Sözcüklerin=Sözün Tükendiği Gün… “Limon Limon Limon Limon Limon”

Robert Schild
2,6K Okunma

Robert Schild

Dil nedir? Neyimize yarar? Kullandığımız sözcükler, anlatmak istediklerimizi ne derecede aksettirebiliyor? Kaldı ki bu sözcüklerin acaba ne kadarı gerekli, anlatmak istediklerimizi aktarabilmek için?

Bu soruların yanıtını bundan yetmiş yıl kadar önce Kel Şarkıcı oyununda irdelemeye çalışan Eugène Ionesco, kimi basma kalıp kurallar arasında bocalayan insanoğlunun kullandığı sözcükler ile bir çeşit dil çöplüğü oluşturduğunu çarpıcı bir şekilde gösterirken, Uyumsuz (Absürd) Tiyatro’nun temellerini atmıştı… Bir “anti-oyun” olarak adlandırdığı bu yön verici yapıtıyla çağdaş yaşamın acı bir portresini çizmiş olan Ionesco’ya göre oyununun kahramanları “artık konuşamıyorlar, çünkü artık düşünemiyorlar; artık düşünemiyorlar, çünkü artık etkilenemiyor, artık tutku duyamıyorlar. Artık olamıyorlar; herhangi birine ‘dönüşebilirler’, kimliklerini yitirdiklerinden, başkalarının kimliklerini üstlenirler… Birbirlerinin yerine geçebilirler.” (1)

Britanya’nın çiçeği burnunda oyun yazarlarından Sam Steiner, 2015’de ilk sahnelenmesinin ardından üç ayrı ödül almış olan Lemons Lemons Lemons Lemons Lemons oyununda da dil konusunu odağa alırken, parmağı başka konulara basıyor: Onun eleştirisi baskıcılık, sansür ve serbest ifadenin kısıtlanması hakkındadır!

Genç avukat Bernadette ve müzisyen/besteci Oliver’in bir kedi mezarlığında (!) tanışmalarıyla daha sonraki ilişkileriyle beraberliklerini konu alan Limon Limon Limon Limon Limon oyunu, kişiler arasındaki kendine özel dilin irdelenmesiyle start alıyor… Bu “yerel ağız” gibi düşünülebilen dili Bernadette, iki kişiye “(…) mahsus şakalar, şirin takma isimler, bazı durumları anlatmak için kullanılan küçük sözcükler” olarak tanımlıyor. Somut olarak dile getirilmemekle birlikte, kişilere özgün böyle bir iletişim modelinin aralarında da oluşması şeklindeki dileklerini sezinliyoruz bu genç çiftin…

…ne var ki, bulundukları ülkede (ki bunun Britanya olduğu oyun metninde açıkça belirtiliyor) çıkarılmakta olan “Sessizlik Yasası”, yaşamlarını karartıyor… Bu zorunlu uygulamaya göre, ülkedeki her kişi günde 140 sözcükten fazla konuşamayacak! Böylesine anlamsız bir kısıtlama “mezuniyet konuşmaları, sunumlar, kahramanlık şiirleri, şarkılar”ı içereceği gibi, en basit iletişim gereksinimlerini de kapsayacak… Oysa ki, oyunun bir yerinde her insanın yaşamı boyunca 123 milyon 205 bin 750 sözcük kullandığı belirtilirken, bunun şimdi 4 milyon 11 bin 350 ile sınırlandığını öğreniyoruz (elimizde hesap makinesini alıp oyunun metnini incelediğimizde, gördüğümüz kadarıyla: 140 sözcük/gün x 365 gün x ortalama yaşam beklentisi olan 78.5 yıl = 4.011.350 sözcük!). Oliver’in belirttiği gibi “119 milyon 195 bin 400’ü gitti” – ki kolay yutulur bir lokma değildir bu!

Durum böyle iken, gülelim mi, ağlayalım mı, bilemiyoruz… 140 kelime sayısı, twitter’deki 140 vuruş kısıtlamasına ironik bir nazire olabilir veya “ne diyeceksen, kısa tut!” dürtüsüne bir gönderme – öte yandan, Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 romanındaki kitap okumanın yasaklanması gibi, baskıcı bir rejimin getireceği anlamsız buyurganlığın ön evresinin işareti de…

Kuruluşunun ilk yıllarından bu yana DOT’un kadrosunda bulunan Mert Öner’in yönettiği “Limon x 5”e, bu topluluğa oldukça yeni katılmış iki oyuncu rol alıyor. Nefesinizi Nasıl Tutarsınız ile başarılı bir giriş yapmış olan Esra Ruşan ile bu oyun ile burada ilk kez izlediğimiz Serhat Parıl, ilk gösterimde dahi kusursuza yakın birer performans sergilemesini bilmişler… DOT’un bu sezonda başlattığı “7 Serisi” oyunları konseptine uygun olarak, dekorsuz ve arena konumundaki sahnede yer alan sözel ağırlıklı oyunlarda neredeyse eşit derecede öne çıkan devinim ögesi de burada reji açısından göz doldururken, oyuncuların izleyicilere sırtlarını dönmeleri esnasında dahi dramatik dışa vurumları aksatmıyor ki, bunu da onların kendi yetkinliklerine bağlayabiliriz! Oyunun metninde “Yasadan Önce” / “Yasadan Sonra” başlıklarıyla karışık bir kronolojiye göre dizilmiş olan elliyi aşkın kısa bölüm, her ne kadar sahne dinamizmini sekteye uğratabilecek tuzaklar içeriyorsa da, oyuncuların o sözel ve bedensel başarımları, seyircilere akışı (çok?!) zorlanmadan izlettirebiliyor diyebiliriz…

Sam Steiner’in daha çok genç yaşta olmasına karşın, akıllıca ve olgun içerikli bir metin yazdığını söyleyebiliriz; repliklerin içerdiği eleştirel ironinin yanı sıra, konu edindiği aşk ilişkisinin kısıtlı bir sözcük dağarcığı ile nasıl başa çıkabileceği çabasını büyük bir ustalıkla sergiliyor. Bunu reji göz teması, yüz mimikleri ve Morse alfabesini de içeren ritmik devinimler ile tamamlaması bilmiş, oyunculara neredeyse nefes alma fırsatını bırakmaksızın..!

Otuzu aşkın oyunlarını on iki sezon boyunca izleyip irdelediğim (2) DOT’un kâh sert içerikli, kâh neşeli, ancak her daim düşündüren/eleştirel oyunlarının arasında en politik yapım, kuşkusuz bu oyun olmuştur… Konusu açısından Bradbury’nin Fahrenheit 451’inden öte G.Orwell’in 1984 veya A.Huxley’in Cesur Yeni Dünya romanlarını çağrıştıran “Limon x 5”in sahnelenmesindeki zamanlama salt rastlantısal mı, bilemiyorum ve sorgulamak da istemiyorum – ancak bu düşündürücü oyunu her eleştirel tiyatroseverin gecikmeden izlemesini öneririm…

************

(1) E.Ionesco: The tragedy of language, Tulane Drama Review, 1960 – aktaran M.Esslin: Absürd Tiyatro (çev. G.Siper); Dost Yay., 1999, s.117

(2) http://www.tiyatrodergisi.com.tr/12-sezonuna-giren-dot-uzerine.html

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku