“Hep Sonradan” Yüzleşmeyelim; Haydi En Başından Hatırlayalım!

Pınar Erol
3,3K Okunma

Ahmet Kaya’nın yaşamından kesitlerin yer aldığı ve şarkılarının Kardeş Türküler tarafından  seslendirildiği müzikli oyun “Hep Sonradan”ın yapımcısı E. Feza Soysal ile konuştuk.

Artık korkudan mı dünyanın telaşından mı neden bilmem unutuverdi insanlar orada bir mezarlık olduğunu. Sanki öyle bir yer yok, sanki önünden geçen bir yol yok, sanki oraya kimse ölüsünü taşımamış zamanında. Yok gibi… Ama vardı, işte oradaydı.” Yüzleşmenin o yakıcılığından korkuyoruz. O yüzden işte unutuyoruz. Aklımızda kalanın, vicdanımızı eşeleye eşeleye bulup çıkaracağı şeyden korkuyoruz. Onu bir utanç kolyesi gibi boynumuzda taşımaktan korkuyoruz. Hafızayı kaybetmenin, acıyı belli belirsiz bir noktaya getirmesini yeğliyoruz. Korsakoff’un acımasızlığı ile unutmak istediklerimiz buluştukça, ülkenin hafızasını silikleştiriyoruz.  

Ama Feza Soysal unutmamış. Ahmet Kaya üzerinden nicelerine selam gönderiyor “Hep Sonradan”da. Bizi kardeş yapan, birleştiren, barıştıran türkülerin, “Kardeş Türküler”in varlığı ne güzel katmanlandırmış bunu. Sevdiğiniz bir Ahmet Kaya şarkısı dinleyin. O şarkının sizi gezdirdiği her durağı, geçmişinizi, anılarınızı hatırlayın, korkmayın. Korkunun karanlığına teslim olmayın. Rahatlamayın. O içimize salınmış ve bizi nefessiz bırakan taşları, hemen çıkış yoluna döşemeyin. Hep sonradan olanın gecikmişliğine razı gelmeyin. Razı gelmeyin ki en başından başlayabilin. Yoksa bunca acı ziyan olmaz mı? Biz “acılara tutunalım”. “sürgün” günlerine iliştirilmiş emanet yaşamları düşünelim. Hasretlik çekelim. Ana vatanımızda “Kum Gibi” gülüşemeden Pınar Odabaş Aktuğ’a selam duralım finalde. Kendi Ahmet Kaya’mızı hatırlarken bu vefayı birlikte alkışlayalım. 

Ahmet Kaya üzerine bir şey yapmak uzun süredir aklında tuttuğunuz bir şey miydi? Süreç nasıl başladı ve daha önemlisi nasıl cesaret ettiniz?

Ahmet Kaya, 90’ların başında popüler kültürün içinde olmaya başlayınca solcular ona temkinle yaklaşmaya başladılar. Ve biz Ahmet Kaya’yı gizli dinlemeye başladık, hatta sonra dinlemedik bile. O zaman öyle bir şey vardı, entelektüel solcular Zülfü dinler, köylü solcular Ahmet Kaya dinlerdi. Öldüğünde de, ölümün öncesinde olanlarda da gerçekten hiç kimse sahip çıkmadı Ahmet Kaya’ya. Hürriyet’in o iğrenç manşetine bile itiraz edilmedi. Ölümünden bir yıl sonra Yıldırım Türker, özellikle solcuları duyarsızlıkla itham ederek çok sert bir yazı yazdı. Ben çok utandım o yazıyı okuduğumda ve kendimi sorguladım. Öğrencilik, gençlik yıllarımda hayatımın çok önemli bir figürü idi Ahmet Kaya. Ve ben o yazıdan sonra açıktan O’nu sahiplenerek yeniden dinlemeye başladım. Türker’in yazısı Ahmet Kaya ile ilişkim açısından önemli bir dönüm noktası oldu. 

Oyuna dair ilk düşüncelerim bir Ankara seyahati sırasında dile geldi. Birkaç yıl evvel, Ankara’dan dönüyoruz, arabada Engin Alkan var ve Ahmet Kaya çalıyor. Ben “Haydi, yapalım bir şey” deyince, Engin de “Madem bu kadar hâkimsin sen metni oluştur, yönet, ben anlatayım. Bir de orkestra olsun, şarkılarını da söyleyeyim” dedi. “İyi fikir” dedim ve oturup çalışmaya başladım. Engin çok ahlaklı bir şey söyledi: “Bugün Kürt halkına yapılanlar, Ahmet Kaya’ya yapıldı ve kimse ses çıkarmıyor. O yüzden Ahmet Kaya’nın tekrar konuşulması gerekiyor.” 

Kaynaklarınız neler oldu peki? 

Ahmet Kaya üzerine yapılan belgeseller vardı o dönem. Biri Ümit Kıvanç’ın diğeri Nebil Özgentürk ile Can Dündar’ın hazırladıkları belgeseller. Bu belgeselleri dikkatle inceledim. Ahmet Kaya’yı oyunlaştırmak oldukça zor bir iş. Her şeyden önce, hangi Ahmet Kaya’yı anlatacağınızı belirlemeniz gerekiyor. Çünkü O, toplumun her kesimine, kılcal damar gibi nüfuz etmiş ve gerçekten böyle yaşamış biri. Projeye başladığımız günlerde, “BGST”nin organizasyon firmasının yöneticilerinden Onur Kapıkıran’la bir ofiste karşılaştık. Onur da çok beğendi projeyi. Ama o süreçte ülkede bombalar patladı, gündem değişti biz de projeyi ertelemek durumunda kaldık.

Sancılı bir doğum süreci olmuş…

Bu gergin sürecin ardından, metni yazması için Funda Alp’le konuştum, 2017’nin 13 Kasım’ında. Yani Pınar Odabaş Aktuğ’un son doğum gününde. Funda da “tabii yazarım” dedi. O günlerde Onur aradı beni. “Abi biz Kardeş Türküler ile o konuyu bir senedir konuşuyoruz ve bu projenin içinde olmak istiyoruz” dedi. Sonrasında “Kardeş Türküler”den birkaç arkadaş, Cüneyt Yalaz, Funda Alp ve Didem Kaplan’la bir araya gelip toplantılar yapmaya başladık. Bu süreçte Gülten Kaya ile de görüşülmeye başlandı. Gülten Kaya’nın ilk sorularından biri “Hangi Ahmet Kaya’nın anlatacaksınız?” oldu.  Funda Alp ve ekibi, Ahmet Kaya’nın doğrudan değil dolaylı anlatıldığı, O’nun izini tutan bir oyun yazmayı daha doğru buldular ve yaklaşık bir yıl yazdılar. Draft sık sık değişti. Çünkü çok titiz olmak ve hiçbir biçimde Ahmet Kaya’ya ihanet etmemek gerekiyordu. Herkesin durduğu yere dair hassasiyetleri vardı ve çoklu bir yapı oluştu süreç içinde. O süreçte özellikle Didem ve Funda çok yoğun çalıştılar. Zaman zaman Bursa’da bir otele kapanıp sadece yazmaya odaklanıyorlardı. Sonra tekst üzerinde yazarlar, Kardeş Türküler ve hemfikir olmaya başladıkça provalara başladık.

Peki provaların Ahmet Kaya’nın doğum günü olan 28 Ekim’de başlaması bir rastlantı mı?

Tamamen rastlantı. Aslında projeyi Onur Ünlü veya Sırrı Süreyya Önder yönetecekti ama Sırrı Süreyya, “Benim adımın bu projede geçmesi, bu oyunun yasaklanmasına neden olur” dedi ve zaten akabinde cezaevine girdi. Öte yandan, Onur Ünlü’den iki ay sürekli provaya gelmesini beklemek büyük fantezi olacaktı zira hiç vakti yoktu. O yüzden Ünlü’yü fikir verecek bir süpervizör olarak konumlandırdık. Aslında bizim hedefimiz Ahmet Kaya’nın doğumgününde prömiyer yapmaktı ama metindeki bu sürekli değişim hali yazım sürecinin uzaması dolayısıyla maalesef bu gerçekleşemedi.

Gülten Kaya’nın adı da proje danışmanı olarak geçiyor. 

Gülten Kaya da sürece dahil oldu. Birkaç toplantı yaptı yazarlarla. Oyunda Ahmet Kaya’nın çocukluğuna dair gördüğünüz her şey ondan geldi. Her draftı okuyup fikirler verdi. Özellikle metnin devrimci insan tiplemesi ile ilgili kısımlarında fikirleri ile önümüzü açtı. Zaten kendisi ödün vermeyen duruşu ile benim çok saygı duyduğum biri. 

Biyografik bir Ahmet Kaya hikayesi yerine paralel bir anlatı üzerinden O’nun seyirciye aktarılması fikri güzel olduğu kadar “herkesin bir Ahmet Kaya’sı var” sözünü de doğrulayan bir biçem olmuş. 

İnsanın çocukluk arkadaşı her zaman çocukluğundaki gibi kalır ve onu olduğu gibi kavrar. O yüzden bu anlatım biçimi kıymetliydi benim için de.

Herkes kendisine dokunan yerden anlatıyor ya da anlıyor Ahmet Kaya’yı. Bir tarafıyla, Türkiye’nin vicdanı dediğimiz bir yönü de var oyunun. 

Tabii ki tiyatro yapımcılarının mesleğe nasıl yaklaştığını biliyorum ama benim için para kazanma sebebiyle yapılan bir iş değildi bu. Zaten akıl kârı değildi bu konuyu oyunlaştırmak! Ama bir gönül borcumuz var Ahmet Kaya’ya. Prömiyer akşamı yaşanan ve benim için önemli olan bir olayı anlatayım. O gece oyunu izleyen bir AKP’li gelip bana, “Oyun çok etkileyici ama neden bu kadar rakı içiyorlar? Benim Ahmet Kayam rakı içmiyor ki” dedi. İşte herkesin Ahmet Kaya’sı başka. Haklıydı o seyirci de kendince. Ortak bir dil bulmalıyız Ahmet Kaya’yı anlatmak için. Paralel bir hikaye olsa da, her durumda Ahmet Kaya oyunun göbeğinde oturuyor ve oyun izlendiğinde Ahmet Kaya nerede diye bir soru akla dahi gelmiyor. 

Oyunun Ahmet Kaya’nın çocukluk arkadaşı üzerinden bütün insanî özelliklerine dokunmak gibi bir derdi var. Yine arkadaşı üzerinden hem doğduğu toplumsal iklim, hem büyüdüğü çevre itibarıyla politik kimliğine de çok ciddi göndermeler var. Bugün için riskli bir girişim değil mi sizce?

Elbette riskleri var. Oyun prömiyerinin ertesi günü yasaklanabilirdi, bu ihtimal vardı. Oyunun prodüksiyon için harcanan bedelini ödeyebilir miyim? Evet, üç – dört yıl çalışırsam ödeyebilirim diye düşünerek bu riske girdim. Oyunun hâlâ devam eden başka riskleri de var. Almanya’dan çağırıyorlar, İngiltere’den, Fransa’dan davetler alıyoruz. Bir yanıyla bu turneler de kimi riskler içeriyor. Bu risklere şahsen benim girmem çok önemli değil ama bu işin içinde otuz kişi var ve onların düşünceleri de önemli. Çünkü bu ülkede bugün en kolay şey “damgalanmak”. Oyunculardan herhangi birinin, Barış Atay’la aynı şeyi yaşamasını istemem. Çok insanî bir replik bile, hiç akla gelmeyecek bir yerden yorumlanabiliyor bugün.

Politik olumlama ya da olumsuzlamanın da konjonktürel olarak sürekli değiştiği kaotik bir süreçten geçiyoruz. Dün Ahmet Kaya için, idam edilen devrimciler için kürsülerde gözyaşı dökülebilirken, Kardeş Türküler ülkenin çokkültürlülüğünü temsil eden bir sembol olarak devlet katında itibar görürken, bugün bunların hayal olduğu bir süreç yaşıyoruz.

Haklısınız, ama biz hangi iktidar döneminde söylemek istediğimizi söyleyip de risk almadık? Her iktidar döneminde benzer şeyleri yaşadık. Sivas’ta aydınların yakıldığı iktidarı düşünelim. O dönemde sosyal demokratlar iktidardı. Bizim içn ne fark ediyor ki?  Beliz Güçbilmez’in geçenlerde bir ödül töreninde söylediği sözü mealen tekrar edeyim: “Söylediğimiz söz başımıza bela getirecek mi? Getirecek belki, ama biz doğruyu söylemekten vazgeçmeyeceğiz.” Çok haklı. Bunu hiç hamasi bir yerden söylemiyorum.

Doğuracağı tepkileri ya da sonuçlarını düşünerek, sakınarak sanat yapılabilir mi zaten?

Asla. Ama sanatın, bilimin, felsefenin öncelenmediği, değer verilmediği her yerde türlü belalar gelmiştir insanların başına. Tabii, aksi durumlar da var. De Gaulle’ün Satre ile ilgili sözü anımsayalım:Satre Fransa’dır.  Sartre komünist olmadığı halde komünist gazetesi dağıtır ve hapse atılmak üzeredir. De Gaulle son derece otoriter biri olmasına rağmen bu durumu anlar ve önler bu girişimi. Yani, bizim daha çok zamana ihtiyacımız var.

Oyun Uniq Hall dışında da sahnelenecek mi?

Oyun kalabalık kadrosu nedeniyle büyük bir sahneye gereksinim duyuyor ve Uniq Hall’ün yapısı buna uygun. Öte yandan, farklı birçok sahneye de müracaat ettik ama olumsuz yanıtlar aldık. Bazıları cevap bile vermediler! İlginç bir başka olay anlatayım. Oyunda oynaması düşünülen bir oyuncu, kendi fotoğrafı ile Ahmet Kaya’nın fotoğrafını yan yana koyup gönderiyor. “Abi zaten ben Ahmet Kaya’yım” diyor hatta. Fakat bir süre sonra bu hevesli oyuncu “Bir dizide oynuyorum. Ahmet Kaya’yı oynamak için kilo almam ve sakal bırakmam lazım. O yüzden oynayamam” diyor. Onur Ünlü  de kendisini mahcup etmemek için bir şey söylememiş ama oyunda Ahmet Kaya yok ki zaten! Demek ki o oyuncu korkusundan teksti bile okuyamamış.

Biz eğer büyük bir salonda Kardeş Türküler’in de dahil olduğu bir prodüksiyon yapmamış olsaydık, örneğin Moda Sahnesi’nde Ahmet Kaya ile ilgili bir iş yapmış olsaydık, o zaman başka türlü değerlendirmek mümkün olabilirdi. Aslında “Hep Sonradan” bir bakıma merkezi ve popüler bir iş. O yüzden Ahmet Kaya bu ülkenin bütün kılcal damarlarına işlemiş durumda. Ahmet Kaya “başım belada” dediğinde gecekondudaki solcu da, öteki mahallede beş vakit namaz kılan da O’nunla bir ilişki kuruyordu. Hakkında bu kadar çalışmama rağmen bunu nasıl başardığına dair hâlâ hiçbir fikrim yok. Ama biz yine de elimizden geldiğince popüler kültürün ürünü olmasını engellemeye çalıştık oyunun.

Türkiye’de Ahmet Kaya şarkılarını “Kardeş Türküler”den daha iyi yorumlayacak başka müzisyen bir müzik grubu olamazdı diye düşünüyoruz. Ayrıca politik olarak da çok örtüşen bir buluşma olmuş. 

Ahmet Kaya’nın şarkılarını yorumlamak tarihsel olarak çok zor bir iş. Hafızamızda yer etmiş, iz bırakmış özgün şarkıların başkaları tarafından yorumlanmasının bizim hikayemize uymadığını, hatta çok riskli bir girişim olduğunu düşünürüm ben genellikle. Kardeş Türküler, bu ülkenin yirmi beş yıldır büyük başarılara imza atarak kendi ekolünü yaratmış en önemli müzik topluluklarından bir tanesi. Çok disiplinli bir biçimde otuz prova boyunca soluksuz çalıştılar. Aslında müzikli oyunlarda bu kadar prova yapmaz müzisyenler. Ama onlar en iyisini yakalamak için çok uğraştılar. Tüm deneyimleri ve birikimleri ile çabaladılar. Ve bu kadar riskli ve zorlu bir işin altından inanılmaz bir başarıyla çıktılar.

Ahmet Kaya müzikal anlamda oldukça başarılı ve nev-i şahsına münhasır bir müzisyendi. Kelimelere bambaşka bir vurgusu vardı. Kardeş Türküler güzel yorumlarıyla Ahmet Kaya’yı yaşatırken kendi müzikal anlayışlarından da taviz vermemiş…

Ben prömiyerden bir gün önce, genel provayı izlediğimde inanılmaz etkilendim. Kardeş Türküler’in tüm yorumlarından, özellikle üç bölümde; girişte, “Beni Bul Anne”de ve “Dostum Dostum” şarkılarında çok duygulandım. O üç şarkının özellikle sahneyle, metinle ilişkisini Metin Göksel çok iyi kurmuş. Ama bunlar dışındaki her bir şarkı da inanılmaz başarılı yorumlandı. Emekleri için çok teşekkür ediyorum Kardeş Türküler’e.

Oyun izleyicileri duygusal olarak çok etkiliyor. Üstelik bunu ajitasyona kaçmadan yapıyor. Bu bıçak sırtı bir denge nasıl kuruldu?

Bu dengeyi çok önemsedik. Ahmet Kaya’yı sadece devrimci biri olarak konumlandırdığımızda oyunun tümünü değiştirmemiz gerekir. Biz bir insanın başka insanla ilişkisi üzerinden sürgün meselesini konuşuyoruz. Aslında o mezarda Yılmaz Güney de yatıyor. Aklınıza gelebilecek başkaları da. O yüzden, siyasi jargon üzerinden yapılabilecek her türlü ajitasyonun sağlıksız olduğunu düşünüyorum.

Her şey artık politik anlamda kristalize olmaya başlamışken biraz da kaçınılmaz bir şey bu belki de. Estetik dil ne kadar öne çıkarılmaya çalışılırsa çalışırsın, salt Ahmet Kaya’nın ismi bile politik bir olgu. Oyuna gitmeyi tercih edecek seyircinin de büyük çoğunluğu Ahmet Kaya’yı sol dünya görüşüyle benimseyen insanlar olacak gibi bir algı var.

Ben pek öyle olduğunu düşünmüyorum. Benim ablam türbanlı bir MHP’lidir ve bir Ahmet Kaya hayranıdır. Ablamın “Ahmet Kayası” ile benim “Ahmet Kayam” arasında hiçbir ilişki yok belki. Halkın her kesimince benimsenmiş, sevilmiş bir sanatçıyı anlatırken politik indirgemecilik yapmanın Ahmet Kaya’ya haksızlık olacağını düşünüyorum. 

 

Gülten Kaya’nın oyunun prömiyerinden sonra, “Biz yüzleşmedik. Yüzleşmek çok sert geldi.” dedi. Yüzleşebildik mi sizce Ahmet Kaya gerçekliği ile?

Ahmet Kaya’yı linç edildiği geceden sonra kim ziyaret etmiş biliyor musunuz? Hrant Dink! Rakel Dink o akşam “öteki olmak böyle bir şey işte” demiş. Bu ülkenin solcularının büyük bir bölümü de, Ahmet Kaya öteki mahalle ile ilişki kurduğu için O’na sırtlarını döndüler. Çift taraflı bir ötekileştirme yaşadı denilebilir Ahmet Kaya için. Ne yazık ki bu da bir gerçeklik; yüzleşmemiz ve ciddi özeleştiri yapmamız gereken bir durum.

“Hep Sonradan” projesinin fikir olarak ortaya çıktığı tarih 13 Kasım. Bu tarihin sizin için başka bir anlamı var mı? 

Bizim çok kıymetli bir dostumuz vardı: Pınar Odabaş Aktuğ. Farklı şehirlerde yaşayan yakın arkadaşlarımızın bile bir araya gelmesinin tek nedeniydi. Aslında üniversiteden Pınar’ın hayatımda çok önemli bir yeri vardır. Tanıştığımız andan, onu kaybettiğimizi ana kadar hiç ilişkimizi kesmedik. Pınar, Ahmet Kaya’yı çok severdi. En çok da “Kum Gibi”yi severdi. O şarkı oyunda Pınar yüzünden var. Finalde olması da o yüzden. Çünkü Funda’nın da çok yakın arkadaşıydı. Karakterlerin birinin adının Pınar olması da bu yüzden. Pınar gerçekten çok iyi bir insandı ve oyun karakteri Pınar da hep iyi şeyler yapmaya çalışan biri. Aslında iyi insan demek bile yetmiyor. Garip bir şekilde hepimizi organize edip, hepimizin her derdine derman olmaya çalışan biriydi. Pınar’ın hatırasını “Hep Sonradan”da yaşatmak istedik. 

Sanatın toplumsallığa içkin ontolojisinin yok sayılması, toplumsal ilişkiler üzerine inşa edilmiş olan tarihini de anlamsızlaşır.  “Geçmiş” yerini “şimdi”ye terk eder. Sonuçta, toplumsal referansları kadar, tarihsel referanslarını yitiren sanat, bir iletişim teknolojisine, retoriğe, çağdaş bir sofizme dönüşür; toplumla ve tarihle bağlarını koparır. Bu durum, sanatın kendisini yaşatan sembolleri, dili ve birikimi bulanıklaştırır. “Hep Sonradan”, bu bağlamda bir karşı duruşu, bir itirazı merkezine alarak tarihsel bir yüzleşmenin kapılarını aralıyor.  “Hep Sonradan”ı hayata geçirdiğiniz  ve bizimle bu süreci paylaştığınız için teşekkür ederiz. 

Ben de sizlere ve Tiyatro…Tiyatro…Dergisi’ne teşekkür ederim. 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku