“Ben tek kişiyim ama aklım kalabalığa yatkın”


Genç Eleştirmenler
3,7K Okunma

Gökçe Şahin (*)

Bir toplumun normlarına uyabilmek için, “delirmemek” için bir insan yüzüne kaç maske takabilir? Savaşırken, severken, dans ederken aslında kimsin? Kowalski / Malinowski’nin hikayesi herkesi kendi maskelerini görebileceği bir oyunun içine davet ediyor.

Kaynağı 1965 yılında Tadeusz Konwicki tarafından yazılan ve yönetilen, Polonya yapımı film olan Salto, dönemin tarihsel süreciyle bireyin psikolojik çatışmasını ele alır. Polonya bu tarihte toplama kamplarında 6 milyon insanını kaybetmiştir. İkinci dünya savaşının bireyde yarattığı içsel çatışmalar, kimlik bunalımları, ruhsal çöküş gibi psikolojik durumlar dönemin sanat alanındaki çalışmalara da yansımıştır. Toplumsal travmalar, bireyin gerçeklik algısının ne olduğunu yeniden yorumlanmaya açık hale getirebilir. Bu da beraberinde kimi zaman yüzleşmeyi, gerektiğinde direnmeyi ya da kabullenmeyi gerektiriyor.

Teatr Andra’nın Salto uyarlaması sadece dokuz sandalye dekoruyla sisli bir atmosferde başlamaktadır. Gerçek ve rüya arasında asılı kalmış diyebileceğimiz 2 kadın ve 7 erkek oyuncudan oluşan oyun, bir balerinin dansıyla açılır. Balerinin dans ederken söylediği “hiçbir şey fikrimi değiştirmeyecek” şarkısı reddedişin hikayesini de başlatan bir simgeye dönüyor. Kasabaya gelen yabancı Kowalski / Malinowski kasabadakiler için tekinsizlik yaratır.

“Kimsin sen?” sorusu oyun süresince, belli aralıklarla duyduğumuz bir sorudur. Bu tekrarlama bir süre sonra seyirciye de içten içe “kimim ben?” sorusunu sorduruyor. Sadece varoluşu değil, gerçekle yüzleşme ve hakikati bilme isteği de yarattığı söylenebilir.


Konvansiyonel iletişim biçimlerini soyutlayarak yeni anlamlar yaratan biçimler oyunu absürt bir noktaya taşıyor. Örneğin bir erkeğin topuklu ayakkabı ile bütün oyunu sürdürmesi ne komiği ne de belli bir cinsiyeti temsil ediyor. Aksine cinsiyetsizliği ve kimliksizliği simgelemektedir. Kırmızı ayakkabı, kırmızı örgü ipi gibi dekora yardımcı olan ögeler ise farklı iletişim biçimlerinin de göstergesi niteliğindedir.

Grotowski’nin Akropolis prodüksiyonunda kullandığı soyutlama biçimini benzer bir şekilde Salto’da görmekteyiz. Balerinin ayakkabılarının çıkarılması ve tıpkı kazanılan toprağa bayrak dikilme geleneği gibi çubuğa ayakkabıların geçirilmesi oyunda bekaret simgesi olarak da yorumlanabilir.

Olayların akışı, belirsizliğiyle bir rüyayı andırıyor. Herhangi bir zamana ait olamayan kasaba ve yerlileriyle birlikte düşsel bir yolculuk izlenimi veriliyor. İnsanları soluk ve tek tiptirler. Kowalski / Malinowski kendisiyle ilgili bilgi almak isteyen kasaba halkına sürekli birbiriyle tutarlı olmayan bilgiler verir.

Balerin ile Kowalski / Malinowski arasındaki ilişki aslında yıllar öncesine dayanan ve balerinin annesi ile aralarında geçen bir ilişkidir. Sürekli başa dönen bu ilişki biçiminde balerin daha çok söz yerine dans ile kendini ifade ediyor. Kowalski / Malinowski’nin komutanla olan gergin ilişkisi de onun geçmişinde yine yer buluyor. Sürekli aranıyormuş izlenimi yaratılır. Geçmişin gölgesi daima peşindedir.

Oyunda, kasabanın eğlence gecesiyle sona gidiliyor. Tıpkı başlangıcında olduğu gibi dans ile bitiyor.  Bu sefer balerinin dansı yerine, Kowalski / Malinowski’nin davetiyle tek tip olan bütün oyuncularla Salto yapılıyor. Büyük bir patlama ve ardından gelen ölüm; ‘kuyruklu bir yıldızın ansızın yok olması’ gibi bütün karakterlerle birlikte yok olmasına neden oluyor.

Kowalski / Malinowski; insanın bilinç, sevgi ve hafızadan oluştuğunu belirtiyor. Peki bunlardan sadece biri eksik olduğunda insan yanımız nasıl bir değişime uğrar? Ya da zaman zaman yer değiştirerek eksildiklerinde ne oluruz? Bizi delirtmek için bunlardan birinin olmaması yeterli midir?

Oyun; güdülmüş modern bireyin, ne yana itersen o yana sürükleneceğini söylüyor. Çağdaşlığın insana getirdiği “takıntılı” bireylere dönüşme, sadece takıntılardan oluşan parçaları birleştirilmiş bir bez bebek, paçavra eleştirisi Kowalski / Malinowski tiplemeleri aracılığıyla verilir. Salto, Ülkü Tamer’in Konuşma adlı şiiriyle günümüzde yeniden anlamlanıyor. Aleksandra Kazazou, kaynak metinden yola çıkarak oyuna yeni bir yorumlama getiriyor. Böylelikle seyirciye hayatın sayısız yolları üzerinde insan olmanın ya da insan kalabilmenin mümkünlüğünü sorduyor.

Oyunun Künyesi:

Yazan: Tadeusz Konwicki
Yöneten: Alexandra Kazazou
Çeviren: Behiç Cem Kola
Dramaturji: Alexandra Kazazou, Karol Jarek
Yönetmen Yardımcısı: Behiç Cem Kola
Beste ve Müzikal Koordinasyon: Nefeli Stamatogiannopoulou
Skenografi ve Işık Tasarımı: Karol Jarek
Oynayanlar: Anestis Vasilikeris, Aytek Şayan, Bora Aksu, Cem Yiğit Üzümoğlu, Didem
Kırış, İpek Seyalıoğlu, Kerem Karaboğa, Muhammed Ali Dönmez ve Salih Usta

(*) Gökçe Şahinİstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü mezunu

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku