Tarsus Şehir Tiyatrosu’nun “Çirkin” Oyunu Üzerine Söyleşi

Ayşe Lebriz Berkem
5,K Okunma

Tarsus Şehir Tiyatrosu’nda, Marius Von Mayenburg’un yazdığı, Serdar Biliş’in çevirdiği, Nihat Çapar’ın yönettiği ve dramaturjisini yaptığı, Murat Çapar, Özmen Güvençli, Seçil Dedeyi, Ozan Karabulut, Yahya Okat’ın rol aldığı ÇİRKİN oyununu izledim. Oldukça dinamik, yetenekli genç bir ekipten oluşuyor Tarsus Şehir Tiyatrosu. Oyunu okuduğumda oyun üzerine bir söyleşi yapmaya karar vermiştim ama izleyince bu arzum daha da pekişti. Önce broşürdeki yazılardan alıntı yaparak başlamak istiyorum bu ‘uzun’ röportaja. Uzun diyorum, çünkü çok çağrışımının olduğunu ve bana çok soru sordurttuğunu söylemeliyim. Hâl böyle olunca ben de iştahla sordukça sormuşum, nehir gibi akmış söyleşi. Hikayesi, zaten gittikçe oyunu bilmeyen okurlarımız için de şekillenecek. 

Önce oyunun broşüründen alıntılar:

Dr. Haluk Bozdoğan (Tarsus Belediye Başkanı): Birazdan, günümüzde modern bireyin iş temposu, kariyer planlamaları ve kişisel hırslarının onu meş’um sona hazırladığını, iyi-kötü, güzel-çirkin ve ölüm-yaşam kavramlarının iç içe girerek, kişiyi kaçınılmaz bir finale yaklaştırma hikayesini izleyeceksiniz. Sahnede izleyeceklerinizin hangisinin çirkin, hangisinin güzel olduğuna kuşkusuz ki siz karar vereceksiniz; ancak karar sürecinizin sizi hangi duygularla yüzleştireceğini ve hangi açmazlara sevk edeceğini kestirmeniz epey güç olacak.

Murat Çapar (Tarsus Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni): Mayenburg, kapitalist sistemin içerisinde benliğini kaybeden bireyin bedensel olarak da başkalaşımını mizahi bir dille ele alıyor. ‘’Onlara göre’’ çirkin olduğu için çalıştığı şirketin ürünlerini satamayacak duruma gelen/getirilen Lette işini ve eşini kaybetme noktasında sancılı bir sürecin ortasında bulur kendisini…

Nihat Çapar (Dramaturg ve Yönetmen): ‘’Sana çirkin olduğunu düşünme dersem, ne düşünürsün? Değişen dünyanın acımasız ritmine ayak uydurabilmeniz için bu soruya ne zaman ve ne şekilde yanıt vereceğinizi bilmiyorum. Ancak şunu gayet iyi biliyorum; artık zihninizin bir yerinde duran ve sizi ‘’çirkin olduğunuza ikna edebilecek’’ bir fikirle yaşıyorsunuz. Yeni yaşamınızın ilk gününe hoş geldiniz.

Ve söyleşimiz başlıyor: 

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Ayşe Lebriz Berkem:  Neden “Çirkin”?

Murat Çapar: Çağımızın en net sorunlarından birini anlatmak istedik. Bu sorunları biz de yaşıyoruz. Bu oyunu anlatıyoruz ama ‘biz böyle değiliz diye’ değil, altı çizili kırmızı uyarı niteliğinde durum değerlendirmesi diyebiliriz. Çirkin dediğimiz şey, aslında kime göre neye göre çirkin? Oyunun finalinde de vurguladığımız gibi aslında istediğimiz özümüze dönmek. İş, aile, arkadaş noktasında bu yüzsüzlükleri çoğu zaman yaşadığımız için oyunda olduğu gibi sonunda özümüze dönmeyi istiyoruz. Çağımızın en büyük sorunlarından biri, çok fazlasıyla yüzümüz var ve biz kendimizi kaybediyoruz bu yüzsüzlüğümüzle… Biz de bunu bir tokat edasında anlatmak istedik. 

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunu çalışırken gerek metinle gerek rollerinizle girmiş olduğunuz etkileşim nasıl oldu? 

Seçil Dedeyi: ‘’Çirkin’’ oyunu zaten yabancı olmadığımız, içinde olduğumuz bir durum. Olaya sadece ‘estetik’ anlamda bakmadım aynı zamanda duygu olarak da öyleyiz. Sürekli bir şeyleri saklamak, bir şeyleri olduğundan farklı göstermek adına yaptığımız şeyler hep kendi özümüzden almış. Mesela Instagram! Filtreleyip kendimizi en güzel halimizle paylaşıyoruz, sanki çok mutluyuz, her zaman gülüyoruz, her zaman neşeliyiz. Bu bir süre sonra onaylanmaya, onlardan geri kalmamaya, onlar gibi olmak için çalışmaya dönüyor. Sen fark etmesen de seni öyle bir yola sokuyor, fiziki anlamda… Ben böyle biri miyim gerçekten? Öz olarak? Ne için koyuyorum oraya? Onaylanmak için mi? Bu beni ne kadar kendimden uzaklaştırır? Tabii günlük hayatta bunlar düşünmeyeceğimiz şeyler ama oyun sürecinde çalışırken bu noktadan da bakmaya çalıştım.  Bizim kaçırdığımız o güzellikler yani estetik algının dışında gibi görünen ama aslında çok güzel olan şeylerden uzaklaştığımızı fark ettim. Bu dediğim gibi hem fiziksel hem ruhsal… Bir sürü bizi uzaklaştıran şeyler olmuş hayatta.

Özmen Güvençli: Ben iki karaktere can verdim: biri patron, diğeri de doktor. Oyunda o kadar güzel bir şey var ki, dünya global anlamda satış dünyası! Biz ne yaparsak yapalım günün sonunda şuraya geliyoruz: biz bunları satabiliyor muyuz? Bu hiçbir zaman değişmiyor. Bu dünyada her şey biter, satış bitmez. Çünkü tüketiyoruz ve herkes bize bir şey satmanın derdinde. Patronda çıkış noktamı buradan yakaladım. Doktorda ise şöyle düşündüm, günümüzde başarılı bir estetik operasyon yaptıran birini gördüğümüzde talep artmaya başlıyor. Birbirlerine benzeme noktasında talepler ‘aynı’. Doktor da hep ‘aynı şeyi’ yapmaya başlıyor ve bir gün ‘’sadece bunu yapabiliyorum’’ diyor. Lette, eski yüzüne dönmek istediğinde de ‘’yapamam’’ diyor. ‘’Sadece bunu becerebiliyorum. Başka yapabileceğim bir şey yok.’’ diyor. İnsanlar, ‘bir şeyi’ yakalıyor ve o yakaladıkları ‘şeyde’ kalıyorlar, kendilerini daha iyi, daha farklı, yaratıcı, özgün kılamıyorlar. Doğallıklarını yok ediyorlar ve mekanikleşiyorlar ve tek bir şeye hizmet etmeye başlıyorlar. O yüzden oyun bugün için değerli. Aslında toplumun bir sorunu olarak gördüğüm için ‘’Çirkin’’ oyununu sahnelemeyi seçtik diyebiliyorum. Çünkü oyunun bize sorduracağı sorular olduğunu düşünüyorum. 

Ayşe Lebriz Berkem: Biraz önce ‘’satış dünyası’’ dediğin için vurgulamak ihtiyacı duyuyorum satış odaklı bir pazarlama dünyası içindeyiz. Vahşi bir üretim ve tüketim dünyasında öğütülüyoruz. Ve rekabet de kaçınılmaz. Bu da beni hemen Lette ile iş arkadaşı Karlmann’ın arasındaki ‘rekabete’ götürdü. Bu sistemde ‘tercih edilen’ olmak için çalışıyoruz adeta. Siz de rekabet halindesiniz. Acaba, Lette sadece ona çirkin dedikleri için mi estetik olmayı kabul ediyor yoksa işinde hep ‘tercih edilen’ ve ‘en iyi’ olmak zorunda olmasının da payı var mı?

Ozan Karabulut: Lette, insanlar ona ‘çirkin’ dediği için yüzünü değiştirmek istiyor ve önünde bir örnek yokken yüzünü değiştirmeye karar veriyor. ‘’Yüzümü değiştirmek istiyorum çünkü insanlar bana ‘çirkin’ diyor’’. Nedeni bu aslında, insanların ona çirkin demesi. Ancak benim oynadığım Karlmann için durum farklı. Onun Lette gibi olma çabası var. Yani Lette’nin yüzü değiştikten sonra hayatındaki değişimini, dönüşümünü Karlmann görüyor ve o da aynı yüzü yaptırdığında kendisinin hayatının da değişeceğini düşünüyor. Yani günümüz şartlarında maaşı beş birim olan birinin kırk birimlik telefon kullanması gibi bir şey bu. Hiçbir farkı yok. O telefonu düzen ona dayatıyor. ‘’Burada var olman için bunu kullanman lazım.’’ diyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Bu ‘baskı’ hepimizin her an yaşayabileceği bir durum değil mi? Konu telefon olmaz, estetik olmaz başka bir şey olur.

Ozan Karabulut: Bir ortamda var olabilmek için dayatılan nesneyi/kıyafeti/yüzü kullanmamıza gerek olmadığını bu oyun sayesinde öğrendim. Aslında kendi yaşantımda bunu yapmamaya çalışıyordum ama sadece çalışıyordum. Ta ki bu oyunu çalışmaya başlayıncaya kadar. Oyun sonuca ulaştığı zaman, işte o anda farkına vardım ‘’Biz bunu anlatıyoruz ama bizim de bunu uygulamamız lazım.’’ dedim.

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunun (benim için) acıtıcı taraflarından biri de şuydu: Oyunun sonunda herkes estetik operasyonla yüzünün Lette ile tıpatıp aynı olmasını istiyor ve bıçak altına yatıyor. Toplumsal bir histeri. Herkes Lette ise Fanny’nin kocası kim? Yani bu sadece patronla ilişkileri açısından değil, kadın erkek ilişkileri açısından da vahim geliyor bana. Dolayısıyla eğer o da Lette, diğeri de Lette, yani herkes Lette ise Fanny’nin diğer Lettelerle kurduğu ilişki de ‘kocası’ olan Lette ile kurduğu ilişki gibi mi? 

Seçil Dedeyi: Diğer Lette’lerle aynı ilişkide olması mümkün değil. Hatta Lette’nin yüzü değiştikten sonra kocasıyla olan ilşkisi bile aynı değil. Fanny aslında evlendiği adamı kaybetti. Üstelik iki kez kaybetti. Fanny boş bir kabuğun peşine düştü. Diğer Lette’lerde aradığı şey kocası ile olan ilişkisi değil. Kimliksiz bir kabuğun peşinde koştu ta ki kendi de o kabuğa dönüşene kadar. Doktorun son müşterisi Fanny! Karısı.

Ayşe Lebriz Berkem: Sahip olduğumuz her şey bizim görünmek istediğimiz ‘kimliğimiz’ haline geliyor ama onları kaybettiğimizde de birer ‘kabuk’ gibiyiz. Enteresan değil mi, Lette’nin icat ettiği 2CL, Karlmann’ın icat ettiği ise 2CK. Bir harfle oynayarak yeni bir şey yapmış oluyor; özgünlüğü nerede, hiç önemli değil. Ve pazarlanıyor. Satışta yani… Ben öyle algıladım.

Ozan Karabulut: O yüzden sistem artık değişiyor. Önceden satış pazarlama uzmanları vardı. Satış pazarlama diye bir bölüm okur ve öyle satış pazarlamacı olunurdu. Şimdi mühendisleri satış pazarlamacı yapıyorlar. Niye? Ürün bilgisi olan kişiyi satış pazarlamacı yapıyorlar çünkü sistem onu gerektiriyor. Sizi ikna edebilmem için o ürünü iyi bilmem gerekiyor, sadece güzel ve yakışıklı olmam, iyi konuşmam yetmiyor; o ürünü iyi bilmem gerekiyor. 

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Ayşe Lebriz Berkem: Günümüzde rekabet öyle bir yere geldi ki o ürünü satmak istiyorsan hepsi bir arada olmalı: içeriğini bileceksin; eli yüzü düzgün olacaksın; giyimine dikkat edeceksin; hitabeti iyi bileceksin; bir de beden dilini iyi kullanacaksın. O zaman ürünü satıyorsun… Bir üst düzey yönetici, bir çalışanına şöyle demişti: ‘’Sistem senin kendini nasıl sunduğunu görmek ister. Nasıl giyindiğin, nasıl bir tavırda olduğun önemli. Bir yere gideceksiniz toplantıya ya da tanıtıma, üst düzey müdürün hanginizi tercih edecek?’’ Cevap tabii ki ‘prezentabl’(*) olanın tercih edilmesi yönünde oluyor. Senden ürün alacak kişi için de önemli oluyor çünkü öyle bir algı oluşuyor ki, güvenilir buluyor.

Murat Çapar: Hukuk da düşüyor bu yanılgıya. Bir suçlu var ortada; kötü -ahlaki açıdan da çok kötü- bir suç işlemiş ve bu suçluya iyi giyindiği için İYİ HAL İNDİRİMİ veriyor hukuk. 

Ayşe Lebriz Berkem: Maalesef… O yüzden dış görünüşe aldanmayıp, onun nasıl göründüğünden daha çok kişinin ‘ne yaptığına’ dönüp dönüp bir daha bakmak gerekiyor.

Özmen Güvençli: Bugün artık yapay zeka, bu ürünlerin hedef kitlesini size data veri olarak işleyip verebiliyor.  Bu ürünün hedef kitlesi kim? Örneğin yüksek model araba kullanan, yılda birkaç kez yurtdışı tatili yapan, şu şirketlerle bağlantısı olan hedef kitleyi size o veri, o data süzüyor ve kitlen ‘bu’ diyor. ‘’Bu kitleye gidebilirsin.’’ diyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Kategorileştiriliyoruz… 

Özmen Güvençli: Sistem aslında bizi hep bir şeye odaklıyor. Aynılaştırıyor, tek tipleştiriyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunda da durum böyle sanki… Lette’nin çoğalması toplumsal bir histeriye dönüşüyor ve oyunda Lettelerin çoğaldığını tek bir oyuncu üzerinden anlıyoruz. 

Yahya Okat: Toplumun yozlaşmış tarafını resmetmeye çalıştık aslında. Bunu yansıtmaya çalışırken çok düşündüm. Az önce 2ck, 2cl muhabbeti yaparken ‘algı’ dediniz. Algı ve manipülasyon dünyada da toplumları yönlendirmede oldukça etkili kullanılan bir teknik. Gerek siyasette gerek iş dünyasında ya da özel hayatınızda insanların kararlarına, yaşantısına hatta ruhuna kadar etkileyecek büyük bir silah. Ben de rolüme hazırlanırken bu algıların etkisini üzerimde taşımaya çalıştım. Algıların hükmettiği bir dünya içindeyiz ve bu algılar içinde hayatta kalabilmek, kabul görmek için ya da ürünü satabilmek için 2ck ya da 2cl olsun -aslında aralarında hiçbir fark yok- bu ürünü satabilmek için senin de bir noktada ürünleşmen gerekiyor.  Ve o üretim bandından, -biz ameliyathane sahnemizi bir üretim bandı gibi düşündük- bir ürün olarak çıkman gerekiyor hayatta kalabilmek için.

Ayşe Lebriz Berkem: Fabrikasyon gibi…

Yahya Okat: Kesinlikle. Seri üretim. Fabrika gibi. Dediğim gibi tekstte ‘bir adam’ olarak yazıyor ama bir ürün olarak tanımlıyorum kendimi. Bir ürün! İşe yaradığı kadar tüketilip yerini yenisine bırakacak bir ürün. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarca maalesef Letteler…  O kadar çoklar ki. Sokağa çıkın etrafınıza bakin rahatça tespit edebilirsiniz. Lette’nin final tiradında dediği gibi “Yolda, işte, trafikte, parka, bankta, asansörde her yerde” karşımıza çıkabilir. Oyunun içinde de görüyoruz yeterince tüketilen Lette yerini Karlmann’a bırakıyor. Tıpkı dünyamız gibi… Az önce yine örneğini verdiniz, çok bilgili, birikimli birine mi verirsiniz o işi, yoksa görünümü düzgün, ortalama bilgi sahibi olan birine mi?

Murat Çapar: İstiyorsan eğer o dünyaya girmeyi, o dünyanın şartlarını, gerekliliklerini yerine getirmek zorundasın. Çok fazla şikâyet etme ya da ‘’ben n’oluyorum’’ deme… ya reddedeceksin, özgürleşeceksin ya da bu dünyayla birlikte en son Lette’nin yıkımına doğru gideceksin.

Seçil Dedeyi: Ne istiyorsun? İnsan kendine bunu soruyordur: Ne istiyorum? ‘’Bunu istiyorum.’’ Peki, o zaman ‘’bunu’’ yapmam gerekiyor. 

Ayşe Lebriz Berkem: Ama bu vahşi kapİtalist sistem öyle bir şey ki, bir yerden seni kölesi yapmaz öteki taraftan kölesi yapar. Sanırım ‘sistem’ meselesine geldik yine. 

Yahya Okat: Her şeyin bir değerler çerçevesi içerisinde olması gerekiyor. Doğru, hepimizin bu telefona ihtiyacı var ama hepimiz bu telefonları çok farklı şekillerde kullanıyoruz. Instagramımıza girsek herkesin farklı farklı beğendiği şeylerin algoritması çıkıyor. Bu değerleri kaybetmeden bununla yaşayacağız. Ürünleşmeyeceğiz.

Ozan Karabulut: Eğer şu an bir kürk, moda olmaya başlasın, hepimizin o kürke tarz olarak yabancı olmamız ve onu benimsememiz bir anlam ifade etmiyor. İki ay geçtikten ve birçok kişinin üstünde gördükten sonra artık biz de onu istemeye başlıyoruz. İlk başta nefret ettiğimiz kaba saba ayakkabıları şu an birçok kişinin giymesi gibi… Önümüzde böyle binlerce örnek var.

Yahya Okat: Çok bilinen bir söz var ya: bir suçu bir kişi işlerse, bu bir suçtur ama birçok kişi işlediği zaman o artık suç olmaktan çıkmıştır çünkü herkese bulaşmıştır. Evet geçmişte yadırgadığımız bir şey bugün bize normal gelebiliyor. Çünkü artık toplum bu duruma adapte olmuş ve gerçeği haline getirmiş zaman içinde…

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Ayşe Lebriz Berkem: Lette, geçirdiği bu estetik operasyon ile yepyeni bir yüze kavuştuktan sonra bence yeni bir hayata da kavuşuyor. Sizce bu ameliyat ne değiştiriyor onun hayatında? 

Murat Çapar: Aslında bir şey değiştirdiği yok. Bu bir yanılgı. Başta gelen Lette böyle bir adamdı zaten yani özgüveni yerinde, her işinde çok başarılı, ailesiyle hayatı düzgün, arkadaşlarıyla her şey iyi giderken bir gün birden ‘satışlar’ kötüye gittiği için bir ‘çirkin’ yaftası yapıştırılıyor. Asistanı söylüyor inanmıyor. Yıllardır yaşadığı eşine danışıyor. Eşi de, ‘’Böyle bir durum var; evet ama benim için fark etmiyor’’ diyor. O da kabul ediyor artık. Çevresi, baskılar… buna ne dersek, sistem mi diyelim, çevre mi, aile faktörü mü, toplum mu çok bir şey fark etmiyor. Şuna karar veriyor: ‘’Evet, yüzümü değiştirmem gerekiyor.’’ Ama yüzünde bir şey değişmiyor estetik operasyondan sonra da. Yazar özellikle bunu istiyor, hiçbir şey değişmeyecek yüzünde; yakışıklı olmayacak bu adam, çirkin de olmayacak.

Seçil Dedeyi: Lette gerçekten çirkin mi acaba? Aynı yüz; çirkini işaret ettik çirkin oldu, güzeli işaret ettik güzel oldu. Hangisi doğru? Yazarın da herhangi bir şekilde çirkin makyajı yapılmaması yönünde bir isteği var. Bence de doğru olan bu. Yoksa gerçekten insanların yüzüne bakamayacağı kadar çirkin biri kendini yeniden yapılandırmak istese neden itirazımız olsun. 

Ayşe Lebriz Berkem: Siz Lette çirkin mi yoksa değil mi, meselesinden daha çok ‘bu ürünü imal etmiş olabilirsin ama ‘’bunu satmak için sen uygun kişi değilsin’’ dendiğinde o kişiden nasıl ‘vazgeçilir’, ona yoğunlaşmışsınız! Sistemin işine gelmezse yoksun!

Murat Çapar: Konuşmanın başında söylediğim gibi sistemin içine gireceksen ‘değiştireceksin’, ‘yapacaksın’, çok güçlü olman lazım. Çok güçlü olursam evet bunu ben yönetebilirim, medyayı ben yönetebilirim, çevremi ben yönetebilirim. Kendi yönetebilmeli sistemi; yani çok güçlü olmak gerekiyor. 

Ayşe Lebriz Berkem: Peki, ‘güç’ dediğin için yine irdelemek istiyorum: Lette’nin hayatına ‘para’ gelmiyor mu, ameliyatı başarılı geçip ona ‘güzel’ denmeye başlandıktan sonra?

Murat Çapar: Geliyor evet.

Ayşe Lebriz Berkem: O parayla ‘ne’ yapılıyor? Araba mı değiştiriliyor? Her zaman gittiği restoran artık farklı bir restoran mı oluyor? Daha pahalı ve şık restoranlar mesela? Nereye tatile gidiyor? Hâlâ aynı insan mıdır?

Murat Çapar: Değişen şeyler nasıl anlatayım… bir röportaj okumuştum, bir işletmeci diyor ki ‘’Pandemiden sonra kendi otel fiyatlarımızı on kat yükselttik, insanlar buna rağmen geliyorlar ve gelme sebepleri sadece ‘bakın biz buraya gidebiliyoruz’, bu gücü göstermek için buraya geliyorlar’’ diyor. ‘’Bakın buraya gittim, bakın paramla bunu yapabiliyorum’’, işte para dediğiniz şey bunları değiştirebiliyor. Peki, siz değişiyor musunuz? Değiştiğinizi zannediyorsunuz. 

Ayşe Lebriz Berkem: Peki, eğer Letteler çoğalmasaydı? Yani Lette ‘tek’ ve ‘biricik’ ve ‘orijinal’ olarak kalmış olsaydı, o zaman hayatı nasıl devam ederdi? Çünkü Lette’ler çoğalıp da onun bir özelliği kalmadığında, sıradanlaştığında, herkesten farkı kalmadığında ‘eski’ yüzüne dönmek istiyor. Ama tek olsa?

Murat Çapar: Aynı şekilde devam ederdi çünkü Lette için bir sorun yok zaten.

Ayşe Lebriz Berkem: Lette, toplumun histeriye kapılmasından önce yani çoğalmadan önce, ‘tek’ iken şirketindeki ‘tanıtımı’ yapmaya başlayıp kariyer basamaklarını hızla tırmanıyorsa ve bu arada doktorun ‘tanıtım’ yüzü olmayı kabul edip ‘reklamını’ da yapıyorsa, hayatı eski yaşam standardında devam ediyor mudur hâlâ? İnsanlar sınıf atladıklarında tabii ki yüzleri değişmiyor ama tavırları da mı değişmiyor? Lette’nin hayat standardı değişmedi mi bu bağlamda? Bu yeni yüz, yeni bir hayat, yeni tarz ve yeni ilişkiler de belki…  Örneğin Lette’nin onlarca kadın hayranı oluyor estetik olduktan sonra değil mi? Yüksek sesle düşünüyorum.

Özmen Güvençli: Hayatında bir şeyi seçmeye çalışırken belki bir kadını sevmeye çalışırken ya da onu tercih etmeye çalışırken bir anda şu duruma geliyorsun: sen artık seçebiliyorsun, sen tercih ediyorsun. Tercih edilmekten ziyade tercih etmeye başlıyorsun. Sen ‘’gel’’ diyorsun. ‘’Seninle yemek yiyeyim’’ diyorsun, ‘’seninle tatile gideyim’’ diyorsun. Bir güce sahip oluyorsun.

Murat Çapar: Aslında sen güçlü değilsin, para güçlü ya da senin elindeki araban güçlü. Tabii, artık bir etiket var.

Ayşe Lebriz Berkem: ’’Ürün’’ dediniz ya, artık toplumun sana güzelsin, yakışıklısın, şahanesin, mükemmelsin diye atfettiği o sıfatlarla Lette kendisini nasıl bir ‘ürüne’ dönüştürecek? Eline o mikrofonu alıp kendi olduğu ameliyatının reklamını yapmayı kabul ettiği an, kendini pazarlamayı da kabul etmiş oldu. Karşılığında da doktorun ona uzattığı o banknotu aldı.

Murat Çapar: Lette bu durumun keyfini yaşamak istiyor. Ama baktığımız zaman insani özelliğini kaybetmiyor. En yakışıklısı ama karısından vazgeçmiyor. Kadınlar peşinden koşuyor, Lette bunu kullanıyor fakat yine de karısını istiyor. İşte bu bizim masum yönümüz. Peki sistem sana bu keyfi ne kadar yaşatır?  Şan, şöhret, yakışıklılık, senin kontrolünde mi? Birazdan senden kaynayacak ortalık ve maskeli balo sona erecek. 

Ayşe Lebriz Berkem: Lette’nin bir ürüne dönüşmesinde kendi seçiminin de payı var; onun üstünden rant elde etmeye başlayan patronun da, doktorun da… O yüzden üstünde durma ihtiyacı duyuyorum. Lette’nin, paraya para demediği bir yere evrildi mi evrilmedi mi hayatı? Aynı şekilde doktorun da patronun da yaşam standardı değişti mi, değişmedi mi? Sistemi sorgularken seçimlerimizi de sorgulamamız gerekiyor. İzlerken bana bunları düşündürttünüz.

Ozan Karabulut: Evet Lette bir ürüne dönüşüyor ve bu dönüşümden sonra tüm yaşantısı değişiyor. Kendi için iyi olacağını düşündüğü her şey sonunda o kadar kötü bir noktaya geliyor ki, eski haline dönmek istiyor. Tıpkı şu an evin her tarafını sıcacık yapan doğalgazların/kombili evlerin sobalı ev sıcaklığını vermeyişi gibi… Aslında yeni sistem her şeyi kolaylaştırıyor ama samimi ve gerçek değil. Lette için de böyle. İşlerini kolayca hallediyor, çok para kazanıyor, ürünleri kolayca satıyor. Ancak bir ürüne dönüştüğü için onun da yenisinin gelmesi an meselesi. Kısacası ‘tüketim toplumu’ dediğimiz şey tam olarak bu. Biz elimizdekini çok çabuk tüketiyor ve yenisini istiyoruz. Bu da içimizdeki huzuru ve mutluluğu öldürüyor.

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Ayşe Lebriz Berkem: Çabuk tüketiyoruz, tüketiliyoruz, kendimizi tükettiriyoruz. Ve tükeniyoruz… Buradan hepsinin nasıl kazançlar elde ettiklerini, nasıl statüler elde ettiklerini görebilmek sürekli bir sisteme dayandırdığımız meselede bana oldukça önemli geliyor. 

Özmen Güvençli: Doktor da zaten yeni tekniğiyle beraber silik bir cerrahken yarattığı Lette ile her yerde konuşulmaya başlayınca başka boyuta evriliyor. 

Ozan Karabulut: Aslında doktorun ne kadar aldığı önemli değil. Doktor bu sistemi kuran kişi… O her zaman kazanıyor. Zaten oyunun sonunda da Lette’nin çırpınışına rağmen şunu rahatlıkla söylüyor: ‘’İzin verir misin, şu an bir operasyona girmem gerekiyor.’’ Bu replik bile bize, sistemin başındaki kişilerin onu umursamadığını gösteriyor. Onun derdi sistemi yönetmek.

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunu izlerken şunu sorguladım: kimlik yitimi nasıl gerçekleşti adım adım? Bu niye benim için önemli çünkü oyunun sonundaki o kişilik bölünmesine gidecek olan yolu döşüyor. Lette benzerlerinin olduğunu ve çoğaldığını anladığında neye dönüşüyor? Bir çöp, hiçbir işe yaramayan bir adama mı, sıradan bir ‘ürün’ haline mi geliyor? Oyun sürekli sorular sorduruyor.  

Özmen Güvençli: Doktor Scheffler ona ‘’artık senin çok bir özelliğin kalmadı, bunu artık kabullen’’ diyor ‘’ben senden daha çok yaratıyorum, senden üretebiliyorum.’’

Seçil Dedeyi: Dolayısıyla daha ucuzlar. Seri üretmek artık daha ucuz.

Ayşe Lebriz Berkem: Değeri düştü. Oyunda insanın ‘metalaştırılması’ noktası çok kıymetli bence. Çok da sert. Ben kırılma noktası olarak tabir ediyorum bu kişilik yarılmasını ama senin için neye tekabül ediyor bu Murat?

Murat Çapar: Korkunç. Lette’nin bir suçu yok ama. Hepimiz potansiyel Lette’leriz. İşimizi, eşimizi kaybetme noktasına getirildiğimizde hepimiz yeni bir yüz takınmak zorunda kalacağız. Aksi durumda yine bir “kaybetme” olgusuyla karşı karşıyayız.

Seçil Dedeyi: Bir kırılma anı daha var. Her şeyden çok kolay vazgeçebilir hale geldik. Doktorun muayenehanesine gittiğimizde ‘’yapabilirim ama yüzünüzden eser kalmayacak, kabul ediyorsanız…’’ Lette, soruyor karısına ‘’Ne diyorsun?’’. Karısı da “benim için fark etmez, bakmıyorum zaten.” diyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Absürtlük de bu zaten. Kimse kimseyi görmüyor, erkek kadın fark etmez. Oyunun başında gördüğümüz özgüveni yerinde olan Lette’nin de Fanny’i ne kadar gördüğü şüpheli! Birbirine yakın ama uzak insanlar. ‘’Benim için fark etmez” cevabı tam da bunu anlatıyor.

Seçil Dedeyi: Kocası da bunun üzerine “Öyle mi? Peki… Ama yine de ben… Bu yüzden kurtulmak istiyorum” diyor. Çünkü kabul ettirdik ‘çirkin’ olduğuna… Elbirliği ile adamı katlettik ve ona dedik ki, “Sen çirkinsin.” O da ‘’fark etmez’’ dedi ve kendi yüzünden vaz geçti. Kendinizden nasıl vaz geçtiniz? Nasıl bir baskı ki bu, eski yüzünden eser kalmamasını kabul etti!

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunun bu meselesini başkalarının istediği bir şeye dönüşmek olarak okusam da önümde en az iki seçenekli bir yol çıkıyor: yüzümden vazgeçmem bir zorlama, dayatmanın bir sonucu mu yoksa başkasının istediği biri olmak için benim duyduğum arzunun da payı var mı? Ne düşünüyorsunuz?

Murat Çapar: Kesinlikle dayatma. Ne olacağını bilmediğin, belki de masada kalma ihtimalinin bile olduğu bir ameliyat. Yüzünün değişmesini isteyen kişiler değil, sistem. Sonuçtan sonra tam tersi oluyor. Doktorun bile tahmin edemediği bir durum. 

Ozan Karabulut: Böyle yapacaksın diye bariz dayatılan bir şey yok aslında. Böyle olmazsan sistem seni reddeder deniliyor ve sistemin içinde kalabilmek için herkes buna evriliyor. Bu maaşı kabul etmezsen çıkabilirsin diye mobing uygulanan bir çalışan gibi. 

Ayşe Lebriz Berkem: Lette’nin estetik ameliyata karar verdiği sahnede seyirci de gerilim yaşıyor. “Yapabilir miyim, yapamaz mıyım, yapmalı mıyım, yapabilecek miyim, kabul edersem sonuç ne çıkacak?” Biz de Lette ile birlikte o stresi her aşamasında yaşıyoruz. 

Murat Çapar: Her ne olursa olsun çok cesurca bir karar. O ana kadar Lette’nin kontrol edemediği, onu abluka altına alan korkuyla birlikte heyecan duygusu hakim. Kendinden vazgeçip başka biri olarak yeniden dünyaya gelmek. Reenkarnasyon bana hep ürkütücü gelir. Ruh aynı fakat farklı bir bedenle devam ediyorsun. Lette’nin durumu tam da bu. Yeniden dünyaya gelecek ama ne olduğunu bilmiyor, korkunç.

Ayşe Lebriz Berkem: Ameliyat sonrası doktor bile çıkan sonuca inanamıyor. Bu da çok ilginç bir gerilim anıydı. Sonunda doktorun ‘’inanamıyorum’’ demesiyle aslında başarılı bir ameliyat gerçekleştirdiğini anlıyoruz. Bu bende şu soruyu uyandırdı, neden sonucundan emin olmadığı bir muğlaklık içinde bırakılmış Doktor Scheffler? Sonuç için yüzde yüz garanti veren bir estetik dünyasında bu muğlaklık sence niye?

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Özmen Güvençli: Çünkü doktordan daha önce kimse yüzünün tamamını değiştirme talebinde bulunmamış; bu büyük operasyon ve ilk defa yapacak. Bu durum hem doktor için hem de Lette için oyunun kırılma anı.

Ayşe Lebriz Berkem: Bugün estetik cerrahi dediğimiz mevzu oldukça yaygın hale gelmiş durumda. Arz ve talep meselesi var. Tabii bunun kökeninde ne var ne yok ona dönüp bir bakmak lazım. Neden insanlar için estetik önemli olmaya başladı, oyun bunu da sorgulattı bana. Bugün bu bir ihtiyaç mı, yoksa zaruret mi, yoksa kendimizi daha iyi hissedebilmemizin bir yöntemi mi? Siz de oyunu çalışırken sordunuz mu? Kendimizden memnun mu değiliz?

Seçil Dedeyi: Mutlu olmamanı sağlıyor sistem belki de… Ben ona çirkin diyorum ama belki de çirkin değil, hiç değil.

Murat Çapar: Bizim algımızda zaten her şey.

Seçil Dedeyi: Bir şeyi arz oluşturabilmem için o arzı oluşturabilecek koşulları yaratmam gerekiyor ki ondan sonra herkes hücum etsin. Hem arzı hem talebi yaratıyorum. Her tarafta kazanıyorum. Bir kere o çarkın içine girdiğimiz zaman oradan kaçışımız, kendimizi sıyırabilmek çok zor olacak. Bu nedenle o arzı yaratabilmem için ilk önce senin çirkin olduğuna inandırmam gerekiyor ya da senin yetersiz olduğuna inandırmam gerekiyor ya da daha plastik daha gercek hayatta olmayacak kadar güzellikte bir insanı senin karşına çıkarıyor ve sen de diyorsun ki “benim şuram fazla” hayır değil. Sen öyle güzelsin.

Ayşe Lebriz Berkem: Bize genel geçer ölçüler, kriterler verilmeye başlanıyor. Fiziksel güzelliğin, içsel güzellikten daha kabul gördüğü bir sömürü düzeninin içindeyiz.

Seçil Dedeyi: Mesela Barbie bebekler nasıldır, incecik, belirli ölçülerde neredeyse tek tip. Uzun yıllar da böyleydi. Şimdilerde bu algıyı yıkamaya çalışıyor sistem.ama yine sistem kazanıyor. Bu sefer de tombiş bebekler yapmaya başladılar.

Ayşe Lebriz Berkem: Bugün estetik olmak bazı mutlulukları verebilir gerek sağlıklı olmak için gerekse iyi hissetmek için… Estetik yaptırmayı sorgulamak haddim değil ama tek tip burunlar ve dudaklar görünce farklılıklarımız ortadan kalkmıyor mu, diye sormadan edemiyorum. Ki oyunun sonunda da Lette gibi olmak isteyen ve estetik ameliyatı olan insanlardan geçilmiyor ortalık. Bu da bana trajik geliyor. Ne dersiniz?

Seçil Dedeyi: Zaten çarpıcı olan olağanüstü bir motivasyonla herkese benzeme çabası. Herkes gibi olduğunda ne olacak. Bu sefer de farklı olabilmek için uğraşacaksın. Bunun sonu yok ki. Plastik cerrahiyi hariç tutarsak moda alanında da bunu görüyoruz. Herkese benzemek herkes gibi olmak.Tabi ki modanın dışında kalmak çok güç. Ama sırf moda diye ihtiyacım olmayan bir telefona sahip olmak için uykularım kaçıyorsa bir sorun var demektir. 

Ayşe Lebriz Berkem: Mesele sisteme dair; sistemin ve toplumun algısıyla bizim birey olarak var oluşumuzdaki direncimize ait. Nelerden vazgeçmek durumunda kaldığımız? Toplumun istediği şekilde, çevremizdeki insanların istediği şekilde bir birey olmaya dönüştüğümüz o durumla ve o ‘tek tipleşme’ ile bir derdimiz var, derdiniz var değil mi? Doğru mu anladım?

Seçil Dedeyi: Buna sadece güzellik çirkinlik meselesi olarak bakmamalıyız. Güzel olan nedir sorusu bin yıllardır tartışılır, tartışılacak da. Bugün sistem beni çirkin olduğuma inandırıyor ise yarın katil olduğuma da inandırabilir. Belki bana direkt katil ol demez Ama belirli motivasyonlarla beni o duruma sürükleyebilir. Bu yapılamaz gibi görünebilir. Ama bir düşünelim neden olmasın. Aklı başında varsaydığımız kişilerin toplulukla hareket ettiğinde ne kadar aptallaştıklarını düşünün. Bu durumda ben kişi olarak nasıl kurulan tuzaklara düşmeyeceğim.

Yahya Okat: Bence kendini tanıyamamış, öz benliğini oluşturamamış her insan, başına gelen talihsiz durumlarda kendini bir trajedinin içine sürüklüyor. Lette de bu insanlardan biri aslında. Kendinden o kadar uzak ki kendi hırsları uğruna olamadığı bir kimliğe büründü. Halbuki en iyi yaptığı şeyle ilgilenmeye devam etseydi farklı bir Lette izleyebilirdik. Bu onun için sonun başlangıcıydı.

Ayşe Lebriz Berkem: Kendi ‘hırslarımız’ uğruna kendimizi sürekli ‘değerli’ ibresinde tutmak zorundayız maalesef. Ne kadar yorucu. Sonuç: Hiç. İşte Lette’nin sonu! İstese de ‘eski’ Lette’ye dönememesi zamanın trajedisi değil mi?

Yahya Okat: Çok trajik. Belki bir süre bu değişim onun işine yaradı fakat zaman içinde Letteyi Lette yapan özelliklerden vazgeçtiği için kendi sonunu hazırlamış oldu. Kendi hayatlarında da bunu yapan insanlar var. Yaptığı işi “özel” gösteren, farklı davranan. Bu sizin dikkat çekmenizi öne çıkmanızı sağlıyor. Ama zaman içinde o farklılığın altını doldurup dolduramadığınız ise sizi ileriye veya geriye götürüyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Oyunda nefesimi tuttuğum anlar var. Bunlardan biri doktorun Lette’ye banknotu uzattığı an Lette kabul edecek mi, etmeyecek mi? Lette, kendi yüzünün estetik operasyonunun reklamını yapmak için o mikrofonu eline aldığı an. İlk anki acemiliğinin yerini şov dünyasının bir ikonu aldı adeta. Dönüştüğü anı gördüm. Ama tanıtım yaptığını düşünürken kendini pazarladı. Öyle vahşi bir ‘pazarlama’ ki ürün tanıtırken ürüne dönüşmüş bir ‘hiç’! 

Murat Çapar: ’Hiç’ kavramı çok acı. Varoluşsal çabanın içerisinde kaybolup gitmek. Varlık içerisinde eksiklik hali gerçekten çok acı. Siliksin bayağısın, aşağılıksın. Lette bunu finaldeki yıkımda kendine çok net bir şekilde söylüyor. “Bu suratı sen istedin, çünkü sen acizsin, adisin aşağılıksın.”

Foto: Elif Kurttaş – Ufuk Aktan

Ayşe Lebriz Berkem: Bu arada iş arkadaşı Karlmann’ın değişimini de konuşmalıyız diye düşünüyorum. İki çalışan arasında bu rekabetin hayatta alacağımız pozisyonlara çok büyük bir etkisi var, değil mi? Her iki çalışan için de ‘statü’ önemli. İçin için Karlmann, Lette’nin ‘rolüne’ hazırlandı sanki…

Ozan Karabulut: ’Düzgün konuşur musun benimle’’ diyor Lette’ye… Zaten ilk başta Lette’nin tavırlarından rahatsız ve ilk fırsatta onun yerine geçmek istemesi de bu yüzden bence. Lette’nin cüretkar tavrı Karlmann’ın silikleşmesine neden olmuş. Bunu aşması için de eline bir fırsat geçmişken kullanmak istiyor. Tıpkı günümüz beyaz yakalılarının birbirlerinin üzerine basarak kıdem atlamaya çalışması gibi… Kendi başarısıyla değil, başkasının başarısızlığıyla ya da dış bir etkenle bunu sağlamaya çalışıyor. Konumuzun en acı kısımlarından biri de bu zaten…

Ayşe Lebriz Berkem: Çok çok güzel. Ellerinize emeğinize sağlık. Şahane bir kara komedi. Seyircinin tepkisi de çok güzel. Oyun çağrışımları ile birlikte daha da zenginleşiyor; bir çok soru sormamıza neden oluyor. Tadını çıkartın oyunu her oynayışınızda… 

Murat Çapar: Tadını çıkartmak deyince bizim çok kısa bir hazırlık sürecimiz oldu. Gala altıncı oyunumuzdu. Yeni yeni sahnede bile fark edebiliyoruz birçok yerin tadını çıkartarak oynayabileceğimizi. 

Ayşe Lebriz Berkem: Nasıl çalıştınız?

Özmen Güvençli: Bu oyunda dramaturjiyi yaparken yönetmenimiz metni parçaladı. On sayfa verdi sonra bir on sayfa daha… ve sonra öyle provaya girildi. Prova sürecinin ilk altı günü çok yoğundu; çok yoğun bir şekilde çalışıldı, saatlerce saatlerce çalıştık. Kısa zamanda büyük bir iş başardık.

Seçil Dedeyi: Ama bir de onun öncesi masa başı çalışmamız vardı. Düşünme süreci ve metin üzerinde çalışmamız bittikten sonraki süreç daha kısaydı.

Özmen Güvençli: Yönetmen bizim kafamızdaki bütün soruları yanıtladı ve biz öyle sahne programımıza başladık, o güzeldi. Bize bütün bu metin çalışması boyunca her şeyi açıklayan, anlatan, sorularımızı yanıtlayan bir yönetmen vardı. Dramaturjisinin matematiğini bize çok iyi aktaran bir yönetmenimiz var.

Murat Çapar: Evet, bizim açımızdan çok büyük bir avantajı var Nihat Hoca’nın hem yönetmen hem dramaturg hem yazar olmasının… Yönetmenimizin oyuncuları tanıyor olması, çok kalabalık olmamamız, her oyunda birlikte çalışmamız, dışarıdan bir yönetmen getirtmememiz… bunların hepsi bizim için avantaj oluyor.

Ayşe Lebriz Berkem: Ne kadar güzel. Tam bir ekip ruhu var ve bu hepinize, bütün ilişki biçimlerinize kadar yayılmış… Sizi izlerken de hissediliyor bunlar. Hepinize çok teşekkür ediyorum bana zaman ayırdığınız için. Oyunun bir seyirci olarak bana düşündürttüklerini konuştuk ama kim bilir başka seyircilerle konuşsanız onlardaki çağrışımlar neler olacak! Artık oyun sadece kendi odağındaki meseleyle değil; o çerçevenin dışındaki çağrışımlarıyla da besleniyor. Bence bu işin en keyifli tarafı. Oyunu konuşurken konuşurken geldiğimiz noktaya baksanıza… gerçekten konuşulacak detayda çok mevzu var. Yoksa benim çenem düşük değil! Bu enerjinizin, coşkunuzun şu satırlardan okuyuculara geçmesini dilerdim. Belki sizin kahkahalarınızı duyamayacaklar ama kahkahalarınızın coşkusunu içtenliğini, samimiyetini ve ne kadar dürüst bir yerden tiyatro yapıyor olduğunuzu herkese duyurmak boynumun borcu. Bunu anlatabilmenin bir yolunu bulmuşumdur diye ümit ediyorum. Ömrünüze bereket. Yolunuz açık olsun. Bu çok uzun bir yol; nefesiniz hiç tükenmesin, kendinizi her daim yenileyecek ve geliştirecek, kendinizi geleceğe hazırlayacak çok güzel adımlar atmanızı diliyorum ve her türlü engele karşı da güçlü ve bir ormanmışçasına durmanızı diliyorum.

‘’Bu kez oyunu tartıştık. Bir sonraki paylaşmak istediğim Tarsus Şehir Tiyatrosu’ndaki oyuncular olarak ‘taşrada’ hayat… Buradan Çehov’a bağlamak şart oldu.’’ Böyle yazmıştım bundan tam yedi hafta önce ama sonra deprem oldu; hayat durdu. Tek kelime düzeltecek ne hal ne takat kaldı bende. Acı yüreğimden yayılıp tüm benliğimi sardı. Aklım Tarsus’ta! Epey göç almış. Üstelik depremin nefesini enselerinde hissederek nasıl yaşıyorlardır! Birlikte dayanışma ile yaraları saracağız.  

AYŞE LEBRİZ BERKEM

 

(*) Prezentabl: Giyimiyle ve davranış şekliyle fark yaratan, sunum ve ikna yeteneği güçlü kişiler için kullanılan terimdir. İş dünyasında ve özellikle reklam, pazarlama ve tanıtım sektöründe karşımıza çıkıyor.

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku