“Ahududu” : Bir Tiyatro Coşkusu !

Ayçe Özyiğit

Bazen hayatımızda “ilk” diye nitelendirdiğimiz durumlar olur, bilirsiniz. “Ahududu” oyunu da benim için bu kategoride yer almakta. Tiyatro salonunda seyrettiğim ilk tiyatro oyunu; sonrasında aynı oyunu aynı sahnede üç kez daha izlemiştim. 1997 yılında Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen Çetin İpekkaya’nın yönettiği Suna Pekuysal’lı, Ani İpekkaya’lı, Cem Davran’lı “Ahududu” oyununun broşürlerini ve biletlerini hala saklarım. Nitekim, Nedim Saban’ın “Ahududu” oyununu sahneleyeceğini duyduğumda büyük bir heyecana kapıldım. Bende ayrı bir yeri vardı zira oyunun. 

Neden bu kadar geç yazdığıma gelecek olursak… Oyunlar genelde ilk sahnelendiği dönemlerde yoğun şekilde kalemlere düşer. Ben bir oyunun sonraki sezonlarında da hakkında konuşulması taraftarıyım. Hatta 3 veya 5 sezondur sahnelerde olan bir oyundan daha da fazla bahsedilmesi görüşündeyim.

Oyun 1950’li yılların İstanbul’unda geçmektedir. Hekimoğlu ailesi, Beşiktaş civarında Ihlamur’da paşa babadan kalma konaklarında oturan Mürşide ve Müşfike kardeşlerden ve onların yeğenleri Zeki, Halim ve Adnan kardeşlerden oluşmaktadır. Kardeşlerden Zeki hafif delidir. Adnan tiyatro münekkidi iken Halim ise uzun zamandır ortalıklarda görünmeyen bir canidir. Delilik bütün aileye has bir özellik olsa da, kendileri bunun pek farkında değildir. Sadece en küçük kardeş Zeki’nin zararsız deliliği aile halkı tarafından kabul görmüş ve müsamaha ile karşılanmıştır. Oyun ilerledikçe aileyi saran delilik halinin farklı taraflarına da tanık olacağızdır. Bu tanıklık ürpertici değil, aksine eğlendirici olacaktır.

“Ahududu” Joseph Kesselring’in Arsenicand Old Lace (Arsenik ve Eski Dantel) eserinden bir uyarlama. Yine aynı isimle sinemada Frank Capra ve Cary Grant’i bir araya getiren oyun, ülkemizde de ilk olarak Vasfi Rıza Zobu tarafından sahnelenmiştir. Bu oyunun öyles bir büyüsü vardır ki, seyircilerini asla eli boş göndermez. İnsanları bel altı esprilerle güldürmeye zorlayan kötü komedilerden ziyade her tümcesi zekâ içeren unsurlarla dolu olan oyun, perdelerini açtığı ilk günden itibaren seyircileri cezbediyor.

İlk olarak kostüm ve dekora değinmek istiyorum. Görür görmez Barış Dinçel’in elinden çıktığını siz de anlayacaksınız. Dekor konusunda her zaman işinin hakkını fazlasıyla veren Dinçel, sadece ödenekli tiyatrolarda görebileceğimiz görkemli bir dekorla karşılıyor bizi. Konu ve dekorla paralel giden 1950’li yılları en ince ayrıntısına kadar işleyen, kostüm tasarımı ise Günnur Çaras’ın elinden çıkma. Işık tasarımı Yüksel Aymaz’a ait olan oyunda yardımcı yönetmenlik görevini Erdinç Doğancı üstleniyor.

Tiyatrokare, tıpkı oyunun 1997’deki versiyonu gibi, kadrosuna çok büyük isimleri davet etmiş. Melek Baykal’ın ve Suna Keskin’in kelimelerle anlatılamayacak kadar usta ve bir o kadar da mütevazı oyunculukları, Nedim Saban’ın  müthiş performansı izleyiciyi adeta büyülüyor. Yerinizden kıpırdamak istemiyorsunuz. Oyunun diğer oyuncuları, Bülent Seyran, Cem Güler, Halim Ercan, Dicle Alkan, Birol Engeler ve Özgür Yetkinoğlu da ayrı ayrı alkışı hak ediyorlar çünkü her biri  rollerinin altından alınlarının akıyla çıkmayı başarıyorlar.

“Ahududu” oyununu izlemek benim için biraz geçmişe dönüp bakmak gibi oldu. Suna Pekuysal, Ani İpekkaya gibi değerli isimlerin bir daha asla sahnede bir araya gelemeyeceğini düşünmek oldukça hüzün verici. Oyunu izlemeden önce iki reji arasında kıyaslama yapmaktan korkuyordum. Evet, Capra’nın Arsenik ve Eski Dantel’i, Çetin İpekkaya’nın Ahududu’su ile Nedim Saban’ın Ahududu’su oyunu aynı metinler. Ancak, Tiyatrokare’nin Ahududu’su ile diğerlerini kıyaslayamayacaksınız; çünkü reji de oyunculuklar da size bu fırsatı vermeyecek kadar kendine özgü ve ayrıksı özelliklere sahipler. Konuyu bilseniz ve hatta tiratları anımsasanız dahi, yeni bir oyun izlediğiniz hissine kapılacaksınız. 

Öte yandan, Tiyatrokare’nin bir estetik gücü var. “Ahududu” dâhil hangi oyununu izlerseniz izleyin, gelişigüzel, sıradan bir sahneleme ile karsılaşmayacağınızın altını çizmek isterim. Nedim  Saban, el attığı tüm oyunlarda büyük bir özenle her detayı kurguluyor ve seyir zevki yüksek, Türkiye’nin her yerinde beğeni ile izlenebilecek prodüksiyonlara imza atıyor. Saban, “Sezon başladı haydi biz de bir oyun sahneye koyalım” gibi basmakalıp bir düşünceye sahip isimlerden değil. Dekorların ihtişamından kostümlerin ince detaylarına,  dramaturjinin rejiyle bütünleşmesinden oyuncu kadrosuna kadar kadar her boyutu ile  ödenekli tiyatrolarla boy ölçüşebilecek işler çıkarıyor. Nedim Saban ile ayaküstü bir sohbet esnasında dahi gözlerindeki parıltıda tiyatro sevdasını, tiyatro coşkusunu, tiyatro için çırpınışını görmeniz mümkün ve tüm oyunlarına bu enerjisi yansıyor. Sadece Tiyatrokare’nin değil, tiyatromuzun yaşama umudu adına Nedim Saban gibi tiyatro sevdalısı isimlere sahip çıkmak çok önemli diye düşünüyorum.

Eğer hala izlemediyseniz, ilk fırsatta “Ahududu”yu izleyin. Şu aralar sizi hayatın , ülkenin ve şehrin tüm hengâmelerinden arındırıp dingin, sakin eski İstanbul’da dolaştıracak, yüreklerinize sevgi ve güzellik serpiştirecek “iki iyilik meleği” ile tanışmak için geç kalmayın…

1

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku