Esra Şengünalp ve Gamze Dar ile “Fok Derisi Kavuşma” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

“Bir kadının depresyonlarının, can sıkıntısının ve sayıklamalı kafa karışıklıklarının çoğu yeniliğin, şevkin ve yaratıcılığın kısıtlandığı ya da yasaklandığı son derece sınırlı ruhsal yaşamdan kaynaklanır” der, Clarissa Pinkola Estés, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında. Fok Derisi masalı da bu kitapta geçen hikâyelerden biri… 

Hepimizin zaman zaman benliğimizi yitirdiğimizi düşündüğümüz, ne yapmak istediğimizi bilmediğimiz dönemler olmuştur. Bize ait olup olmadığı bile belli olmayan hayallerimiz için koşturup dururuz, kimi zaman nefes dahi almadan. Fok Derisi hikayesi hepimize şunu soruyor: “Kaçımız kendimizi gerçekten tanıyoruz? Kaçımız ne istediğimizi gerçekten biliyoruz?” 

Esra Şengünalp tarafından yazılan ve yönetilen “Fok Derisi Kavuşma” oyunu için bir “aydınlanma hikayesi”” diyebiliriz. Adından dolayı kasvetli bir oyun izleyeceğinizi düşünmeyin, Esra’nın kalemi o kadar naif ve yumuşak ki, “Fok Derisi Kavuşma” oyunu arkadaş evinde sohbet havası yaratıyor ve seyirciyi alıp götüren iki arkadaşın samimi bir dertleşme  hikayesine dönüşüyor. 

Esra Şengünalp ve Gamze Dar ile Tiyatro Us’un “Fok Derisi Kavuşma” oyunu üzerine çok güzel bir sohbetimiz oldu.  

Ayçe Özyiğit: Esra, uzun süre sonra, tiyatro kurma fikrini hayata geçirdin. Süreç nasıl gelişti? 

Esra Şengünalp: Aslında ben bir tiyatro kurmak istememiştim. Çünkü tiyatrolar açısından var olabilmek –varlığını idame ettirebilmek gerçekten çok zor. Hâlihazırda var olan, arkadaşlarımızın kurmuş olduğu tiyatrolar var ve buralarda proje üretmek mümkündü. Çok istemesem de, bu oyun için bu oluşumu gerçekleştirmek zorundaydık. Yine de durumu geniş çaplı düşünürsek belki de bu adımı atmak üretimimizi arttırmamız açısından bizi daha ileriye taşıyacak.

Ayçe Özyiğit: Tiyatro Us’un tanıtımında yazılıp çizilenler bir köşede kalmasın düşüncesiyle yola çıktık” cümlesi var. Buradan yola çıkarak tiyatronuzun daha çok metin üretimi ağırlıklı ilerleyeceğini söyleyebilir miyiz? 

Esra Şengünalp: Evet söyleyebiliriz. Özellikle yerli metinler Yaşadığımız coğrafyada karşılaştığımız imkânsızlıklar, istemesek de bizi yazmaya, üretmeye teşvik ediyor. Günümüzde telif hakları işleri çok zorlaştığı için sevdiğimiz metinleri yapabilme ihtimalimiz azaldı. Pandemi döneminden sonra çevremde en çok duyduğum cümlelerden birisi, “ben de bir şeyler yazıyorum” oldu. Sanırım pandemi yerli metin üretimini arttırdı. Tiyatro Us’u kurarken “ben de bir tiyatro kurmak istiyorum” diye yola çıkmadım. Dediğim gibi, bu oyun tiyatro kurmam için bir sebep oldu. O yüzden de tiyatromuz için metin ağırlıklı ilerleyeceğimizi söyleyebiliriz. Henüz çalışmalarımıza tam anlamıyla başlamadık ama öncelikle yerli metinleri değerlendirmek gibi düşüncelerimiz var. 

Ayçe Özyiğit: Gamze sen bu sürece nasıl, hangi aşamada dâhil oldun? 

Gamze Dar: Esra ile biz Mimar Sinan’dan aynı dönem mezunlarıyız. Mezun olmadan önce bir workshop çalışmasında birlikteydik. Tam da o dönem Esra bu metni yazmış ve “Gamze bu oyunu yapar mıyız?deyince“ çok büyük bir ateş yandı içimde. Çünkü metin beni çok etkiledi.

Ayçe Özyiğit: Oyuna ismini de veren Fok Derisi hikâyesi ile oyunu buluşturan noktadan söz edebilir misiniz? Fok Derisi masalında seni bu kadar etkileyen neydi? 

Esra Şengünalp:  Hepimiz dönem dönem kendimizi kaybedip  özümüzden eksiliyoruz. Ruhumuzu karartıyoruz. İşte bu yıpranmalar ve kayboluşlar sonrasındaki arayış çabalarımızın hepsi bize ait. Bazen buna biz izin veriyoruz; bu işveren, anne-baba belki tüm toplum olabilir. Önemli olan bunu fark etmek ve kendimizi yeniden bulmak için mücadele etmek. Aslında oyunda geçen karakterlerde de bu dizgede hikâyeler izliyoruz. Fok Derisi masalı çok uyumlu bir çağrı ve rehber oldu bu oyun için. Aynı zamanda bu masal benim hayatımda da hep bir rehber olmuştur. Yazma sürecimde bana ilham olan bu hikâyenin, kendi yazdığım hikâye ile çok örtüştüğünü ve oyundaki iki kadının hikâyesi için de güzel bir rehber olabileceğini düşündüm ve kullanmak istedim. Anonim olduğu için de ismi de masalı da rahatlıkla kullandım.

Ayçe Özyiğit: Gamze oyunda seni çok başarılı buldum. Gül karakterini tüm gerçekliğiyle yansıtmayı başarmışsın. Karaktere hazırlanma sürecin nasıl oldu?  

Gamze Dar: Benim için ekstrem bir süreçti. Bu konuda Esra’ya sonsuz teşekkür ediyorum. Bu rolü çıkartırken bana dilde; o dile yerleşirken sonsuz bir açıklık verdi. “Gamze sen nasıl istiyorsan o şekilde yerleştirip düzenleyebilirsin” dedi ve biz de belli kelimelerde bazı değişiklikler yaptık. Önce Türkmence çalıştım, o dili ağzıma oturttum. Sonra o dili Rus aksanıyla birleştirdik.

Esra Şengünalp: Oyunu yazarken düz Türkçe yazdım. Ağız veya şive ile yazmadım ama çevremde o kültürden tanıdığım insanlar vardı. Onlar konuşurken daha devrik cümleler kullanıyorlar. Ben de metnin bazı yerlerini ağızla birlikte eklemeler yaparak Gamze’nin çalışma şekline göre yeniden düzenledim. O süreçte gerek anneannemin bakıcısıyla, gerek arkadaşlarımızın evlerinde yatılı kalan bakıcılarla röportaj yapıp 10 dakikalık ses kayıtları almıştım. Onları da hazırlanma sürecinde kullandık.

Gamze Dar: Genel olarak hepsi “falan” kelimesini baskılayarak söylüyordu. Oyunda kullandığımız o “falan” aksanı bu şekilde ortaya çıktı. Biraz Rusça, biraz Türkmence hepsini harmanlayarak bir lisan yarattık diyebilirim. Sonra o dil oturmaya, çıkmaya başlayınca, Gül karakterinin o aşırılıkla beraber neşesi ve yüksekliği de eklendi. Yani böyle parça parça giderken, birden hepsi bir araya toplandı ve ortaya güzel bir karakter çıktı.

Esra Şengünalp: Oyundan sonra Gamze’ye “normal konuşabilir misiniz?” diye soruyorlar. Çoğu insan Gamze’nin gerçekten o şekilde konuştuğunu zannediyor.

Ayçe Özyiğit: Ben de bir an için o düşünceye kapılmadım değil. (Gülüşmeler) Dilek ve Gül’ün hayatına baktığımızda bu iki kadın da birbirinden çok farklı statüde, farklı kültürde ve farklı bir yaşama sahip. Onları birbirine bağlayan ikisinin de bir arayış içinde olması mı? 

Gamze Dar: Bana göre ikisini birbirine bağlayan, kadın bilgeliğinin o fok derisiyle buluşması. Kadın olmak bazen kendi kaderine yazgılı gibi gösterilir. Fakat kadın eğer o fok derisini fark eder ve gücünü eline alırsa kaderine boyun eğmeyen bir yerde de durabilir. Fok Derisi ile ortaklığı da buradan geliyor bence.

Esra Şengünalp: İkisi de kendi durum ve koşullarında ayakta kalmaya çalışan, fark eden ve fark etmeye açık iki kadın. “Acı” kelimesi yerine “dert “ demek belki daha doğru olur. Hepimizin hayatta farklı dertleri var. Niyetim bu iki kadın benzer bir tamamlanmaya ulaşmak isterken (aile olma)  yaşanılan süreci metinde göstermekti. Bunu da dertleri yarıştırmadan ya da kıyaslamadan seyirciye fark ettirmek istedim. Onları buluşturan şey bir hizmet yani ev işleri ve çocuk bakımı oldu. Bir tarafta ailesine bakabilmek ve ev alma hayalini gerçekleştirmek için memleketini, çocuğunu bırakıp başka bir ülkede yıllardır başlarının çocuklarına bakan Gül, diğer tarafta da ailesini tamamlamak adına bir çocuğu olsun diye uğraşan Dilek. Her ikisinin de mücadelesi uzun ve hüzünlü ve bu mücadelede ikisinin yolu bir çocukta birleşiyor. Sistemin, toplumun dayattığı mecburiyetler iki kadında da farklı işliyor gibi görünse de kadına yüklenen çok büyük bir yük var. Sormamız gereken, düşünmemiz gereken. Farklı coğrafyalar, statüler olsa da kadın olmanın ve anne olmanın fedakârlıkları, eksilmeleri, yükü her statüde, her yerde aynı oranda fazla.

Ayçe Özyiğit: Bu iki kadın fok derisini nerede, ne zaman kaybetmiş?

Esra Şengünalp: Bu da oyunun bir gizemi, belki de o arayış dediğimiz durum da olabilir. Oyunda karakterlerin dönüm noktası olabilecek bazı anlar var. Bize göre her iki karakterde aslında fok derilerini kaybettiğinin farkında ama yaşamları yine aynı süreğenlikte akıp gidiyor. Masaldaki gibi kıyıda kalmaya devam ediyorlar. Mesela Bilge karakteri çocuk sahibi olma sürecinde çok yıpranıyor. Fok derisini o süreçte buluyor mu yoksa çocuk doğduktan sonra mı buluyor? Masalda çocuk ruhu temsil ediyor. Durum aslında bir nevi ruhla kavuşma sürecini anlatıyor. Seyirci oyunu izlerken hikâyeyi kendi içinde tamamlayıp bu sorulara öyle cevap verecek.

Ayçe Özyiğit: Oyunda geçen hikâye biraz bizim yaşantımızı da yansıtıyor gibi. Bizler de hayatımız boyunca -gerçekten isteyip istemediğimizi bile bilmediğimiz- bir şeyler için çabalıyoruz, uğraşıyoruz. Sonra dönüp geriye bakıyor ve uğruna o kadar mücadele verdiğimiz -belki yıprandığımız- bu isteğimizin bu çabaya değip değmediğini sorgulama aşamasında buluyoruz kendimizi. Dilek ve Gül’ün kendilerine biçtiği bu rol gerçekten kendi hayal ettikleri rol mü? 

Esra Şengünalp: Bu durum o “arayış” dediğimiz sürece denk geliyor. Dilek, çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın ama aslında gerçekten istediği o mu? Çünkü buna ulaşma sürecinde yaşadıklarını seyirciye kendisi aktarıyor ve bizler de onun hayatında olup biten bir sürü şeyi fark ediyoruz. Keza Gül’ün hikâyesinde de öyle.  Bu aslında sistemin genel bir eleştirisi. Toplumdaki aile yapısı bir ev, adam, kadın ve bebekten oluşuyor. Bu bize dayatılan bir durum… Aile olduk, evet ama ille çocuğumuz da olmalı mı; ya da o eksik olan her neyse onu illa tamamlamalı mıyız? Örneğin oyundaki evin camına yuva yapan, Gül’ün konuştuğu kırlangıçlar da aile olma, yuva kurma durumuna bir atıf aslında. Orada yuvalarını yapıyorlar, yavruları oluyor, sonra göç edip gidip bir sonraki sene tekrar gelip yuva kuruyorlar.

Ayçe Özyiğit: O meşhur atasözümüze de değinelim o zaman. Yuvayı dişi kuş mu yapar gerçekten de? Neden hep kadın fedakar olmak zorundadır? Çocuğu için fedakar olur, eşi için, yuvası için…  

Esra Şengünalp: Şimdi burada erkekleri çok fazla eleştirmeyelim de (gülüşmeler) bu durum aslında biraz insan olmakla ilgili diye düşünüyorum ama dediğiniz gibi annelik meselesinde hep bir fedakarlık aranıyor. “Yuvayı dişi kuş yapar, ağlarsa anam ağlar, ana gibi yar olmaz, cennet annelerin ayağı altındadır.” Kim söylemiş bu sözleri? Bu sözleri anneler, anneanneler, babaanneler de söylüyor. Yine bir kadın! Sadece erkek değil yani eleştirdiğimiz.

Gamze Dar: Kadın kendisiyle dişilik anlamında o sorumluluğu alabilen bir bağlantı kurabiliyor. Çocuğun doğumu ve emzirme sürecinde çocukla kurulan o bağ ilerleyen süreçlerde de devam ediyor. -Çocuğun tüm ihtiyaçlarını annenin karşılaması gibi örneğin…- Çocuk da büyürken anneyi bakım vereni olarak görüyor. Eğer ki çocuk aç kalırsa, anne de kendini tamamlanmamış hissediyor. Çünkü annenin içinde vicdan dediğimiz içsel güç var. Bana göre vicdan çok kutsal bir güç fakat bu kelimeyi kadınlar üzerinde o kadar çok kullanmışlar ki sanki hayatın devamının getirilebilmesi kadına bahşedilmiş gibi, ona da iteleyerek bu özelliği kabul ettirmişler. Hatta bu durum geniş bir profil çiziyor. Çünkü hâlihazırda hâlâ 40-50 yaşında erginleşmemiş ve aileye bağımlı bir insan modeli mevcut.

Ayçe Özyiğit : Oyundaki iki kadın kendilerini ne kadar tanıyorlar peki? Kendi benliklerinin ne denli bilincindeler? 

Esra Şengünalp: Çok güzel bir soru… Yazarlık tarafımı dışarıda bırakarak kendi karakter kişim için konuşacağım; Dilek karakteri için kendisini keşfediyor demek doğru bir deyiş olur. Seyirciyle paylaştıklarına tanık olduğumuz kadarıyla yaşadıkları üzerine düşünen bir kadın Dilek. Yaşadığı olayı, duyguyu oldu-bitti deyip halı altı yapmıyor. Bunun üzerine düşünen bir kadın olduğu için bence o kendi benliğini tanıma yani tam da fok derisine kavuşma sürecinde. Fok derisini kendisiyle ve seyirci ile konuşa konuşa buluyor.

Gamze Dar: Gül karakteri çokbilmiş bir kadın. Dünyayı ona verseler her şeyi rayına oturtturur düşüncesinde. Ona göre etrafındaki herkes yanlış yapıyor. Sürekli bir şikâyet halinde… Suçluyu hep dış etmenlerde arıyor. Hayata bu şekilde baktığı sürece o çokbilmişlik aslında ona çok şey kaybettiriyor. Gerçekte ise hiçbir şey bilmediğinin o yaşadığı şokla bilincine varıyor. Belki kaderine yazgılı olmanın ötesine geçerek, o gerçeklikle yüzleşebildiği yerde kendi gücüne de inanarak kendisiyle bir tanışıklık yaşıyor.

Esra Şengünalp: Çünkü o sistemin farkına varabilecek entelektüel kişiliğe sahip biri değil ama öğrenmeye çok açık birisi. Bu tarafını da anlattıklarından, günlük tutmasından, yazdıklarından anlıyoruz. Bakıcılık döneminde birbirinden farklı çok kişiyle çalışmış ve hepsinden, her evden bir şeyler öğrenmiş. Çocuk, genç, yaşlı herkese açık… Başına gelen olaydan sonra o da bir uyanış yaşıyor. Oyunda bir sözü var; “Ben bizim memlekette anne, baba, çocuk bir arada olan bir tane aile görmedim. Bizim burada hep anne-baba başka ülkede çalışır, çocuklara anneanneler, babaanneler bakar. Para biriktireceğiz, gideceğiz ev alacağız da hep beraber yaşayacağız. Kaç yaşına geldiğimizde? Sonra benim çocuğum da aynı şekilde iş bulmak için başka ülkeye gidecek.” Döngü bu şekilde işliyor. Gül’ün uyanışı da yaşadığı o olaydan sonra başlıyor ve o da kendi içinde farklı bir yol çiziyor kendisine.

Ayçe Özyiğit: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

Esra Şengünalp: Özellikle şunu söylemek istiyorum. Oyunumuz kesinlikle dram ağırlıklı bir oyun değil. Oyunun isminden ve afişinden ötürü insanlarda oyunun dram ağırlıklı olduğu, sadece kadınsal sorunlara yönelik olduğu ya da sanatsal bir çalışma olduğu yönünde bir algı oluşuyor. Bizim hikâyemiz eğlenceli ve hayatın içinden bir hikâye. Mesela günlük hayatta başınıza kötü bir şey gelir ama durum kendi içinde çok komiktir ve üzerinden zaman geçtikten sonra siz de gülerek anar, anlatırsınız. Tam da öyle… Evet derin ve hüzünlü ama biz bunu çok samimi ve en yakın dostunla paylaşır gibi gözünün içine bakarak seyirciyle paylaşıyoruz.

Gamze Dar: Bence oyunun anlatım tarzı biraz Gül karakteri gibi. Çünkü Gül karakteri acının etrafında dönen ama enerjisini hiç düşürmeyen bir karakter. Kendisini bıraksa ağlamaya başlayacak ama onun yerine tam tersine gülmeyi, eğlenmeyi, söylenmeyi, yaşadıklarını dışına atmayı ve her şeyi böyle toparlamayı tercih ediyor. Seyirci ile temasında biraz deşarj kısmı var ve bence seyircinin de böyle bir deşarja ihtiyacı var. O yüzden oyun sonrası keyifli bir ayrılış oluyor. Ben ona inanıyorum.

Ayçe Özyiğit: Bu güzel ve samimi sohbet için çok teşekkür ederim. 

Esra Şengünalp: Ben de bu samimi sohbet için size ve Tiyatro… Tiyatro…Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

Gamze Dar: Ben de size ve Tiyatro…Tiyatro… Dergisi’ne çok teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

Fok Derisi Kavuşma Oyun Programı

27.02.2024 Salı / 20:30
Pax Sahne / İstanbul

07.03.2024 Perşembe / 20:30
Pax Sahne / İstanbul

(Dünya Emekçi Kadınlar Gününü sahnede kutlamak ve oyun sonrası kalmak isteyen seyircilerimizle söyleşi yapmayı planlıyoruz.)

18.03.2024 Pazartesi / 20:30
Pax Sahne / İstanbul

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku