Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde Bir Sahne Tersinlemesi: “Veda”…

Sadık Aslankara

“Oksimoron” da denebilirdi belki ama ben Türkçe “tersinileme”, kabul görüp oturmuş söyleyişle “tersinleme” demeyi yeğledim. Öyle ya Cumhuriyetimizin tam da 100. yıldönümünde, üstelik tüm toplum, sırtı diken diken, başına gelebilecekler konusunda alabildiğine tedirginlik yaşarken bir tiyatro topluluğunun neredeyse aynı günlerde bu başlıkta bir oyunla gala yapması daha başka nasıl dillendirilebilir bilmiyorum. 

İşte Ayşe Kulin’in Veda / Esir Şehirde Bir Konak (Everest, 2007) adlı romanından Nedim Saban’ın sahneye uyarlayıp yönettiği tiyatrokare yapımı  Veda, karşıdan bakıldığında görece de olsa böyle bir algı uyandırıyor denebilir. Salt terim bağlamında söylüyorum bunu: Cumhuriyetin 100.Yılı, bunun yanında Veda; ne’ye veda ediliyor, yazının girişinde kullandığım terimleri anımsatmanın gerekçesinde bunlar yatıyor bir çalım da olsa.

Anlatıcılığın Dayanılmaz Cazibesi… 

Oyunu, romandan kalkarak kabaca tanıyalım ilkin. Veda, Ayşe Kulin’in, genelde özyaşam öyküsüyle örüntülediği, buna sözlü tarih çalışması olarak eklenebilecek ailesel, toplumsal tarih belgeseli temelinde yapılandırdığı romanlarında olduğunca yine buna koşut kuruluyor. 

Kısaca değinirsek, Reşat Bey’in odağa alındığı, onu sarmal biçimde iç/dış ilişkiler ağının kuşattığı bir olaylar dizisi üzerine kuruluyor oyun. İstanbul’un işgalinde Osmanlı’nın son maliye bakanlığını üstlenen Reşat’ın konağı bu dönemin yansıtıcı aynası olur, bu arada bir de yeğen vardır, bu ilişki İstanbul-Ankara çatışmasını da odağa almakta gecikmeyecektir. Dile getirilen “esir şehir”, İstanbul’dur, oysa Anadolu’da, özel olarak Ankara’da bambaşka işler olmaktadır. 

Bu kısa süreçte yaşananların, derin bir karışıklığa, çatışmaya yol açmaması olası mıdır? Oyun, işte bu yoğun, hızlı akışlı eylemlilik üzerinde kayacaktır hep.

Bir yandan kendi ailesinin bireyleri, buna eklemlenen kişiler kıskaca alır Reşat’ı, öte yandan Osmanlı’nın çöküş hengâmesiyle Ankara’nın isyanı. Bunlara eklenmesi gereken bir olgu da, İstanbul’un oyun boyunca siluet halinde sahnede gezinmesi kuşkusuz ama kentin bir “esir şehir” olduğu vurgusu ihmal edilmeden, aralıklarla vurgulanarak ayrıca.

Bu çöküş, Ankara’nın başı çektiği Ulusal Kurtuluş Savaşı gerçeğini gün gün somutlayıp öne çıkarırken “veda” olgusunun da aslında bir tersinleme bağlamında alınması gerektiğini ortaya koyuyor. Hem tutsaklığa, yanı sıra elbette eski düzene “veda”dır bu, öte yandan parlayıp gelişen özgürlüğe, yanı sıra elbette yeni düzene, o halde Ulusal Kurtuluş Savaşıyla birlikte parlayan yeni bir ülkeye, kurtuluştan kuruluşa, Mustafa Kemal’e, Cumhuriyete, Ankara’ya “merhaba”dır aynı zamanda! 

Buna göre “veda”, âdeta bir leitmotiv halinde gerek aile ortamı için gerekse toplumsal açıdan hem “ayrılık” hem “kavuşma” bağlamında bir temel söyleme dönüşüyor oyunda. Bunun kavramsallaştırma açısından anlamı daha derin katmanlar içeriyor; aşama, sıçrama, dönüşüm. 

Anlatıyı Görselleştirme Çabası… 

Herhangi oyun, kendi içinde olup bitenleri, bunun yansıtımını anlatmaz, gösterir. Oyun, çünkü eylemle gerçekleşir, anlatma, hatta sözcük ihtiyaridir. Herhangi oyunun, roman evrenindeki bütünü sahneye taşıyıp uyarlaması olanaksızdır elbet, ancak yine de hiçbir anlam kaymasına, boşluğuna yer açılmaksızın bunların yerli yerine oturtulması beklenir sahnede.  

Nedim Saban, bunu gerçekleştirmek için kolları sıvıyor, ilk gözlenen bu oluyor; daha önceki sahne çalışmalarındakine benzer yaklaşımla ve yine bu anlayış doğrultusunda Veda’yı bütünsel halde bir sahne plastiğine dönüştürme çabası sergiliyor. 

Bunun için ne yapıyor peki Nedim Saban? 

En azından şöyle uzaklaşarak sahneye bakıldığında, yer yer göstermeci yöntemle içli dışlı bir yaklaşımı benimsediği gibisinden bir izlenim bırakıyor denebilir yönetmen olarak. Bu amaçla ev içini farklı mekânlar olarak ayrıştırmadan göstermeyi hedeflerken, bu arada anlatı dilimlerini, bölümlendirmekten alabildiğine kaçınıp seyirciyi sürekli minik damlalar halinde oyunla buluşturmanın önünü açıyor. Böylece sıçramalı bir görsellik yoluyla donma-çözülme, buzlanma-açılma vb. benzeri biçemsel yaklaşımla anlatısal ağırlığın yükünü hafifletirken oyunun dramatik dolantısının seyirciye geçmesine yönelik de akışkanlık sağlıyor. 

Sonuçta oyun, sahnede uçucu bir akışla kayıyor, bunda aralıklarla sahneye gelen göz yaşartıcı, dramatik dilimlerin rolü bulunduğunu ekleyebiliriz.

Romandan Sahnede Bir Oyun Yaratmak… 

Genele yayılmış popüler tiyatromuzun öne çıkan topluluklarından tiyatrokare, çok geniş bir toplum kesimini kucaklamayı hedeflemiş, oyun dağarıyla oyuncularını bu doğrultuda belirlemiş görüntüsü veriyor her seferinde. Bu anlamda bir halk tiyatrosu değil ama popüler tiyatronun başarılı örneği olarak halkın tiyatro sanatını yaygın biçimde sevmesine, tiyatro oyuncularını benimsemesine dönük önemli bir işlevi yerine getiriyor.

Veda, işte bu yanlarıyla, salt oyunu değil, topluluğun kendisini de, tüm nitelikleriyle ortaya çıkaran bir gösterge yapım. Böyle olunca bir romanı oyunlaştırıp sahneye çıkarmak tiyatrokare’nin başarıyla altından kalktığı bir iş oluyor. Bunda solist oyuncu Nevra Serezli’nin de katılımıyla sergilenen takım oyunculuğunun önemli bir rolü var: Aziz Sarvan, Leyla Feray, Fatih Gülnar, Meral Asiltürk, Zeynep Sevi Yılmaz, Alişan Özkan, Gizemnur Topaloğlu, Gizem Çalhanoğlu.

Nedim Saban’ın yönettiği oyunda tasarım, dekor kostüm Eylül Gürcan, ışık Ayşe Sedef Ayter, görüntü Necati Demircan imzalarına, dans-hareket koreografi Pınar Alkan’a ait.

Cumhuriyetimizin 100. Yılında büyük duyarlıkla sahneye çıkarılmış oyun, seyircisini lirik bir duygusallıkla kuşatıyor.

Veda’yı izlemenin tam sırası…

SADIK ASLANKARA

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku