Süreyya Karacabey yazdı: “Brecht’in Önlenemez Ölümü”

editor
4,5K Okunma
14 Ağustos Brecht’in ölüm günü. 1956 yılında ölmüştü, toplumsal hareketlerin yükseldiği zamanlarda tiyatrosu yeniden keşfedildi, pek çok ülke tiyatrosunu etkiledi. Her çeşit özdeşliğin körlük yarattığını ondan öğrendim.

Süreyya Karacabey’in Artıgerçek’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz:

Politik tiyatronun ya da politikanın sanat ile ilişkisinin durakları hakkında düşünen biri için Brecht hep bir sınır taşıdır. Kendi yüzyılını kaplayan büyük bir hız rüzgarının ortasında, telaşla düşünen, sürekli taslaklar oluşturan, bir taraftan da bu hızı durdurmak ister gibi Çin ideogramlarını düşüncesine dahil eden biri. Koşarken, ve zorunlu kaçarken durmanın ve oturmanın biçimleri hakkında düşünen biri. Cevapları basit, soruları karmaşık görünen biri. Onun sorularının çoğunun şimdiki zamanda bir karşılığı yok. Değişen politik algı için eksik değil de fazla bu sorular. Çünkü Brecht onları sosyalizme sormuştu. Sosyalizm onu cevaplayacak kadar uzun yaşamadı, zaten yaşarken de hep acelesi vardı.

Sosyalist değişimin kıyısında doğanların hep acelesi vardı, Brecht’in de. Bir şeyleri hızlıca hem kabul etme-hareket edebilmek için- hem de eleştirel sorular sorma- geleceği kurtarmak için- onun sanatının iki işleviydi. Yararlılığı önemseyişini,( amanın Stalin!) ham düşünceye önem vermesini (off kaba materyalizm!) reel politiğin güncel gereklerine bağlayarak küçümseyenler, asla oraya sabitlenemeyecek bir akıl yürütmenin bu reel politik içinde, çetrefil sorularla oluşturduğu yarıkları gözden kaçırdı ve sanki iki farklı Brecht varmış gibi davrandı. Onun cevabı basitti, “Aradığın kişi her kimse o ben değilim.”

İmece usulü çalışma biçimini, kolektif emeğe yakın durmasını ve geçmişin hazinelerini yağmalarken hiç çekince duymamasını, anlamadıkları bir geçmişi, neoliberal bir dünyanın post içerikleriyle damgalayan ve tersini iddia etseler de bu dünyanın piyasa tarafından belirlenen yasalarına dibine kadar batmış olan sanat eleştirmenlerine ve sanatçılarına anlatmak ise bir deveyi iğne deliğinden geçirmek kadar zor olacak.

TEKİL BİR ADA İŞARET EDERKEN BİLE ASLINDA KORODUR

Sözgelişi o zamanın ilişkilerinde yaygın olan, Roma hukukundan kalan, kısaca “sen de ver diye veriyorum” diye anlaşılabilen do ut des’i. Ya da kazandığı ödülü, Brecht daha fazla hakediyor diye reddeden Bronnen’in halini, birbirlerinin çalışmalarıyla kendi çalışmaları kadar ilgilenen bir dostluk çevresinin tuhaf, içiçe geçmiş evrenini. Brecht’in sahip olduğu dostlukları sonuna kadar savunduğunu biliyoruz, başka bir tür mülkiyet yasasının içinde yaşadıklarını ve onun yarattığı kişisel büyünün etrafına toplananların kör olmadığını, ona bir şeyler vermeyi, yardım etmeyi bir gereklilik gibi kavramalarını.

Başka bir dünya. Jameson’un dediği gibi bütün bunların, şimdiye olmasa bile, geleceğe söyleyeceği bir şey mutlaka vardır ve Brecht, tekil bir ada işaret ederken bile aslında korodur. Günlüklerini karıştıran biri, bütün çalışmalarının yakınındaki insanlar tarafından okunarak, tartışılarak biçimlendiğini görecektir. Onun sarkazmı ile başa çıkmanın zor olduğunu söyleyebilirim, açıklığının yanıltıcı olduğunu ve kitlenin diliyle en anlaştığı yerde bile paradokslar, iki değerli anlamlar, ironiler içerdiğini de. Hep bildiğimizi sandığımız şeyler yanıltır bizi. Proust için söylenen bir söz yankılandı şimdi zihnimde, “Proust nazikti, kendini yazardan daha akıllı sanma mahcubiyetinden kurtarıyordu okuru.” Adorno söylemişti bunu ve Brecht’e karşı bu mahcubiyeti hep hissetmiş olmalıydı.

14 Ağustos Brecht’in ölüm günü. 1956 yılında ölmüştü, toplumsal hareketlerin yükseldiği zamanlarda tiyatrosu yeniden keşfedildi, pek çok ülke tiyatrosunu etkiledi. Kendi yüzyılının karmaşası içinde, o dönemdeki pek çok yazar, şair gibi hiç durmadan üretti. Yeni bir dünyanın kuruluşunda bir işlevi olabileceğini düşünmenin verdiği şanslı varoluş doluluğu, öteki bütün şanssızlıkları onlar için hafifletmişti. Sürgünler, ülkesini düşman topraklarına çeviren Hitler, kolektif duyuşun güçlü etkisi, bütün bunlar, onun tiyatrosundaki özdeşlik karşıtı tekniğini kendi hayatında da işlevsel kılacaktı. Onun Almanlar hakkında söylediklerini, şimdi bir yazar, Türkler hakkında söylese yazar çevreleri bile aforoz eder.

Benim için hep bir tutum hocası oldu. Her çeşit özdeşliğin körlük yarattığını, ondan öğrenmiştim. Rolüyle özdeşleşen oyuncu ya da oyunla özdeşleşen seyirciyi eleştirirken, bütün özdeşliklerin yol açtığı yanılsamayı, gizlemeleri ortaya seriyordu. Mesafenin sert bir vuruşu, kendini karşısına alarak bakmanın yolu yoksa, en uzak yoldan radikal başka’dan ulaşılabilen kendilik düşüncesini ondan öğrendim. “İçine dön” çağrılarındaki metafizik uçuruma düşmeden büyümemi mümkün kıldığı için minnettarım kendisine. Düşünce bıçağıyla hep başkalarını kesen, değişimin kaçınılmaz olduğunu tekrar edip, aynı değişimin kendi savunduklarını kapsayabileceğini düşünmeyenlerin uyduruk diyalektiklerine uzak hissetme nedenim de muhtemelen Brecht’ti.

Ölüm yıldönümünü Ev Vaazları başlıklı şiir kitabını okuyarak anacağım. Bir insanın ona çizilen çerçeveyi hep kırdığını hatırlayacağım. Geriye kelimeler kaldı. Bu şiiri Brecht bir Çin şiirinden uyarlamıştı. Size de onu bırakıyorum:

Dostlar

Bir at arabasıyla gelseydin eğer

Ve benim de bir köylü ceketi olsaydı sırtımda

Ve böylece karşılaşsaydık bir gün yolda

Arabadan iner ve eğilirdin önümde

Ve su satıyor olsaydın eğer

Ve ben de gezinerek gelseydim bir atın sırtında

Ve böylece karşılaşsaydık bir gün yolda

Ben attan inerdim senin önünde

SÜREYYA KARACABEY

 

Kaynak: https://artigercek.com/makale/brechtin-onlenemez-olumu-261481

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku