Gazanfer Özcan’a Mektup…

Pınar Çekirge

Pınar Çekirge bu defa da, aramızdan ayrılışının on ikinci yılında, Gazanfer Özcan’a bir mektup yazdı…

                                      17 Şubat 2021

Sayın Gazanfer Özcan,

17 Şubat 2009’da aramızdan ayrılmıştınız. Demek on iki sene olmuş.

Günümüze uyarlanmış vodvilleri, farsları, Ali’li, Rüstem’li, Hüsnü’lü, Süleyman’lı, Naciye’li oynadınız senelerce. Sahne sempatiniz o denli büyüktü ki, sahnede rol yapmaz adeta “o”lurdunuz. Daha sahnede ilk göründüğünüz an salon alkıştan yıkılırdı. Tiyatromuzun temel taşlarından biriydiniz. Bir ekolün, üstelik sizinle noktalanan bir ekolün “son temsilcisi”ydiniz Gazanfer Bey.

Gencay Gürün  “İstanbul’un son klasik komedi oyuncusu”ydu diye söz etmişti sizden katıldığı televizyon programında.

Belli ki hayatınızın anlamıydı tiyatro. Ne çok sanatçı yetiştirdiniz, kimlerin elinden tuttunuz, kimleri var ettiniz, hatırlasanıza.

Demet Akbağ’ın küçücük bir rolü vardı, hani. Elinde turşu tabağıyla sahneye girer sizinle konuşmaya başlardı. Kaç yıl geçmiş aradan, en az yirmi altı, yirmi yedi sene. Belki daha da çok.

Bican Efen’diydiniz, “Hisse-i Şayiha”nın unutulmaz Bican karakterine daha lisede öğrenciyken hayat vermiştiniz. Reşit Gürzap rahatsızlanıp oyuna çıkmasaydı da, nasılsa ”Mahallenin Romanı” olmadı, bir başka oyunda büyük bir başarı elde edecektiniz. “Meraki” zaten diplomanız olmamış mıydı?

Tuluat Ustası Naşit Efendi, İsmail Dümbüllü, Muammer Karaca, Aziz Basmacı, Münir Özkul, Nejat Uygur, Ulvi Uraz, Vahi Öz, Altan Erbulak, Erol Günaydın, Feridun Karakaya gibi siz de çok büyüktünüz. Bir dönemdiniz. Ve gerçek, tartışılmaz bir simge.

Yumuşacık, sarıp sarmalayan, sıcacık bir oyun tekniğiniz vardı. Bir sahne dehasıydınız kuşkusuz. Halkevi, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu… Yıllardan yıllara geçen alkışlar, üst üste açılan perde, ödüller, ekonomik sıkıntılar, turneler, afişler. Program dergileri.

Ve o sahneler: Küçük Opera Tiyatrosu, Gedikpaşa Azak Tiyatrosu, Ümit Tiyatrosu, Hodrimeydan Sahnesi, Şişli Tiyatrosu, Efe Kültür Sanat Merkezi…

“Hayır, oynarken hiçbir şey hissetmem. Mesela otuz yıl boyunca migren sancıları içinde kafamı duvarlara vurduğum zamanlar olmuştur. Sahneye çıktığım anda ağrı kesilmiştir, ama tam selam zamanı sancı tekrar başlar. Korkunç bir şeydir. Benim inandığım şudur ki; orada ben yokum. Bir başkasıdır. Bir başkasını oynuyorum ve o bir başkası da hasta değil. Hasta olan benim. Bu duyguyla iyi hissederim kendimi…” (1)

1968 yılında ilk kez karşılaşmıştık sizinle. O zaman Beyazıt mı, Laleli mi yoksa, hani bir yokuşun hemen alt sokağındaydı tiyatronuz. “Aşk Çorbası”ydı oyunun adı. Gönül Ülkü, Adile Naşit, Ziya Keskiner, siz vardınız kadroda. Tabii, başkaları da. Hayal meyal hatırlıyorum şimdi. Sekiz yaşın savrukluğuna verin, sıkılmıştım sanki izlerken. Yoksa çocuk tiyatrosu dışında izlediğim ilk yetişkin oyunu muydu “Aşk Çorbası”? Muhtemelen, evet.

70’li yılların hemen sonunda “İsmail Anan Seni Çağırıyor” ile tekrar karşınızdaydım. Hemen üçüncü sıranın ortasında. Ve en son 2 Kasım 2008’de izledim sizi. “Bak Şu İşin Tuhafına”da gülmekten gözlerimden yaşlar boşanmıştı. Son olduğunu hiç düşünemezdim. Fuayeye çıktığımda hala kaburgalarım ağrıyordu, inanır mısınız?

“Karımla Evleniyorum”, “Oh Olsun”, “Armatör” , “Süleyman Bacanak”, “Kimse Tutamaz”, “Deli”, “Öp Babanın Elini”, “Karımın Nişanlısı” , “Maymun Gözünü Açtı”, “Ben Çağırmadım”, “Nereden Nereye”, “Beş Milyona Kim Ölmez”, “Karım Gene Doğuruyor”…

Hepsini o kadar net hatırlıyorum ki. “Komiser Şekspir”i, “Beyaz Melek” ve “Çılgın Yenge”yi de. “Avrupa Yakası”nın Tahsin Bey’i. İlle Rumeli’li Rüstem.

An gelir, ter içinde kalırdınız. Her şey kördüğüm olur, üçüncü perdenin sonunda tüm yanlış anlaşılmalar giderilir olaylar tatlıya bağlanırdı. Seyirci kahkahalardan kırılır, bu arada Hüsnü Kuruntu, kuruntularıyla ortalığı birbirine katardı.

“Biz Şehir Tiyatrosu’nda gerçekten çok güzel günler yaşadık. O günün konservatuvarı olduğuna yüzde yüz inanıyoruz. Çok geniş kapsamlı bir konservatuvar üstelik. Çünkü ikinci sınıf sayılan aktörler, aktrisler bile, hoca vasıflı insanlardı. Biz bütün bu hocaların arasında hem görerek, hem çalışarak çok iyi eğitildiğimizi zannediyoruz, mutlu hissediyoruz kendimizi. Düşünün bir kere, Behzat Budaklar, Vasfi Rıza Zobular, Mahmut Moralılar, Hüseyin Kemal Gürmenler, Bedia Muvahhitler, Reşit Baranlar, Reşit Gürzaplar, Galip Arcan, Ercüment Behzat Lav, hepsi, hepsi hoca. Onlarla on iki yıl beraber olduk.” (2)

“Şehir Tiyatroları’ndan biz 62′ de ayrıldık. 62’den  bu tarafa, Şehir Tiyatroları’ndan ayrıldığımızdan bu tarafa, oradan ne gördük ve öğrendikse, oradan hangi kurallarla çalıştıksa hep aynılarını sürdürdük. Ben hep söylüyorum, bu kadar yıldır ayakta kalmanın, yaşamanın bir sebebi de bu olsa gerek. Kural dışına çıkmamak, bu rapor tutmak falan Şehir Tiyatrosu alışkanlığı. Ben zannetmiyorum, başka özel tiyatrolarda rapor mapor var mı, bilmiyorum ve zannetmiyorum da.” (3)

Gerçek halk sanatçısıydınız. Sululuğa, basitliğe, küfüre gönül indirmeden, hep korudunuz çizginizi. Hiç eskimediniz.

İmlası bozuk bir dünyada iyi ki sizi defalarca izledim, tanıdım. Beslenme yatağı halk olan koskoca bir akarsu gibiydiniz Gazanfer Bey. Kirlenmeden, bulanmadan aktınız; sakin, sessiz, iz bırakarak. Bir toplumun bilinçaltına yerleşmiş önemli kodlardan biriydiniz aynı zamanda. Değerinizi bilemedik sanki, haydi yeterince bilemedik, diyeyim. Gelgeç olanın peşine takıldık çünkü. Hem av hem avcıydık aslında. Önümüze sunulan sürek avında naylon skandalları, sözümona starları, sitareleri bir şey sanıp özendik. Oysa ‘atları da vururlar’dı. Farkında değildik. Ophelia’nın kan pıhtısı yalnızlığı umurumuzda değildi.

Acının doruğunu tatmıştım gidişinizle. Perde kapandı, bir dönem sona erdi. Noktalandı. Yeriniz bomboş. Şanslıyım aslında, sizi izledim, defalarca. Sizi tanıdım.

Ah, Gazanfer Bey ne çok habis tümörümüz vardı. Tiyatroya gitmemek için ne çok mazeretlerimiz. Hava yağışlıydı, bu sıcakta kim giderdi tiyatroya, hem dizi vardı televizyonda, yarışma vardı, kim kimi gözetliyor, kim kiminle evlenmeyecek telaşındaydık. E, malum ekonomik kriz. Sigaraya, şuna buna, bilmem ne markalı pantolonlara harcayacak tonla paramız vardı da, tiyatroya gelince elimizle cebimiz arasında “mesafe” en az sekiz kilometreydi.

Yıllar önce bir söyleşide : “Benim dileğim, gerçek tiyatro adamının, oyun sonrası makyajını silerken ölmesi. Her şeyi bitirmişsin, alkışını almışsın”  demiştiniz.

Gösteri, kesintisiz devam etti Gazanfer Bey.

2007 olmalı, hani yan yana oturuyorduk Gönül Hanım ve siz. Ülkü Erakalın’ın gösterisini izliyorduk. Cahide Sonku’ya bir zamanlar nasıl hayran olduğunuzu anlatmıştı Erakalın sahnede.

Sahi kaç adam yaşardı içinizde? Kaç kişiyi yaşar kılmıştınız sahnede? Ne Rüstem’i, ne Hüsnü’yü unutmadım desem.

Gittiniz bakışlarımız tenhalaştı. Eksildik, güdük kaldık.

Çiğdem Talu’nun Cahide Sonku için yazdığı o dizelerden bir mısra geliyor aklıma :

“İşte sahne sen oradasın ama seyre gelen hiç kimse yok.”

Avuçladığım kum parmaklarımın arasından akıp gidiyor. Ağıtlar yakılıyor gidişinize. Tahsin Sütçüoğlu’ndan bahsediliyor. Kirpiklerimin ucuna asıyorum repliklerinizi. Boğazıma takılanları yutuyorum sessizce. Özür diliyorum Gazanfer Bey. Herkes, hepimiz adına özür diliyorum.

Lale Belkıs’a “hayatın bir oyun olduğunu” söylemiştiniz hani. “nasıl olsa ister boşa koy, ister doluya bu perde kapanacak” demiştiniz.

Yağmur işliyor içime. Toprak üzerinde ıslak, kahverengi, buruşuk yapraklar öbek öbek.

Cenaze töreninizi izliyordum televizyondan. Gece karanlık. Oda loş. Sanki her şey yavaşlamıştı. Sanki sonsuza dek sürecek bir ağır çekimdeydik Gazanfer Bey.

Kahkahalarımızı alıp götürmeyin ne olur! Yokluğunuz acıtıyor, binlerce hayal kırıklığı birikiyor kalbimde. Hicran alıp başını gitmiş çoktan. Ürperiyorum.

İrileşen yağmur damlalarıyla hareleniyor denizin yüzü. Boğazıma takılan düğümü gerisingeriye çevirmeye çalışıyorum. Olmuyor. Gözpınarlarımda gölgeleniyor yaşlar. Akıntılar arasında sıkışıp kalmış, vurgun yemiş bir dalgıcım sanki.

Gece yırtılmış. Gökyüzü ağarmakta. Soluk, kirli yüzlü, sırılsıklam bir sabah bekliyor beni.

Zihni Göktay, 24 Şubat 2009 tarihli Sabah gazetesinde faturayı seyirciye ( bana, bize, hepimize ) kesiyordu :

“Tribünde cenazesini izleyeceğinize, tiyatrosuna gitseydiniz.”

Haklıydı.

PINAR ÇEKİRGE

 

Kaynakça: 

(1, 3) Bayülgen, O.:” Zamanın Tozu Pudra ” Doğan Kitap.Ist., 2007

(2) Demirci,V.: ” Alnında Işığı İlk Hisseden ” . Grafo Ltd.Ist, 1999

0

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku