“Bir Poetik İmge Analojisi: Canan, ‘Dişiliğiyle Değil, Kişiliğiyle Femme Fatale’ Mi?”

Zeynep Avşar
2,8K Okunma

“Yan Rol” yeni sezonda Ankaralı tiyatroseverlerin beğenisine sunulmuş bir oyun. Tiyatro Mitos tarafından AST Bilkent Sahne’de sergilenen oyunun tanıtım ve organizasyonu Turuncu Sanat Genel Koordinatörü Burak Bilgiç ve ekibi tarafından gerçekleştiriliyor. 20 Aralık 2023 Çarşamba gecesi Bilkent Sahne’de Ankaralı sanatseverlerle buluşan oyunda, Merve Polat’ın tek kişilik performansı izlenmeye değer. 

Oyun süresince oyuncu performansının hiç düşmeden devam etmesi, lokomotif olarak hikayenin izleyici üzerindeki izleksel akışsallığını  artırmada önemli bir faktör. Bu bağlamda, oyunun ve oyuncunun başarı grafiğinin hikayeyi takip eden  izleyicinin izleksel takipte zorlanmadığı bir tek perde izlenmekte. Bağlama hizmet eden en önemli faktör ise, oyunun  sade ve anlaşılır bir dille yazılmış olması. Gündelik konuşma dilinin kullanılması, hem oyunun başladığı tempoyla devam etmesini, hem oyundaki an’lar konusunda izleyicide farkındalık yaratılmasını hem de izleyicinin durağan olmaktan çıkarıp interaktif etkileşime girmesini sağlıyor.

Deniz Madanoğlu’nun kaleme aldığı oyunun dramaturjisi Arzu Önder’e ait. Tek perdelik oyunda hikaye, bir tiyatro kulisinde geçiyor. Rol mücadelesinde yaşanan manevi arbede sonrasında, istediği role binbir güçlükle sahip olan kadın oyuncunun iç dünyası ve kendine itirafları konu edilmekte. Tek perdelik oyunun tek karakteri olan Canan, konservatuvar mezunu bir oyuncudur ve her zaman arkadaş çevresinde ‘kanka’ olarak kabul edilen bir kişiliktir. Ancak bu kankalık mevzusu, zamanla Canan‘ın özel hayatıyla sınırlı kalmanın ötesine geçer ve iş hayatında da önyargılara sebep olur. Öyle ki, iş hayatındaki önyargısal yaklaşımların uzantısı olarak özel hayatında da  kişiliği ve dişiliği  arasında karşıt duygular yaşamaya başlar.Hayatın akışında kalarak bu duyguların hayatını yönlendirmesine izin verdiğinde ise  iş işten geçer ve artık Canan, kendi hayatının yan rol oyuncusu olur.

Oximoron duygular…

Yediden yetmişe herkesin yaşayabileceği türden olaylarla izleyici karşısına çıkan oyun, hayattaki anlara dokunarak, öznelliğe kurgusallık boyutunda yerdeşlik katıyor. Söz konusu yerdeşlik, ardsüremli açıdan kadını yaşamsallığın ilk yıllarındaki süblime bakıştan, ergenlik dönemi sonrası fatal bir bir değişime zorluyor. Bu değişimde, maalesef ki toplumun doxaları, hayatta kalabilmenin altın anahtarı olan yazgıcı kadın, yani femme fatale olmaktan geçiyor. Acaba başarıya giden tek yol gerçekten femme fatale olarak başrolde kalmak mı yoksa kişiliğini kaybetmeden yan role razı olmak mı? 

Tek Kişilik Halay…

21.yüzyıla gelinceye kadar tüm felsefe ve ideolojiler öznellikle uğraştı. 1960’lar yapısalcılığın dünyada altın yıllarıydı. Tüm edebi ve felsefi akımlar ve dahi sanat akımları, öznenin peşindeydi. Yapısalcı felsefenin babası Michael Foucault ise özneye değil, insanın öznelleştirilmesine karşıydı. Günümüzde ise yapısalcılık yerini postmodernizme bıraktı ama geçiş süreci moderniteyle sağlandı. Fransa’da modernite geleneği olarak özne meselesi, Descartes’ten bu yana farklı geleneklerde hala  tartışılıyor. Kant sonrası gelenekten ortaya çıkan fenomenoloji geleneği, Marksist gelenek, felsefi antropoloji geleneği v.s. Hepsi öznenin ne olduğuyla ilgili. Bu bağlamda Foucault‘nun meselesi insana dayatılan kimliklerin evrensel değil, tarihsel olduğu gerçeğiyle alakalı. Bu kronolojide ortaya konan eserlerin tamamı kadın ya da erkek ayırdetmeksizin  öznelleştirilen öznenin bir kez daha özgür olup olmadığı sorularıyla bilinçaltımızı yokluyor. Bilinçaltı ve toplumsal bağ koordinasyonunda, Carl Gustave Jung’un arketipsel Persona(mask) ve Kendilik(self) savaşı başlıyor. İşte izlediğimiz oyunda da böyle bir “özne savaşı” sürüyor. Gizli ya da sözde özne olması yönünde toplum baskısı yaşayan bir kadının, ard süremli kimlik mücadelesi konu ediliyor. Oyun boyu izleyici, kollektif bilinçaltında toplum tarafından bireyselliği maskelenmeye çalışılan bir kadının kendisiyle olan rol kapma mücadelesini izliyor.

Arzu, değerin fiyatıdır!!!

Günümüzde edebi ve görsel akımlar, dünyada sürekli bir devinim halinde. Bağbozumu şenliklerinden günümüze, insanı katharsis kavramıyla başbaşa bırakan ve izleyici/okur üzerinde mimetik bir etki bırakan tüm eserlerin başarı grafikleri de yukarılarda olmuştur. Dünyada yeni sanat çizgisi ,artık insanı değil; Horatius’un carpe diemini diğer bir deyişle, an’ı öne çıkarmaktadır. Postmodern çizgisellikteki söz konusu ‘an’ meselesini, ‘femme fatale’ kavramı ile kadın odağındaki  dişilik ve kişilik düzleminde birleştiren oyunda, Jung’un maske arketipine karşı durmaya çalışan kadının topluma rağmen varoluş mücadelesi Yeşilçam filmlerini akıllara getiriyor. 

Aydınlık-Karanlık;iyi-kötü; güzel-çirkin v.s.. tüm karşıtlıkları kullanarak izleyicide iyi kadın–kötü kadın imajı yaratan eski Türk filmlerinin, toplumda yaratılan değerlere olumlu ya da olumsuz katkıları büyüktür. İyi ve kötü kavramları sanki sadece kadınlara aitmiş gibi kitle iletişim araçları eliyle yaratılmış doxalar üzerinden yapılan propagandalar geri kalmış bir zihinsel temsilden ibarettir. Kitle iletişim araçlarının özellikle televizyonların toplumda bir kamuoyu yaratabilmek adına, cinsiyet matrixi üzerinden yaptıkları propagandalara karşı Canan gibi karakterlerin yaratılması arzu, tutku ve bireysellik gibi insani duyguların  önemsenmesi adına önceliklidir. Arzu, özellikle beğenilme arzusu, çok doğal bir içsel duygudur. Günümüzde değer kavramı güncelliğini yitirmeye yüz tutmuşken, beğenilme arzusunun karşılığının kendi değerlerini ve özgüvenini koruma içgüdüsünden kaynaklandığını söylemek belki biraz iddialı gibi görünebilir. Ancak insanı her yönden zenginleştiren, değerler dünyasının zenginliğidir. Diğer bir söylemle, değerler konusu fantastik boyutta, kişiye özel farkındalık yaratılmasına neden olabilecek her bir söylem kapısını aralar ve izleyicinin değersel açıdan  gerçeklik dışı bir hayal alemine dalmasına sebep olur. Bu da izleyicide düşsel bir zenginliğe ve nihayetinde de imgelem zenginliği yaratılmasına sebebiyet verir ki, tiyatronun ve yazınsal metinlerin de gerçek anlamda hizmet ettiği nokta tam olarak budur.

Dekor Tasarımı ve Realizm

Tiyatro, kurgu-oyun-oyucu-dekor-sahne tasarımıyla bir bütündür. Oyunun poetikasını çözme hususunda dekor bize oyun boyu bazı ipuçları verir. Aslında bu yukarıda bahsettiğimiz değer kavramıyla yakından ilgilidir. Oyunun hizmet ettiği değer skalasını çözümleyebilmek için ilk olarak karşılaştığımız görüntüsellik dekordur. Örneğin, “Yan Rol”oyunu, başladığı andan itibaren sonuna kadar, aynı dekorda gidiyor. Kendilik (self) arketipi üzerine kurulmuş olan  oyunda, arka dekorda  kullanılan klasik tiyatro oyunlarının afişleri, sanki izleyiciyi G.Flaubert’in Madam Bovary’sine götürüyor. Tüm oyun boyunca arkada olan klasik oyun afişleri, Canan’ın Emma olarak izleyici zihninde kipselleştirilmesi noktasında söylemi eylem yönüne kanalize ediyor. Görsel tasarım beraberinde zihinsel çabayla, Canan’ı tiyatro kulisinden çıkartıp Emma olmaya zorluyor. Yazıldığı dönem itibariyle, sarsıcı bir etki yaratan, günümüzde dahi edebi etkisini dönem ayırıcı niteliğiyle baskın bir şekilde devam ettiren ve edebi bir sendrom olarak psikanalitik incelemelere konu olan Bovarizmin, eserin anlamsal karşıtlığını ortaya koymada bir ölçüt niteliğinde kullanılması mümkün. Bu çerçevede anlamın karşıtlıklardan oluştuğunu yazan Avusturyalı filozof Martin Buber (I and Thou)‘ci bakış açısıyla, koşullarının ötesinde yaşama arzusuna sahip olan Emma’nın hikayesiyle, zorunda bırakıldığı hayatında kendisine yan rol hakkı tanınan Canan’ın hikayesi paralel düzlemlerde hiç çakışmayacak gibi görünselerde, anlamsal doxaları çarpıştığı için birbiriyle örtüşüyor. Jung’un kadınları olarak Canan ile Emma’nın senteze varan çağrışımsallığınıda dekor, teknik düzeyde tamamlıyor.

Son söz yönetmenin…

Oyun öncesi Tiyatro Mitos’un kurucularından ve oyunun yönetmeni Şenol Önder ‘le yaptığımız kısa söyleşide, Mitos ekibi olarak özellikle pandemi dönemi sonrası “askıda bilet uygulaması”nı gündemlerine almaları, onların sanata bakış açılarındaki kollektif duyguları ön planda tuttuklarının en önemli izdüşümü…Böyle dayanışma ve kolektif bir ruhla yola çıkıldığında da  dünün getirdikleriyle bugünü sarmallaştırıp izleyicide katharsis yaratma yolunda ilerleyen an hikayesine de tempoyu düşürmemek kalıyor. Yolun açık olsun Canan!… 

ZEYNEP AVŞAR

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku