Kemâl Başar ile “Tiyatro”, “Tiyatro Keyfi” ve “Söz Veriyorum Oyunu” Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Her ne kadar vikipedi kendisini “Türk tiyatro yönetmeni, tiyatro ve dizi oyuncusu, eğitmen, çevirmen” olarak tanımlasa da, bu sıfatlardan çok daha fazlası Kemâl Başar. Henüz sohbetin başındayken bile bilgisinin, profesyonelliğinin ve yetkinliğinin farkına varabiliyorsunuz. Kemâl Başar ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, kendisinin ve kurucusu olduğu Tiyatro Keyfi’nin başarılarına, gerçekleştirdiği ilk’lere, sanata-geleceğe dair çabalarını dinlemek benim için çok anlamlıydı. Kendisinin söylediği o cümleye de yürekten inanıyorum: “Bir gün birileri tiyatromuzun tarihini yazacak olursa orada mutlaka “Kemâl Başar” ismi de yer alacaktır…

Ayçe Özyiğit: Kemal Bey, oyuncu, yönetmen, çevirmen ve eğitmen olmanızın yanında, yakın zamanda müzisyen yanınızı da tanıma fırsatı bulduk. Her alanda bir yeteneğiniz var. (gülüşmeler) Tiyatroda yönetmen olarak pek çok başarıya imza attınız, fakat popüler kültürün bir dezavantajı olarak, bir kesim sizi sadece televizyondaki rollerinizle tanıyor. Oysa Kemal Başar bundan fazlası. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Kemâl Başar: Televizyon popüler kültüre yönelik saygıdeğer bir iş kolu. Orada popüler olmak benim başarılı olduğumu gösteriyor. Ve tanınır olmak beni çok mutlu ediyor. Tiyatrodaysa, içinden pek çok karakter çıkaran ve sürekli aktif olan bir oyuncuyum; ama ben bütün bunlardan önce kendimi bir “yönetmen” olarak tanımlarım. “Söz Veriyorum” oyunuyla birlikte, 80. rejisini gerçekleştirmiş, Avrupa’da oyun üstüne oyun yönetmiş, Romeo ve Juliet oyunu ile Avrupa’nın en iyi yönetmeni ödülünü almış, Türkiye’de de pek çok ödül almış bir yönetmenim. Fakat ne yazık ki bizim coğrafyamızda yaratıcılığın, yönetmenliğin pek değeri olmadığı için daha çok magazinsel tarafımla tanınmam doğal. 

Ayçe Özyiğit: Tiyatro Keyfi gelenekselliğin izinde ilerleyen bir oluşum. Repertuvarınızı oluştururken özellikle üzerinde durduğunuz iki kavram; “geleneksellik ve minimalizm”. Oyun seçimleriniz ve uyarlamalarınız da bu bağlamda gerçekleşiyor. Tiyatro Keyfi’nin elde ettiği başarıları da göz önünde bulundurduğumuzda, kısa sürede epey yol kat ettiğinizi söylemek mümkün. Size yöneltilen bir soruya cevaben, “dünya tiyatrosunda yerimiz olmadığını, çünkü taklitçi olduğumuzu” söylemişsiniz. Tiyatronuzun yurt dışındaki başarılarına istinaden Tiyatro Keyfi’nin Türkiye tiyatrosunu Avrupa tiyatrosuyla yarışacak konuma getirmek adına önemli adımlar attığını söyleyebilir miyiz?

Kemâl Başar: Teşekkür ederim, böyle düşünmeniz beni onore etti. Bizim-benim için dünya, sahne demektir. 27-28 yaşındayken “Ben dünya çapında bir yönetmen olmak istiyorum” dediğimde dünyayı sadece Devlet Tiyatrosu’ndan ibaret gören eşim dahi bana inanmamıştı. Ama ben kimseyi dinlemedim. Tiyatro Keyfi, benim sanat yönetmenliğimde kuruldu. Devlet Tiyatrosu’nu hiçbir zaman maaş alma, hayat geçindirme kurumu olarak görmememe rağmen Devlet Tiyatrosu benden faydalanmayı hiçbir zaman tercih etmedi. Mesleki açıdan kendimi çok geliştirdim. Yurt dışında çok çalıştım, orada defalarca oyun yönettim. Uluslararası festivallerde seçici kurul üyeliği, başkanlığını yaptım. Avrupa’da, bir dünya vatandaşı olarak William Shakespeare oyunları yönettim. Daha sonra da Devlet Tiyatrosu benden faydalansın istedim. Fakat Devlet Tiyatrosu’nun sıradan çalışanları benimle kavga etmeyi tercih ettiler. Hayat çok kısa, bunun bilincindeyim. TED Ankara Koleji mezunu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi -konservatuvardan önce- ve 80 öncesi çocuğu olmamın verdiği özgüvene sahiptim. 80 öncesi çocuğu olmak şu demek; bütün klasikleri okumuşsunuz, sağ-sol bütün doktrinlere hâkimsiniz. 19-20 yaşındayken bile hayata politik pencereden bakabiliyorsunuz. Bu netlik, hayatta başarı ve kararlılık için çok önemlidir.- Bütün bunların içinde bir genç olarak Devlet Tiyatrosu’nun benden faydalanmadığı noktada Devlet Tiyatrosu’nu bırakma kararı aldım. Frankfurt’ta yaşayan ve ünlü bir doktor olan çocukluk arkadaşım Cüneyt Arkan, o dönemde Frankfurt National Ulusal Tiyatrosu’nun sanat yönetmenine benden bahsedince Avrupa’da çok tanınan bir yönetmen olduğum yanıtıyla karşılaşıyor. Bunun üzerine Cüneyt bana; “Avrupa’da bu meslekte tanınan pek Türk yok ama seni tanıyorlar. Biz niye bir tiyatro kurmuyoruz.” diye teklif getirdi. Ve Cüneyt’in bu düşüncesiyle, Frankfurt’ta Frankfurt ve İstanbul arasında kültür sanat üretecek, sanata dair kimi işler yapacak “Emma Art” şirketini ve Emma Art’ın sürükleyici markası olarak “Tiyatro Keyfi”ni kurduk.

İlkelerimiz…

Ayçe Özyiğit: Tiyatro Keyfi’nde kurallar ve disiplin önemli ve buna bağlı olarak tiyatronuzun belli ilkeleri de var bildiğim kadarıyla. 

Kemâl Başar: Evet kurulduğumuzdan bu yana hiç değişmedi. İlk ilkemiz kendi geleneklerimizden yola çıkan, yani “Ortaoyunu’na yaslanan evrensel normlara uygun” sahnelemeler yapmak. Çünkü ben böyle rejiler yapıyorum. Henüz gençken Devlet Tiyatrosu’nda bana kakılan 10-15 oyun dışında, 80 rejimden hepsini bu felsefeyle yaptım. İkinci ilkemiz, “evrensel normlarına uymak”. Mesela, bizim saygı duyduğumuz, davet ettiğimiz eleştirmenler, bizi tanıtan gazeteciler dışında oyunlarımıza gelen herkes biletlidir. Yani bana yer ayırır mısınız derseniz, eğer siz bizim saygı duyduğumuz bir eleştirmen değilseniz, biz size yer ayırmayız. Dünya Eleştirmenler Birliği’nin tüzüğünde de “bir tiyatrodan bilet isteyen bizden değildir” der. Bu bizi bazen hırçınmışız gibi gösteriyor. Hayır, biz sadece dünya normlarına uygun olmaya çalışıyoruz. Bu coğrafyada, bu kirlilikte, her heves edenin statü elde etmek için “ben tiyatro eleştirmeniyim” deyip meslek erbabı insana tepeden bakmayı hak gördüğü bir zeminde mesleğin içinde kalmaya çalışıyoruz ve hedefimizi evrensel olarak görüp dünyadaki meslektaşlarımızla yarışıyoruz. 

“Devlet Tiyatrosu’nun yapamadığı işi yapmaya soyundum.”

Ayçe Özyiğit: Oyunlarınız yurt dışında da ilgi görüyor mu?

Kemâl Başar: Son oyunumuz “Söz Veriyorum” oyunu da bu sürecin bir parçasıdır. Prömiyere Rus Başkonsolosu geldi, bütün basın kuruluşları çok ilgi gösterdi. “Söz Veriyorum” oyunuyla Moskova ve Saint Petersburg’a gideceğiz. Şimdi görüşmeleri yapıyoruz. Benim önerimle Kosta Kortidis’in yazdığı “Amy Winhouse” oyunumuz ve Aziz Nesin’in yazıp benim dramaturjisini yapıp yönettiğim “Tut Elimden Rovni” oyunumuz, 2 ay önce Güney Kore’deydi. Bu zamana kadar Güney Kore’de Türkiye’den giden bir tiyatro duydunuz mu? Avrupa’daki başarılarımızı saymıyorum. “Gözlerinin Ardında” müzikali Amsterdam, Lahey, Telaviv, Londra, Berlin ve daha birçok ülkeye gitti. “Öykülerden Oyunlar” Berlin’deydi. Frankfurt’a da gittik. 10 sene içinde ciddi bir etki yarattığımızı düşünüyorum. Kurulduğundan bu yana Devlet Tiyatrosu’nun yapamadığı işi yapmaya soyundum. Bu size çok cüretkâr gelebilir ama, kesinlikle öyle değil. Kendimizi biliyoruz, ne yaptığımızı biliyoruz. Her eserimizi özenle seçiyoruz. Bizim her eserimiz açıklanmadan bir gün önce değil, bir kaç sene öncesinden belli. Ve son derece planlı bir şekilde ilerliyoruz. Avrupa’da da büyük ses yarattık. Çeşitli tiyatro örgütlerine üye olmamızı istiyorlar. Çok önemli bir şey söyleyeyim; biz hiçbir festivale “bizi de alın ne olur” diye yalvarmıyoruz. Bize para ödüyorlar. Yani gidip de Avignon’da ajansa bilmem kaç Euro verip, orada salonu kiralayıp sonra “ben Avignon’da yer aldım” demiyoruz. Tüm bu festivaller bize para ödüyor. Hem Türkiye’ye para giriyor hem de biz kazanıyoruz. Bana göre bu durum bir bombadan daha güçlü. Kimseyi öldürmeyen bir silah olan sanat yoluyla bütün dünyayı etkiliyoruz. Gücümüzü dünyaya gösterip Avrupalıların bileklerini bükebiliyoruz. 

Ayçe Özyiğit: Tiyatro Keyfi‘nin repertuvarınızdan söz edebilir miyiz biraz da?

Kemâl Başar: Tabii. Sam Bobrick’in dünyaca ünlü “Çılgın Zamanlar” oyununu Türkiye’de ilk kez biz sahneliyoruz. Çok büyük bir seyirci başarısıyla ilerliyor. Burada bizim üslubumuzun da ciddi katkısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü oyunu sahnelerken amacımız komiklik yapmak değildi. Hatta buna yönelik hareket eden arkadaşları oyundan çıkarttık. Tamamen oyunu parlatmaya yönelik bir kadro kurduk ve oyunu, yönetmenin istediği gibi karakterlerin trajik yanlarını öne çıkararak sahneliyoruz. Çünkü, komedi komik duruma düşenin trajedisinden doğar. Tiyatro Keyfi’nin Şubat ayında 22 gösterimi olacak. Bu sayı bugün bir Devlet Tiyatrosu’nda dahi yok. “Öykülerden Oyunlar” benim yirmiye yakın şarkı söylediğim, ismi bir önceki oyunumuzla aynı olmasına rağmen Hakkı Ergök tarafından yazılan öyküleri anlatıp seyirciyle interaktif bir bağ kurduğumuz, yine çok eğlendiğimiz ve seyircinin de çok hoşnut kaldığı yeni oyunumuz. Bir diğer oyunumuz, çağımızda kaybettiğimiz masumiyet, erdem, insanlık gibi temaları öne çıkardığım, seyircinin hemen kucakladığı ve uluslararası da dahil bütün basının çok ilgi gösterdiği Arbuzov’un “Söz Veriyorum” isimli oyunu. Nisan ayı gibi de Cyrano de Bergerac’ı “Cyrano Rock” olarak sahneleyeceğiz. Oyunda -Bilkent mezunu ünlü rock gitarist- Nurkan Renda’nın kompozisyonuyla yapılmış rock şarkıları yer alacak. Cyrano’yu da gençliğin verdiği cahil cüretiyle ben oynuyorum. (gülüşmeler) Yaşlarının oyuncusu Efecan Karakaya ve Zelal Barlas’la 3 kişilik bir Cyrano’yu dünya izleyecek. Afişini gördükleri anda Moğolistan, Güney Kore, Polonya hemen ilgi gösterdi. Cyrano da dünyaya taşıyacağımız Cyrano de Bergerac’ın bir Türk versiyonu olacak. Yazarının Fransız olduğuna bakmayın, seyirci bir Ortaoyunu sahnelemesi izleyecek. Bunlarla devam ediyoruz. 

Kemâl Başar Yeni Projesini İlk Kez Dergimize Açıklıyor!

Ayçe Özyiğit: Peki yeni bir projeniz var mı diye sorsam?

Kemâl Başar: Tiyatro… Tiyatro… Dergisi benim için çok çok değerli bir kuruluş ve gösterdiğiniz ilgiden dolayı çok mutluyum. Onun için önümüzdeki senenin bomba projesini de ilk olarak size açıklamak istiyorum. Jean Pierre Gredy’nin “Kaktüs Çiçeği” isimli oyununu yapıyoruz. Ben yöneteceğim. Tıpkı “Çılgın Zamanlar” oyunumuzdaki gibi, durumlara kadının tarafından baktığımız, insanları düşündüren şahane bir komedi olacak. Dikkatinizi çekmiştir, bizim eserlerimizin pek çoğu kadının tarafından bakan eserlerdir. Benim gibi, Tiyatro Keyfi de kurum olarak “kadın erkek eşitliğine” inanır. Yani ücret eşitliği ve fırsat eşitliğine inanır.

Ayçe Özyiğit: Oyuncular ne kadar ünlü olursa olsun, seyirciler sadece oyunun akışında buluyor kendilerini. Reji, eserle bir şekilde oyuncuların önünü kesiyor. Sanıyorum sizin isteğiniz de bu yönde.

Kemâl Başar: Şöyle karşılık vereyim buna. Tiyatroda parlatılacak olan “eserdir”. Eğer tiyatroda bir oyuncuyu parlak, diğerlerini sönük görürseniz, ortada eser yoktur. Her prova başlangıcında benim isimli isimsiz, tanınan tanınmayan, yeni başlamış veya eski oyuncu olan, herkese söylediğim ilk söz şudur; “Hep beraber eseri parlatmaya var mıyız?” Mesela benim eserlerimde rejisörü de göremezsiniz. Ben reji numaraları yapmam. Onları yapmak çok kolaydır. Bunu yapan arkadaşlarım var ve ben onları üzüntüyle izliyorum. Ortada eser yok, birinin kendini parlatmasına şahit oluyoruz. Bir eserin içinde kendini parlatmaya çalışan esere zarar verir. Ben sevilebilirim ya da sevilmeyebilirim ama 37 senelik profesyonel tiyatro hayatımda benim dürüstlüğümden, tiyatroculuğumdan asla kuşku duyulmamıştır. Tiyatro Keyfi’nden bugüne kadar kendi isteğiyle ayrılan bir kişi olmadı kesinlikle. Size bunu söyleyebilirim. Kendi isteğiyle ayrılan bir kişi olmamıştır. Eserden başka bir şeyi parlatmaya çalışan herkesle yolumuzu ayırıyoruz. Her şey tiyatronun yazılmış ya da yazılmamış esaslarına uygun olmalı. Biz bunlara harfiyen uyuyoruz. Benim oğlum bile olsa sıkıntısını çekiyor. Tiyatro Keyfi sayesinde beni var eden tiyatroya bitmez borcumu ödüyorum. 

“Yakışıyor mu Devlet Tiyatrosu’na?”

Ayçe Özyiğit: Repertuarınızı belirlerken güncel konuları seçerek o konu üzerine yazarlara metin ısmarlıyorsunuz. Metinleriniz güncelliğini hiç bir zaman yitirmiyor.

Kemâl Başar: Böyle görmeniz çok güzel, çünkü Shakespeare der ki; “bilen bir kişi sizi üzer” -oyuncuya söyletir-. Ben de tiyatroyu bilen o bir kişi için yapıyorum. Ya klasik metinleri benim dramaturjimle önemli yazarlara ısmarlıyoruz ya da ülkede ve dünyada gördüğüm problemler, altını çizmek istediğim düşünce üzerine yazarlara oyun ısmarlıyoruz. Bazen de çok istisna olarak müthiş metinleri -bana göre mesela Çılgın Zamanlar bunlardan birisi- alıp yönetiyoruz. Genellikle yazarla birlikte kendi yapımıza ve de yönetmenin –yönetmen genellikle ben oluyorum- dünyaya söylemek istediği şeye uygun metinleri yaratıyoruz. Yazarımız genellikle Kosta Kortidis oluyor. Kendisi Avrupa’nın şu anda yaşayan en iyi modern yazarlarından birisidir. Tabii, Devlet Tiyatrosu, fikrini aslında benim ortaya koyduğum bu oyunları benden izin almadan alıp sahneliyor. Sanıyorlar ki, oyun yazara ait. Ben bunları fikir hırsızlığı olarak görüyorum. Bu, benim pek çok oyunuma yapıldı. Meslektaşlarımın fikri bedava görüp hırsızlık denebilecek bir şeyi hiç umursamadan yapması beni kırıyor. Hele Devlet Tiyatrosu gibi bir kurumun benim yazdırdığım, fikrini benim verdiğim Cahide Sonku’yu oynaması… Yakışıyor mu Cumhuriyetin, Atatürk’ün kurumuna? Helal olsun demem. Bu durum onların yetersizliğini, kısırlığını, düşüncesizliğini gösteriyor. Kimsenin canı sağ olmasın. Çünkü Devlet Tiyatrosu bu ülkenin en önemli ve asla yıkılmaması gereken bir kurumudur. Kurumda doğru dürüst insanların karar verici olması gerekir. Sadece yüksek kaliteli mevkii almak önemli değil. En yüksek mevki sanatçılıktır. Kurumun başında bunun bilincinde olup tiyatroyu bilen, saygılı insanların olması gerekir. Yoksa kendileri saygıdeğer olmaz. Ben onlara saygı duymam.

Ayçe Özyiğit: Tamer Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kemâl Başar: Ben Tamer Karadağlı’nın çok başarılı olacağını düşünüyorum. Benim Tamer Karadağlı’nın genel müdür olmasını desteklememe herkes şaşırdı ama onun ne kadar başarılı olacağını görecekler. Ne yazık ki insanlar analitik düşünemiyorlar ve takım tutar gibi parti tutuyorlar. Bir sanat kurumu takım tutar gibi siyasi düşünceler üzerinden yönetilemez. Tamer Karadağlı pek çok yönüyle -Devlet Tiyatrosu’nu çok iyi bilen bir kişi olarak söylüyorum bunu- çok başarılı olacaktır. Bakın Bozkurt Kuruç’un dahi alamadığı Mamak’taki tarihi konservatuarımızı Devlet Tiyatrosu’na kazandırdı. Ne diyeceksiniz? İnsanları siyasi görüşüne göre yargılamamak gerekir. İnsanlar iyidir ya da kötüdür, bu insanlık açısından böyledir. Benim bakışım budur. Pek çok kanattan benim arkadaşım vardır. Mesleki olarak da burada insanları, partisine görüşüne göre ayırmam. Tamer Karadağlı benim arkadaşım değil, kendisini tanımam. Anlatabiliyor muyum? Kendisinden de Devlet Tiyatrosu’ndan da hiç isteğim yok. Ben 5-10 bin liraya oyun yönetemem. Çok pahallıyım Devlet Tiyatrosu için. (gülüşmeler)

“Avrupa’nın Rus sanatına ilkel ambargosunu protesto ediyoruz”

Ayçe Özyiğit: Gelelim oyuna… Repertuarınıza aldığınız Aleksei Abuzov’un “Söz Veriyorum” oyununda sizi cezbeden ne oldu?

Kemâl Başar: Burada iki çok önemli faktör var. Cumhuriyetin 100. yılında, tıpkı Atatürk’ün Cumhuriyet’i gençlere emanet etmesi gibi Tiyatro Keyfi’ni emanet edeceğim gençleri bulup sadece onlarla güçlü bir oyun yapmak istedim ve yaş ortalaması 23 olan bir oyunla İstanbul’u fethettik. Bu benim çocuklarımın büyük başarısıdır. Onlara genç oyuncu denmesi beni çok rahatsız ediyor. Gidip, Erzurum’da, Sivas’ta, Van’da çarpık sistemin yerleştirdiği 24-25 yaşındaki Devlet Tiyatrosu oyuncularının 70 yaşındaki rolleri oynarken düştüğü zor durumları görüp, onlara genç oyuncular desenize. Rol kişisini gerçek yaşında oynayan oyuncu neden genç oyuncu olarak aşağılansın? Onlar oyuncudur. Çünkü koca bir ağırlığı sırtlarında taşıyan 23 yaş ortalamalı üç gençten bahsediyoruz. Birincisi bu. İkincisi de Avrupa’nın Rus sanatına ilkel ambargosunu protesto ediyoruz. Savaşı hiçbirimiz istemeyiz, size göre o suçludur, bana göre bu suçludur, onu bilemem. Benim elimde emperyalizme karşı çok güçlü bir silah var; sanat. Rusların, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Gorki, Puşkin gibi yazarları Avrupa’da yasaklandı.Ünlü Rus ressam Kandinski’nin Avrupa’da sergilerini açmak yasaklandı. Stravinsky, Rimski Korsakov, Çaykovski gibi bestecilerin eserlerini büyük orkestralar çalamıyor. Bana göre tüm bunlar -bir halkın kendi kültürünü başka bir kültüre aktarmasının engellenmesi- bir faşizmdir. Her halk benim dostumdur. Siz eğer halklar arasındaki köprüleri yıkarsanız ben bunun karşısında dururum. Ben de -tabii bu benim bilgimle, okumamla da alakalı- Aleksei Arbuzov’un “Söz Veriyorum” oyununu yaparsam hepsinin örtüşeceğini düşündüm ve arzu ettiğim etkiyi de gördüm. Bütün Rusya gazeteleri, Tiyatro Keyfi’ni ve bizi yazıyor. Sadece onlar değil. Türkiye’deki tüm haber ajansları da bizden bahsediyor. Umarım ki ülkeleri yönetenler sanatın gücünü görür. 

“Kültür Bakanlığı’nın verdiği destek yeterli değil”

Ayçe Özyiğit:Söz Veriyorum” oyunu için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek aldınız. Bu desteği yeterli buluyor musunuz? Destekleme sistemi de yeterli mi sizce?

Kemâl Başar: Prodüksiyon giderimin 5’te 1’ini Kültür Bakanlığı’ndan aldım diyebilirim. Tabii çok teşekkür ederim Kültür Bakanlığı’na ama bu destek yeterli değil. Her bir oyunun oynanması kaç para ben size söylesem şaşırırsınız. Biz bir özel tiyatroyuz. Yani bizim bir destekçimiz yok. Biletlerimizin yarısını vergiye veriyoruz. Sigortalar ödüyoruz, kiralar ödüyoruz. Bunların içinde oyunlarımızı yapıyoruz. Desteklerin kime nasıl verildiğini açık bir şekilde kamuoyu görmeli. Örneğin eşitlik karinesi altında eleştirmenler de oyunu izleyenler de aynı şeyi yapıyor. Herkes eşit olabilir mi? Boğaz köprüsünü yapan inşaat mühendisi ile belediyede zar zor gelip akşama kadar kalem çeviren inşaat mühendisi aynı olabilir mi? Hepimizi aynı potada düşünüp “herkes tiyatrocudur” düşüncesini doğru bulmuyorum. Hayır, efendim biz daha çok meslek erbabıyız. Bundan dolayı ilk olarak meslekte kriterler yapılması gerekir. Biz neyiz, ne yapıyoruz? Bir uçak bileti kaç lira? Ben kaç kere yurtdışına gidiyorum, geliyorum. Tüm bunları görerek, hesap ederek destek yapılmalı. Tiyatro Keyfi bizim sanatımızı dünyaya götürüyor. Buraları göz önünde bulup destek politikasını eleştiriyorum.

Ayçe Özyiğit: “Söz Veriyorum” oyununun daha önceki rejilerinde, en çok eleştiri alan yönü, karakterlerin orta yaş civarı oyuncular tarafından canlandırmasıydı. Tiyatro Keyfi dünyada bir ilk olarak “Söz Veriyorum” oyununu karakterlerin yaşına uygun oyuncular ile sahneye taşıdı. Fakat oyundaki zaman döngüsünü de göze alırsak bu defa da tam tersi söz konusu; Gençler karakterlerin orta yaş hallerini de canlandırmak durumunda. Genç oyuncuların, karakterlerin orta yaş halini canlandırması daha mı az göze batıyor? 3 oyuncu değil de 6 oyuncu ile sahnelemek oyunun dokusuna zarar verir miydi?

Kemâl Başar: Evet, oyundaki doku bozulurdu. Çünkü tiyatro sahnesinde o yetenekte, o yetkinlikte birbirine çok benzeyen bir 3 kişi daha bulmanın imkânsızlığı söz konusu. Aradan geçen 15 senede de o kadar değişiklik söz konusu olmuyor. Dolayısıyla genç kuşak her iki zamanı da yansıtabiliyor. Siz yadırgadınız mı? Arbuzov çok büyük bir yazar, onu mutlaka düşünmüştür. 

“Metne saygı diye bir şey yoktur.”

Ayçe Özyiğit : Metinleri olduğu gibi uyarlamaya karşısınız. Tiyatro Keyfi’nde repertuvara aldığınız metinler sizin süzgecinizden geçerek farklı bir üslupla yoğruluyor. “Metne saygı duyulmalı” tabirini de doğru bulmuyorsunuz.

Kemâl Başar: Bence metne saygı diye bir şey yoktur. Metin bir ögedir. Tiyatroda, yönetmen metine –tabii izin alarak- istediği gibi eklemeler-çıkarmalar yapabilir. Benim 80 rejimin içinde, metinle oynamadığım bir tane bile reji yoktur. Çünkü metin eski bir metinse, çağdaşlaşması gerekir. Dil, değişen-dönüşen bir olgudur. Yazar ve yönetmenin karakterler ve olay üstünde fikri örtüşmelidir diye bir düşünceye de katılmıyorum. Yönetmenin genel tema hoşuna gitmiştir, önemli olan temayı bozmamaktır. Ben, Shakespeare’liğe soyunan günümüz yazarlarını da gülünç buluyorum. Tiyatro metinleri tiyatro yapılsın diye yazılmıştır. Sanat eseri olmasına gerek yoktur. Bir yönetmen sadece metni değil karakterleri de değiştirip birleştirebilir. Ortaya çıkan iş nasıl, ona bakmak lazım. Kötü bir iş varsa ortada, o zaman yönetmene “kimsin sen?” deme hakkına sahipsiniz. Siz bana “sen kimsin de Arbuzov’un metnini öyle yaptın?” diye sorabilirsiniz. Ben 2 Hamlet, 3 Romeo ve Jüliet -2 tanesini Avrupa’da- yönettim. Yönetmenler açısından bir tane Shakespeare oyunu yönetmiş olmak dünyada kriter kabul edilir. Bir tane Shakespeare oyunu yönetmişseniz yönetmen olmuşsunuz demektir. Ben Hamlet oyununun dramaturjisini yaptım, 70 dakika, 5 perde sürüyor. Hamlet oyunu ile ödül aldım. Romeo ve Juliet oyunumuzun bir buçuk perdesini -ne yazık ki kaybettiğimiz- dünyanın en iyi koreografı Hugo Wolff’la sadece koreografi olarak yaptık. Shakespeare’in bütün sözlerini attık. 5 Afife ödülü aldık. Kimsenin aklının ucundan bile geçmedi “bu sahneleme tekniği Shakespeare’e saygısızlıktır diye. Çünkü o edebiyat, ama biz tiyatro yapıyoruz.

Ayçe Özyiğit: Tiyatro Keyfi olarak aynı zamanda çocuk oyunları da sahneliyorsunuz. Tiyatroda çocuk oyunlarını çok riskli buluyorum. Sağlıklı işleyen altyapısının olması, pedagoglarla hareket edilmesi, sürecin hassas şekilde ilerlemesi gerekiyor. Siz çocuk oyununuzu sahnelerken nelere dikkat ettiniz?

Kemâl Başar: Ümit Denizer ve Turgut Denizer’in Muhsin Ertuğrul tarafından görevlendirilip kurduğu AÇOK sürecini de bilirim. Tamamen sizin gibi düşünüyorum. Biz bugüne kadar bir tane çocuk oyunu yaptık ve o çocuk oyunu da bir pedagog tarafından didik didik incelendi. Pedagoji bilmediğim için o çocuk oyununu ben yönetmedim. O oyunumuz da çok başarılı oldu ama şu anda zaman ayıramıyorum. Çünkü yetişkin-çocuk fark etmiyor, o da bir prodüksiyon ve onunla da çok ilgilenilmesi lazım. Şu anda dünyadaki ilişkilerle, buradaki oyunların yürümesiyle, tiyatromuzun ekonomik giderleriyle uğraştığımız için bir süreliğine “Amy Winehouse”, “Rovni”, Ted Bundy” gibi oyunlarımızı da durdurduk. “Çılgın Zamanlar”, “Söz Veriyorum”, “Öykülerden Oyunlar” ve Nisan ayı gibi prömiyerine hazırlandığımız “Cyrano Rock” ile kalalım dedik.

“Büyük Prodüksiyonlar Gerçek Tiyatro Değil”

Ayçe Özyiğit: “Sanat toplum için yapılır” diyoruz ama son dönemlerde türeyen prodüksiyon tiyatrolarının bilet fiyatları sanatı toplumdan uzaklaştırıyor. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi de öğrenebilir miyim?

Kemâl Başar: Bana oralardan pis kokular geliyor. Şöyle; ben bir meslek erbabıyım, Bunda bir kuşku var mı? 10 senedir büyük bir işletmeyi yönetiyorum. Benim düşüncem, tiyatronun o kadar büyük bir ekonomisi olamaz. Onun için de oradan para kazanılacağını düşünmüyorum. Parayla oynayan kişilerin bir takım paraları kazandığını düşünüyorum. Kimseyi suçlamıyorum ama bu kadar büyük bir ekonomi burnuma kötü kokular getiriyor. Gerçek tiyatroya da zarar veriyorlar. Ana mesele bu paralarla bir prodüksiyonu İngiltere’de ya da başka bir dünya ülkesinde yaptığınız zaman o prodüksiyon bütün dünyayı geziyor. Ülkesine bütün dünyadan ciddi döviz kazandırıyor. Göreyim haydi, bu büyük prodüksiyonlardan bir tanesi yurt dışında gerçek bir tiyatroya gitsin. Misal Londra’da oynasın, o zaman diyeyim ki bu gerçekten tiyatrodur. Orada başka politik bir şeyler var bana göre. Onlar gerçek tiyatro değil.

Ayçe Özyiğit: Biz okumayı çok seven bir topl değiliz. Ama röportajın sonuna kadar okuyan kesim için özellikle bahsetmek istediğiniz bir şey varsa, son olarak onu dinleyelim. 

Kemâl Başar: Bu ülkede, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün son açıklamas şu oldu: “Kültür ve sanata yatırım yapanların oranı dörtte bire düştü.” Bu beni çok üzüyor. Çünkü dünyadaki gelişmiş, uygar ülkelere baktığımız zaman o toplumların bilim ve sanatta ileri olduğunu görüyorum. Bilimsellik ve sanattan bu kadar uzaklaşmış bir toplumla Atatürk Cumhuriyeti’nin bize verdiği görevi yerine getirebileceğimizden kuşku duyuyorum. Bu beni çok üzüyor. Ezberci değil, daha sorgulamaya dönük eğitimler verilmesi gerekir. Ailelerin de baskı uygulamak yerine çocuklarına özgür ve sorgulayıcı bir ortam sunması gerekir. Ben kimseye tavsiye veremem. Ancak bilimsellikten ve kültür sanattan bu kadar uzak olmaya devam edersek, bu ileride bağımsızlığımızla ilgili bir konu haline gelebilir. 60 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak sadece bunu söyleyebilirim. Çok acı gerçekten de. 

Ayçe Özyiğit: Teşekkür ederim bu güzel söyleşi için.

Kemâl Başar: Ben de size ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku