Can Törtop ve Ümmühan Kıldiş İle Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Gülebilmek önemlidir veya gülmeyi başarabilmek. Güldürmeyi başarabilmek ise çok daha önemlidir. Mutlu olduğunuz bir yerde harcadığınız zamanı ne kadar önemsersiniz? Sizi gülümseten kişilerden ne kadar uzak kalabilirsiniz?

Tiyatro…Tiyatro… Dergisi’ndeki ilk röportajımı Can Törtop ile yapmıştım.  Seneler sonra yine bir araya geldik Can Bey ve Ümmühan Kıldiş ile. Yine çok samimi kişilikleri ve samimiyetle bezeli cümleleriyle her ikisi de günü daha anlamlı kıldılar. Kendi adıma her ikisini de tanıdığım için çok mutluyum. Ama neden daha fazlası olmasın diye sormadan edemiyorum. Neden sabun köpüğü isimlerle o kadar meşgul olurken bazı isimleri göz ardı ediyoruz? Neden herhangi bir oyunu veya filmi incelerken ilk kriterimiz popülarite oluyor? Sadece Can Bey veya Ümmühan Hanım’ı değil,tüm Tiyatro Dünyası Oyuncuları kadrosu, gördüğünüzde sayfayı çevirmemeniz gereken isimler barındırıyor. Hatta ve hatta o sayfada durup dikkatle bakmanız, tanımanız ve aralarına izleyici olarak katılmanız gereken isimler. Sonrasında zaten “iyi ki…” diyeceksiniz, emin olun.

Ayçe Özyiğit : Tiyatro Dünyası Oyuncuları. Tanımayanlar için biraz sizden bahsedelim mi? Ekip nasıl bir araya geldi? Birbirinizi nasıl buldunuz?

Can Törtop : Grubu 2012 senesinde kurduk. Ümmühan’la farklı bir tiyatroda birlikte çalışıyorduk. ÖnceBerke ile tanıştık, sağ olsun bize güvendi. Sonrasında diğer arkadaşlarımızdan ve öğrencilerimizden de katılan olunca ekibimiz kurulmuş oldu. İlk oyunumuz “Arapsaçı” oyununuydu. Bir buçuk sezon oynadı. Sonra kadroya Celal Ağabey de katılınca kadromuz oturdu. Biz biraz kadrocu bir ekibiz; çünkü fars çok bilinen bir tür değil. Oyunculuk şekline de herkes kolay adapte olamıyor. O yüzden bu işi öğrenmiş, bu işte tecrübe kazanmış bir ekip olmak önemliydi. Ara sıra kadroda ufak değişiklikler olsa da genelde kadroyu korumaya çalışıyoruz.

Ümmühan Kıldiş : Can’la “kendi tiyatromuzu kurmak” üzerine konuştuk, tartıştık. Bizim de söyleyecek sözlerimiz, sahnelemek istediğimiz oyunlarımız vardı. Bunları kendimiz yapmak istedik. Bu bir riskti aslında. Hayal kırıklığıyla sonuçlanabilirdi, ayrılıklar olabilirdi; ama maşallah iyi gidiyoruz. Zaten biliyorsunuz Can’ın Tiyatro Dünyası diye tiyatro portali var. İsim olarak onunla bağlantısı olsun istedik. Normalde ikimiz kurduk tiyatroyu, ama sonrasında bir anda kemik kadro olduk. Aynı şeyleri düşünüyoruz, aynı şeyleri hissediyoruz. Herkesle böyle bir yola çıkamazsınız, ama aynı şeyleri düşündüğünüz insanları bulmuşken de bırakmak olmaz. 

Ayçe Özyiğit : O halde oturmuş bir kadronuz var diyebiliyoruz. Her oyunda aynı kadroyu görmemiz mümkün mü?

Can Törtop : Her oyunun farklı ihtiyaçları oluyor. Yeni bir oyun çıkar, ona göre kadroyu genişletir ya da daraltabiliriz; ama genelde kadroyu korumaya,bu kadroya göre oyun seçmeye çalışıyoruz. Bu her zaman mümkün olmuyor tabii ki. Seçtiğimiz oyun neyi isterse ona göre hareket ediyoruz.

Ayçe Özyiğit : Fars, vodvil türü oyunlar bilinmeyen türler demeyeceğim, aslında herkesin bildiği, ama herkesin komedi olarak tanımladığı oyunlar. “Bir fars izledik” demiyor çoğu insan.

Can Törtop : Problem orada zaten. Herkesin fars yapamamasının sebebi de o. En bilinen türlerden biri olmasına rağmen farsı kimse öğretemez; çünkü öğretmesi gereken kişilerinkendileri de bu türübilmez. Fars ve vodvil arasındaki farkı dahi anlatamazlar. Bilmedikleri için de komedidir deyip geçiyorlar. Fars, dünya çapında en popüler türlerden birisi… Bu türün de kuralları, bir oynanış şekli ve bir üslubu var. Onu,‘dur şurada dilimi çıkarayım’, diyerek yapamayız. Onun gerçekliğinin,onun kurallarınıniçindekalmamız, onu doğru yorumlayabilmemiz lazım. 90’ların sonundan2010’a kadar tiyatroda bir kopma dönemi yaşandı. Ustalar tiyatroyu bıraktı, çoğu tiyatro kapandı. Ustaların bırakmasıyla fars dâhil pek çok tür oynanmadı. Çünkü fars ustalık isteyen bir komedi türüdürama yeniden canlanıyor fars. Dünyada  çok fazla fars, vodvil metni yazılıyor. Bizler de elimizden geldiğince oynamaya çalışıyoruz.

Ayçe Özyiğit : Arapsaçı, Hangisi Karısı, Bir Bu Eksikti… Tüm oyunlarınızda Ray Cooney ismini görüyoruz. “Olacak Şey Değil” oyununuz hariç ki, o da oğlunun -Mıchael Cooney’in- oyunuydu. Cooney ismi üzerinize yapıştı gibi. Daha devam edecek mi? Kim karar veriyor? “Sadece Ray Cooney oynayalım” mı diyorsunuz? (Gülüşmeler)

Can Törtop : Evet, evet onu kıracağız merak etmeyin. Sağ olsun benim için yazıyor kendisi.(Gülüşmeler) Çok iyi bir yazar. Çok iyi kuruyor, biz de severek oynuyoruz. Her iyi komedi o kadar heyecan vermiyor bize. Bizim için metin çok önemli. Bazen oyunu seviyoruz kadroya uymuyor, bazen oyunu seviyoruz Türkiye’ye uymuyor. Bir de artık seyircinin bizden beklentisinin bir standartı var. Bu da oyun seçerken önemli bizim için.Ömrümüz yettikçe bütün komedi oyunlarını oynamak istiyoruz. 

Ümmühan Kıldiş : Ray Cooney olarak değil de fars türü olarak düşünün. Biz de ilk amaç komedi. Komedinin türü olarak da farsı tercih ettik. Ben Tevfik Gelenbe’nin öğrencisiyim ve Tevfik Gelenbe vodvilin ustalarından biridir. Ben onun yanında yetiştim ve bu tarz oyunlarda çok oynadım. Hala da oynuyorum. Oyunlarından çok keyif alıyoruz, ama dersiniz ki sadece Ray Cooneymi olacak, hayır. Sonraki yıllarda başka yazarların oyunları da olacak. Sürekli okuyoruz. Düşündüğümüz çok şey var aslında tür olarak; ama biraz daha bu şekilde devam etmek gerekiyor. 

Ayçe Özyiğit : Oyun seçimlerinde en çok kim söz sahibi peki?

Ümmühan Kıldiş : Aslında kadroya göre oyun seçiyoruz, ama şunu da her seferinde söylüyoruz: “Şu kişilere mutlaka bir rol bulalım.” Kimse boş kalmasın, ekstra eklenecek biri olacaksa o eklensin istiyoruz. Ama genelde Can’la ikimiz seçiyoruz oyunları. Sonrasında da ekibe söylüyoruz, karara varıyoruz. Çok fazla oyun okuruz biz, gece mesailerimiz olur. Yabancı oyunlara bakıyoruz, alıyoruz, okuyoruz, o şekilde seçiyoruz. 

Ayçe Özyiğit : Farklı tür oyun çıkarabiliriz dediniz.  Sizleri komedi harici bir oyunda hayal edemiyorum; ama oynamanızı da isterdim. Farklı tür biraz riskli mi olur acaba?

Ümmühan Kıldiş: Birden tür değiştirmek çok riskli; çünkü bizim oyunumuza gelen insanlar ne izleyeceğini biliyor. Öte yandan oyuncusun, her şeyi yapmak istiyorsun. Aslında için kıpır kıpır; ama sonunda hayal kırıklığı da olabilir. O yüzden öyle bir riske şu anda girer miyiz, onu bilmiyorum; ama düşündüğümüz şeyler tabii ki var. Mesela biz kurslarda her türden oyun oynuyoruz. Sadece fars değil. Ben bu sene “Fare Kapanı” oyununu çalıştırıyorum ve onuçalıştırırkenheyecandan ölüyorum. O kadar güzel bir oyun ki. Orada ben de olmak, ben de oynamak istiyorum. “Keşke bir de biz oynasak” diyorum; ama böyle sert bir geçiş yaparsak seyirci açısından da sıkıntı olabilir.

Can Törtop : Bu tür şeyler seyircinin sevdiği şeyler değil. Bizim de bir seyircimiz var ve o seyirciye bazen ters köşe yaptığında seyirci rahatsız oluyor. Biz bunu her türde eserler yapan bir tiyatro olarak kurmadık. Elbette ki her türlü oyunu oynamak isteriz;ama bizim seyircimizin bizden beklediği bir şey var ve biz onu sağlamak zorundayız. Başka bir tiyatro grubunda, başka bir isim altında veya başka bir oluşumda her türü oynamak isterim; ama bizim seyircimizin bizim grubumuzda bu türe alışmasını istiyoruz. Ne izleyeceğini bilmesini istiyoruz. Bunun pek çok örneğini de gördük. Bazı iyi tiyatrolar türü değiştirip hemen eski haline geri döndüler. Ben o riski kendimde istemiyorum. Yapmak istediğim çoğu oyunu bu yapıdaoynayamayacağımı ben de biliyorum.

Ayçe Özyiğit : Oturmuş bir seyirci kitleniz var o halde.

Ümmühan Kıldiş : Evet, kesinlikle var. Hatta sıkı takipçilerimiz de var. Abartmıyorum. 4-5 defa oyunlarımızı izlediğini söyleyenler oluyor. Çıkışta bizimle konuşuyorlar, sosyal medyada yazıyorlar. İnsanların gülmeye ihtiyacı var. Bunu ufak da olsa karşıladığımızı düşünüyorum. Bizim devlet desteğimiz yok. Arkamızda herhangi bir belediye desteği yok. Bazı insanların ilişkileri, bağlantıları olur, bizim hiçbir bağlantımız yok. Biz sadece kendi çabamızla İstanbul’un her yerinde gişemizi açıyoruz ve insanlar geliyor. 

Can Törtop : Çok şükür seyirci geliyor; ama oturdu mu oturmadı mı ben o gerginliği bırakamam. Yarın gelecekler mi bilmiyorum. Onun için yine aynı çalışmayı yapmamız lazım. Hangisi Karısı 4. sezonunda ve gittikçe daha çok izleniyor. Biz de gittikçe daha keyif alıyoruz. Benzer insanların geldiğini görmek hoşumuza gidiyor; ama seyirci oturdu mu onu artık yeni oyunda göreceğiz. Bizim tiyatronun gurur duyduğum bir tarafı var. Bu aslında pek çok tiyatro için bir problem. Biz gişe tiyatrosuyuz. Herhangi bir organizatör veya bir belediye ile hiçbir bağımız yok. İsteyen belediyede oynarız, isteyen organizatör oyunu satabilir; ama şunu söylemeye çalışıyorum, bizim oyuna bilet alan herkes gerçek seyirci. İstanbul’da hatta Türkiye’de böyle az tiyatro var. 

Ayçe Özyiğit : Şu aralar tiyatrolar söz söyleme çabası içinde. Siz de derdinizi mizahla anlatıyorsunuz diyebilir miyiz?

Can Törtop : Benim asıl tecrübem kabare alanında; ama biz fars oynamak istedik. Toplumun şu aralar mizaha ihtiyacı var. Fars, sıkıntılı dönemlerde parlar, toplumu gerçekten mutlu, huzurlu ve bir arada tutar. Bu yüzden özellikle bu türü seçtik veoynamaktan çok keyif alıyoruz. Ben, mizahınetkilibir söz söyleme şekli olduğunu düşünüyorum. Kırıp dökmedensözünü söylüyor. Bu aralar sözü olan tiyatroların ön planda olduğuna  da katılmıyorum. Keşke sözü olan tiyatrolar olsa. Müthiş bir Batı özentisi içinde, tiyatro bile olmayan tiyatrolar çok ön planda. Organizatörlerin ele geçirdiği tiyatrolar var. Yurtdışından –haydi, esinlenmiş diyeyim, ayıp olmasın– esinlendikleri oyunları, esinlendikleri rejilerle yapıyorlar. Bu herhangi bir şeyin ön plâna çıktığını göstermez. Şirketlere toplu satışlar yaparak bilet satmak onların seyircisi olduğunu da göstermez. Çok uzun soluklu olduklarını sanmıyorum, bu nedenle. Ondan sonra Türk tiyatrosu yine tiyatrocularla yoluna devam edecek. Kendi rejisiyle, kendi bilinciyle yapılan orijinal çok az oyun oynuyor şu anda İstanbul’da. Pek çok yerli komedi oyununa da bakıyorum. Bilindik komedi oyunlarına kendi adlarını yazan yazarlar bile var. Onun için kirli bir dönemden geçiyor Türk tiyatrosu. Sahneler ele geçirildi, türler bile ele geçirildi; ama sözü olan, derdi olan tiyatro bir iki tane sayabilirim ancak. Olsa keşke. O zaman heyecan verir insana tiyatro.

Ayçe Özyiğit : İnsanlarda bir ünlü takıntısı, popülerlik merakı aldı başını gidiyor. Bir oyunun başarısının, oyunda yer alan oyuncunun tanınmışlığıyla doğru orantılı algılanması beni çok rahatsız ediyor. İnsanlardaki bu algı nasıl yok edilir? Nasıl değişir?

Can Törtop : Tiyatro yayınlarında da bir problem var. Çoğu tiyatro yayını da tiyatroculardan, tiyatro sanatından insanlardan oluşmadığı için ünlülerin peşinden koşuyor. Tiyatro izleyenlerin neredeyse %80’i ünlü görmek için koşturuyorlar salonlara. Seyirci tiyatro aramıyor ki tanınmış oyuncu arıyor. Seyircinin niteliği de düşüyor gitgide. Zaten gazetelerde kültürel hiçbir şey yok. Tiyatro yayını yaşamaya çalışıyor,evet,ama öyle tiyatronun da dolu dolu kişileri yok hiçbir yerde. Onlar da bu çirkinliğe uzaktan bakıyorlar. Bu durum yine seyirciden kaynaklanıyor. Seyircinin tiyatro izleme, sinema izleme, kitap okuma derdi yok. Seyircinin popülerin peşinde gitme çabası var, fotoğraf çekme çabası var. Mizahın kalitesi de düştü. Gençler artık mizahın temel seviyesinden eğlenebilir hale geldi.Son olarak şunu söylemem gerekir; tiyatronun kendi ünlülerini yaratmayı başarması lazım. Seyirci bir kişiyi sahnede beğenip o kişinin olduğu oyunları takip etmeye başlarsa işte o zaman tiyatro kendi ünlüsünü ortaya çıkarır ve bu kalıcı olur. Bunun tiyatroya da faydası olur.

Ümmühan Kıldiş : Tiyatrodan çok televizyon izleyen bir toplumuz. Bu yüzden insanlarda tanınmış oyuncu merakı var. Televizyonda görüp ulaşılmaz olduğunu düşündüğü ünlü isimleri tiyatroda görmesi onlar için çok önemli oluyor.İnsanlar bir şekilde bu algıyı bırakır, sadece oyuna odaklanırsa o zaman oradaki ünlü kişiden daha ötesini görebilirler. Bir tiyatro oyunu sadece tek bir kişiyi kapsamıyor, orada büyük bir ekip çalışması var.Eğer iyi bir iş yapıyorsan seyirci oyunun, ekibin büyüsüne kapılır, iyi bir tiyatro takipçisi bile olabilir. İyi oyun yaptığın zaman seyirciyi daha fazla oyuna çekersiniz, bu bir gerçek.

Ayçe Özyiğit : Her tiyatronun temel sıkıntısı salonlar. Salon az. Fiyatlar yüksek. Siz de aynı dertten muzdarip misiniz? 

Ümmühan Kıldiş : Maalesef bizim de o konuda çok sıkıntımız var. Kendi sabit salonumuz yok;İstanbul’da da belli salonlar var ve onlardan da belli müsait günleri alabiliyoruz. Her yere gidip oyun oynuyoruz. Bizim için sorun değil, yeter ki salon olsun; ama o salonlara girmek, oradan gün almak o kadar sıkıntı ki. Kadıköy’de mesela, salon var; ama kaç tanesine girebiliyoruz ki? Bazı tiyatrolar zaten çok kemikleşmiş, başka gruplaragün vermiyorlar. Bizim aracı kullanma gibi bir durumumuz yok, kimsenin arkadaşı da değiliz. O yüzden zorlanıyoruz. Bir tiyatro salonumuzun olması benim de hayalim. O zaman istediklerimizi hayata geçirebiliriz; çünkü bu şekilde bazı şeyler kısıtlı kalabiliyor.

Can Törtop : Salon kiraları yüksek doğru, ama kiralar yüksek olsa bile salon yok; çünkü artık organizatörler var. Zannetmiyorum ki Türkiye’de başka herhangi bir sektöre bu şekilde girebilsin bu insanlar. Kimse izin vermez, ama tiyatroda giriyorlar. Hepsi bir sahne satın alıyor. İyiliği tartışılır, ama hepsi matematiği doğru olan oyunlar yapıyor. Doğru olmayan rakamlarda biletler satıyorlar. Hepsi büyük paralar kazanıyor. Haliyle salonlar da büyük paralar istiyor. Bu sebepten tiyatro yapan, tiyatro emekçilerinin olduğu gruplar zorlanıyor. Bunu sadece kendim için söylesem keşke, usta oyuncular da zorlanıyor. Şu sıralarda tiyatro adamlarının dışarı atıldığı, tiyatrodan anlamayan, adı da organizatör olan bomboş adamların sahneleri satın aldığı bir noktadayız.  

Ayçe Özyiğit : Bazı kesimler bunu gereklilik olarak görüyor olabilir mi? Yani amaç tanıtım veya oyunun izlenmesi?

Can Törtop : Bir rant dünyası kuruldu. Herkes için büyük paralar dönüyor; ama tiyatro sanatını icra eden kişi, tiyatro emektarları para kazanamıyor. Salonların başında da tiyatrodan anlayan kimse yok. Kültür Merkezi ile gidin konuşun, oradaki kişi tiyatroya dair hiçbir şey bilmiyor; ama bize ‘teksti gönder, okuyayım’, diyor. Sen okumuyorsun bile onu. Neyi istiyorsun? Ne haddine senin? Bir sanatçıyla nasıl konuşacağını bilmeyen bomboş adamlar, devlet dairesi yönetir gibi orada seninle muhatap oluyor. Bunlar pek çok sanatçıyı küstürür de. Sanat yapacak insan da bulunmaz bir süre sonra.

Ayçe Özyiğit : Biraz umutsuz gibi gördüm sanki sizi? Bu umutsuzluk tiyatroya dair mi?

Can Törtop : Ben umutsuz değilim. Beni umutsuz diye düşünmeyin. Benim kızgın olduğum şeyler var sadece. Kızgınlığımın çoğu kendim için de değil, eski sanatçılara, iyi oyunlara, yaşlı oyunculara yapılanları görüp sinirleniyorum ben. Yoksa tiyatro için bir şey değişmez, etrafında kötü şeyler dönüyor bu aralar, yakında onlar çekip giderler, geride tiyatro kalır. Bunlar beni umutsuz yapmaz. Tiyatro canlı bir şey, ben varsam yapılabiliyor. Asıl toplum için umut var mı o konuda şüpheliyim. Dünya Tiyatro Günü geliyor mesela, tweet atıyorlar. Atmayın tweet. Tiyatro günü tiyatroda kutlanır. Gidip bilet alın, oyunları izleyin. Tiyatro izlemek de kitap okumak gibidir. Seyircinin her tür oyuna gitmesi gerekiyor ki sevdiği türü bulabilsin; çünkü her türün farklı bir söz söyleme çeşidi var. Önemli olan seyirciye ulaşmaktır. Bir oyunu seyredip onu sevmemen tiyatroyu kötü yapmıyor. Belki izlediğin tür sana hitap etmiyor, onu düşünüp sevdiği türü bulması lazım insanların.

Ayçe Özyiğit : Anadolu’da durum nasıl peki? Bildiğim kadarıyla sizin çok turneniz oluyor.

Ümmühan Kıldiş : Çok güzel tepkiler alıyoruz. Anadolu’da belli bölgelerde tiyatroya aç çok insan var. “Hayatımızda ilk defa sizin oyunuzu izledik.”, diyorlar; çünkü bugüne kadar tiyatroya hiç gitmemişler. Oralarda doğru düzgün tiyatro salonu da yok. Oynanacak bir alan olsun biz her yerde bir şekilde oyunumuzu oynarız. İstanbul’da her şey elinizin altında, istediğiniz her tarz oyunu izleyebilirsiniz; ama oralara sadece belli gruplar gidiyor. Çok sık da gidemiyor. O yüzden İstanbul’dan bir grup geldiği zaman izleyenlerin gözleri gülüyor.

Can Törtop : Anadolu’da başka dengeler var. Anadolu’nun %90’ı ünlü görmek istiyor. Birkaç kişi hariç, gelen seyirci de tiyatro için gelmiyor. Çok az belediye, tiyatro ile ilgileniyor; ama oralarda da hayatını tiyatroya adamış insanlar var. Bilet satmak, organize olmak, tiyatro getirmek için bayağı uğraşıyorlar. İyi ki varlar. Ve o insanlar için her yere koşa koşa gidebiliriz. Yine de Anadolu’da büyük bir talep yok. Anadolu yaşamıyor; –haydio konuya da değineyim– çünkü sosyal hayat bitti Türkiye’de. İnsanlar dışarı çıkmıyorlar, dışarı çıktıklarında da bir tane bira içmeyi sosyal aktivite zannediyorlar. Yaşamayan bir toplum olduğumuz için tiyatro zaten bu dengelerin çok uzağında kalıyor. Sadece tiyatro için söylemiyorum. Akşam çıkıp parkta yürüme keyfi bile olmayan bir toplum olduk. Akşam karanlığında ıssızlaşıyor bütün şehirler.

Ayçe Özyiğit : Yine de şöyle düşünebiliriz. İçinde bulunduğumuz koşullarda, zaman insanlar için o kadar değerli ki. Tüm bu çetrefilli yaşam şartlarına rağmen yine de tiyatroya zaman ayırabilen insanlarımız da var.

Can Törtop : Evet, o zaman darlığında bile oyunumuzu izlemeye gelen izleyicilere teşekkür ederim; ama yine Türkiye’de seyirci sayısı çok düşük. Dediğiniz gibi insanlar sürekli koşturma halinde, yaşayacak vakit bulamıyorlar; ama o noktada da insanın kendi yaşamıyla ilgili kaygıya düşmesi gerekiyor. Yaşamına dairkişinin kendisinin bir çözüm bulması gerekiyor. Fars bu insanlar için var. Zaten gelenler de böyle şeyler söylüyor bize. ‘Bunu başardınız, bizi mutlu ettiniz’, diyorlar. Bu yüzden biz de çok severek yapıyoruz.

Ayçe Özyiğit : Sizin topluluğunuz da dâhil bazı tiyatro topluluklarının hak ettiği yerde olmadığını düşünüyorum. Sizi izlemeye gelen izleyicilerin beklentilerini yüksek düzeyde karşılıyorsunuz; ama yine de insanlar bilmiyor, duymuyor. Nasıl ulaşılabilir seyirciye? Fısıltı gazetesi mi tek yöntem?

Ümmühan Kıldiş : Dediğiniz gibi kesinlikle olmamız gereken o yerde değiliz. O kadar kötü komedi oyunları var ki. Beklentiyi karşılamamaları bir kenara, bir de seyircinin zekâsını küçümsüyorlar. Güldürmek için her şeyi yapan, hiçbir sınırı olmayan insanlar var. Gerçekten çok rahatsız oluyorum. Onlara güldüğü zaman seyirciye de şaşırıyorum, o an neye gülüyor diye; ama öyle bir bağlantıları var ki inanamazsınız. Muhtemelen bizden çok daha fazla oyun oynuyorlar ve bağlantıları vesilesiyleoyunlarını devam ettiriyorlar; ama kaliteyi sorarsanız gerçekten yerlerde. Çok rahatsız olduğumuz bir konu buama en azından biz doğru bildiğimizi yapıyoruz. Yine de seyircinin de çabası lazım. Bir oyun 4 senedir oynuyorsa gerçekten bir şey var demektir. En azından ne yapıyor bu insanlar diye meraktan gel bir bak. Her yere gidiyoruz, her şekilde oynuyoruz. Ortada bir çaba var. İnsanların bunu bir şekilde görüp keşfetmesi lazım… İşini iyi yapan insanlar seyirci ile buluşsun istiyorum. Araştırın, bakın, konuşun! Daha fazla okuyun. Her gün evde dizi izlemek yerine bir gün de tiyatrolara bakın. Mutlaka gözüne çarpacağız zaten. Ben olumsuz konuşmayacağım. Her şey çok güzel gidiyor; ama daha fazlası neden olmasın. Herkes için olabilir. Umarım insanların algısı değişir ve bazı şeyler düzelir.

Ayçe Özyiğit : Fazla Mesai grubunuza değinelim. Atölyeye başlama ve atölyeyi bitirme sürecinde kişi kendini hangi evrelerde buluyor?

Ümmühan Kıldiş : Fazla Mesai’yi 2009’da Can’la ikimiz kurduk. Önce Fazla Mesai, sonrasında Tiyatro Dünyası Oyuncuları kuruldu. Çalışanlara yönelik bir tiyatro kursu… İnsanlar işten arta kalan zamanlarında bir nevi fazla mesai yapıyorlar.Atölyeye gelip bir eğitime giriyorlar ve sonunda da oyun çıkarıyorlar. Birçoğunun hayali sahneye çıkmak ve biz de onlara öyle bir imkân sunuyoruz; ama asıl amacımız insanlara tiyatroyu sevdirip her tarz oyunu izleyen bir tiyatro seyircisi yetiştirmek. Tiyatroyu sevsinler, oyunları sevsinler, tiyatro ahlakını öğrensinler, tiyatroya karşı bakış açıları değişsin istiyoruz; çünkü tiyatro insanın hayatını çok güzel betimler.  Oraya insanlar farklı mesleklerden geliyorlar, aldıkları eğitimle kendi hayatlarında da değişime uğradıkları için bu kendi mesleklerine de çok faydalı oluyor. 

Tiyatro ortamını görüyorlar. Tiyatronun içerisinde olmak, sahneye çıkmak, o heyecanı yaşamak onlara çok güzel geliyor. Onların heyecanını görmek bize de güzel geliyor. Keyif alarak çalışıyoruz.

Can Törtop : Temel oyunculuk eğitimi ile başlayan daha sonra çeşitli yollarla devam eden bir süreç bu. İnsanlar haftada bir, iki günlerini buraya ayırıyorlar. 6 ay süren kur sonunda bir oyun sahneliyoruz. Bizim önemli bir farkımız var: Tiyatro oyununun önemli bir tecrübe olduğunu düşünüyoruz. Ülkemizde tiyatro eğitiminde, artık ne sebepledir bilmem, insanlar sahneye çıkmıyor, sahneye çıkma fırsatı bulamıyor. Bizim çalışmalarımızda oyun provası önemli bir zaman alıyor. Kursta öğrendiklerinizi anlayıp hayata geçirmek için öncelikle sahneye çıkmanız lazım. O yüzden bizim öğrencilerimiz bol bol oyun oynuyorlar; ama kursa gelen kişilere özellikle: “Bu 6 aylık eğitimin sonunda iyi bir izleyici olabilirsin.”, diyoruz. Tiyatro bitmeyen bir yolculuktur. Öyle; ‘kamera önünde oyunculuk eğitimi aldım, 16 ay bir yerden kurs aldım’, denilerek tiyatro olmaz ya da ‘20 yıldır tiyatro yapıyorum ben bu işi öğrendim’, derseniz de olmaz. Bu yüzden bu kursun ilk yıllarında iyi bir tiyatro seyircisi yetişir; sonrasında kişi harcadığı emekle bağlantılı olarak sahneler içinde umut vadeden insan olabilir.

Ayçe Özyiğit : Şöyle bir düşünceye kapıldım: Siz tür olarak farsın dışına çıkamıyorsunuz; ama Fazla Mesai’de tüm türleri oynayabiliyorsunuz. Acaba oynamak istediğiniz oyunları Fazla Mesai grubunun oynaması sizin için de bir doyum olabilir mi?

Can Törtop : Fazla Mesai’de yeni oyunlar bulmaya çalışıyoruz. Bubir nevi bizim de kendimizi geliştirme maceramız. Komedi oynuyoruz, trajedi oynuyoruz. İnsanlar ne bekliyor, ne tip oyunlarda oynamak istiyorlar, ortak akıllarla onu buluyoruz. Orada da komediye ağırlık vermemizin sebebi zorunluluktan kaynaklanıyor. Türkiye’de insanlar gülmeyi istiyorlar ve amatör bir grubun seyirci bulması da kolay değil. Fazla Mesai kadar oyun oynayan özel tiyatro azdır İstanbul’da. Bir yılda tüm sınıflar 100’e yakın oyun oynuyorlar. 

Ümmühan Kıldiş: Bu insanlar eğitime geliyor, kendilerini geliştirmek istiyorlar. Bir sene komedi yaptık, iki sene komedi yaptık; ama insanlar başka bir tarzı da görsün, onu da oynasın istiyoruz.Birçok oyunu ben de oynamak isterim. Oynamak da, yönetmek de çok keyifli.Keşke bizim de senede beş altı tane oyun çıkarma imkânımız olsa her tür oyunu oynayabilsek.

Ayçe Özyiğit : Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz…

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku