Gölgesini Karanlığa Bırakmıştı Bir Kez: “Manukyan”

Pınar Çekirge

“Yaşlanmak dediğin yaşadıkların ve yaşayamadıkların. Zirveden sonra gideceğin tek yer aşağısıymış Manukyan!”

Proje tasarımının Oğuzhan Toracı‘ya ait olduğu, Bahar Hacıbektaşoğlu‘nun yazıp oynadığı, Müşerref Karadoğan‘ın yönettiği, ışık tasarımını Melis Pekışık, kostüm tasarımını Sadık Kızılağaç, müzik tasarımını Oğuz Abadan’ın üstlendiği “Manukyan”ı, bilmem izlediniz mi?

Noktası konmadan biten her yaşamda olduğu gibi, amansız, hunhar bir hesaplaşmaydı sahnede anlatılan, belki de maziyi gözyaşıyla, erguvan yağmurlarıyla yıkamaktı… Leğenden dökülen suyla arınabilir miydik sahiden?

“Bilemezdim bir gün onların bana ‘Ana’ diyeceğini, ama dediler. Öyle içten… Gözlerindeki anlamı görseydiniz! Ben, kendi söküğümü hiç dikemedim. Taze kumaşlarla başladım. Sivri bir iğnenin nedeniydim ve kimlere diktiğimi de biliyordum. Ama onlara renk renk elbiseler diktim. Bedenlerine renk renk tenler diktim, günde binlerce kez giyip çıkarsınlar diye. Onları, aynı kumaşlarım gibi parçaladım. Ben Manukyan…” 

Matild Manukyan’ın son 1 saatine tanıklık ettiğimiz oyunda; geride kalan yıllarının, ailesi, mesleği ve kendiyle ödeşmesinin adeta hüzün, isyan, hırs, en çok da öfke dolu bütün o geçmişin, iç dökümünü paylaşıyoruz. Keskin lacivertlerde, aman vermez yalnızlıklarda buluyoruz kendimizi bir anda. Tıpkı Matild Manukyan gibi, kendi yaramızı dikiyoruz destek almadan.

“Kadınlarımı kucağımda taşıdım kimi zaman… Çünkü erkeklere erkekliklerini hissettirdiler. Doğruyu değil, gerçeği söylüyorum. Ortada kaldım. Yüzleşiyorum. Ortada kaldım. Koca bir masal… Masal sanki sondan oynuyor başa. Başaşağı gidiyor…”

Yakın tarihimizde defalarca vergi rekortmeni olmuş, bu nedenle devlet tarafından ödüllendirilmiş, kendi ifadesiyle, ‘Kimsesizlere ana olmuş’, ‘Namusuyla kadın pazarlamış’, ‘Vergisini kuruşuna kadar ödemiş’, ‘Yerine göre ibadetini yapmış’, ‘Evlerinde gayrimüslimlere çalışma izni vermemiş’ mesleğinin doruğunda bir genelev patroniçesiydi Matild Manukyan. Hiç de ağır ağdalı Yeşilçam melodramlarındaki ‘Mama’larla örtüşmüyordu yaşam öyküsü. 

Notre Dame de Sion mezunuydu örneğin. Pera’dan, aristokrat bir aileden gelmişti. Varlık Vergisi onun hayatına da hasar verecek, bir anda zor, sıkıntılı bir süreçte bulacaktı kendisini. Gerçek ve ötesi nasıl da birbirine karışmıştı.

“Gün gelecek insanları bir dikiş makinesinin arasına alacağım, ayağımla bastırıp bastırıp birbirine dikeceğim…”

“Dionysos’un Çocukları” röportaj dizimizde bu defa Oğuzhan Toracı ve Bahar Hacıbektaşoğlu ile ‘Manukyan’dan konuştuk. Bu projenin nasıl oluştuğundan, gelen tepkilerden, oyunda yer alan etkileyici, sürgit çağrışımlar yapan metaforlardan, edebi yanı ağır basan tekstten, Manukyan’ın Zürafa Sokak ile ölümünden yıllar sonra vedalaşmasından, o yıpranmış tahta sandalyeden mesela… Odalardan birinde unutulmuş mini etekten, siyah apartman topuklu ayakkabıdan… Başını eşarpla örtüp gittiği Abanoz Sokak’taki ilk evden, Zürafa Sokak’ta her gece 01.00’de mesul müdürlerle günlük hasılatı derlemek için arka kapısından girdiği 17 numaralı eve… Doğruları değil, gerçekleri konuştuk sadece. Arada Leman Sam’ın “Kıyamam, Kıyamam Sana” şarkısına kulak verdik.

“Pusulalar taşıyorum tam göğsümde beni bana gösteriyorlar, nasıl yoldan çıktığımı. Size doğruyu değil, gerçeği söylüyorum…”

Pınar Çekirge – Matild Manukyan’ın bir piyes kahramanı olarak sahneye taşınması nasıl gerçekleşti? 

Oğuzhan Toracı – Bahar, tek başına bir oyun çıkartmak istiyordu. Benim de üstünde uzun süredir, kitaba dönüştürmek için çalıştığım Matild Manukyan’ın hayatına dair yaptığım ön hazırlıklar vardı. Bir gün konuşurken, “Manukyan’ı oynayacaksın” dedim.

Yavuz Pak – Nasıl karşıladı bu fikri?

Bahar Hacıbektaşoğlu – Başta elbette çekincelerim vardı. Seyirci tarafından mutlak bir önyargıyla değerlendirilip, büyük tepki alacağımıza dair kuşkumlarım vardı. Yani keskin bir özneyi sahneye koymaktı söz konusu olan, kaygılanmamak elde değildi. Çok bıçak sırtı bir konuydu çünkü.

Oğuzhan Toracı – Aksini düşünüyordum. Toplumca kabul görmüş, devlet tarafından tam altı kez vergi rekortmeni olarak ödüllendirilmiş bir kadının hayatı vardı önümüzde. Bir tür ikondu aslında Matild Manukyan. Yine de çıkış noktamız sert bir biyografi, nasıl desem, bir belgesel oyun ortaya koymak değildi. “Ne övelim, ne de gömelim” dedim. Manukyan’ın Tanrı, aile, toplum ve kendisiyle ömrünün kalan son bir saatinde yaşayacağı metaforik bir yüzleşmeyi esas almak gerekiyordu bana göre. Dediğim gibi, Manukyan başlıbaşına bir ikon ve aynı zamanda jenerik bir markaydı. 

Pınar Çekirge – Üstelik toplumun ortak bilinçaltına sızmış bir kimlik…

Bahar Hacıbektaşoğlu – ‘Altı yüz çalışanı, kırk iki evi olan, düşmüş olana sahip çıkan bir yapılanma söz konusuydu. Terziliğinin yanı sıra bir iş kadınıydı.

Oğuzhan Toracı – Manukyan’ın aklına, ünlü bir genelev patroniçesi olmak gelir miydi? Pek sanmıyorum. Varlık Vergisi’nin etkisiyle yaşadığı maddi sıkıntılar nedeniyle yeniden terziliğe başlıyor çünkü. Günün birinde genelev sahibi olan bir kadın yüklü miktarda kıyafet diktiriyor Matild Manukyan’a. Bir süre sonra kıyafetleri teslim alıyor; ancak ödeme yapamayacağını, bunun yerine, Abanoz Sokak’daki evine ortak olmasını teklif ediyor. Manukyan da, çaresiz bu öneriyi kabul ediyor ve böylece kısa sürede vergi rekortmenliğinin yanısıra, servetine servet katıyor. Bunu anlatmamın sebebi, Manukyan’ın bir söyleşisinde; “Etek parasına imparatorluk kurdum” demesidir.

Yavuz Pak – Bir müteşebbis gibi…

Oğuzhan Toracı – Yarım hisse ile girdiği Abanoz Sokak’ta bir yıl içinde tam on iki, sonrasında da Alageyik Sokak’ta yirmi beş evin sahibi oluverecek kadar hem de.

Pınar Çekirge – Matild Manukyan’ın evlerinde görev yapan bir kadına ulaşmışsınız bu arada…

Bahar Hacıbektaşoğlu – Manukyan’ın, sermaye olarak çalıştırdığı kadınlarla olan ilişkisini dinledim kendisinden. Matild Hanım’ın vaktiyle yaşadığı ev hâlâ duruyor, o eve gittim mesela. Senelerce Matild Manukyan’ın yanında çalışmış, şimdi de orada apartman görevlisi olarak işine devam etmekte olan kişiyle görüştüm. O’ndan Matild Hanım ile ilgili çok olumlu, güzel şeyler dinledim; karakterini, kimlere elini uzatıp, kimlere kapısını kapattığını, kimlere yardım edip, destek çıktığını…

Pınar Çekirge – Zaten Ben namusumla bu işi yapıyorum” dermiş hep…

Bahar Hacıbektaşoğlu – Araştırmalarıma göre, mesleğinden ötürü herhangi bir pişmanlığı olmamış. Zaten bu işten gurur duyduğunu da, her defasında altını çizerek belirtmiş.

Yavuz Pak – Yazım sürecine dönsek…

Bahar Hacıbektaşoğlu – 2014’de çalışmaya başladım. Aşağı yukarı bir yıl sürdü. 2015’de de seyirciyle buluştu Manukyan. İlk hali yaklaşık on yedi sayfaydı, sonrasında düzenlemeler yaptım ve tekst on iki sayfaya indi.

Pınar Çekirge – Sahnede tek bir dekor var, o da sandalye…

Bahar Hacıbektaşoğlu – Evet, o tahta, hayli yıpranmış sandalye, aslında hiç beklemediğimiz bir anda Manukyan’dan gelen bir armağan oldu bize. 

Oğuzhan Toracı – İlk sezon şatafatlı bir taht yaptırmıştık ama arkası giyotin olan bir taht. Hediye ikinci sezon gelince, dekoru Manukyan’ın makam sandalyesiyle güncelledik.

Bahar Hacıbektaşoğlu – Oyunun ikinci sezon galası için davetiye bastırmamız gerekiyordu. Oğuzhan bana “Manukyan’ın makamının bulunduğu 17 numaralı genelevin kapı numarasını bastıralım” dedi. İlginç bir fikirdi. Ertesi gün koşa koşa Zürafa Sokağa gittim, amacım fotoğraf çekmek, fakat sokağa girmek kadınlar için mümkün değil. Çünkü bazı evler, o dönem hâlâ faaliyet gösteriyordu. Güvenlik izin vermedi tabii. Bir süre sonra bir bey yanıma gelerek, “Buyurun ne istiyorsunuz?” diye sordu. Manukyan hakkında bir oyunu sahneye koyduğumuzu ve davetiye için evin kapı numarasının fotoğrafını çekmek istediğimi, söyledim. “İmkansız, yapamazsınız böyle bir şey!’ dedi ve gitti. Israrla orada beklemeye devam ettim, saatlerce durdum anlayacağınız. Sokağın işleyişini gözlemeye koyuldum. Derken, o bey bir süre sonra tekrar yanıma geldi; “Size Manukyan Ana’mızın sandalyesini hediye edelim” dedi. Bir süre cevap veremedim. Daha doğrusu, ne diyeceğimi bilemedim. Neticede oradan, binanın kapı numarasının fotoğrafını çekerek değil de, Matild Manukyan’ın oturup, günlük hasılatı kontrol ettiği makamındaki sandalyesini alarak geri döndüm. Oğuzhan ile yaşadığımız bu hikaye aslında çok önemli. O sandalye genelev tarafından bize hediye edildi ve sahnedeki yerini aldı.

Oğuzhan Toracı – Bahar’ı, bu projede sanatsal anlamda belli bir ego tatmini hayal etmemesi konusunda uyardığımı belirtmek istiyorum. Çünkü bu bir proje; kendi sektörü için bir döneme ışık tutan, tartışmaya açık, deneysel bir çalışma olacaktı sadece. Üstelik her yeni veri ve bilgiyle kendini sürekli yenileyecek bir çalışma olmasını istedim.

Pınar Çekirge – Nasıl bir yenileme?

Oğuzhan Toracı – Bahar, Zürafa Sokak’a, salgın döneminde evlerin faaliyetlerine son verilmesinin ardından girdi ve gözlem yaptı. Bir başka deyişle: Eğer bugün Bahar, Manukyansa; Manukyan’ın Zürafa Sokak’taki mirasıyla vedalaşmasını ve anılar biriktirmesini istedim.

Bahar Hacıbektaşoğlu – Adeta Manukyan o sokakla, sahip olduğu evlerle ölümünden yıllar sonra vedalaşmış oldu. Dolaşırken, harap bir odada buldum kendimi. Duvarda çiviye asılmış bir mini etek çarptı gözüme… Kumaşında sigara yanıkları vardı. Az ötede de bir çift apartman topuklu ayakkabı duruyordu. Onları almama izin verdiler. Böylece oyuna yeni bir kadın kimlik ve iki aksesuar ekledim. A, bu arada demin bahsedecektim, başka konuya geçince unuttuğum bir ayrıntıyı eklemek istiyorum. Vaktiyle o evlerden birinde sermaye olarak çalışmış bir hanımla yaptığım konuşmada, Manukyan’ın iş yerine hep aynı kıyafetle geldiğini öğrenmiştim. Bunu da aşık olduğu Türk subayına bağladım ister istemez; aşkın kendisine verdiği acıyı tek tip kıyafetle içselleştirmesi… Bu durumları birbiriyle alaşımlayıp, oyunda kullandım.

Pınar Çekirge – Zaten yaşar kıldığın karakterden anladığım kadarıyla, Manukyan’ın hayatında her şey o kadar birbirine bağlı ki; iğne, ip, dikme, bağlama, giriş, çıkış, yalnızlıklar, öfke, intikam duygusu…

Bahar Hacıbektaşoğlu – Matild’i terk edip, Manukyan’a geçmek çok kolay olmasa gerek; fakat Marukyan’ın ölmeden önce, böyle bir yüzleşmeyi kesinlikle arzu ettiğini düşünüyorum.

Oğuzhan Toracı – Matild Manukyan, her şeyden önce azınlık olarak yaşadığı topraklarda belli bir kapitalist düzen içinde giderek ikonlaşırken, son derece stratejik adımlar atmaya da özen gösteriyor. Defolarını biliyor ve topluma karşı hep bir bukalemun oluyor. Bağışlarda bulunuyor, yardımlar yapıyor. Gerçeği değil yarattığı imajı ön plana çıkartıyor her defasında. Dünya tarihinde gelmiş geçmiş en büyük kadın satıcısı olarak, muhafazakar zihniyetle uzlaşmazlığa düşmemeyi büyük bir ustalıkla başarıyor. Turnike seks işçiliğini, düşük vizite ücretiyle yürütüyor. Zambak Sokak’taki Lüks Nermin, Çanakkaleli Melahat ya da ‘Kupa Kızı’ filmindeki Madam Emilya’dan farkı, haute couture değil, konfeksiyon anlayışını benimsemiş olması. Yani üst tabakaya aşk tedarikçiliğinden ziyade halka hizmet veriyor. Giderek yüzlerce şehir efsanesine kaynak oluyor.

Pınar Çekirge – Onlardan bir örnek istesem…

Oğuzhan Toracı – Rivayet edilir ki, bir gün ekip aracıyla savcılığa götürülür. Sorgulama esnasında savcıya dönerek, “Bu akşam buradan ya ben, ya siz ayrılacaksınız” der. Çünkü o dönem Şişli Adliyesi’nin de içinde bulunduğu bina kendi mülküdür. Ve çok geçmeden ekip arabalarıyla geldiği savcılıktan, kapıda bekleyen ve iç dizaynını 19 antilop derisinden yaptırdığı Rolls-Royce’una binerek ayrılır.

Yavuz Pak – Edebi yanı ağır basan bir metin… İzleyiciye geçmemesi gibi bir kaygınız oldu mu?

Bahar Hacıbektaşoğlu – Herhangi bir olumsuz dönüş olmadı. Metafor ve simgelerin oldukça yoğun biçimde kullanılmasına rağmen bir kopukluk yaşamadık.

Yavuz Pak – Peki, feminist ya da muhafazakar kesimden tepki geldi mi hiç?

Bahar Hacıbektaşoğlu – Hiç olmadı, özellikle kadınlar çok sahip çıktılar oyuna. Geçenlerde, İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’ndeydik. Öyle kalabalık bir izleyici kitlesi vardı ki, neredeyse ezberimi unutacaktım.

Oğuzhan Toracı – Oyun bitiminde çok duygusal olaylar yaşanıyor aslında. Ağlayanlar, kulise geçip Bahar’a sarılanlar… Kim bilir belki izleyiciler arasında kendisi ya da ailesinden biriyle gizlice hesaplaşanlar da oluyordur.

Soğuktu… Son dakikalarını yaşadığını hissetmişti. Aaaa! Göğüsleriniz ne kadar güzel. İzin verirseniz onlara dokunabilir miyim? Hatta sağıp sütlerini çıkarabilir miyim? Sonra onları şişelere doldurup, size geri vermem! Hepsini satarım. Masumluk Matild. Masumluk beni duyuyor musun? Sana söylüyorum Matild.”

 

PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK
1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku