Antalya Şehir Tiyatroları Artık, Bizzat Yurt Dışına Açılmalıdır!!!

Robert Schild

Robert Schild

Yıllardır dış ülkelerden konuk yönetmen ve eğitmen getiren Antalya Şehir Tiyatrosu, artık bizzat yurt dışına açılmalıdır!..

Bundan tam bir yıl önce bu portal için kaleme aldığım “Tüm istekleri ‘sanat ile olmak’” başlıklı yazımda Antalya Şehir Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Özgür ve ekibi hakkında “…nice büyük kentin ödenekli tiyatrolarında rastlamadığımız bir heyecanla işlerinin başında!” sözlerimin bir kez daha altını çizmek isterim, bir grup eleştirmen-yazar ile birlikte geçen hafta yaptığımız son Antalya ziyaretimizin ardından… Bu saptamamın nedenleri çok yönlüdür: İlki, bu başarılı topluluğun 2016/2017 sezonuna dördü yeni olan toplam on iki oyun ile girmiş olmasıdır. İkincisi, hiç bir fedakârlıktan kaçınmayarak bu yıl da konuk yönetmenlerle çalışmalarını sürdürmesi, bu bağlamda yeni yapımları için İtalyan Commedia Dell’arte türünün yaşayan efsanelerinden Antonio Favia ile çocuk/gençlik oyunları uzmanı Danimarkalı Jacques Matthiesen’e birer oyun yönettirerek gerek izleyicilerine, gerekse kendi kadrolarına yeni ufuklar açtırmasıdır… Üçüncü neden, bünyesine yeni bir birim olan Kukla Tiyatrosu’nu katmakla, yetişkin oyunları / müzikaller / çocuk ve gençlik oyunları “üçleme”sini böylece daha zengin bir “dörtleme”ye çevirmiş olmasıdır! Sanat dolu bir geleceğe yelken açacak dördüncü neden ise, kültür-sanat konularına büyük ilgi gösteren Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in öngörüsü, vizyonu ve maddi-manevi katkılarıyla kentin göbeğinde oluşmakta olan “Doğu Garajı Kültür Merkezi” projesidir ki, burada yer alacak tam donanımlı iki sahne ile çeşitli atölyeler hakkındaki bilgiler, sevgili Mustafa Demirkanlı’nın yazısında ayrıntılarıyla yer almaktadır.

“Yabancı konuk” demişken – kendi tiyatro bağrımızdan çıkmış olup AŞT’de sık sık görev alan önemli yönetmenlerimiz de var! Bu sezonun diğer iki yeni oyununda DT kökenli üstad Özer Tunca ile başta İBBŞT olmak üzere nice sahnelerde çok başarılı müzikallerini izlemiş olduğumuz Engin Alkan’ı alkışladık bu son ziyaretimizde…

Ayağımızın tozuyla galasına katıldığımız “Huysuz” başlıklı Molière kolajının derlemesi, metni, besteleri ve yönetimi, Anglo-Sakson’ların “all-round talent” (çok değişik yetenekli) olarak tanımlayacakları Engin Alkan’a ait – oyunun üç yıl önce İstanbul’daki ilk sahnelenmesinde üstlendiği başrolde ise bu kez bizzat Mehmet Özgür’ü görüyoruz… Molière’in dört ayrı oyunu ile Teodor Kasap’ın bir uyarlamasını başarıyla harmanlamasını bilmiş olan Alkan, bu “oyun içinde oyun”da ihtiyarlar yurdunda son günlerini geçiren bir tiyatrocuya odaklanıyor – ardından ise onu tekerlekli sandalyesinden kaldırtarak eski, şanlı günlerine götürüp, “Hastalık Hastası” ile “Cimri”nin bir bileşimine dönüştürüyor. Oyunun tüm başkahramanlarını başarıyla canlandıran Mehmet Özgür, derken kendi kızının “Zoraki Evlenme”sini tasarlıyor, öte yandan karısı tarafından aldatılarak “Georges Dandin”e de göz kırpıyor! Ancak burada önemli olan, konular değildir. Keza, burada her ne kadar iyi bir müzikalin olmazsa olmazları (1) sayılan, a) “kendi içinde dramatik öykü”ler, b) “ileti”ler ve c) “şarkı sözleri, müzik ve dansın birbirlerine bağlı paket”lere rastlıyorsak – yani “damardan bir müzikal” ile karşı karşıya kalıyorsak da, asıl alkışlanacak olan, bunca ustalıklı biçimde tiyatro yapabilmesidir! Burada, her biri 2-3 rol üstlenen Antalya ŞT’nin temel direkleri Hasibe ve Safinaz Özgür’ün yanı sıra özellikle (ilk ziyaretimizde dikkatimizi çekmiş) Osman Kot ile bu yıl keşfettiğimiz Yunus Derli gibi genç oyuncular, kendi başlarına güzel performanslar çıkarıyorlarsa da, yanlarına Ayşe Sinem Korola ve Selim Turgay Deli’yi de alarak çok başarılı bir ekip birlikteliği sergiliyorlar.

“Huysuz”un temelini oluşturan müzikleri düzenlemiş Burçak Çöllü’nün düzenlemelerini uygulayan altı kişilik canlı orkestra ve tüm dansları canlandıran oyuncuları yönlendiren koreograf Dicle Doğan da eşit şekilde alkışlanır katkılarda bulunurken, İstanbul’daki giysi tasarımını üstlenmiş olan Tomris Kuzu’nun kostümleri de yeniden parmak ısırtıyor. İlk sahnelemedeki ışık ve dekor çalışmalarını çok beğenmiş olduğumuz Cem Yılmazer ise Antalya’daki küçük sahne ile barışık olmadığından mıdır acaba, kullandığı beyaz, antik drama fonlarını çağrıştıran sütunumsu dekorları hiç olmamış ne yazık ki – ancak bu küçük olumsuzluğu da bir çeşit nazar boncuğu sayalım!

İkinci akşam galasını izlediğimiz “Para”nın uyarlamasını ise aynı oranda beğenmediğimi üzülerek belirtmeliyim… Son yıllarda ödenekli tiyatroların repertuvarlarında sıkça görmeye başladığımız Necip Fazıl Kısakürek yorumlarına AŞT, deneyimli yönetmen Özer Tunca’nın değişik bir bakış açısıyla katılıyor. Dünya tiyatro klasiklerinin arasına girmemiş nice eski oyunların konularını “aynen bugünü anlatıyor!” savsözüyle çekici kılmak artık yeterli sayılmadığından, 1941’den gelen ve 2. Dünya Savaşı yılları Türkiyesinde halkı sömürmeye çalışan bankerin öyküsünü bu kez Brecht’sel bir yorumla ve sanki Weimar Tiyatrosu dönemi sahne müziklerine öykünen ezgilerle donatarak işlemeyi yeğlemiş Özer üstadımız. Ne var ki, son İKSV Tiyatro Festivali’nde katıldığı bir söyleşide, Brecht’in kurucusu olduğu Berliner Ensemble’nin Genel Sanat Yönetmeni Claus Peymann’ın, izleyicilerden gelen bir soruya vermiş olduğu, mealen aktardığım şu yanıt bir hayli düşündürücüdür: Bertolt Brecht, günümüz Almanya’sında artık “moda dışı” kalıyor ve ona şimdi “anakronist” (çağaşımsal) bir gözle bakıldığından, Berliner Ensemble’ın dağarında oyunlarının sahneleme oranı oldukça düşüktür – ve bu nedenle de tiyatromuzun bu isimle özdeşleştirilmesi doğru değildir! (2)


Müziklere gelince, iki sezon önce Tiyatroadam’dan izlediğimiz çarpıcı “Arturo Ui” yorumunu kendi özgün besteleriyle zenginleştirmiş olan Oktay Köseoğlu’nun bu oyun için hazırladığı ezgileri bu kez pek “oturmamış”. Bunun nedenini sadece prozodide görmek doğru olmaz; “AU”nin başdöndürücü koreografisini burada bulamadığımızdan, o oyundaki müzik/devinim birlikteliği –Köseoğlu’nun yanı sıra, İDT’nın “Hamlet Makinesi”ndeki çok başarılı koreografisini alkışladığımız Meltem Yorulmaz’a rağmen!– “Para”da göremiyoruz ne yazık ki… Öte yandan, sahne ve ışık tasarımları arasında göze çarpan güzel uyumu, sırasıyla Emre Satı ve Ersen Tunççekiç ile bu yetenekli sanatçıları bir araya getirmesini bilmiş yönetmen Özer Tunca’ya borçluyuz ki, burada özellikle yan cephelerde açılan büyük ekranlı video görüntüleri beğeni kazanıyor…


2013’de Ankara DT için aynı oyunu daha geleneksel biçimde sahnelemiş olan yönetmene bu değişik yorumunun nedenini sorduğumda, döneminin özgün diline neredeyse hiç el atmadıkları bu denli ağır bir oyunu daha seyredilir kılmak için müzik ve dans uygulamalarını yeğlediklerini belirtti. Keza, dramaturg Ruteba Doğan’ın “edebi değerinden hiç bir şey kaybetmeden, Özer Tunca’nın yönetimiyle bütünleşti” sözleriyle değerlendirdiği oyunu beğenmeyenlere de, bu uyarlamayı kotaranlar ile sahneye taşıyacak derecede uygun bulanların kararlarına saygı duymak düşer!

Antalya ŞT’de izlediğimiz üçüncü yapım, Danimarkalı mim, clown ve fiziksel tiyatro uzmanı Jacques Matthiessen’in yazıp yönettiği “Okyanusta Bir Su Damlası Gibi” çocuk oyunuydu. Daha iyi bir yaşamın peşine düşmüş beş adamın denizlere açılması, kaza sonucu ıssız bir adaya sığınmaları ve bu durumdan ancak karşılıklı dayanışma sayesinde kurtulabilmelerini konu edinen bu mim performansı, daha çok büyük çocuklara yönelik iletiler içeriyor. Topluluğun genç oyuncuları tarafından kusursuz biçimde sahnelenen bu kısa sözsüz oyun, sanırım amacına ulaşıyor ve yine Özer Tunca Hoca’nın büyük emeği geçmiş olan AŞT’nin Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Birimi’nin, bu sezonda sergilediği toplam beş oyun ile ülke çapında dalında önde gelen, ekol yaratan bir topluluk olduğunu kanıtlıyor…

Dört ayrı türde başarılı örnekler sunan Antalya Şehir Tiyatrosu, bir yandan yurt dışından yönetmen ve eğitimci konuk getirirken, artık bizzat da Türkiye sınırlarını aşıp diğer ülkelere turneler düzenleyecek tüm özellik ve niteliklere sahiptir!

************
(1) Müzikaller’den bir yar gelir bizlere… – 1 (R.Schild); Tiyatro… Tiyatro… Dergisi, Mart 2014, s.32-35
(2) “anakronik” Brecht’den “göçmensever” Merkel’e doğruClaus Peymann Pera Müzesi’nden geçti (R.Schild); TEB Oyun Dergisi, Yaz/2016, s.20-25

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku