerken dönüp bakan Karşıyakalıların gözünde hiç de hak etmediği bir konuma düşürür. Kendisi İzmir de bu “çakma törenle” eğlenirken, Ankara da Şinasi ve Akün Sahnelerinin elimizden alınmsı için başlatılan girişim binanın satılması ile sonuçlanmasına seyirci kalır. Bu konuda Tiyatro çalışanlarının binanın önünde yaptığı eyleme katılmayı bırakın, katılacak olanları çeşitli yollarla tehdide kalkışır. Ak Saray’a Devlet Tiyatrosu Sanatçılarını, kurumun yasasını saptırarak yaptığı yoruma dayanıp, konu mankenliği yapmaya gönderir. Yaşı Laik Cumhuriyetimize yakın bir kurum olan Devlet Tiyatrolarında, şeriat savunucusu olduğunu açık açık söyleyen birinin oyununu, Bakanlıktan gelen emir doğrultusunda repertuvara aldırır. O oyunu eğitimini tamamlayamamış Başdanışman lakaplı, “Yardımcı Sanatsal Eleman” unvanlı bir heveskâra sahne koydurur. Çanakkale Savaşı gibi büyük bir destanın 100. Yılı için İstanbul Devlet Tiyatrosunda 57. Alay adlı yetersiz bir oyunu, yetersiz bir biçimde sahneletip kurumumuzun sanatsal değerini ayaklar altına aldırır. Yetmez gibi, bu oyun için yaptırılan müzik ve filmin son anda değiştirilerek kurum binlerce lira zarara uğratılmasına ses çıkartmaz. Yaptığı sanatsal görevlendirmelerle bir sanat kurumunun olmazsa olmaz iki ilkesi; liyakat ve yeterlilik ilkelerini yok sayar.. Özbekistan’ın bağımsızlık resepsiyonunda, Kültür ve Turizm Bakanı Yalçın Topçu’ya basının ve tüm davetlilerin önünde eliyle kavun yedirip, kendi avam yapısına Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğünü ortak eder. Bir duyuru ile: “Türk tiyatrosunda ve Devlet Tiyatroları özelinde göze çarpan Rejisör açığını gidermek” gerekçesi ile Sanat Yönetim Kurulunun haberi bile olmadan Genel Müdürlük bünyesinde “Reji Atölyesi” adı altında gayr-ı resmi bir birim kurar. Buraya kurum dışından bir hevesliyi kursiyer diye aldırır. Yetmez gibi atölye çalışılmalarının sonunda bu kişiye Devlet Tiyatrosu sahnelerinde sahnelenmek üzere bir oyunun rejisini yaptırır. Ama ne yazık ki büyük bir iddia ile kalkıştığı girişim sonucu sahneye konulan oyun tam bir fiyasko ile sonuçlanır. Oyun sahneye koyan ya da rol oynayan bazı İl Tiyatro Müdürlerine “ikinci iş” gerekçesi ile bir tam maaş tutarında ikramiye verdirir. Edebi Kurul Üyesi Sayın İskender Pala’nın “Jennifer’in Düğünü” adlı müsamere metnini, bu müsamereye uygun bir rejisi ile Devlet Tiyatroları sahnesine çıkartmakta sorun görmez. Kut’ül Amare adlı bir diğer müsamareyi daha sahneletip, başarılı bir işmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanı ve Devlet Protokolünün önüne çıkartır. Seçkin davetlilerin hem tiyatro zevklerini zedeler. Ayrıca bu müsamere ile ilgili Devlet Tiyatrosunun bazı çalışanlarının ücret aldıkları iddialarına bir açıklık getiremez. Bugüne kadar gerçek düzeninizde bir koordinasyon yapılmayışının nedeni, Sayın Necat Birecik’in, ilk anda aklımıza geliveren bu sorularla muhatap olmak istemeyişidir. Çünkü bu sorulara verebilecek yanıtı yoktur. “Koordinasyon” adı verilen bu toplantı tıpkı Karşıyaka Tiyatro’sunun 25 Aralık 2014 de yapılan “çakma temel atma töreni” gibidir. Bu toplantının sonucunu merak edenlere, toplantıdan sonra bir zahmet Karşıyaka’ya gidip, Tiyatro Sokağı’nda ki, artık bir çöplük haline gelmiş olan arsaya bir göz atmalarını öneririz. Tabi yürükleri kaldırıyorsa… Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği Yönetim Kurulu Adına Mehmet Ege Genel Başkan.

(***) Atsız Karaduman’ın Açıklamalar Yaparak sunduğu Görüşler:
1- Repertuar: 57. Alay, Bersisa, Jennifer’ın Düğünü gibi müsamereler oynanması, Müdür Yardımcısı Ayşen İnci’nin Müdür Yardımcısı olduğundan kısa bir süre sonra hem oğlunun çocuk oyununu oynatması hem kendinin 25 yıl önce Ankara’da oynadığı oyunu repertuara alması. Transferler iç dış transferler. Devlet Tiyatroları’nda başarılı olmuş oyunları özel tiyatrolara taşımak, özel tiyatroda başarısız olmuş son bulmuş oyunu D.T. taşımak.
2- Yevmiyeli sanatçıların sayısının olağanüstü artmış, kadrolu sanatçı sayısı ise şimdiye kadar görülmemiş ölçüde düşmüştür.
3- İlişki kültürüne dayalı kastlar yapılması.
4- Sanatçıların emekli olmaya zorlanması.
5- Yazılı olmayan kurallar, gelenek, uygulamalar. Pavyon fedaileri.
6- Sahte temel atma töreni.
7- Van Festivali’nin bu sene yapılmaması.
8- Soruşturmalar.
9- Sınav – kadro alınması.
10- Keyfi geçici görevlendirmeler.
11- Atanmış Sanatçı Temsilcisi sorunu.
12 -İl Repertuar Kurulları, İl Komisyonları.
13- Tüsak Yasa Taslağı.
14- Sosyal medyada mesajlar. Zafer, Taha Volkan Şeker.
15- Refik Erduran’ın mektupları. Nasıl servis edildiğini biliyoruz. Özcan Özer ve odadakiler.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku