Arzu Çetinkaya ile “Neden Yazar Olamadım” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayçe Özyiğit
2,6K Okunma

Mum ışığında seyrettim Arzu Çetinkaya’nın “Neden Yazar Olamadım” oyununu. İki gündür elektrik kesintisi yaşayan Asmalı Sahne, oyun günü de karanlıktan nasibini almıştı. Arzu Hanım, olumsuz şartları göz ardı ederek seyircisini mağdur etmemek amacıyla sahne etrafına yerleştirilen mumlar ve ekip arkadaşlarının desteğiyle çok güzel bir oyun sundu seyircisine… 

Yeni anne olmuş birisinin bebeğe ve koşullara adapte olma sürecini, yalnızlaşmasını, yalnızlaştırılmasını, her şeyin en iyisini bilen(!) insanlarla yaşadığı atışmaları anlatıyor, “Neden Yazar Olamadım”.

Biz kadınlar, özellikle anne olanlarımız, Arzu Çetinkaya’nın bu hikâyesine az çok aşinayız. Bu nedenle, oyuna annelerle birlikte babaların da konuk olması çok daha yerinde olur kanımca. 

“Neden Yazar Olamadım” oyununu izlediğinizde, sadece bir annenin hezeyanlarına tanık olmayacaksınız. Kendi anneniz de gelecek gözünüzün önüne. Ve eminim soracaksınız kendinize; Neden anneler her zaman “en fedakâr” olmak zorundadır?

Ekip 42’nin kurucusu ve “Neden Yazar Olamadım” oyununun yazarı ve oyuncusu Arzu Çetinkaya ile sohbet gerçekleştirdik.

Ayçe Özyiğit: Ekip 42 diyerek başlatalım sohbetimizi?

Arzu Çetinkaya: Ekip 42 için, tiyatroyu çok seven iki arkadaşın kurduğu bir tiyatro diyebilirim. Ekip 42’yi aynı zamanda bu oyunun da yönetmeni olan Adil Arslan’la birlikte kurduk. Biz Craft Oyunculuk Atölyesi’nden mezunuz. Aynı okulda eğitim aldığımız için birbirimizi çok iyi tanıyor ve tamamlıyoruz. Eğitim aldığımız dönemlerde yıl sonu projesi oyunu yapmamız gerekiyordu, bu projelerle ilk adımı atmış olduk. 2017 yılında ilk oyunumuzu, Ali Cüneyt Kılcıoğlu’nun yazdığı Çıplaklar Plajı oyununu sahneledik. Ekip 42, adı gibi, ekip anlayışıyla hareket eden bir topluluk. Tiyatroda her işi kendimiz yapıyoruz. Bu da ekip olmanın güzelliği sanıyorum.

Ayçe Özyiğit: “Neden Yazar Olamadım” senin kaleminden bir oyun. Oyunu sahnelemeye nasıl karar verdin?

Arzu Çetinkaya: Oyunu yazdığım dönemde eşim yazdıklarımı çok merak ediyordu. Bir gün hepsini okudu ve “bu oyunu mutlaka sen oynamalısın, bu oyunla sahnelere geri dönmelisin” diye ısrar etti. Daha sonra oyunu Adil Arslan okudu ve hiç tereddüt etmeden “bu oyunu hemen yapıyoruz” dedi. Mesleğimden uzun zamandır uzak kaldığım için oyundan ve kendimden tam emin olamasam da, onların bana verdiği cesaretle oyuna başladım. Adil’le evlerimiz yakın olduğundan provaları bazen bizim evde bazı zamanlarda da Adil’in evinde aldık. Oyun tek kişilik olduğu için açıkçası evde başlamak bize iyi de geldi. Bu sayede benim evden sahneye giden sürecim de alıştıra alıştıra başlamış oldu. Bir yılı bulan bir prova süreci sonrasında -araya deprem, hastalıklar, başka sorumluluklar girdi- çok sevdiğim arkadaşım ve oyunun yönetmeni  Esra Ergün oyuna dahil oldu. İyi ki de oldu. Üçümüz harika bir takım olduk ve oyunu çıkarmak için çok direndik. Oyun ayaklanınca provalarımızı Taksim Ara Sahne ve Asmalı Sahne’de almaya başladık ve prömiyerimizi de Asmalı Sahne’de gerçekleştirdik. Oyunun yazım ve prova sürecinden sahnelemeye doğru giden yol, uzun ve oldukça meşakkatliydi ama çok güzel insanlarla bir aradaydım. Eşim, oğlum, yönetmenlerim, teknik ekibimiz, hepimiz bu oyunun gerçekleşmesini çok istedik ve bu oyuna büyük emek verdik. Karşımıza çıkan tüm zorluklara rağmen devam ettik ve şimdi tüm sezon boyunca da oynamaya devam edeceğiz. Seyircimiz bizi bırakmadığı sürece sahnede olacağız. Oyunu yazmama ilham olan canım oğluma da ayrıca teşekkür ederim.

Ayçe Özyiğit: Yeni anne olmuş birinin yaşadığı duygu bulanıklığını, içindeki gelgitleri, hayattan soyutlanışını oyunda sahici biçimde sahneliyorsun. Sanıyorum sadece bunları yaşayan birisi ancak bu kadar güzel dile getirebilirdi bu süreçleri. Oyun birebir olmasa da senin hayatından da izler taşıyor olmalı diye düşündüm.

Arzu Çetinkaya: Benim de 4,5 yaşında bir oğlum var. Bu nedenle oyunun benim hayatımda çok özel ve çok duygusal bir yeri var.  Doğum yaptıktan sonra ara ara notlar almaya başlamıştım. Bunları oyunlaştırayım ya da ben sahneleyeyim diye yazmıyordum aslında. Fazlasıyla duygusal olduğum bu dönem, yaratıcılık kanalımın da açıldığı enteresan bir döneme dönüştü. Bir şeyler yazmak bana iyi geliyordu açıkçası. Genel olarak hissettiklerimi ve gözlemlediklerimi yazıyordum. O dönemde anne olmak ve annelikle ilgili her şey çok dikkatimi çekiyordu. Çünkü dünyam bu olmuştu. Benim de annem vardı, etrafımda da anneler olmuştu ama şunu fark ettim ki, bugüne kadar annelikle ilgili birilerini bu kadar derinlemesine anlamaya çalışmamışım. Bir sürü detaya inmek zorunda kalıyorsunuz gerçekten. Ve bir insanın anne olduktan sonra hayatının nasıl değişebileceğini anlamaya başlıyorsunuz. O yüzden, oyun için hem kendi hikâyem hem de gözlemlediklerimden yola çıkarak kaleme aldıklarım diyebilirim. 

Ayçe Özyiğit: Bizde çocuk yetiştirmk sadece annenin görevi olarak kabul ediliyor. Baba çoğu zaman kenara çekilebiliyor. Ama anneye o kaçış imkânı hiç verilmiyor. Bir zaman sonra anne de bu durumu kabullenmek zorunda kalıyor. Sanıyorum bunun nedeni “çocuk annenindir” anlayışı.

Arzu Çetinkaya: Evet, gerçekten de öyle. Bu, o kadar evrensel bir konu ki eğitiminiz, mesleğiniz, statünüz ne olursa olsun, başlarda çocuk tamamen annenin sorumluluğunda oluyor. Çünkü emzirme görevi anneye ait. Baba “ben emziremiyorum” deyip çekilebiliyor. Evet, annelik çok güzel bir histir, tabii ki herkes çocuğunu çok sever ama şu da bir gerçek ki anne olmak aynı zamanda oldukça yorucu. Çok fazla sorumluluk isteyen bir şey ve bunun için tek kişinin sinir sistemi yeterli değil. Eğer anne çocuğa tek başına bakım veriyorsa, gerçekten yıpranacak, yorulacak ve günün sonunda artık tahammül edemeyecek. İşte bu yüzden babanın anneye desteği çok önemli… Çünkü annenin hormonları sürekli değişkenlik gösteriyor. Yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle çoğu zaman kendi varlığından bile şüphe eder hale gelebiliyor. 

Ayçe Özyiğit: Oyunda yeni anne olmuş bir kadınının yaşadığı duygu değişimlerini, yalnız bırakılışını izledik. Bu yalnızlığın, onu ister istemez sürüklediği depresyona tanık olduk. Buradan yola çıkarak anneliğin en güç ve en zor dönemi ilk aşamalarıdır diyebilir miyiz? Bir tarafta hormonların yarattığı depresyon söz konusuyken diğer tarafta da anne daha önce hiç deneyimlemediği bir şeyi yaşıyor. Ve bunu yalnız başına yaşıyor.

Arzu Çetinkaya: Tabi ki… Zaten bir sürü kişi lohusalık depresyonuna –başka bir deyişle postpartum sendromuna- giriyor. İlk aşamada zaten anne bu yaşadığını depresyon olarak algılamayabilir. Etrafındaki herkesten “biz de anne olduk, aynı yollardan geçtik, biz de yorulduk, böyle olacak tabii, uykusuz kalacaksın” gibi klasik lafları dinlediği için zamanla bu yaşadığını normal kabul eder ve şikâyet bile edemez hale gelebilir. Anne eğer gerçekten anlayışlı olmayan insanların içindeyse onun bu depresyonu daha da büyüyecektir. Bu nedenle arada anneyi dinlemek, ona yardımcı olmak da gerekiyor. Anneye destek verseler, anne zaten bebeğiyle sorunsuzca ilgilenir ama anne bunun yanında evle mi uğraşsın, eve gelip giden insanlarla mı uğraşsın, kocasıyla mı uğraşsın yoksa gerçekten bebeğine mi vakit ayırsın? Çok fazla bölünüyor. Oyundaki annenin entelektüelliğini göz önüne alırsak bu durumun onun için daha da zor olduğunu anlayabiliriz. İçinde bulunduğu bu dönem onun düşünsel anlamda artık geriye gittiği bir dönem. Çünkü annelik ve beraberinde getirdiği o sorumluluk nedeniyle sanatsal üretim yapamayacak bir hâlde. Normal bir işi bile yaparken defalarca bölünecek olan kişinin, aynı zamanda sanatsal anlamda yazı yazması çok güç.

Ayçe Özyiğit: Annelik tüm uyaranlardan uzaklaşmak, tüm çevreden soyutlanmak mı demek?

Arzu Çetinkaya: Eğer yanında anneye destek olabilecek birisi yoksa çocuk belli bir yaşa gelene kadar bir süre için evet, çoğu şeyden uzaklaşmak durumunda kalıyorsunuz. Aslında anne olmanın şöyle güzel bir tarafı da var; annelik aynı zamanda insanın kendi çocukluğuna dönmesi, annesiyle ilişkisini görmesi, kendisini tanıması, yaralarını tamir etmesi, kendisiyle yüzleşmesi, oradan pür pak şekilde çıkması ve sonrasında sanatsal olarak da yaratıcı çalışmalar yapabildiği organizasyon becerisi getiren bir iş. Anne olduğunuz zaman çok fazla şey düşünüyorsunuz, algınız açılıyor ve yaratıcılığınız artıyor. Bende öyle oldu. Ben oğlumla birlikte 3 tane oyun yazdım mesela. Ali bende o kanalı açtı.

Ayçe Özyiğit : Oyunda da geçen “yeterince iyi anne olmak” kavramına değinmek istiyorum. Belki eskiden böyle değildi ama günümüzde çocuk yetiştirme konusu üzerine çok fazla fikir, yöntem, tutum söz konusu. Yaşam koçları, psikologlar, eski anneler, kişisel gelişim kitapları… Peki ya gerçekte, yeteri kadar iyi olmak diye bir kavram yoksa? Kendimizi yetersiz hissettiğimiz bu durum aslında olması gerekense. Bu kriteri neden başkalarının görüşlerine göre belirliyoruz?

Arzu Çetinkaya: Bu bize çok pompalanıyor. Mesela gerçekten de “mükemmel annelik” diye bir kitap varmış. Ben gördüğüm zaman inanamadım. Yazarı, bizim mükemmel anne olabilmemiz için ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Mükemmel olmalı mıyız acaba? Bana göre herkes kendince, elinden geldiğince annelik yapabilir. Geçmişe bakıyorum. Annelerimizin yaşadığı döneminde, bizim şimdilerde maruz kaldığımız kadar uyaran yoktu. Günümüzde bir sürü sosyal site var ve bu sitelerde sürekli birisi “onu yapın, bunu yapın, şu kitabı okuyun” diye bir şeyler anlatıyor. Annelerimiz böyle bir kaygıyla karşılaşmamışlardır tahminimce. Hatırladığım kadarıyla biz hiç öyle büyümedik. Yanımızda bir sürü şey konuşulurdu, televizyonda bir sürü şey açık olurdu ve bizler ona maruz kalırdık. Biz şimdilerde çocuk etkilenmesin diye kılı kırk yarar vaziyetteyiz. Bizim ebeveynliğimiz gerçekten çok zor. Çok fazla farkına varınca endişelerin de çok fazla oluyor. 

Ayçe Özyiğit: “Dünyaya gelen büyür” düşüncesiyle büyütüldük çoğumuz. Bu yüzden bir nesil travmalarla büyüdü. 

Arzu Çetinkaya: Daha özverili olmak, daha fazla emek vermek gerekiyor. Bırak çocuğu, yemek ver, üstünü giydir orada büyüsün. Bu kadar mı? Sen zaten bunları yapmak zorundasın. Bir insanı inşa etmekten bahsediyoruz ve bu çok büyük bir sorumluluk. Her şeyin ötesinde kendi düşüncene bile dikkat etmen lazım. Çünkü çocuk nöronlarına kadar seni kopyalıyor. Sen ayna görevindesin. Sürekli kendini denetimlemelisin, gözlemlemelisin. Çünkü çocuk tüm duyguların dahil seni saydam bir şekilde görebiliyor. Üstüne üstlük çok da zekiler. Her şeyi fark ediyorlar, kendilerini savunabiliyorlar, çok özgüvenliler. Bambaşka bir teknolojiye doğdular. Bana yapılan ebeveynlik onlara sökmez yani. Bunlara dikkat ediyorsak zor bir ebeveynlik bizi bekliyor. Oyundaki kadın da sırf bu yüzden o kadar çaresiz.

Ayçe Özyiğit ve Arzu Çetinkaya

Ayçe Özyiğit: Peki bu kadar fedakarlığa değiyor mu sence? Oyunda söylediğin bir şey var: “Anne olunca anne olmanın nasıl olduğunu anladım.” Peki ama, o zaman geç olmuyor mu? Günün sonunda çocuk sana “doğurmasaydın, ben mi istedim?” diyebilir.

Arzu Çetinkaya: Orası bir gerçek ama öte yandan çocuk o kadar değerli bir hazine ki bütün bunlara değer diyorsun. Başka türlü kimse tahammül edemez sanıyorum. Eskiden senin endişelerin, işin, gücün önemliyken, artık o senin gözünde her şeyden daha önemli hale geliyor. Senin her şeyin çok daha halledilebilir, basit olarak görünüyor gözüne. Çocuğun ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından daha çok önemsiyorsun. 

Ayçe Özyiğit: Son olarak senin söylemek istediğin, eklemek istediğin bir şey var mı?

Arzu Çetinkaya: Şunu söyleyebilirim. Hayatta her şey bir deneyim, bir yolculuk. İnsan tiyatro yaparken, maruz kalmış olduğu bir şeyi anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Ben de bu oyunu yazdığım dönemde hassas olduğum bir noktadan bahsetmek istedim. Gerçekten bunu yaşayan çok anne var. Onlara şunu söylemek istiyorum. Bu sadece geçici bir dönem, inanın. Belki ağlayacağız, yıkılmışız gibi hissedeceğiz ama sonunda bunun bizi daha da güçlü kıldığına tanık olacağız. Günün sonunda kendimizi iyi etmek yine bizim elimizde. Bu durum belki de daha üretken olmamıza vesile olacak. Bu sayede kırgınlıklarımızı dönüştüreceğiz. O yüzden ben bu oyunun özellikle annelerle buluşmasını istiyorum. Oyunun onlara şifa olabileceğine inanıyorum. Çünkü bu durumu sadece onlar yaşamıyor. Bizlere televizyon ya da sosyal medyada inanılmaz bir dünya pompalıyorlar ve sen kendini kötü hissediyorsun. Eski başarılarını, eski kimliğini de unutuyorsun. Tekrar geri döneceklerine inanmalarını istiyorum. Tekrar kendi kimliklerini bulacaklar.

Ayçe Özyiğit: Teşekkür ederim söyleşi için.

Arzu Çetinkaya: Ben de sana ve Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’ne teşekkür ederim. 

AYÇE ÖZYİĞİT

 

 

NEDEN YAZAR OLAMADIM OYUN TARİHLERİ

26.01.2024 Endless Art Taksim 20.30

07.02.2024 Koma Sahnesi 20.30

27.02.2024 Taksim Ara Sahne 20.30

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku