Berkay Ateş ile “Uykusuz Bir Rüya, Salim” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit

Kelimelerimizi içimizde saklarsak ya da hikayelerimizin konuşanı biz olmazsak nereye sürükleniriz? Kötülükler sadece onları kucakladığımız yerlerde mi karşımıza çıkar?

“Uykusuz Bir Rüya, Salim”, derin sorular hediye ediyor seyirciye. Aslında çok tanıdık bir hikâye ile karşı karşıyayız. Salim’de hepimizin çok yakından tanıdığı, belki dönüp bakmadığımız belki de görmezden geldiğimiz, o insanlardan sadece birisi. Sessizliği seven, sessizliği seçen. Berkay Ateş’in naif kalemi Salim’i hayatımıza dahil ederken henüz elimizden alınmamış ihtimallerimizi bir kez daha fark etmemizi sağlıyor.

Salim’i kucaklamak istiyoruz, “her şey daha farklı olabilirdi” demek istiyoruz. Farklı olsaydı bir şeyler değişir miydi, bilmek istiyoruz.

Oyun bizleri çok tanıdık bir yerden rahatsız ediyor. Ve o soru bir kez daha çınlıyor kulaklarımızda: “Keşke mi daha zordur yoksa kader mi?

“Uykusuz Bir Rüya… Salim” oyunu üzerine Berkay Ateş ile söyleşi gerçekleştirdik.

Ayçe Özyiğit: Öncelikle, Tobav döneminden başlayalım mı? Ben seni ilk orada tanıdım. O dönemlerde oynadığın kambur tiradın çok beğeniliyordu. Hatta o dönemde de konservatuvar okuman için hocalar (Hasan Şahintürk ve Güneş Hayat) seni çok destekliyordu. Şimdi dönüp baktığın zaman geçen süreci nasıl değerlendiriyorsun?

Berkay Ateş: Hayatımın değiştiği noktalardan biridir Tobav. Tiyatro ile gerçek anlamda ilk orada tanıştım diyebilirim. Başta Hasan Şahintürk ve Güneş Hayat olmak üzere, çok değerli oyunculara parçalarımızı oynamıştık. Hatta öyle kıymetli günler geçirdik ki, oradaki bağımız hiç eksilmedi. Kaleme aldığım Kuş Öpücüğü oyunumda Güneş Hoca ile anne ve oğul olarak beraber oynadık. Bu benim açımdan çok büyük mutluluk ve gurur oldu.

Ayçe Özyiğit: Popülizmden uzak duran ama kaliteli işler ortaya koyan, sözünü söylemekten kaçınmayan bir topluluk D22. Tanıtım yazınızda dikkatimi çeken şey şu: “Tiyatro D22, her türlü metne, sanatçıya, seyirciye açıktır. Kolektivizmden aldığı güçle, sokaktaki insandan yola çıkarak ses çıkarmayı amaçlamaktadır.” Benim gördüğüm, D22 toplumsal meselelere sırtını hiç dönmedi ancak belirlediği çizgiler var. Ne dersin?

Berkay Ateş: O tanıtım yazısını yazalı tam on bir yıl olmuş. (Gülüşmeler) D22 olarak, her türlü metne, sanatçıya ve seyirciye her zaman açık olduk. Belirli çizgiden kastınız sanırım toplumsal meseleler ya da derdi olan hikayeler olmalı. Bana göre toplumsal meseleler ve derdi olan hikayeler bir yön belirlemiyor. Çünkü yeri geldi, bir köşkün içinde üç Alman askerin yaşadıklarını da anlattık, yeri geldi “Hayvan Çiftliği’ni de anlattık, yeri geldi “Salim”i de anlattık. Birbirinden farklı tarzda yazılmış bir çok metinle ve farklı sahneleme biçimleri ile devam ediyoruz.

Ayçe Özyiğit: Topluluğun ismi, henüz ulaşamadıkları ama ulaşmak istedikleri seyircinin koltuk numarasını ifade ediyor. D22 bugün itibarıyla 11. yaşına girdi. O seyirciye hâlâ ulaşamadığınızı düşünüyor musunuz?

Berkay Ateş: Hiç bir zaman ulaşamayacağımızı, bu yüzden de hikayelerimizi anlatmaya devam edeceğimizi düşündüğümüz için böyle bir isim koyduk tiyatroya. Devam ediyorsak ulaşamadığımız içindir.

Ayçe Özyiğit: Oyunu izlerken hiç bir anlamda yadırgama yaşamadığımı belirtmeliyim. Seyirci koltuğuna oturduğumuz ilk anda, seyirciyi dekor olarak büyük bir kutu karşılıyor. Daha sonra o çerçeve-kutu, İstanbul oluyor, Adana oluyor, hamam oluyor, karakol oluyor, bodrum oluyor.  Seni izlerken bizler de gerçekten Salim’in bulunduğu mekânlarda hissediyoruz kendimizi. Herşey seyircinin yaratıcılığına bırakılmış adeta.  Salim’i izlemek biraz kitap okumak gibi diyebilir miyiz?

Berkay Ateş: Salim’e ilk önce roman olarak başlamıştım ama ilerleyen akışla birlikte Salim daha sonra tiyatro metnine dönüştü. İyi ki de böyle bir karar almışım. Bu yüzden de mekanlardaki fazlalık, anlatım dilindeki betimlemeler böyle bir hissiyat vermiş olabilir. Bir kitap okur gibi izleniyor olması da benim açımdan çok güzel tabii ki. 

Ayçe Özyiğit: Salim içinde bulunduğu dünyayı ne kadar tanıyor? Ne kadar içinde? Ben Salim’i izlerken masum bir çocuk belirdi gözümün önünde. Dünyaya, dünyanın kötücüllüğüne henüz yabancı olduğunu söyleyebilir miyiz Salim’in?

Berkay Ateş: Salim, kendi odasında ve kurduğu bir dünyada yaşayan bir çocukken aniden gerçek hayata bırakılıyor. Hissiyatı kuvvetli, tecrübesi az birisi. Aynı zamanda inancı sağlam, fakat hayata direnci zayıf bir kişi. Bu sebeple hayatta yabancı olduğu her şey kendisi oluyor.

Ayçe Özyiğit: Oyunun temposunun çok yüksek olması eleştiriliyor. Bana göre, oyun yavaş ilerleseydi anlatmak istediğini tam olarak veremezdi ve dikkat dağınıklığına yol açabilirdi. Sen oyunun temposunu nasıl değerlendiriyorsun? Seyredilmesi zor bir oyun mu Uykusuz Bir Rüya Salim?

Berkay Ateş: Tabii ki ben öyle düşünmüyorum. Anlatmak istediklerini dört duvarın içinde, isyanıyla söyleyen birisi için tempo herhalde bundan daha yavaş olamazdı. Bizim için önemli olan tek şey gerçeklikti. Benim açımdan Salim izlemesi zor bir oyun değil.

Ayçe Özyiğit: “Bir şey deseydin ya Salim” diyorsun. Salim konuşsaydı ya da konuşabilseydi, kendisi için, hayat için doğru cümleleri de bulabilir miydi? Genel anlamda da sorayım bu soruyu; sesimizi çıkarsaydık her şeyin daha farklı olabileceğine inanıyor musun?

Berkay Ateş: Evet buna inanıyorum. Bu yüzden de kitabıma “Sessizliği Vurun” adını verdim.

Ayçe Özyiğit: Oyunda/kitapta bazı cümleler gerçekten çok dokunaklı; “Bir işe yaramanın başaramayacağım bir şey olduğunu Batman olarak iplere takılıp ölümden döndüğümde anladım.”, “Artık yokum gibi düşünülen bir canlıyım”, “Önümde bir boy farkla yürüyordu babam.” Salim’in hayata karşı kendini güvensiz hissetmesi küçüklüğünde yaşadığı ebeveyn travması yüzünden mi? Sevgisizlik mi? 

Berkay Ateş: Evet, katılıyorum. Dediğiniz gibi, Salim sevgiyle büyümüş olsaydı, belki her şey daha başka olurdu. Sevgi bizim toplumumuzda nereye koyacağımızı, nasıl yaşayacağımızı bilemediğimiz bir duygu. Bu yüzden göstermesi de çok zor. Sevdiğini keşfetmek bile çok zor. Eğer bütün bu hayat, temelinde iyi bir sevgi olmasının yanı sıra, kıymetli değerlerle de harmanlanmış olsaydı her şey başka olabilirdi. 

Ayçe Özyiğit: “Salim’i Yiğit Sertdemir ile yapmasaydım, yapmayabilirdim” demişsiniz. Sahneye aktarılması zor bir metin olmasına rağmen, oldukça akıcı ve seyirciyi içine çeken,  bir oyun çıkmış ortaya. Metnin sahneye başarıyla aktarımı Sertdemir ile birbirinizi iyi tanıyor  ve anlıyor olmanızdan kaynaklı? 

Berkay Ateş: Tabii ki… Hocayla tanışalı on iki yıl oldu. Oyununun başarısında birbirimizi tanıyor olmamızın etkisi oldukça büyük. Tiyatroya ya da bir hikâyeye, anlatım diline bakışımız benzer. Geriye dönüp baktığımda iyi ki Yiğit Sertdemir ile yaptım bu oyunu diyorum. Hem içim çok rahat hem de kendisinden çok fazla şey öğrendim.

Ayçe Özyiğit: Her hikâyenin kahramanı yaratıcısından izler taşır. Salim’de senden de izler görmek mümkün mü?

Berkay Ateş: Evet, mutlaka. Yer yer benden de bazı izler taşıyor Salim. Bazı anlarda bizzat başıma gelenler var, bazı anlar ise tamamen hayal ürünü. Böylelikle kendinden uzaklaşmak da mümkün oluyor. 

Ayçe Özyiğit: Son olarak, hikâyelerini anlaşılmasını istediğin gibi anlatabildiğini, seyirciye senin hissiyatının geçtiği düşünüyor musun? 

Berkay Ateş: Seyirci almak istediğini istediği gibi alabilir. Öte yandan, ben hikâyelerimin seyirciye hep benim hissiyatımla geçtiğini düşündüm ve bunu yıllar içinde teyit ettim diyebilirim.

Ayçe Özyiğit: Teşekkür ederim.

Berkay Ateş: Ben de sana ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim.

AYÇE ÖZYİĞİT

 

UYKUSUZ BİR RÜYA SALİM OYUN TARİHLERİ

11 Mart Alan Kadıköy

12 Mart Alan Kadıköy

24 Mart Bostanlı Suat Taşer Salonu (İzmir)

27 MartAST Bilkent Sahne (Ankara)

6 NisanFişekhane Ana Sahne

7 NisanMall Of İstanbul Moi Sahne 

21 Nisan Alan Kadıköy (matine-suare)

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku