“Şenay Gürler” Olmak…

Pınar Çekirge
6,6K Okunma

“Dionysos’un Çocukları” adlı röportaj serimizde, bu defa Şenay Gürler‘i konuk ettik. Tiyatrodan, sanattan, hayattan konuştuk uzun uzun.

“Çelik Manolyalar”, “Nereye Gitti Bütün Çiçekler”, “Richard”, “Ben Türkan Saylan”, “Medea’ya Göre Ahlak”, “Dolu Düşün Boş Konuş”, “Kocasını Pişiren Kadın”, “Karşınızda Yalnız Kadın”, “Tanrı’nın Eli”, “Ödenmiyor Ödenmeyecek”, “İçerdekiler”, “Parkta”, “Yaşamak Güzel Şey Be”, “Savaş İkinci Perdede Çıkacak”… Bütün o oyunlardan söz ettik ve tabii, “Korkuyorum Anne”, “Kasap Havası”, “Döngel Karhanesi”  filmlerinden de. “Avrupa Yakası”, “Çukur”, “Şahsiyet”, “Kalp Yarası”ndan da.

Lady Anne, Türkan Saylan, York Düşesi, Medea, Sabahat, Abby, Fatoş Akın, Hemşire Plimpton, Azade Sancakzade ile karşı karşıya olduğumuzu ayrımsadık birden.

Çağla yeşili bol ela gözlerinden yayılan ışık çakımları… Denizin üzerinde menevişlenip, adeta bir gümüş seline dönüşen ay ışığını andırıyordu sanki.

Şenay Gürler gözlerinin içine düşen nice acılara rağmen, yüreğinin sesini kaybetmedi hiç, sahne büyüsüyle doğmuştu çünkü. Tepeden tırnağa oyuncuydu.

Hatırlıyorum, Şenay Gürler‘i ilk kez “Ermişler Ya da Günahkarlar” da izlemiştim. Hemşire Plimpton rolündeki başarısı, inandırıcılığı, sahiciliği, geçen senelere rağmen, şu an bile belleğimde.

Foto: Sude Damar

Şimdi düşünüyorum da, Şenay Gürler insana, hayata dair, en az bir çift sözü olan, nitelikli eserlerde rol almıştı hep.

Şenay Gürler‘i dinlerken fark ediyorum, o hiçbir koşulda sendelemedi, sarsılmadı, yere kapaklanmadı. Hep ayakta durdu, yürüdü. Çünkü günlük yaşamda anlatılamayanların, söylenemeyen sözlerin sanatla anlatıldığını, yansıtıldığını  biliyordu. Hiç bir kösteği engel olarak görmedi bu nedenle. Ah’ların, vah’ların, keşke’lerin, öğretilmiş çaresizlik duygularının arkasına sığınmadı hiç. Amatör tiyatroda çalıştı, fakülteye devam etti, sahneye çıktı, geceleri üniversite öğrencilerinin mezuniyet tezlerini daktilo etti. Aslolan sadece hayatın sürmesiydi. Eğilip, bükülmemekti.

Şenay Gürler güçlü, disiplinli, niteliği gözeten, derinlikli, sıra dışı oyunculuğuyla yaşar kıldığı karakterlere silinmez, ölçüt sayılabilecek nice imzalar attı yıllar içinde.Örneğin, Hemşire Plimton yorumu, Türkiye tiyatrosunda yeni bir eşiğin habercisi sayılabilecek başlı başına bir oyunculuk olayıydı, bana göre. Tıpkı Medea gibi. Sahne üzerinde senfoniler, şiirler yazmış, ağıtlar düzmüş, an gelmiş sayısız metafora anlamlar iliklemişti Şenay Gürler. Ve şimdi nasıl hatırlamam, “Nereye Gitti Bu Çiçekler”de mültecilerin travmalarını onarmaya çalışan o Amerikalı psikoloğu?

Foto: Sude Damar

Geçen yıl “Ben Türkan Saylan”ı izledikten hemen sonra şunları yazmıştım :

Kısaca, Ben Türkan Saylan…

Türkan Saylan’ı daha önce sinemada Rüçhan Çalışkur, tiyatroda Dilek Türker’den seyretmiştim. Bu defa, Cengiz Toroman’ın yazıp yönettiği, Gamze Kuş’un birbirinden şık kostüm tasarımlarına imza attığı ‘Ben Türkan Saylan’da  bambaşka bir Türkan Saylan yorumunu Şenay Gürler’den izledim.

“Sevdiğim şeyleri düşünüyorum son zamanlarda…”

Ben Türkan Saylanda yine çok etkileyici, sahneye yakışan, canlandırdığı her karakterle organik bağ kurabilen, yetkin, derinlikli, yalın, nitelikli, özenli, tiyatroya hakettiği ciddiyeti veren oyunculuğuyla bir Şenay Gürler vardı. Her rol aldığı piyesi merakla beklediğim ve şimdiye dek bir kez olsun, bana düş bozumu yaşatmayan Şenay Gürler bu sezon, ‘Medea’ya Göre Ahlak’ , ‘Ben Türkan Saylan’ ve henüz vakit yaratıp, izleyemediğim, ‘Richard’ ile tiyatroseverlerle buluşmakta.

Berna Laçin, Uğur Dündar, Mert Fırat, Levent Üzümcü, Yetkin Dikinciler, Ayşe Yüksel, Revna Sarıkoç’un dış ses olarak katıldığı ‘Ben Türkan Saylan’da oyunun müzik tasarımını Dengin Ceyhan, video tasarımını Onur Duru ve Mısra Candanadam, dekor tasarımını Serkan Kavurt, ışık tasarımını Yüksel Aymaz üstlenmiş. Fotoğrafları Mehmet Turgut çekmiş. Bu arada belirteyim, tekste yer yer didaktik vurgular ortaya çıkmakta… Kuşkusuz, hemen her biyografik oyun için geçerli bu. Aslolan dozu tam yerinde tutmak. Tekrara ve yeknesaklığa yelken açmamak.

Bir mavilik, bir açıklık vardı… Masmavi bir aydınlık. İki ceviz ağacı arasından bir salıncak… Bir ömre kaç ömür sığardı? Kaç ömür sığdırmıştı? Her defasında hayatı yeniden öğrenmek nasıl bir duyguydu? Kimsesiz rüyalarda bile hep o deniz yıldızları…

‘Ben Türkan Saylan’da Şenay Gürler’in oyunculuğunu izlemenizi özellikle öneririm.”

Foto: Sude Damar

Turneler, ödüller, provalar, seslendirme stüdyoları, setler arasında devam eden bir hayattı onunkisi.Dahası bu mesleğin nasıl yapılması konusunda gerçek bir rol modeldi Şenay Gürler. Oyuncu dinamiği, ritmi, beden dili, yeteneği, uçsuz bucaksız zarafeti, güzelliğiyle sahneye, ekrana, perdeye yaraşan, hayatı sanatına katık etmiş özel bir değerdi… Belki de Şenay Gürler olmak böyle bir şeydi.

“Büyüyünce hangi mesleği seçmek istiyorsun?” Hemen her çocuğun istisnasız karşılaştığı bu soruya: “Spiker, gazeteci, doktor, psikolog” diye yanıt verirken… Daha o ufacık yaşında dağarcığına hayatın yeni, hiç bilmediği renklerini eklemeye başlamıştı bile.

Artık çok daha iyi anlıyorum: Şenay Gürler sunulan rolü, olağanüstü bir incelikle ele alıp, kendi kılarak yorumluyor. Her izlediğimizde farklı derinliklere, en uzak iklimlere götürüyor bizi… Dahası yankılar katıyor yaşamlarımıza. Nice gerçek ve gerçek üstüyle haleliyor hatıralarımızı.

Aslında, bu mesleği seçmesi kolay olmadı hiç!

“Oyuncu olup da ne yapacak” diye düşünüyor ailesi. Kızları için en doğru şey, bir an önce evlenmesi. Herkes gibi, evini barkını bilmesi. Görücü usulüyle evleniyor zaten, çok genç yaşta anne oluyor ve sonrasında eşiyle yollarını ayırıyor. Zor zamanlar, anlayacağınız. Oysa en başa dönersek babası sanata yönelmesine neden oluyor. Sinemaya götürüyor. Pek çok filmi beraber izliyorlar. Sorasında da o filmler, oyuncular hakkında uzun uzun konuşuyorlar.

Foto: Sude Damar

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ‘bir yaş sınırı’  nedeniyle tiyatro değil sinema bölümüne kaydını yaptırıyor Şenay Gürler. Birinci sınıfta okurken TRT’de sözleşmeli sunucu oluyor. Boşandığı için toplumsal gözaltında tutulsa da, o artık adı olan bir kadın. Varsın, çocuklu dul desinler. Kime ne?

Şener Kökkaya’nın kurduğu İzmir Sanat Tiyatrosu’nda “Ödenmedi Ödenmeyecek” ve “İçeridekiler” adlı oyunlarda gösterdiği başarıyla adından söz ettirtiyor.

Ve İstanbul…

Saatlerce devam eden seslendirme çalışmaları. Yorgun gün batımlarına eşlik eden erguvan yağmurları. Ama hiç kaybolmayan umutlar, kimsenin kırmasına izin vermediği hayaller…

TRT için çekilen “Sahte Dünyalar” dizisinde rol alması için gelen öneriyi kabul ediyor Şenay Gürler. Ardından “Çılgın Bediş”, “Kaygısızlar” geliyor zaten.

Bu arada seslendirme konusunda, başta Ayşegül Yalçın, Sungun Babacan‘dan çok şey öğreniyor. Alev Sezer, Erdal ve Gürdal Tosun, Zekai Müftüoğlu, Talat Bulut, Reha Özcan gibi pek çok önemli isimle çalışma fırsatı buluyor. Yine de, İstanbul’da kalmasını, İstanbul’da kalabalıklar arasında kaybolmamasını Mehmet Keskinoğlu‘na borçlu olduğunu söylüyor her fırsatta. Show TV’nin, hemen ardından da Türkcell’in sesi oluyor.

Foto: Sude Damar

Rastlantılar kolay açıklanamıyor, doğru. Düşünsenize, Nedret Denizhan, Şenay Gürler‘e “Neden İstanbul’a gelmeyi, mesleğine burada devam etmeyi düşünmüyorsun?” demese belki de her şey daha farklı olacaktı. Kim bilir?

Haluk Bilginer / Oyun Atölyesi… Tarih: 4 Nisan 2002

“Haluk ile ‘Eyvah Kızım Büyüdü’ dizisinde birlikte rol almıştık. O dönemde, tiyatro yapmayı ne kadar çok istediğimi, tiyatronun benim için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu onunla çok konuşmuştum. Aradan bir yıl geçti, bir gün Haluk beni aradı. ‘Hâlâ aynı isteği duyuyor musun?’ diye sordu. Çok heyecanlandım birden. ‘Teksti okumama bile gerek yok, önerini peşinen kabul ediyorum’ dedim. Işıl Kasapoğlu yönetiyordu oyunu, Haluk Bilginer, Bülent Emin Yarar da kadrodaydı. 

İlk gün, ne yapacağım bu gerçek ustaların arasında diye, o kadar çok kaygılandım ki, anlatamam size. Oyun Atölyesi’nin de ilk oyunuydu bu. Yaklaşık üç sezon ‘Ermişler Ya da Günahkârlar’ı sergiledik.” 

Tam da bu noktada bir parantez açıp, Üstün Akmen‘e kulak verelim:

“Şenay Gürler, Kasapoğlu kendisine ne sunmuşsa almış, ama bir çuval pirincin içinden taşları titizlikle ayıklamış, artistik belleğinin süzgecinden geçirmiş.”

Yine o dönemde, çok hoş bir gelişme daha yaşandı: Reha Erdem, Bülent Emin Yarar’ı izlemeye oyuna geliyor ve sahnede beni de görüyor. Sonrasında konuşuyoruz. Bir film üzerinde çalıştığından bahsediyor. Ve ‘Korkuyorum Anne’de İpek rolünü oynuyorum. Daha bu film gösterime girmeden ‘Avrupa Yakası’ dizisi için teklif alıyorum ve beş buçuk yıl boyunca büyük ilgi gören bu durum komedisinde çok değerli oyuncularla çalışıyorum.” 

Şenay Gürler‘i dinlerken “Dolu Düşün Boş Konuş” adlı oyunda Zuhal Olcay‘ın annesi rolünde elde ettiği başarıyı, kara güldürü oyunculuğuna getirdiği taze nefesi, insanı tüm esnekliğiyle ele alıp oynadığı piyesleri, televizyon dizileri, sinema filmlerini hatırlıyorum.

Foto: Sude Damar

Yavuz’un sorularını yanıtlıyor Şenay Gürler

Yavuz Pak: Medea’ya Göre Ahlak oyunu Ekim 2022’de Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından sakıncalı bulunarak iptal edildi. Daha sonra Nilüfer’de sahnelendi. Tiyatroya sansürün son yıllardaki kurbanlarından biri olarak sansür konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Bu bağlamda, otosansür hakkındaki düşüncelerinizi de alabilir miyiz?

Şenay Gürler: Sansüre bir sanatçı olarak da bir insan olarak da; yaptığım sanat açısından da, bu sanatın her alanında karşı çıkıyorum. Çünkü sanat nacak özgür düşünceyle yapılabilecek bir şeydir. Sanatçı kurulu düzeni, isterse mükemmel olsun, yine de eleştirebilmelidir, eleştirel bir yerden bakabilmelidir diye düşünüyorum. Aynı zamanda kendini de eleştirebilmelidir ve kendine karşı da aynı özgürlük içerisinde olmalıdır; eleştirirken de kendini yıkıp yeniden yaratma aşamasında da. Çünkü her oyunda kendimizi yıkıp yeniden yaratıyoruz. Öte yandan, maalesef daha çocukluğumuzdan itibaren genlerimize işlemiş bir otosansür sitemi var. Artık otosansürü aşmak için bile büyük bir çaba sarf etmemiz gerekiyor. Günümüzdeki baskıya karşı geliştirdiğimiz otosansür hayatın her alanına yayılmış durumda. Giyinirken, tweet atarken, yolda yürürken, bir şey söylerken, biraz daha dikkatli olmaya çalıştığımı fark edip yakalıyorum kendimi ya da etrafımdaki herhangi birini. 

Yavuz Pak: Sansürle karşılaştığında artık tamamen sessizliğe gömülen pek çok sanatçıya da tanıklık ediyoruz. 

Şenay Gürler: Maalesef öyle. Herkes kim bilir neler söylemek istiyor… Kimseyi eleştiremeyiz bunun için. Çünkü seçimler var hayatta. Kendimizi var ettiğimiz bir alan var.  O alanda var olma mücadelesi verirken, ne kadar kaygan zeminde ya da ne kadar sağlam bir zeminde durduğu tamamen kişinin kendisiyle ilgili. Onun hayatını bilemeyiz ve ben o yüzden ses çıkartmadı, duyarsız kaldı diye bakmıyorum. Ben neredeyim, ben nerede duruyorum? Ben belki şu anda tweet atmıyorum ama oyun oynuyorum, oynadığım oyunlar var. Sanat bu anlamda çok önemli. Günlük hayatta dile getiremediğimiz bir çok şeyi sahnede anlatıyoruz. Benim hiç unutmadığım bir şey vardır; öğrenciyken sinema ile ilgili bir araştırma yapmıştım. Mussolini dönemi İtalya’sında çok büyük bir baskı ve sansür var. O dönem ırkçı propaganda yapmak amacıyla  büyük sinema siteleri kuruyorlar, Geniş alanlarda, sitelerde filmler yapılıyor ve sansür kurulu tarafından izlenip sakıncasız görülüyorlar. Ancak bu filmleri yapan yönetmenler çok zekice ve estetik bir dille öyle filmler yapıyorlar ki  halkı ırkçı otoriteye karşı galeyana getiriyorlar. Sanat bu işte! Ondan sonra da İtalyan yeni gerçekçiliği ortaya çıkıyor Felliniler, Viscontiler geliyor. 

Foto: Sude Damar

Yavuz Pak: Alternatif/bağımsız tiyatrolar son 20 yıldır artık ana akım haline geldiler. Tiyatro basınında, eleştirilerde, ödüllerde merkezi bir konumda artık bağımsız tiyatrolar. işgal ediyor. Ne düşünüyorsunuz, gerçekten yeni bir altın çağ yaşıyor mu sizce Türkiye Tiyatrosu sizce?

Şenay Gürler: Altın çağ olarak nitelendirilebilir mi bilemem ama pek çok genç tiyatrocu arkadaş büyük bir emek harcayarak tiyatro yapmaya çalışıyor ve yüzlerce oyun çıkıyor her sezon. Elbette çok iyi olmayanları da var aralarında ama oldukça nitelikli, gidip izlenmesi gereken çok oyun da var ve bu tiyatromuzun gelişimi için çok kıymetli. Seyirci de geliyor oyunlara. Demek ki yeni bir tiyatro seyircisi oluşmuş durumda. Tiyatronun dili de değişmeye başlıyor, oyunculuklar da reji de daha çağdaş yorumlarla kendi seyircisini yaratıyor.

Yavuz Pak: Hollywood’da bu yıl 4 ay süren ve Oyuncular Sendikasının 145 bin üyesinin katıldığı büyük grevin en önemli nedenlerinden biri yapay zekanın özellikle seslendirme sanatçılarının haklarını gasp edecek biçimde geliştirilmesiydi. Bir seslendirme sanatçısı olarak yapay zeka hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Şenay Gürler: İster kabul edelim ister etmeyelim, teknoloji gelişiyor ve bu teknolojinin yarattığı sonuçların nereye varacağını bilemiyoruz. Yapay zeka artık hayatımızın her alanına girdi. Seslendirme alanında, siz belli cümleleri okuyorsunuz sonra onları bir araya getirip yepyeni cümleler, hatta metnin tamamını sizin sesinizi kullanarak devam ettirebiliyor ki bu çok tehlikeli. Bu nereye gider bilemem ama  teknolojinin hayatımıza daha fazla girececeği kesin. Ama tiyatro oyunculuğunda yapılamaz diye düşünüyorum. Seyirci ile oyuncu arasında kalan gidip gelen bir enerji var sahnede oynarken. Bunu yapay zekayla ya da bir robotla sağlayamazsın diye düşünüyorum. Ama hayat o kadar hızla değişiyor ki artık, bizi nereye götürür, neler gelir başımıza, kestirmek zor. 

Foto: Sude Damar

Yavuz Pak: Türkiye’de tiyatrocuların ve tiyatroların en büyük sorunları neler sizce? 

Şenay Gürler: Her şeyden önce tiyatro sahibi olanların çok ciddi sorunlarla uğraştıklarını düşünüyorum. Salon bulmak oyuncu için büyük sorun. Çünkü salon kiraları çok yüksek. Oyunla ilgili masraflara gelmeden önce, elektrik, su, doğalgaz vb.  Temel gereksinimlere harcanan paralar o kadar yüksek ki! Hala tiyatrolardan eğlence vergisi alınması da tam bir facia! Bütün bu masrafların ve vergilerin indirilmesi gerekiyor. Burada sanat yapılıyor çünkü. Sanat da çok önemli bir toplum için, toplumun gelişmesi için. Devlet desteği de çok az tiyatrolara. O da belli başlı bazı tiyatrolara aktarılıyor. Bu sorunların hepsinin doğru bir sanat politikası çerçevesinde çözülmesi gerekiyor.

Yavuz Pak: Son yıllarda giderek derinleşen sınıfsal farklılıklar da sirayet ediyor tiyatroya. Büyük salonlarda, ünlü oyuncuların oynadığı, biletleri hayli pahallı, adına prodüksiyon denilen ve üst gelir gruplarına hitap eden gösterilerle, daha küçük salonlarda daha ucuza bile satın alabilen orta-alt gelir gruplarına hitap eden tiyatrolar arasındaki uçurum derinleşiyor. 

Şenay Gürler: Şöyle bir şey oluyor genellikle; büyük prodüksiyonlar Zorlu büyük sahneye, AKM’ye ya da Uniq Hall’a giriyorlar ve insanlar oralardaki görselliği, o ünlü oyuncuları görmek için her şeyi göze alıyorlar. Ama küçük sahnelerde daha alternatif şeyler var. Daha zor tüketilecek ve daha zor anlaşılacak belki… Bunu kabul etmek gerekiyor. Biz toplum olarak zoru da çok sevmiyoruz genellikle. 

Foto: Sude Damar

Ve o replikler düşüyor aklıma:

Koroyu öldürerek başlayacağım işe.

Öyküyü anlatmaya devam etmesinler.

Tarihin akışını durdurmak, dramadan dışarı çıkmak istiyorum. Zamanın akışına, dünyanın kaderine hükmetmek.” (1)

Hayattaki mucizesini kızı Duygu ve tiyatro sahnesinde, ekranda, beyaz perdede olmak, olabilmek şeklinde açıklıyor Şenay Gürler.

Buğulu bir pencere camına ne mi yazar?

Sadece iki sözcük: “Sevgi” ve “Barış“. O kadar! Daha ne olsun?

PINAR ÇEKİRGE – YAVUZ PAK

 

Kaynakça:

(1) Farrokhzad A.”Medea’ya göre Ahlak” (Çeviren: A. Arda)

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku