Kemal Aydoğan: “Devrimi Mi Bekleyeceğiz Emekçilerin Tiyatro Seyretmesi İçin?”

editor
Moda Sahnesi Sanat Yönetmeni Kemal Aydoğan’ın tiyatro ve işçi sınıfının güncel ilişkisi üzerine  Tuluğ Ünlütürk ile Asgari dergisinin Aralık sayısı için gerçekleştirdiği söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz:

Asgari dergisinin Aralık ayında düzenlediği “Tiyatroya gidiyoruz” dayanışma kampanyası kapsamında hizmet işçileri 21 Aralık Perşembe akşamı Moda Sahnesi’nde “Şirreti Evcilleştirmek” adlı oyunu izleyecekler.

Dayanışmaya katılmak isteyen mağaza, market, kafe bar ve kurye emekçilerinin Asgari’ye sosyal medya (@asgaridergi) üzerinden ulaşarak seyir listesine isim yazdırabilir.

-İşçi sınıfı ile tiyatro arasındaki ilişki nerede bozuldu? Yalnız yoksulluk, olanaksızlık açısından değil, emeği muhatap alan, dert edinen bir tiyatro kalmadığı için de bu ilişki karşılıklı olarak bozulmuş durumda sanki?

Bugünlerde tiyatro işçiden vazgeçmiş olabilir, işçi tiyatrodan vazgeçmemeli. Kolay değil biliyorum, tek başına olmuyor, para yok, evet… Ama bunlardan bağımsız olarak, emeğini bu zeminde, bu dille ifade eden, buraya katılan, ısrarcı bir işçiye ihtiyacımız var. Bu patronun, düzenin sevmediği işçi demek. Sermayenin sevmediği bir işçiyi el birliğiyle ortaya çıkarmak durumundayız.

Sermayenin işi bunu yok etmek. Sermaye şunu diyor: Sen yeterli değilsin, sen kitap okuyamazsın, bonfilenin tadını da alamazsın zaten, üstelik değiştirme şansın yok! Sömürülüyor ama bundan bir adım ötesi, yetersizliğe, kendini yok saymaya, değişmeyeceğine ikna olması.

Sermayenin bize dayatıp aklımıza sokmaya çalıştığı ezberin dışına çıkmak, zorlamak, yani varlığını hayatta kalmanın ötesinde bir yere taşımak için heves sahibi olmak, bu aynı zamanda bir işçinin taleplerini de değiştirir, mücadelenin taleplerini de. “Ben niye izleyemiyorum şu oyunu, niye şu kitabı alamıyorum?” Hatta illa doğrudan sömürüyü anlatan şeyler de izlemesi gerekmiyor ki! “Ben aşk da izleyeceğim, belki varoluşsal sorularıma da cevap arayacağım, ya da güleceğim ağız dolusu, neden yaşamın bu kadar önemli parçaları beni daha az ilgilendirsin?”, soracak bunu. Onu yaşamdan böylesine koparan ne, peşine düşecek. Sermayenin ve yardakçılarının zokasını yutmayacak bir işçi… Buna çok ihtiyacımız var!

-Tiyatro yapıcısına da bir iş düşmüyor mu burada?

Düşmez olur mu? Tekrar tiyatronun temaları ve meselesi haline gelmeli iş, emek, özgürlük, eşitlik. O da zokayı yutmamalı, mesele bunu nasıl sağlayacağımız. Devlet zorluyor elbette yapıcıları, sınıfla ilişkilerini kesmeye zorluyor. Kendi ekonomisini yaratmaya zorluyor. Biz Zorlu da değiliz ama adım adım uzaklaşıyoruz sınıftan. En nihayetinde şirketiz. Devlet Tiyatroları bine mal edip 30 liraya satabilir ama biz maliyeti seyirciye yüklemek durumundayız. Biz de bunu önleyecek şeylerin peşine düşeceğiz. Yani bizim de devletten taleplerimiz ve mücadele edecek bir meselemiz var. Kamusallık vasfımızı kaybetmemek, sınıfla bağımızı koparmamak için ihtiyacımız olan, inatla peşine düşmemiz gereken şey bu.

-Mesele sadece ekonomik mi peki?

Sınıfsal pozisyonunu, tarafını belirlemesi bir tiyatro için temel bir tartışma, her anı bir çelişki yaratıyor. Ben kimi kime anlatıyorum, neden varım? Bunu tartışmazsa hayatta kalmaya çalışırken aklını koruyacak bir şey kalmayacak, ekonomi yüzünden alan dışına sürüklenecek dolayısıyla kimsenin tiyatrosu olmayacak. Yani ya talep edecek, zorlayacak, tartışacak ya da vazgeçip sürüye katılacak. Shakespeare’in çeşit çeşit seyircisi var mesela. Ayak takımı, soylularla aynı oyunu izler o sahnede. Üstelik, o belirler, beğenmezse müdahale eder oyuna. İşçi sınıfı öyle herkesin her şeyi alkışladığı bugünün tuzu kuru izleyicisine de benzemez. Bu da bize şunu söylüyor belki. Bugün farkları yarattığı gibi, yoksulluğu bir ayıklama için de kullanıyor sermaye sınıfı. Bu alanı “ayak takımı”ndan arındırıyor. Ne hakla?

Hakkını isteyecek o emekçi. Tiyatro da emekçinin hakkını vermek için kendi hakkı olanı isteyecek devletten. “Gerçek seyircim bana ulaşmalı” diyecek. Bu seyirci için düşünmeye başlayacak. Bunun için devrimi beklemek gerekmiyor. Shakespeare tiyatrosu gibi tiyatrolar tarihte bunu başarabilmiş tiyatrolar. Bugün o kapılar sınıfa kapalıysa açmanın, açtırmanın yolunu bulmak da mücadelenin bir parçası. Geri almak durumundayız. İsteyeceğiz. O yemeği yiyeceğiz, o kitabı okuyacağız, o oyunu izleyeceğiz, bu düzenin mezarını kazacağız!

-İşçi bunu hangi güçle, hangi ara yapacak? Karşısında o kadar çok engel var ki: Sırası değil diyenler, sana mı kaldı diyenler…

Bir sıraya koymak işçi düşmanlığı yapmak demek. Kim ki yetersizlikle uzak tutmaya çalışır sınıfı bu zeminden, bilin ki o işçi düşmanıdır. Önce buralar geçilecek, sonra şunlar olacak, şu kotalar dolacak ondan sonra tiyatroya gidilecek, tiyatro yapılacak, hak edilecek, sırası gelecek… Böyle bir şey yok. Devrimi mi bekleyeceğiz emekçilerin tiyatro seyretmesi tartışması, yapması için? O zaman devrim de olmaz ki. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan… Ayırmak mümkün değil. Bu yüzden “Şimdi zamanı değil!” diyen işçi düşmanıdır. Mücadeleye eklenir tiyatro, sanat. Oradan güçlenir, oraya güç verir. Kimden kaçırıyoruz? Mağduriyet ilişkisi üzerinden de değil, tek başına da değil, bu sürece katılarak, işçi kadar, tiyatrolar kadar tüm işçi örgütleri, örgütlenmeleri de işçinin bu varlık olduğuna inatla işaret etmeli.

-“Bizimkilerden” talebiniz ne?

İzlemeli, sormalı, katılmalı, etkinleşmeliler. Bunun yollarını kurarız. En iyisiyle başlanmaz, sınavlar geçilip başlanmaz buna. Sermayenin hoşlanmayacağı bir işçi olmanın yolunu bulmak, ölçü bu olmalı. Can sıkmamız lazım. Hep beraber.

Kaynak: https://haber.sol.org.tr/haber/kemal-aydogan-devrimi-mi-bekleyecegiz-emekcilerin-tiyatro-seyretmesi-icin-387992

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku