Altunizâde’den Nilüfer’e Feyha Çelenk’in Hayat Hikâyesi

Uğur Ozan Özen

  • Your Title Here




İstanbul / Altunizâde semtinde tiyatroyu temiz bir hava gibi içine çeken Feyha Çelenk, Ankara’da oyuncu olarak çalıştıktan sonra Bursa’ya tayin edilir. Devlet Tiyatroları yönetiminin Anadolu’da tiyatroyu yaygınlaştırmak için Bursa’ya gönderilen ilk oyunculardandır. Bursa Devlet Tiyatrosu, Anadolu’yu bir baştan bir başa turne yaparken o da oyuncuların arasındadır. Çalıkuşu, Sular Aydınlanıyordu, Bebek Uykusu, Kuvayı Milliye Kadınları, Orkestra, Tatlı Kaçık ve Tersine Dünya oyunlarında üstün başarı gösterir.

Devlet Tiyatroları’nda müdür olan ilk kadındır. Az bir süre de değil, yedi yıl görevini başarıyla yapar. Müdürlüğü sırasında Tuncer Cücenoğlu’nun yazdığı ve Murat Karasu’nun yönettiği Kördöğüşü 130 kere ve Kadıncıklar 120 kere sahnelenir. Bursa Devlet Tiyatrosu bünyesinde 1972 yılından beri aralıksız olarak devam eden Feraizcizade Mehmet Şakir Tiyatro kursunda 2010 yılında emekli olana kadar ders verir. 

Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun temelini atar. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümünde bir sene ders verir. Uzun yıllardır üye olduğu Bursa Soroptimist Kulübü’nde Sular Aydınlanıyordu, Eski Zaman Yeni Hayat, Savaş Kime Vurur oyunlarını yönetir.

Feyha-Fatma-Âli Cengiz Çelenk. 1975-1976 yılı olabilir. Celâl Bayar Kütühanesi’nin önü. Umurbey

          Çocukluk ve Gençlik Yılları

İstanbul’un Altunizâde semtinde 9 Ağustos 1945’te doğan Feyha Çelenk’in, hem annesinin hem de babasının ailesi beş-altı göbeğe kadar İstanbulludur. Babası bankacı, annesi ise ev hanımıdır. Feyza adında bir kız kardeşi vardır. Aile üyeleri arasında yazar ve eleştirmen Memet Fuat, büyük teyzesinin eşi İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ve oğlu Tuna Baltacıoğlu ve opera sanatçısı Neriman Esi yer alır.

Tiyatroyla tanışmasının ilginç hikâyesi vardır. Feyha Çelenk’ten dinleyelim:  

Çocukken, hemen hemen hepimize aynı soru sorulmuştur:

-Büyüyünce ne olacaksın bakalım?..

Bu sorunun cevabı ise genellikle doğru çıkmaz. Yani çoğunlukla başka meslekler seçilir ergenlikte ya da seçmek zorunda kalınır. Bana bu soruyu ne zaman sorduklarını tam olarak hatırlayamasam da, hatırladığım başka bir olay var; tiyatroyla ilk tanışmam… 1960 yılının ortalarındayız. Altunizade Köşkü’nün bilmem kaç metrekare olan salonunda… Şinasi’nin ‘Şair Evlenmesi’ adlı oyunu…  Bizim çocukluk yıllarımızda Altunizade semti bugünkü gibi iş merkezleri ve koca koca apartmanlarla değil, birbirinden geniş bahçelerle geçilerek gidilen güzel evler ve köşklerle doluydu. Altunizade’liler delikanlıları kahve köşelerinden kurtarmak, genç kızlarla dost olmayı öğretmek gerekti. Yeni nesil hoşgörülü, açık fikirli ve özgüvenli olmalıydı. Bunun iki yolu vardı: Gençleri sanat ve spor dallarında üretken kılmak. Zor bir işe büyük bir inanç ve özveriyle başlandı. Önce büyük teyzem Saime Hanım arsa bağışladı. Ama bir arazi parçası yetmezdi tabii. Üstüne bir bina, küçük bir sahne, spor alanları ve malzemeler gerekliydi. Bu kez sevgili Memet Fuat ve Tuna Baltacıoğlu kolları sıvadı.

Ali Cengiz Celenk-Feyha Çelenk

O zaman 15 yaşında lise talebesiydim.  

Öncelik tiyatroya verildi. Bir oyun hazırlanacak ve semt sakinleri küçük ücretler karşılığı oyunu seyredeceklerdi. Sahnemiz büyük teyzemin köşkünün salonuydu. Oyuncular küçüklü büyüklü isteyen herkes ve yönetmenimiz sevgili Hasan Kuruyazıcı’ydı. Çalışmalar bayram coşkusu içinde sürüyordu. Bizden oldukça büyüklerin ezberde zorlanması, en çok da içimizden birinin ‘Çantada keklik’ sözünü ‘Çantda keklik’ olarak söylemesi, bugün bile espri konusu olur aramızda. Sonunda beklenen gün gelmişti. Şinasi’nin yazdığı Şair Evlenmesi oyununun son hazırlıkları da yapıldı. Oyunun başlamasına birkaç saat kala hâlâ sahnede çekiç sesleri duyuluyor, bir taraftan da koşuşturmalar sürüyordu. Anneler, babalar, kardeşler toplanmıştı. Seyircimiz en fazla elli kişiydi. Köşkün salonunu dolduranların fısıltıları, epey kalabalık oldukları anlaşılıyordu. Işıklar bir-iki kere yanıp söndü (gong yerine) Sahnenin kenarında duran biri, pencerelerden sökülerek yapılmış olan kadife perdeyi hızla açtı. Seyirci ve oyuncular, birden aynı çizgide buluştu. Ne güzeldi Tanrım… Oyunumuz çok beğenildi birkaç kez tekrar ettik. Elde ettiğimiz gelir, sanırım, şimdi çoğunuzun bildiği Altınyurt Spor Kulübü’nün temelini oluşturdu.” (Bursa 2000 Sanat eki, 31 Mart 2000)

Altunizâde İlkokulu’ndan sonra Üsküdar/Fıstıkağacı’ndaki Kız Koleji‘nde lise ikiye kadar okur. Lise ikiden sonra eğitimine Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde devam eder. Muammer Esi 1960 yılında, Feyha Çelenk’i Ankara Devlet Konservatuvarı sınavına hazırlanması için oyuncu Bozkurt Kuruç’a rica eder. Feyha Çelenk sınavda Shakespeare’in yazdığı Romeo ve Juliet oyunundan Juliet’in zehir içtiği sahneyi oynar ve kazanır. Dönemin en önemli tiyatrocuları Cüneyt Gökçer, Şahap Akalın, Salih Canar, Nurettin Sevin, Nusret Şenbay hocası, sınıf arkadaşları ise Deniz Gökçer, Yıldız Kültür, Mustafa Şekercioğlu, Macit Flordun, Süha Tuna, Bilge Şen, Zeliha Berksoy, Serpil Tamur, Nesrin Süsoy, Ümit Sergen olur. 

Konservatuvarda yatılıdır. Küçük Esat’ta oturan dayısı Muhteşem Öksüzcü her daim yeğeninin yanındadır. Annesi de vakit buldukça kızını yalnız bırakmaz. Üç yıl sonra, 1963 yılında konservatuvardan mezun olur. Âli Cengiz Çelenk ile 14 Ağustos 1963’te evlenir. 

Feyha Çelenk. Konservatuvar öğrencisiyken

                Ankara’da Oyuncu

İlk oyun olarak 1963-1964 sezonunda sahnelenen Topuzlu oyununda Fadime rolünde oynar.  Feyha Çelenk tiyatrodaki ilk günlerini şöyle anlattı: 

“Artık profesyonel hayata başladığım için [Topuzlu oyununun] hayatımda ayrı yeri vardır. Ahmet Evintan, Muammer Esi ve Nihâl Türkmen içinde olduğu çok iyi bir oyuncu kadrosu vardı. Fadime adında evin gelinini oynuyordum. Çok heyecanlanmıştım. Çok da mutlu olmuştum. Oyunun prömiyer gecesini hiç unutmadım. Küçük Tiyatro’dayım. Tiyatronun içi güzeldir. Sıcaktır. Saat altı civarı tiyatroya gittim. Ustalarımızdan sonra tiyatroya gidemezdim. Öyle görmüştüm. Oyun akşam sekiz buçukta. Yağmurlu bir Ankara akşamıydı. Kuliste beklerken pencereden dışarı bakmak istedim. Küçük Tiyatro’nun karşısında otobüs durakları vardı. İnsanlar işten çıkmış evlerine gitmek için otobüs bekliyor. Bazılarının ellerinde fileler. Evlerine meyve götürüyorlar. İçimden bu insanlar evlerine gidip üstünü değiştirip dinlenecek, radyo dinleyecek. Monoton bir hayat. Benim şimdi heyecanım, enerjim var. Karşımda 300-400 kişi olacak. Alkışlanacağım. İyi ki böyle bir meslek seçmişim dedim. Diğer insanların hayatları enerjisiz, heyecanı yok gibi gelmişti.”   

İlk maaşı 860 (ya da 890) liradır. Maaşını alınca iki gün boyunca alış veriş yapar. Ailesine, arkadaşlarına hediyeler alır. Eşi Âli Cengiz Çelenk 1960 yılında konservatuardan mezun olmuş, tiyatroda çalışmaya başlamıştır. 1963 yılında onun maaşı ise 1050 liradır. 

 “O yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydık. Devlet Tiyatroları’nın özel kanunu vardı. Sanatçıların maaş zamlarını Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu belirliyordu. Memurların maaşını hükümet belirliyordu. Bize her sene 25 lira gibi cüzi miktarlarda zam yapılırdı. 50 lira zam alırsak sevinirdik. Heyet toplanır. Herkesin tek tek ne yaptığına bakılırdı. Kaç oyunda rol almış? Başarılı mı yoksa başarısız mı olmuş? Disiplin cezası var mı? Sanatçı olma sadece sahnede başarıyla ölçülmez. Sanatçı unvanına uygun olarak dışarda mesleğini temsil edebiliyor mu? Magazine düşüyor mu? Bütün bunlara bakarak maaş belirleniyordu. Kriterler değişmedi, ama daha sonra memur statüsüne geçtik.” 

Feyha Çelenk, 17 yaşında

              Bursa Devlet Tiyatrosu’nda   

Feyha Çelenk Bursa’ya isteyerek gelmemiştir. Eşi Âli Cengiz Çelenk, Bursa Devlet Tiyatrosu’na müdür olarak atanınca, o da mecburen gelir. Önce bir süre Diyar Otel’de kalırlar. Ardından tiyatronun üst katındaki iki oda bir salondan oluşan eve geçerler. Bursa’ya geldiğinde 27 yaşındadır. Tiyatro yerleşik kadroya geçtikten sonra sahnelenen (1971-1972) ilk oyun Küçük Tilkiler’de R. Giddens, Hırçın Kız oyununda ise Bianca rolünde oynar. Aynı sezon sahnelenen Kaktüs Çiçeği’nde rol almak ister. Ancak Âli Cengiz Çelenk engel olur. Nedenini Feyha Çelenk’ten dinleyelim: 

 “Kaktüs Çiçeği çok güzel bir komedidir. Yıl 1971. Bursa’dan Ankara’ya bir iş için gitmiştik. Ankara’ya gitmişken Raik Abi’nin evine mutlaka uğrardık. Âli ile kardeş gibiydiler. Bozkurt Abi de vardı. Sohbet ediyoruz. Âli, ‘Kaktüs Çiçeği’ni sahneleyeceğiz’ dedi. Vıgneau Stephane rolünü çok oynamak istiyorum. Raik Abi ‘Kimi oynatacaksın?’ diye sordu. Âli de ‘Türkân (Bora)’ deyince başımdan aşağıya kızardım. Raik Abi de ‘Aaa niye? Karını oynatsana? Tam Feyha’nın oynayacağı rol’ dedi. Âli de ‘Yok, herkes sırayla. Karısını oynatıyor diye dedikodu olur?’ diye cevap verdi. Bazen dedikodu olmasın diye hakkımın yendiği de oldu.”  

1974-1975 sezonunda Reşat Nuri Güntekin’in yazdığı Çalıkuşu romanı, Feyha Çelenk’in Feride rolüyle oyunculuk yeteneğinin kabul edilmesinin yanı sıra şehrin tiyatro kültürüne adını yazdırdığı oyun olması bakımından tiyatro hayatının dönüm noktasıdır. Anadolu Turneleri Bursa Devlet Tiyatrosu’nun unutulmaz geleneğidir. Sezon kapanınca Mayıs-Haziran aylarında Çalıkuşu oyunu Anadolu’da sahnelenir. O yıllarda Anadolu’da doğru düzgün otel yoktur. Salon desen sinemadan bozmadır. Önde otobüs, arkada ışık, dekor, kostümlerin olduğu kamyonla yola revan olurlar. Devamını Feyha Çelenk’ten dinleyelim: 

“Yıl 1975. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda Çalıkuşu’nu oynuyoruz. Feride rolü bugün bile içimi titretir. Eski resimlere bakarken, sanki replikler dilimden birden dökülüverecek gibi gelir.  

O yılın yaz aylarında yine büyük Anadolu turnesi vardı. Nedense bizim grup bu turneleri çok severdi. Gide gele Anadolu’nun birçok ilinde güzel dostluklar oluşmuştu. Ama o yılın bir özelliği daha vardı. Turnemiz taa Hakkâri’ye kadar uzanıyordu. Daha önceleri birkaç kere gidilmek istenmiş fakat yol ve doğa şartları ile program uyuşmamış, bu nedenle de geri dönmek zorunda kalınmıştı. Ama o yıl kararlı idik, şartlar zorlanacaktı. Hepimizin içinde Hakkâri’yi görmenin heyecanı vardı.

Genellikle böyle turnelere tedbirli çıkılırdı. Uzun kollu giysiler, bir pike, yastık kılıfı, çarşaf ve yol durumuna göre yanımızda bulunan yiyecek ve içecekler. Belki Anadolu’yu yirmi beş-otuz yıl önce görmeyenler, çarşaflara ve yastık kılıflarına şaşırabilir. Ama o yıllarda gecelemek zorunda kaldığımız han veya otelciklerde ancak haftada bir çarşaf değiştiği için, kat görevlilerinden yatak çarşaflarının değişmesini istediğimizde, genellikle şu cevabı alırdık, Çarşaflar temizdir bacım… Daha üç kişi yattı… Yeminle… Görevlinin yemin bile ettiği bu içten cevap üzerine, bize ancak teşekkür etmek düşerdi. Gene de kendilerine, kişi başına temiz bir çarşaf düşmesi gereğini hatırlatır ve o güne kadar birkaç kez kullanılıp dikkatlice katlanmış olan takımları yeniden açıp sererdik. 

Hakkâri yollarında ilerlerken, aklımızdan binbir soru geçiyordu. Doğa ise gitgide vahşileşiyordu. Bir yanda zaman zaman azgınlaşıp birçok can alan, yollar kapatan Zap Suyu, bir yanda ise çarçabuk parçalanıp dökülüveren dağ yamaçları, ortada incecik bir yol parçası. İki araç karşılaşınca matematiksel hesaplarla geçilebilen bir şerit sanki…

Konservatuvar 1961. oturanlar Ümit Sergen, Feyha Çelenk, Cengiz Yılmaz

Uzun yolların aşılmasında en büyük desteğimiz olan uyku, Hakkâri yolunda bize hiç uğramadı. Zap Suyu’nun yer yer sakin, yer yer de kendi ile kavga ederek akışı, bizi büyülemişti sanki. Otobüsün ani freni ile dikkatimiz yola çevrildi. Yol kapalıydı…

Bir gece önceki hava şartlarından ötürü kocaman ağaç dalları, dağlardan kopup gelen kaya parçaları ile birleşerek adeta bir barikat oluşturmuş ve yolu kapamıştı. 

Lâkin biz kararlı idik, hepimiz aşağıya inip yolu açmaya çalıştık. Kadın-Erkek  eşitliğinin en güzel örneğiydi. (Ne yazık ki yanımızda basın yoktu!..) 3-5 kişi ağaç dallarına yapışmış, Haydi hoppp… Bir iki üç sesleri ile dallarını yerinden oynatmaya çalışıyor, başka tarafta diğerleri güçlerinin yetebildiği kaya parçaları ile savaşıyordu. Böylece aradan üç-dört saat geçti. Biz kan ter içinde çalışırken, imdadımıza bir jandarma aracı yetişti. Hakkâri’ye varış saatimiz gecikince, Sn. Vali Fehamettin Altun merak edip göndermiş onları. Geri kalan kısmı da jandarmaların yardımı ile bitirip, otobüsümüze bindik. Otobüs; o yılların en iyi markalarından, 302 Mercedes. Önde jandarma aracı, arkada biz, Hakkâri’ye vardık. Tek tük evlerin ve insanların yollarda gözükmeye başladığı andan itibaren duyduğumuz alkış sesleri, bizleri şaşırtmıştı. Çocuklar otobüsün arkasından koşuyordu. Sık sık etrafımıza ve yapılara bakıyor, bir kutlama olup olmadığını merak ediyorduk ki, tozlu bir caddeden geçip kalacağımız otelin önünde durduk. Alkış sesleri doruğa çıkmıştı. Otelin önü çok kalabalıktı. Neden sonra alkışların bize ve şehirlerine ilk defa gelen 302 Mercedes’e olduğunu anladık. Çoluk çocuk otobüsün etrafında; adeta onu severcesine okşuyor, dokunuyor, tetkik ediyordu. Sevinç nidaları ve Hoş geldiniz sesleri arasında otele girdik. Otel müdürünün odasına girdiğimizde, oda erkeklerle doluydu. Kapı açılınca, komutanlarını gören askerler gibi, hepsi saygılı biçimde birden ayağa fırladı. Bize yer veriyor, rahat etmemiz için devamlı isteklerimizi soruyor, ikramlarda bulunuyorlardı. Bizi yalnız bırakmak için ayrılmak istediler. İzin vermedik… Turne başkanımız Adnan Açıkdüşünenler oda numaralarımızı okumaya başladığında, bizim Hakkârililerle sohbetimiz oldukça koyulaşmıştı. 

Odaya girdiğimizde, ilkin yatak takımlarımızı çıkardık. Hayret, yataklarda paketlerinden yeni çıkarılmış takımlar seriliydi. Banyoya baktık; küvetler koltuk misali konmuş, giderle bağlantısı yapılmamış ama olsun, su akıyordu ya… Odamızda balkon bile vardı…

Sabah şehir bandosunun çaldığı Ağlama Değmez Hayat müziği ile uyandık. İş Bakası şube açıyormuş.

Şehre gezmeye çıktığımızda kahve önlerinden geçerken; oturanların sıcak selâmları, ikramları ve davetleri ile karşılaşıyor, hepsine olamasa bile elimizden geldiğince karşılık vermeye çalışıyorduk.      

Şehir gezintileri sırasında girip çıktığımız dükkânlar, sanki eski tanışlarımız gibi İçeri girmek kolay da, çıkmak için onların izni gerekiyor. Çay, kahve ve kolonya ikramı olmadan dükkânı terk etmek mümkün değil.

Öğle ve akşam yemeklerimizi orduevinde yiyoruz. Güzel küçük bir bahçesi var. Yemekten sonra havuz kenarında çaylarımızı yudumluyor, yine gezintimize devam ediyoruz.

Bu arada hepimizin dikkatini çeken biri var…

Onu zaman zaman orduevinde zaman zaman sokaklarda görüyoruz. İddiasız gündelik bir kıyafeti, koltuğunun altında taşıdığı basit bir de çantası var. Karşılaştığımızda bizleri nezaketle selâmlıyor. Hatta sanki, bizim için yanındakilere bir şeyler anlatıyor. Hoş sohbet biri. Şakalar yapıyor, büyük küçük herkesle konuşuyor. satıcılar onu görünce dükkânlarından çıkıp çaya davet ediyorlar.

Hakkâri küçük bir il. Birkaç saat ara ile aynı insanlar, başka yerlerde karşılaşabiliyor. Bizim bu karşılaşmalarımız da sıklaşınca, dayanamayıp yoldan geçen birine soruyoruz, Şu, lacivert ceketini omuzuna atmış beyi tanıyor musunuz? Kimdir acaba?  Bize Tabii tanırız, o bizim valimizdir…

Bizde cevap yok. Birden düşünüyoruz: Neden acaba ‘Hakkâri Valisi’ veya ‘Vali Bey’ veya sadece ‘Vali’ demedi o sokaktaki adam. ‘Bizim valimiz’ dedi, sahiplendi. Yüzü güleç, sesi sevgi doluydu. Ne tuhaf, aradan 25 yıl geçmesine rağmen, Vali Fehamettin Altun’u hiç unutmadım.

Hakkâri insanı güzeldi, bozulmamıştı. Anadolumuzun bu ücra köşesindeki ilimize yalnızca bir tek yoldan… Belki de bu nedenle göç olayları ya da gelip geçici konaklamalardan etkilenmemişti.

Hakkâri’de iki oyun oynayacaktık. İlk gecemizde oyun başlamadan önce bir misafirimiz olduğu söylendi. Bursa’dan kilometrelerce uzakta bizi kimin tanıyacağını merak ederek, misafirin kulise gelmesini rica ettik. Gelen genç bir öğretmendi. Rahmetli eşim Âli Cengiz Çelenk’in başlattığı ‘Ferâizcizâde Gençlik Tiyatrosu’ kursunun ilk öğrencilerinden biri. Kursa devam ederken eğitim fakültesinde okuyordu. Öğretmen olmuş ve tayini Hakkâri’ye çıkmış. Bu gençle yine tiyatro buluşturmuştu bizi. Hararetli bir şekilde yaptıklarını anlatmaya başladı, mutlu idi. Okulda bir tiyatro ekibi kurmuş, oyunlar çalışıyor, ayda birkaç kez bunları küçük ücretler karşılığı sergiliyor ve toplanan parayla okulun eksikleri veya yeni oyunun masrafları gideriliyormuş. Bu konuda okul müdürü ve halk kendisine çok yardımcıymış.

Ertesi gün bizi okuluna götürdü. Salonu, dekor yaptıkları atölyemsi yeri gösterdi. Bunları yaparken de, kayaların arasından zorlukla yeşerip çıkmış ve başını güneşe dönmüş bir çiçek gibi gururluydu…

Ayrılırken, Âli Cengiz Çelenk’in sık sık tekrarladığı bir söz geldi aklıma: “Bir ilin eğitimcisi, yöneticisi ve din görevlisi el ele aynı hedefe yürürse yapılmayacak iş yoktur.”

Bu yüzden, eğitimci olacak gençlere kurslarda öncelik tanır, onların güzel sanatlarla ilgili, geniş düşünebilen, hoşgörülü, yaratıcı ve aydın kişiler olarak yetişmesine katkısı olsun isterdi.

Konservatuvar. 1961. aynı ekip. hemşire sol tarafta. Aykut Sözeri var.

Çünkü, gerçek sanat aydınlıktır, umuttur, gelecektir…

Gerçek sanatçı ise tanrının verdiği ayrıcalıktan faydalanan şanslı kişidir.

Hakkâri’de oynadığım Çalıkuşu oyunu, bana unutamayacağım bir haz vermişti. İki gece de dopdoluydu. Oyun sonrası, genellikle seyircilerin tepkilerini konuşuruz. İşte böyle bir konuşma sırasında, müdür yardımcısı Adnan Açıkdüşünenler, bir seyirciden bahsetti. Adamcağız dört karısı ile birlikte gelmiş oyuna. Kadınların yüzleri kapalıymış. Adnan’ın dikkatini çekmiş ve takip etmeye başlamış. Dört hanımlı bu bey, oyun başlarken peçeleri açtırıp bir de ikazda bulunuyormuş hanımlarına: 

  • Açın şunları da seyredin bakalım, bir şeyler öğrenirsiniz. Bunları devlet yolluyor…

Kim bilir, belki bugün o hanımlar daha rahat seyrediyordur tiyatroyu. Verilen emekler boşa çıkmadıysa eğer…

Artık ayrılıyoruz Hakkâri’den.

Sayın vali ve zarif eşinin unutulmaz tattaki kahvaltıları…

Kendisiyle ilk karşılaşmamız üzerine yapılan nükteler…

Otel sahipleri…

Hakkâri halkı…

Alkışlar… Karşılama ve uğurlamalar…

Hepimiz garip bir mutluluk ve hüznün içine dalmışken, sevgili Hikmet Abla’nın (Hikmet Orhon) sorusu ile birden gülmeye başlıyoruz. 

  • Gene o geldiğimiz yoldan mı geri döneceğiz? Doğru söyleyin bana… Başka bir yolu yok mu buranın?” (Bursa 2000 Sanat eki, 28 Nisan ve 5 Mayıs 2000.) 

Her şey güzel giderken eşi Âli Cengiz Çelenk, 1978 yılında vefat eder. Feyha Çelenk önce Âli’sizliğe alışmaya çalışır. Sonrasında kızına iyi bir anne olur. 

1979-1980 sezonun sonunda, Çatıdaki Çatlak oyunuyla Anadolu turnesine çıkılır. Feyha Çelenk Diyarbakır’da yaşadığı olayı bir daha unutamaz: 

“Adım adım 12 Eylül’e gidiyoruz. 1979-1980 sezonunun sonunda Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı Çatıdaki Çatlak oyunuyla Anadolu Turnesine çıktık. Diyarbakır’dayız. Tiyatro salonu cadde üstünde binanın birinci katında. Oyun için hazırlandık. Bekliyoruz. Bu sırada kulise takım elbiseli birileri girdi. Şaşırdım. ‘Bunlar kim? Odalara nasıl giriyorlar? Adnan’a haber versenize’ dedim. Birileri sus işareti yaptı. Hikmet Orhon ‘Bomba ihbarı varmış. Arka tarafta emniyet bomba araması yapacak’ dedi. Tedirgin oldum. Polis kulise baktı, ama bomba çıkmadı.

Oyunun başında benim sahnem var. Hizmetçiyim. Sobayı açıp içine kömür atmam lâzım. Evin sahibi kadın hasta. Yatakta yatıyor. Bana şunu yap, bunu ver diyor. Oyun başladı. Tam sobaya giderken bir an içimden, Allah’ım sobanın içine düzenek koydular. Ben açınca patlayacak, dedim. Sobaya giderken birden rengim beyazlaşmış. O sırada Sevinç Aktansel bana bakıyormuş. Onun haberi yoktu bomba aramasından. İçinden, Feyha sobaya giderken niye ağırlaştı? demiş. O sırada aklımdaki tek düşünce illa o mizanseni yapmam lâzım. Şimdiki aklım olsa o mizanseni yapmam. Şüphen varsa kapağı açıp kömürü dökmeyi ver. Soba sönmüş sonra bakarız deyip devam et. Yok. Disiplinliyim ya. Mizansen neyse yapılacak. Replik neyse söylenecek. Sobanın yanına gidene kadar sararıp soldum. Besmeleyle sobanın kapağını açıp baktım. İçinde bir şey yok. Sahnem bitince kulise gittim. Sevinç yanıma gelip ‘Feyha ne oldu sana? Başın mı döndü? Çok acayip oldun. Sallandın. Yavaşladın. Rengin sarardı. Hastalandı dedim içimden.” 

1980 yılının başında, Cüneyt Gökçer yeniden genel müdür olur. Şubat ayında Ziya Demirel’i Bursa Devlet Tiyatrosu müdürlüğü görevinde alarak, yerine Feyha Çelenk’i atamak ister. Feyha Çelenk bu teklifi kabul etmez, yerine Yalın Tolga’yı önerir.

 1970’li yılların iki yarısından itibaren seyirci sayısında istikrarsızlık başlar. Televizyonun yaygınlaşması, siyasi buhranın yanında ekonomik sıkıntılar halkın ayağını tiyatrodan keser. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tiyatro için tehlike çanları çalmaya başlar. Yalın Tolga’nın tek amacı haftada altı gün oyun sahnelemektir. Tiyatroyu buhrandan çıkarır. 1987 yılında müdürlükten ayrılarak gönül rahatlığıyla yerini Feyha Çelenk’e teslim eder. 

                      Bursa Devlet Tiyatrosu’nda Müdür – Sanat Yönetmeni 

Feyha Çelenk Devlet Tiyatrolarında müdür olan ilk kadındır.  

“1987 yılında iki üç günlüğüne Uludağ’a gitmiştim. Kızımla birlikte DSİ’nin misafirhanesinde kalıyordum. Raik Abi arayıp genel müdür olmasını kutladım. Birkaç gün sonra Raik Abi beni arayıp ‘Bursa’ya geleceğim sen müdür olacaksın’ dedi. Dedim ki, ‘Abi nereden çıktı. Benim böyle bir işle ilgim yok.’ Daha evvel Âli’nin müdürlüğünde idari işlerle ilgilenmiş olsam kolay ama benim idari işlerle ilgim yok.’ Israr edip ‘Hayır sen yaparsın. Zaten Yalın ayrıldı müdürlükten’ deyince kabul ettim. Devlet Tiyatroları’nda ilk kadın bölge müdürü oldum. Adnan, Âli’nin ve Yalın Abi’nin müdürlüğü zamanında teknik ve idari müdür yardımcısıydı. Görevine devam etti. Murat Karasu da sanattan sorumlu müdür yardımcısı oldu. Elimdeki genç kadro da çok iyiydi. Müdürlüğüm zamanında mezun sanatçı diye bir şey yoktu. Otuz kişiden fazla kadrolular ve birkaç kişi de figüran vardı.

Müdür olduğum zaman aklımda tek isteğim vardı; çalışanların severek ve huzur içinde çalışmalarıydı. Tiyatroda herkes birbiriyle içten selâm versin, sahnede göz göze gelebilsinler. Sahne dışında birbirlerine selâm bile vermekten acizseler, sahnede istedikleri kadar yetenekli olsunlar başarılı olamazlar. Seyirci kişilerin arasında problem olduğunu anlar. Sanatçıları idare etmek zordur. Denge kurmaya çalıştım. Yedi yıl süren müdürlük görevimden mutlu olarak ayrıldım. Kimseye karşı kırgın değilim. 

Oyunları kendi başıma belirlemiyordum. Küçük bir edebi kurul oluşturmuştum. Edebi kuruldan geçen tekstlerin kopyası bize gönderiliyordu. Hüseyin Avni Danyal’a, Serap Eyüboğlu’na, Murat Karasu’ya üç ya da beş tane tekst veriyordum. Verirken de ‘Arkadaşlar aklınıza sakın bu oyun oynansın ben de şu rolü oynayayım gibi düşünce gelmesin. Okuduktan sonra bana oyun hakkındaki düşüncelerimizi söyleyin” diyordum. Herkes düşüncesini söyledikten sonra Murat ile ben yeniden okuyup sezonda sahnelenecek oyunları belirliyorduk. Ardından da hangi sırayla prömiyer yapacağını belirliyorduk. Kadro yetersizliğinden dolayı sezonda beş oyun sahneleyebildiğimiz için her oyun bizim için çok önemliydi. Bir oyunun başarısız olması diğer oyunları da olumsuz etkilerdi.  

Oyun seçimden sonra asıl zorluk yönetmen belirlemekti. Belirlediğimiz yönetmeni telefonla arayıp oyunu söylüyordum. Olumlu cevap vermişse provaların ne zaman başlayacağını belirliyorduk. Meselâ 15 Ağustos’ta prova başlamışsa, 1 Eylül’de dekoratör gelecek, 10 Eylül’de dekor gelecek gibi. Sezon boyunca her oyun için bu planlamayı yapardık. Müdürlüğüm döneminde hiç sıkıntı yaşamadım. Bursa’da dekor yapacak yerimiz olmadığı için dekorlar İstanbul’da yapılıp gönderiliyordu. Bursa Devlet Tiyatrosu İstanbul’daki dekor atölyesine bağlıydı. Tiyatronun en alt katında erkekler ve kadınların kostümlerinin yapılması için iki oda vardı. Bazı oyunların kostümleri Bursa’da yapılırdı. İmkânlarımız yetmezse İstanbul’dan destek alırdık.

Orkestra. Feyha Çelenk, Betül Gökçer, Hikmet Orhon

Müdürlüğüm zamanında üç genel müdür, dört Kültür Bakanı değişti. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki hiçbir genel müdür ve bakan ne oyun ne yönetmen ne de oyuncu konusunda baskı yapmadı. Tiyatronun içinde hır gür olmayınca kimse işime karışmadı. Yedi yıl boyunca özgürce karar aldım.”   

Feyha Çelenk daha birkaç aylık müdürken, Kasım 1987’de tiyatro yanar. Büyük hasar olur. Soruşturma açılır. Bilirkişi yangının elektrik kontağından çıktığını belirtir. Tiyatro onarılır. Her şeye yeniden başlanır. Sonrasında Bursa’nın Tiyatro Tarihi’nin dönüm noktalarından olan iki oyun sahnelenir. Tuncer Cücenoğlu’nun yazdığı Kördöğüşü (130 kere) ve Kadıncıklar’ı (120 kere) müdür yardımcısı ve yönetmen Murat Karasu yönetir. Kadıncıklar oyununda hayat kadınlarının yaşadıkları anlatılmaktadır. Devlet Tiyatrosunda sahnelenmesi tartışma çıkarır. 25 Aralık 1989’da seyircili genel provadan sonra seyirciler oyunu tartışır. Feyha Çelenk oyunla ilgili şunları anlattı: 

“Kadıncıklar oyunu o dönem çok konuşuldu. Murat çok farklı şekilde yönetti. Gerçekçiydi. Örnek vereyim. Oyunun sonunda erkekler sırayla selâm verirken seyirci coşkuyla alkışlıyordu. Kadınlar ise gelince put gibi sabit duruyor. Seyirci kadınlarda selâm versin diye alkışlamasına rağmen kadınlar hiç tepki vermeyip sabit duruyordu. Çünkü kadınlar o hayatlara karşı sizden yardım istemiyor, insanca davranış bekliyordu.”

1987-1994 yılları arasında, tiyatronun ortalama seyirci sayısı 80 bin civarıdır. TOBAV’ın 1992 yılında başlattığı Sanata Evet kampanyası yeni Devlet Tiyatroları yasasının hazırlanması sürecini ortaya çıkarır. Birkaç yasa tasarısı hazırlanır. Ancak hiçbiri Meclis’e dahi gelmez. İki yıl sonra bir başka süreç ortaya çıkar; Seçim. Devlet Tiyatroları’nın mevcut yasasında seçim olmadığı için adına eğilim yoklaması denilir. Feyha Çelenk bu süreci şöyle anlattı:  

Topuzlu

1994 yılında genel müdür Yücel Erten’di. Seçimin yapılması için Genel Müdürlükten istifa etti. Ankara’da koordinasyon toplantısı yapıldı. Toplantıda denildi ki, ‘Sanatçılar genel müdürü seçecek.’ Daha sonra bu düşünce değişti. ‘Genel müdürü tüm tiyatro çalışanları, sanatçılar, teknik kadrodaki ve memurlar dahil seçim yapılacak. Bölgelerdeki müdürleri sadece sanatçılar seçecek.’ denildi. Bende koordinasyon toplantısında ‘Bölgelerdeki müdürler çalışanlara en yakın kişilerdir. Odacı, yer gösterici, personelde çalışan kişi sıkıntısını, derdini müdürüne anlatır. Biz onları yok sayıp siz söz sahibi olamazsınız. Bu kurumun en önemli elemanı sanatçılardır diyemeyiz. Bu ayrıma razı gelmiyorum, doğru bulmuyorum. Ankara’da demir atölyesinde çalışan kişi gidip genel müdürle konuşabilir mi? Ama bizimle bölgede konuşabilir. O zaman Bursa’da, İzmir’de bütün çalışanlar oy kullansın. Bölgeleri niye ayırıyorsunuz? Bu ayrımı işler yoğun olduğunda fazla mesai yaparak bana yardımcı olan kişilere söyleyemem. Müdürlükten istifa ediyorum.’ dedim. Yücel Erten sadece sanatçıların müdürü seçmesini istiyordu. TOBAV üyeleri ise herkesin oy kullanmasını istiyordu. Daha sonra karar alındı. Bütün çalışanlar hem genel müdürü hem de bölge müdürünü seçecek. TOBAV’cıların istediği oldu. Teknik ve İdari kadronun büyük çoğunluğu TOBAV’cıydı. TOBAV’ın Başkanı kim? Tamer Levent. Bursa Temsilciliği Başkanı kim? Bora Özkula. Üyeler başkasına oy vermedi. Kendi başkanlarına oy verdiler. O gün de bu gün de sanat kurumunun başına seçimle gelinmesine karşıyım. Diyelim adaylığımı koydum ve seçildim. Bana gelecek ‘Ben sana oy verdim bu rolü oynamak istiyorum diyecek. Şunu oyunu niye oynamıyoruz?’ diyecek.

Bora Özkula aday oldu. Kafeteryada oturuyordum. Yanıma gelip ‘Aday değil misiniz?’ diye sordu. ‘Bora’cım adaylığını Ankara’ya yollayabilirsin. Aday olmayacağım.’ dedim. Bora bir daha gelip sorunca ‘Gerçekten aday değilim.’ diye cevap verdim. Adaylık başvurusu akşam saat beşte bitiyordu. Bora, beşe yirmi kala başvurdu. Seçime girmediğim halde bana 20’nin üzerinde oy çıktı. Bora’nın müdür olmasıyla ilk yaşandı. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda ilk kez kurstan yetişen yani bizim yetiştirdiğimiz kişi müdür oldu. Bu da işin güzel tarafı. 

Müdürlükten istifa ettikten sonra tiyatronun hiçbir işine karışmadım. Yıllardır emek verdiğim tiyatroya zarar getirecek hiçbir şey yapmadım. 

  Seçimde iki cephe oluştu. Olan Devlet Tiyatroları’na oldu. Bu süreçte çok yıprandı. Bir daha seçim olmadı. Bitti gitti.” 

Üsküdar Kız Koleji 1957

    BKSTV Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu ve Bursa Şehir Tiyatrosu

Feyha Çelenk Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın kurucularındır. Onun 1994 yılında müdürlükten ayrılmasının şehrin tiyatro hayatına olumlu etkisi olur. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda çalışırken, 1995 yılında BKSTV Çocuk ve Gençlik Tiyatroları’nı kurar. Bu tiyatro, 2006 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları adını aldı. 

“Ahmet Erdönmez Vakıf Başkanıydı. 1989 yılında Teoman Özalp Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olunca başkan danışmanı olmamı istedi. Kabul ettim. 1994 yılında Erdem Saker Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu.  Danışmanlığım devam etti. Sonrasında 1999 yılında Erdoğan Bilenser’in başkanlığı döneminde devam etti. 2004 yılında Hikmet Şahin’in başkanlığında sona erdi. 1995 yılında Vakıf Tiyatrosu olarak başlayan süreç, 2006 yılında Şehir Tiyatrosu olarak sonuçlandı. Uzun yolun sonunda tiyatroyu bir noktaya getirdim.

1995 yılında bir gün, Çetin Azer Aras, ‘Feyha Abla çocuk tiyatrosu kursanız ne güzel olur’ dedi. Olabilir diye düşündüm. Erdem Saker müthiş bir belediye başkanıydı. Tiyatroya çok destek verdi. Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu’nu kurduk. Sanat yönetmenliğini üstlendim. Önce 1995 yılında açılan Tayyare Kültür Merkezi’nde, sonra 2000 yılında açılan Çocuk Sanatevi’nde iki sahnede birden oyun sahneledik. 

O yıllarda Bursa’da orta oyunu unutulmuştu. 1998 yılında Ortaoyunu sahnelemeye karar verdim. Rahmetli Sönmez Atasoy yönetti. Şehir Tiyatrosu o günden bu güne ara vermeden her yaz orta oyunu sahneliyor.”  

  2006 yılında, Haldun Taner’in yazdığı Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyununu yönettikten sonra Bursa Şehir Tiyatrosu’ndan ayrılır. Neden ayrıldığını şöyle açıkladı:

 Bursa Şehir Tiyatrosu’nu bırakma sebebini bende pek bilmiyorum. Bırakın dediler bıraktım. Vakıf Tiyatrosu’ndan Şehir Tiyatrosu’na geçme sürecini ben başlattım. Hikmet Şahin 2004 yılında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra, bütün oyuncularla yanına gidip Şehir Tiyatrosu’nun kurulmasını rica ettim. Hikmet Bey, ‘Sanatçılar kaprisli olur.’ dedi. ‘Yok. Bizim çocuklar kapris yapmaz. Kefilim.’ diye cevap verdim. 1995 yılında Vakıf Tiyatrosu olarak başlayan süreç 2006 yılında Şehir Tiyatrosu ile sonuçlandı.

  2006 yılında hiç kimse bana ‘Ayrıl’ demedi. Bursa Devlet Tiyatrosu’nun Tatlı Kaçık oyunuyla turnedeydim. Tayyare Kültür Merkezi’nde odam vardı. Odayı boşaltıp başkasına vermek istediler. Turnedeyken Ertan Akman aradı, ‘Odanızı boşalttım’ dedi. Ne diyeyim, ‘İyi yapmışsın’ dedim. O zaman dendi ki, Bursa Devlet Tiyatrosu çalıştığım için başkan danışmanlığı yapamazmışım. Prosedür uygun değilmiş. Üç belediye başkanına sanat konusunda danışmanlık yaptım. Bu yola başvurmak yerine, karşıma geçip ‘Biz sizi istemiyoruz. Sizin yerinize şu kişiyi düşünüyoruz’ diye net ve açıkça söyleyemediler. Siyasi oyunlar başlamıştı. Benim yanımda başka konuşuyorlardı. Orada burada konuşulanlar kulağıma geliyordu. Artık bu tür ayak oyunlarıyla muhatap olmak istemedim. Şehir Tiyatrosu’nun bir seviyeye getirip bıraktım. Bundan sonrası tiyatrodaki gençlere emanet. Bursa’da hem Devlet hem de Şehir Tiyatrosu’nda elimden geleni ve fazlasını da yaptım.”

Yangından sonra tiyatronun açılışında kurban kesiliyor. 26 Ocak 1988

Emekli Olduktan Sonra    

1963 yılında Ankara’da başladığı oyunculuğa, 47 yıl sonra, 2010 yılında emekli olarak ara verir. 

“Devam etmek isterdim, ama tiyatro müdürlerinden oyunlarda rol almam için teklif bile gelmedi. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda son oyunum Puşide-i Siyah’tı (Kara Örtü). 2009-2010 sezonunda sahnelendi ve repertuvardan çıkarıldı. Oyunun neden repertuvardan çıkarıldığını öğrenmek istedim. Genel Müdür Lemi Bilgin ile görüştüm. 2010-2011 sezonunda sadece 15 gün sahnelendi.” 

Nilüfer Belediyesi Sanat Danışmanı ve eski Tiyatro Koordinatörü Feza Soysal, Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nda Engin Alkan’ın yöneteceği Tersine Dünya oyununda rol almasını isteyince kabul eder. 

“2016 yılında Feza Soysal, Nilüfer Belediye Tiyatrosu Orhan Kemal’in yazdığı Tersine Dünya oyununu sahneleyeceğini ve oyunda rol almamı istedi. Israr etti. Feza’nın hayali Nilüfer’de Şehir Tiyatrosu kurmaktı. Başardı da. Tersine Dünya oyununu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalışan Engin Alkan yönetti.  Ekibi hiç tanımıyordum. Engin Hoca bana çok saygı gösterdi. Ekip de aynı şekilde davrandı. Çok mutlu çalıştım. Severek oynadım. Sonra rahatsızlanınca Engin Hoca ‘Mizansenleri sana göre değiştiririm üzülme’ dedi. Dört, beş oyun bastonla oynadım. Önce istememiştim, ama şimdi iyi ki kabul etmişim diyorum.” 

Ödülleri:

Ulvi Uraz En İyi Kadın Oyuncu Ödülü (Sular Aydınlanıyordu). 

Lions En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü (Tatlı Kaçık).

2017 Uluslararası Bursa Festivali Onur Ödülü.  

2024 Uluslararası Bursa Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali Emek Ödülü. 

UĞUR OZAN ÖZEN

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku