“Aynamdaki Gölgeler” Taşra İnsanının Sorunlarını Başarıyla Yansıtıyor

Hande Özelsancak

Sıkışık, dar bir alanda insan ne yapar? Düşünür… Başka? Düşünmeye devam eder. Her şeyi en başından ele alarak. Ben neyim? Neden buradayım, bu kısıtlı, kasvetli yerde? Egemen söylemin bir ferdi olmayı reddettiğim, belki de bunu beceremediğim için. Yanıt ilkiyse ben nasıl biri oluyorum? Ve gerçekten o muyum? Ya bir sistem insanı olmak isteyip de elime yüzüme bulaştırdıysam? Olsun en azından “hamurumda yokmuş” der, rahatlarım ben de diye düşünüyor insan bazen. Hele taşradayken. Niye buradayım ben?   

İlk iktidar aile… Muhtemelen babam. Tabii önce onunla kurduğum ilişkiye bir bakmak hayırlı olabilir. “Sosyal hayatımdaki beni tanımlamak için bu gerekli” diye başlatıyor düşündürmeye “Aynamdaki Gölgeler” oyunu. Tabii ki taşrada yazılan, oynanan ve taşraya dair sorunları olan bir oyun. Hem de spesifik, tam da buranın havasını solutan. Mersin’in kişisel tarihini, havasını yaşatan her atmosfer, her müzik ve her duyguyla… 

Mersin’e özgü bir evrende geçen oyun, tam da burada yaşayan, kafası karışık bir insanın geçirdiği buhran dolu bir saati anlatıyor. Ben neden buradayım? Ben gerçekten taşrada yaşamayı mı hakediyorum? Daha fazlası değil miydim büyük şehirde okumuş ve gazeteci olmuş biri olarak? Tam genç adam sahnede bunları sorgularken bir başka benlik devreye giriyor, yeni sorular ve cevaplarla ona katılıyor. Bir psikolog edasıyla, kravatı ve ceketiyle… Ciddi bir edayla ona gerçekte ne olduğunu anlaması için sorular soruyor. Cevapsız kalan zor soruların yarattığı sessizlikte müzik imdada yetişiyor. 

Oyun, taşra insanının tembel, sorgulamaya üşengeç halini yüze vurmak adına yer yer didaktik ve tekrarları önemseyen bir tavır sergiliyor. Genç adam sahnede hayatı sorgularken, kendisine “yapması gerekenleri” defalarca tekrarlamaktan imtina etmiyor. “Taşra, taşra olmaktan bizim sayemizde çıkabilir” diye düşündürüyor oyun bize. Öteki benliği, büyük şehirde yaşayan bir insanın tavrı ve cümleleriyle  eşlik ediyor ilk benliğe. Sorumluluk sahibi, daha yukarıdan, dışarıdan ve uzaktan bakan biri gibi… Daha mutlu ve huzurlu hatta başarılı gibi. İki benlik, aynadaki gölgelerin ne olduğunu tartışıyorlar. Giderken geride kalanın, geriden gelenin ne olduğunu ve bunlarla nasıl hesaplaşacaklarını konuşuyorlar ve nihayet birleşip bütün olmaya karar veriyorlar. Bu karar alma sürecinin, zaten doğal olarak gerçekleşeceğini, her şeyin zamanla geçeceği kanaatine varıyorla. Ve gölgeyle yüzleşiliyor, “tek bir bütün” kalıyor sonunda. 

Oyun, gerçek, somut  sorunlar ve sorulardan ibaret. Böyle dürüst ve yalın bir sahneleme izlerken “Evet, taşrada yaşarken tüm bu sorular mevcut. Keşke bir kaç soruyu başka oyunlar için saklasalardı” dedim kendi kendime. “Bu kadar fazla odak 1 saate çok sıkıştırılmış” diye düşünüyorum. Oyunun dünyaya söylediği cümle sanki netliğini yitirme tehlikesi yaşıyor. 

Sahnedeki canlı müzik uzun yıllardır dinlediğim şarkıların taşrada uyarlanmış versiyonları olarak çok etkileyici ve temayla çok uyumlu idi. Müzisyen Veli Polat sesiyle bizi, taşradaki insanları yaşatıyor müziklerinde adeta. 

Oyunun yönetmenliğini üstlenen ve aynı zamanda sahnede öteki benliğe hayat veren Çağlar Ekinci, sorgulanan soruların yanıtlarını bildiğini gösteren bilge tavrıyla karakterini başarıyla canlandırıyor. Kaybettiği babasıyla yaşadığı kimlik sorunlarını ve bu ölümün ardından uzayıp giden sorunlarını, soru işaretlerini içtenlikle aktaran Volkan Güneri, seyirciye ayna tutmayı başarıyor. 

Çeşitli tiyatro metinlerinden tiradlarla beslenen metni hazırlayan ve sahneye taşıyan üç sanatçının bu güzel yolculuklarının devam etmesini diliyorum….

HANDE ÖZELSANCAK

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku