Müzede Sahne: Ekolojik Bir Tiyatroya Doğru Yazar ve Yönetmenlerle Konuşmalar – 7

Eylem Ejder
4,8K Okunma

Emre Koyuncuoğlu ile Müzede Sahne 2022 – “Dünya 419 PPM Bir Sahne” Üzerine 

Emre Koyuncuoğlu: “Sakin, akışta, bağırmayan bu dil çok değerli”

Sanat yönetmenliğini Emre Koyuncuoğlu’nun yaptığı Sabancı Müzesi ve Sabancı Vakfı desteğiyle hazırlanan Sakıp Sabancı Müzesi Gösteri Sanatları Günleri’nin, diğer adıyla “Müzede Sahne” nin altıncısı 10-14 Ağustos 2022 tarihleri arasında  Emirgan’daki Sabancı Müzesi’nin farklı mekânlarında gerçekleştirildi.  Her yıl belirli bir tema/konsept etrafında tiyatro oyunu, performans, sunum ve panelleri bir araya getiren Müzede Sahne’nin bu yıl teması “Dünya 419 PPM Bir Sahne” başlığı altında “ekolojik yıkım ve iklim krizi”ydi. Müzede Sahne 2022 programının önceki yıllardan önemli bir farkı bulunuyor. Türkiye tiyatrosunda ekolojik sorunları konu edinen ya da yöntem olarak ekolojik düşünceden yararlanan oyunların eksikliği artık tiyatrocuların da konuştuğu bir mesele. Müzede Sahne, alanda yok denecek kadar az olan bu duruma cevaben bu yıl ilk kez temaya uygun yeni oyunların yazılmasına ve sahnelenmesine aracılık etti. Ekolojik yıkım, çevresel adalet, kentsel dönüşüm, ekoloji politikaları ve sanatsal aktivizmi mesele edinen üç yeni oyunun yazılıp sahnelenmesi ve kimi performansların Sabancı Müzesi mekânlarına özgü olarak yeniden tasarlanması ve konuyla ilgili panellerin düzenlenmesi konusunda oldukça kıymetli bir adım atılmış oldu. 

Bu söyleşi dizisinde ekoloji ve tiyatro ilişkisine dikkat çekiyor, Müzede Sahne’nin “Dünya 419 PPM Bir Sahnedir” başlığı altında yazılıp sahnelenen üç oyunun – Taş, Libido, Tek Kullanımlık Hikâye– oyun yazarları Şebnem İşigüzel, Nadir Sönmez, Volkan Çıkıntoğlu; yönetmenleri Zinnure Türe, Ayşe Lebriz Berkem, Gülhan Kadim ve Müzede Sahne’nin sanat yönetmeni Emre Koyuncuoğlu ile konuşuyoruz.

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi için soruları ve söyleşi dizisini yazar ve tiyatro akademisyeni Eylem Ejder hazırladı. 

Dizinin yedinci ve son söyleşisinde Müzede Sahne- Sakıp Sabancı Müzesi Gösteri Sanatları Günleri etkinliğinin kurucusu ve genel sanat  yönetmeni Emre Koyuncuoğlu ile konuşuyoruz. Dizinin diğer söyleşilerine https://tiyatrodergisi.com.tr/author/eylem-ejder/ bağlantısından ulaşabilirsiniz.

Emre Koyuncuoğlu, Müzede 2022- “Dünya 419 PPM Bir Sahne”etkinliği açılış konuşmasında. 10 Ağustos 2022. Sakıp Sabancı Müzesi. Fıstıklı Teras. Foto: Canberk Ulusan

Eylem Ejder: Merhaba. Sakıp Sabancı Müzesi ve Sabancı Vakfı iş birliğiyle düzenlenen Müzede Sahnenin bu yıl altıncısını gerçekleştirdiniz. Müzede Sahne önceki etkinliklerde “Şiirleşmiş beden”, “Fonda İstanbul”, “Şimdi ve buradayız aşkım” gibi başlıklar altında “gösteri sanatlarında kadın”, “toplumsal cinsiyet”, “şehir”, “queer” gibi her yıl farklı bir kavram ve temaya göre düzenlendi. Bu yılın teması ise “ekolojik yıkım ve iklim krizi”. Temayı belirlerken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Bu süreci hangi ihtiyaçlar, meraklar ve imkânlar şekillendiriyor?

Emre Koyuncuoğlu: Sorunun bana düşündürdükleriyle başlayarak cevaplamaya çalışacağım. Çok yönlü olmaya çalışıyorum öncelikle. Sahne adına hissettiğim ihtiyaçları göz önünde bulunduruyorum. Her yıl toplumsal anlamda sahneye çıkması ihtiyaç haline gelen, yoğunluk kazanan temalar aklımda beliriyor. Hissediyorsunuz; bazı gerçekler sahne ışığı altında olmalı ve onların tartışılmaya, paylaşılmaya ihtiyaçları var. Bu fikre paralel olarak  “o yılın sahne sanatlarına getirdiği zorluklara nasıl destek sağlayabiliriz”, “geleceğin gösteri sanatlarını oluşturacağını düşündüğünüz yeni önerilerini nasıl  destekleriz” gibi gösteri sanatlarını ilgilendiren soruları bir arada düşünmeye çalışıyorum. Ayrıca, disiplinlerarası alanda birlikte çalışabileceğini düşündüğüm sanatçıları bir araya getirerek yeni tanışıklıklar sağlamak, yeni öneri yolları açmak, özgün işlerin oluşumunu desteklemek de istiyorum. Sahne sanatlarının hem ekonomik ve fiziki hem de demokratik anlamda karşılaştığı zorlukları göz önünde bulundurup onu bir nebze kollayan bir alan sağlamayı da. Ve tabii ki tüm bunları Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) sanat politikası çerçevesinde bütünleyerek müzenin diğer etkinlikleriyle uyumlu öncü ve önerisi olan bir dinamik “buluşma” olması sanırım, her yılın temasını belirliyor. 

Na-Na. Nazlı Durak ve Nalan Yırtmaç’ın Müzede Sahne için birlikte geliştirdikleri mekana özgü performans. “Ev Nerede?”. SSM Konferans Salonu. 12 Ağustos 2022. Fotoğraf: Canberk Ulusan.

Her yıl, o yıl için belirlediğimiz konsept üzerinden içeriğini oluşturduğumuz bu gösteri sanatları etkinliğinin, tiyatro sezonu öncesinde alandaki birçok dinamiği tartışmaya açan bir öneri yapısı olmasını da çok değerli buluyorum. Belli noktalara dikkati çeken, işaret eden olmak ve o alanda üretenlerin sesi olmak. Yoğunlaşıp alanın genişlemesine, üretimin çoğalmasına bir nebze katkı sağlamak. Bu anlamda tiyatro buluşmaları adına bir eksiği tamamladığımızı biliyorum. Bu nedenle hem sahne sanatlarında iş üretenler hem de tartısşmaya açtığımız toplumsal dinamikleri gösteri sanatları üzerinden okumak isteyen seyirci için hevesle beklenen bir etkinlik olduğunun farkındayız. SSM’nin bahçesinde buluşuluyor, gösteri aralarında işler konuşuluyor, bir yandan da  gelenler bu etkinlikteki bütün işlerin birbirini tamamladığını bildiği için zaten açık alanda alınan ve seyirciye açık provaların gerçekleştiği ertesi günün etkinliğinin genel provasına bakarken bir sonraki günü merak eden gözleri fark etmeyi çok seviyorum. Buluşmalar için Müzede Sahne’nin bir çekim alanı yaratıyor olması bize müthiş bir motivasyon sağladı. Gelenler tüm günün etkinliklerini seyrediyor. Biz de o nedenle genelde bir gün içine bir panel, bir mekana ait performans, bir de oyun planlıyoruz. Bu bir yandan da seyircinin; tüketim toplumu seyircisi olmasını da engelliyor. Bir şey izleyip, belli bir “katarsis”le “geriye” dönemiyor. Birçok açıdan temanın tartışıldığı etkinliklere “maruz” kalıyor. Değişik açılardan ve disiplinlerden tema ve çağrışımları o günün seyircisi için sunuluyor. Gördüğünü her açıdan değerlendirmesi gerekiyor. Bu tür bir etkinlik planlamasına alışan seyircinin sahneden beklentisi de değişiyor aslında. Sabancı Vakfı’nın yıllardır bize bu desteği gösteri sanatları için veriyor olması, Sakıp Sabancı Müzesi’nin de hem düşünsel hem de fiziki olarak yanımızda durması üretimi birlikte yapıyor olmamız, etkinliğin içeriğinin özgün ve olabildiğince özgür olabilmesi rahatlığını ve biricikliğini sağlıyor. 

“Müzede Sahne” 2022 programı. Işın Eliçin’in moderatörlüğünde gerçekleşen “Ekofeminizmler” Paneli. Konuşmacılar: Deniz Gündoğan İbrişim, Ezgi Hamzaçebi, Selver Sezen Kutup.

E.E: Bu yılın temasını ekolojik yıkım ve iklim krizi olarak belirlediniz? Bu süreç nasıl ortaya çıktı? Sakıp Sabancı Müzesinin bu konuda görüş, öneri, yaklaşım ve destekleri neler oldu?

E.K: 2021 yılının Kasım ayında, Sakıp Sabancı Müzesi müdürü Nazan Hanım (Nazan Ölçer) ve ekibine “Ekoloji politikaları ve sanatsal aktivizm” üzerinde düşündüğümü dile getirdiğimde, bana bu yıl “Yeşil Müze” olmak için başvurduklarını, bunu çok önemsediklerini, temanın müzenin hassasiyetlerine denk düşeceği ve bu konuda paralel çalışacağımıza sevindiklerini söylediler. Gerçekten bilmeden, içten bir sesle bu temanın ivediliğini hep beraber hissetmişiz. Çevre farkındalığının ve getirdiği sorumlulukların toplumsallaşması ve tartışılması, sanatın her alanında ele alınması çok önemli. Ayrıca, müzenin duruşu ve önerdiği sanat politikalarıyla “kesişimsel” nitelikte bir birliktelikte, sahne sanatlarından bu politikalara öneri getirmek ve eklemlenmek, iklim yıkımına karşı duruşu ve söylenen sözü çok daha güçlendirecektir. Bu anlamda bu yıl ilk kez denediğimiz, yurtdışında kültür kurumlarının programlarında oldukça sık rastladığımız “commission” denen Türkçeye “ısmarlama” ya da “görevlendirme” gibi çevrilen, aslında önden projelendirme denebilecek bir yöntemi denedik; üç yazarla üç oyun yazılması ve prodüksiyon desteği gibi bir öneriyi konuştuk. Yazarlar öngörülemeyecek ama kavram olarak doğru buldukları bu öneriyi olumlu karşıladılar. Bu aslında birçok kültür kurumuna model olma ve örnek olma niteliğini de taşıyor.

Müzede Sahne 2022 programında, sezonda sahnelenen ve ekoloji temasına uygun oyunlar yer aldı. Bu oyunlardan biri Tatavla Sahne oyunu İnsan Çağı: Antroposen ya da Kapitolesen”. Yöneten: Eraslan Sağlam. 14 Ağustos 2022. Foto: Canberk Ulusan.

E.E: Müzede Sahne bu yıl bir ilki gerçekleştirdi ve hakkında pek de oyun olmayan bir temanın aciliyeti üzerinde ısrar etti. Ekolojik yıkım ve adaletsizlikler, iklim kriziyle ilgilenen üç oyun yazılmasına ve sahnelenmesine destek oldu. Önceki yıllarda sahnelenen oyunlara, Türkiye tiyatrosunda öne çıkan tema, kavramlara bakılıyor ve bu hareketliliğin kürasyonunu sağlayacak bir kavram ya da mesele etrafında sezondan oyunlar, performanslar seçiliyordu. Bu yılki kararınız oldukça cesur ve öncü. Bu süreç hakkında konuşabilir miyiz? Sizi ekoloji konusunu odağa almaya iten sebepler, ihtiyaçlar, meraklar hakkında ne söylemek istersiniz? 

E.K: Çevre farkındalığının ve getirdiği sorumlulukların toplumsallaşması ve tartışılması, sanatın her alanında ele alınması çok önemli. Ayrıca, müzenin duruşu ve önerdiği sanat politikalarıyla “kesişimsel” nitelikte bir birliktelikte, sahne sanatlarından bu politikalara öneri getirmek ve eklemlenmek, iklim yıkımına karşı duruşu ve söylenen sözü çok daha güçlendirecektir. Ancak, özellikle sahne sanatları söz konusu olduğunda senin de bahsettiğin gibi“ekolojik yıkım”ı dert edinen, topluma bu yönde ayna olmaya çalışan oyunlar neredeyse yok, varsa da görünür değil. Görsel sanatlardaki durum, sahne sanatlarına göre daha canlı. Bunu itiraf etmeliyim. 

Tabi bunun nedenleri var. En önemli neden; kurumsal tiyatronun “yeni hikayelere” mesafeli olması. Bağımsız tiyatrolarda tabi ki görüyoruz ve bu ana akımı ve kurumların sanat politikalarını etkiliyor da. Ama tek tek oyunlar, etkilenilen hikayelerin kurumsala taşınması oluyor. Yani yine garanti önden denenmiş bir metni repertuvara almış ve bütüncül bir sanat politikası oluşturmamış oluyorsunuz. Bir anlamda yeni yazarın oyun yazımını ve prodüksiyonunu desteklemek için bir model üretmenin mümkün olduğunu ve bunun toplumda bir karşılığı olan gücünü görebilmek için Müzede Sahne, gösteri sanatlarıyla bu anlamda da bir dayanışma içinde.  Sanat politikası olarak öneri oluşturmak bu dinamikleri harekete geçirmek ve “yeni hikaye”nin sahnelenmesine olanak tanımanın sahne ve seyirci için değerini ve anlamlı bir risk olduğunu hatırlatmak benim için çok önemli. Burada sahneyi besleyecek, toplumla paralel dönüşüm sağlayacak çok verimli bir damarın olduğunu hatırlatmak, göstermek. Geçen yıl, İBBŞT’de ÇGSM’de düzenlediğimiz “Şehir Yazarlarını Arıyor” projesinde yazar yetiştirmek için büyük bir emek verildi ve inanılmaz güzel, çok zengin içerikli metinler yazıldı. Yazarı destekleyen sanat politikaları ve yaşayan kültürün hikayelerini duyar olmamız bence kamusal alan için çok önemli bir kültür politikası. Belki ileride İBBŞT’de de bu yazılan oyunların prodüksiyonları da gerçekleşir, kim bilir. Her iş, her proje aslında bir birine el veriyor. 

“Müzede Sahne”nin bu yılki programında yer alan mekana özgü performanslardan “do, laş, mak”. Eylem Ejder, “do, laş, mak”. Sunum performans. SSM Konferans Salonu. 11 Ağustos 2022. Fotoğraflar: Canberk Ulusan

Müzede Sahne’de “ekoloji ve sahne sanatları” ilişkisini tema olarak tanımladığımızda; sahne sanatlarında, iklim değişikliği ve Antroposen’in (insan eliyle yaratılan doğa değişimi) yarattığı yıkımları, gündelik hayatta tanık olduğumuz, maruz kaldığımız gerçekleri sorgulayan ve yerelden aktaran hikâyelerimizin yok olduğunu biliyorduk. İşte bu ihtiyaç bizi farklı bir kurguya itti. Bu etkinlik, bu alanda üretimi desteklemeyi amaçlayabilirdi. 

Tam da bu nedenle, etkinlik programlamada bir yeniliğe gittik. Sanatçılara üretmeleri için destek verecek bağlantılı projeleri birlikte geliştirecek ve süreci destekleyecektik. Ekoloji politikalarına benzer bir anlayışla etkinliğimizin içeriğini geliştirdik. Paketlenmiş projeler yerine, üretimi ve süreci destekleyen, kesişimsel alanlar yaratan, “kırılgan” sayılabilecek anlatıya sahip hikayeleri/gösterileri paylaşım alanına sokmayı hedefledik. Yaşamın etik ve politik anlamda yeniden yaratılmasına, gösteri sanatları aracılığıyla katkı sunmayı ve gösteri sanatlarının bu yönde bir kaynak olarak tanımlanmasını istedik. Üretim sürecinde; hem oyunlar yazılırken hem de prodüksiyon aşamasında, özellikle az malzeme ve ekonomik küçülmeyi ve geri dönüşümü ekiplere önerdik. 

Aslında, başından beri Müzede Sahne’nin sanatçıların üretimini destekleyen bir yapısı olmasını önemsemiştik. Bunu, etkinliğin bir misyonu olarak, özellikle ve çoğunlukla, “kırılgan alan” diye de tanımlayabileceğim, ülkemizde neredeyse hiç destek almayan performans ve dans alanlarından yeni üretilecek işlere katkı sağlamak ve onları desteklemek için yapıyorduk, ama bu yıl “destek” alanını tüm etkinliğe yayarak, ilk kez oyun yazımının projelenmesi, yazım sürecinde geliştirilmesi ve sahnelenmesi için de destek verdik. Bu tabi ki, çok önden planlama ve yıl boyunca sanatçılarla birlikte çalışmayı içeren uzun soluklu bir süreçti. Etkinliğimizin her yılın temasına göre dönüşen ve değişen ihtiyaçlarına bize inanarak açık yüreklilikle bizimle birlikte yürüyen ve dönüşümü de bizimle birlikte önden destekleyen Sabancı Vakfı’nın duruşu ve yaklaşımı çok değerli. Bu çok aşamalı üretim fikrine onay ve desteklerini önden ileterek süreci gerçekleştirebilmemize ön ayak oldular. Üretimi desteklemek, hazır ürün alıp sunmaktan çok daha meşakkatli ve riskli bir süreç. Sonuçları öngörülemez; ancak sonuç ne olursa olsun, yerel kaynakları (sanatçıların aktardığı o güne oraya ait hikayelerinde, seyircileriyle yan yana değer ve anlam üretmesi) “sürdürebilir” kılmak ve tohumlarının yatay gelişen bir süreçte filizlendiğini görmek için ortam sağlamış oluyoruz. Dünya 419 PPM bir sahne iken bundan daha değerli ne olabilir? En azından şimdilik. Yani programlama süreci de, temanın içeriğiyle uyumlu “ekolojik” gerçekleşti.

Programın davetli oyunlarından Çıplak Ayaklar Kumpanyası yapımı Taşıdıklarımız. Foto: Canberk Ulusan.

E.E: Türkiye tiyatrosunda ekolojik dramaturgilerin ve ekolojik meselelerle ilgilenen oyunların pek olmadığını bilmiyoruz. Salgın ve sonrasında konuya ilgi arttı. Tiyatrocular da bunun üzerine düşünmeye, oyun politikalarını bu doğrultuda gözden geçirmeye başladılar. En azından öyle umuyoruz. Siz bu azlığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bruno Latourun ekolojik görmezden geliş/inkâr olarak adlandırdığı “duygu körlüğü”nün Türkiye tiyatrosundaki yeri, nedenleri ve yol açtıkları hakkında konuşmak ister misiniz?

E.K: Aslında seninle daha önce ÇGSM’de “Şehir Yazarlarını Arıyor” projesi kapsamında programladığımız söyleşinde senin öne attığın “tiyatromuzdaki geri dönüş ve geri dönüşüm dramaturgileri” fikri beni çok etkiledi. Yani tiyatromuzda “ekolojik görmezlik” yalnızca çevre politikalarında söz konusu değil. Tüm alanlarda Latour’un bahsettiği “duygu körlüğü”ne maruz kalındığını düşünüyorum. Evet biz yazarlarımızdan direkt çevre ve çevre politikalarının bugünün Türkiyesi’nde farklı seslerde nasıl yankılandığını dile getiren oyunlar istedik. Ama bu bahsettiğin duygu körlüğü”ne şifa, senin de dediğin gibi “yapıp ettiğine bir geri dönüp bakmakla, geri dönüşlerle ve geri dönüşümlerle” mümkün olabilir ve hikayelerin herkesin dilinden, sesinden aktarılmasıyla. Toplumsal travmalar öyle şifalanacak. Ama biz burada spesifik bir alanda somut bir çevre sorunsalına odaklandık. Ve böylelikle üç müthiş yazarımızla; Şebnem İşigüzel, Volkan Çıkıntoğlu ve Nadir Sönmez ile görüşmelere yılın ilk günlerinde başladık. Yazarlarımız oyunlarının ilk kopyalarını bitirdiklerinde oyun içeriklerinin ne kadar farklı olduğunu ve krizi değerlendirmek açısından ne kadar zengin olduğunu gördük. Ve nihayet oyunların prodüksiyonu aşamasına geldik. Prodüksiyon desteğini belirli kriterlere göre vermeyi planlamıştık. Oyunlar bir kerelik değil sezon boyunca sahnelenmeliydi, iklim krizinin konuşulur olması ve bunun sürdürülebilirliği önemliydi. Oyunu sahnelemeyi isteyecek, oyunla kendi üretimi arasında uyumlu bir ilişki kuracak yönetmen ve tiyatro arayışına geçtik. Covid-19 pandemisi sonrası tiyatroların ne kadar zor durumda olduğunu biliyoruz. 2022-2023 sezonununda da tiyatroların pandemiden etkileneceği öngörülüyor. Bu zor koşullarda ayakta kalmaya çalışan tiyatroların, yeni bir oyunun tutup tutmayacağı riski ile bu prodüksiyonları gerçekleştirmek konusunda endişelenmelerini çok iyi anlıyorum. Ancak bunu göze alan ve bu işe soyunan tiyatroları ve onların öncü yönetmenlerine hayranlığımı buradan da aktarmak istiyorum. Farklılıklara adım atmak, “kesişimsel” alanlarda, dert edindiğimiz “müştereklerle” ve yaşamın “kırılganlığının” bilinci içinde olabiliyor. Sahnelemeye soyunan yönetmenlerimizin üçünün de genç ve kadın olması (Zinnure Türe, Ayşe Lebriz Berkem ve Gülhan Kadim) sanırım ekolojik yıkım ve kentsel dönüşüm mağdurlarının mücadelesinde ve çevre hareketinde gördüğümüz çok renkliliğe denk düşüyor. 

Sahnelemelerde de farklı bir sahne dili ile karşılaştık. Kendi doğal kaynakları (beden, ses, enerji) ile sürdürülebilir bir şekilde çalışan, var olanın “geri ve ileri dönüşümü”nü çok disiplinli bir sanat anlayışı ile kullanan, yaratıcı oyuncu ve yönetmenlerle karşılaştık. İnsan eliyle yeniden inşa edilenin yüceltilmesi yerine, “çevre” ile uyumlu, akış halinde bir sahne enerjisini ya da bu meselenin sanatsal sömürüsü üzerine bir eleştiriyi izledik. Bunlar oldukça yeni ve deneysel bir anlamda.

“Müzede Sahne”, pop-art okumalardan. 11 Ağustos 2022. Fotoğraf: Canberk Ulusan

Bu yıl üretim desteği ve sürdürülebilirliği için destek verdiğimiz metin tiyatrosu dışında, gösteri sanatlarında iş üreten sanatçılarımız da vardı: Nazlı Durak, Nalan Yırtmaç, Nejbir Erkol, Eylem Ejder. Dans, performans, sunum performans alanlarında yine temamıza katkı sağlayan işleri bir araya getirdik. Performans alanında iş üretmeleri için destek verdiğimiz ve iki farklı sanatsal disiplinden olan dansçı aktivist Nazlı Durak ile ressam Nalan Yırtmaç, Müzede Sahne “Dünya 419 PPM bir Sahne” için bir proje geliştirdiler. İlk defa bu etkinlikte bir araya gelen Nazlı Durak ve Nalan Yırtmaç, onlara sunduğumuz bu yepyeni öneriye olan açıklıklarıyla, “kırılgan” bir yapının farkında olarak, “bir arada üretim” önerimizi kabul ettiler. Bu projeden müze mekanına tamamen çok farklı bakan ve hem dada şiiri, hem rap hem de kavramsal alanda sahne dili ve resmini bir araya getiren “Ev Nerede””adlı çok özgün bir iş çıktı. 

Görsel sanatlarda iş üreten ve aynı zamanda performanslar da yapan genç sanatçı Nejbir Erkol’ün ve sunum performanslar gerçekleştiren bir tiyatro araştırmacısı olarak senin Müzede Sahne için önceden yaptığınız performansların bir başka versiyonunu Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesine ve etkinliğin konseptine uyarlamanız oldukça kıymetliydi. 

“Müzede Sahne”nin bu yılki programında yer alan mekana özgü performanslardan “Ne orada ne burada!” Nejbir Erkol, “Ne orada ne burada!” Sakıp Sabancı Müzesi Bahçesi. 11 Ağustos 2022. Fotoğraf: Canberk Ulusan.

E.E: Yazılıp sahnelenmesine aracı olduğunuz oyunların Türkiye tiyatrosunda ekolojik adaletsizlikleri konu edinen oyunlar repertuvarında ilk örneklerden olacak olması nasıl hissettirdi, hissettiriyor? 

E.K: Çok heyecan verici. Yol açabilmek çok mutlu eder beni. Umarım çoğalır, akar. 

E.E: Bu yılki programın içeriğini nasıl oluşturdunuz? Üç oyunun sipariş edilmesi” kadar, daha önce gösterimleri yapılan ama Sabancı Müzesinin bahçe ve iç mekânlarına özgü yeniden tasarlanan performans ve oyunlar, terasta seyirciyi bekleyen pop-art okumalar, panellerle ve temaya dair sunumlarla oldukça çeşitliydi. 

E.K: Önceden de değindiğim gibi bu çok çeşitli gösteri sanatları dili ile iletişim bizim tercih ettiğimiz bir programlama yöntemi. Çok yönlülük ve çoklu anlatıya maruz olmak/bırakmak yoğunlaşma ve derinleşme adına iyi geliyor. Pop-up’ları bu yıl ilk kez denedik. Bu gösterilere bu ismi verelim dedik. Sanal ortam bilgi/tanıtım/haber etme tekniğini dönüştürerek gösteri diline uyarladık. Bahçede 18.00 sonrası, “pop-up” olarak tanımladığımız programda önceden haberini vermediğimiz, bir çeşit happening hissi taşıyan, yine çok değerli sanatçılarla “çevre” temalı okumalar gerçekleştirdiler. “Okuyan” sanatçılardan bazıları çevre üzerine deneyi paylaştı, o anda mekanda yerleştirmeler de yaptı. Spontane yine o anda oluşan “çevre”sindeki seyircisiyle geliştirdikleri etkinlikler deneyimledik. Sanatçıların ismi ve etkinliklerin gerçekleşeceği yer ve zaman bilgisi bizde saklıydı. Sakin, akışta ve var ile yok arasında gerçekleştiler. Gerçekleşeceği anı bağırmayan bu dil de çok değerli. Hepsi etkinlik kapsamında SSM’nin bahçesinde oldu. 

İklim aktivisti Atlas Sarrafoğlu. Müzede Sahne, açılış günü” temaya dair” yapılan konuşmasında. Atlas Sarrafoğlu. “419 PPM Eşiğinde, Neden Herkes Öldürsün ki Sevdiğini?”, Temaya Dair Sunum. 10 Ağustos 2022. SSM, Fıstıklı Bahçe.

Ve çok sevindirici geri dönüşler oldu. Süprize açık olma fikri, anonim olarak bir performans aracılığıyla paylaşımın arttırılması, bir aradalıkların, önerinin, gönüllülüğün bir içerik oluşturması, tüm bunlar tema ile uyumlu yeni bir performans özelliği diye düşünüyorum. Tabi ki, bu pop-up performansları öncelikle yakın çevreme önerdim, gönüllülüklerini tahmin edeceğim arkadaşlarıma. Onlar da el verdiler. 

Her yıl yaptığımız gibi, bu yıl da Müzede Sahne’nin açılışında seçtiğimiz tema üzerine konuşmasından onur duyduğumuz alanın önde gelenlerini konuşma yapmak üzere davet ettik. Bu yıl farklı nesillerden birbirlerini tamamladığını düşündüğümüz iki kişiyi davet ettik. İlki; bu yılki etkinlikte sesini duymadan edemeyeceğimiz, yoksa bir nevi eksik kalacağımız; çevre krizi ile ilgili farkındalık yaratmada pirimiz Ömer Madra. Her zamanki gibi bizi kırmadı ve yanımızda oldu. İkinci konuşmacımız ise; yeni nesil iklim aktivistlerinden; Atlas Sarrafoğlu. O da kendi duruşu, eylemliliği ve bize önerileriyle etkinliğe katkısını sundu. Nesillerin bir arada, yan yana mücadele içinde oluşları da çok ama çok değerli. Yine bu yıl, geçtiğimiz sezon sahnelerde olan çevre politikalarını dert edinmiş, nadir iki gösteri sanatı eserini etkinliğimize bu tema altında işlerine dikkat çekmek için davet ettik. Tatavla Sahne’nin gençlik oyunu “İnsan Çağı: Antroposen ya da Kapitalosen” ve Çıplak Ayaklar Kumpanya’sının “Taşıdıklarımız” başlıklı dans gösterisi, sahne sanatları açısından çok değerli ve onlara yer vermekten ötürü çok mutluyuz. 

Panellerimiz de çok kıymetli. Paneller, geçen yıllarda da ilham veren; etik değerler ve estetik dil adına alandaki sanatçıların işlerini yeniden düşünmeye iten, seyirciye tema odaklı bir bakış açısı geliştirme fırsatı sunan, çok dinamik yapılardı. Ücretsiz olan bu panellerimizi, etkinliğin bitiminde Müzede Sahne YouTube kanalı’na da koyuyoruz. Amacımız gösteri sanatlarında sanatsal, güncel bir tartışma ortamı sağlamak. Paneller bahçede gerçekleşirken de tam anlamıyla kesişimsel bir alan yaratıyor. “Ekolojik Yıkım ve Kültür Sanat Politikaları” başlığı altında düzenlediğimiz panelde konuşmacı olarak ilksen Mavituna, Atıf Akın, Hande Paker ve moderatör olarak Eraslan Sağlam; “Ekofeminizmler” panelimizde ise konuşmacı olarak Ezgi Hamzaçebi, Selver Sezen Kutup, Deniz Gündoğan İbrişim ve moderatör olarak Işın Eliçin yer aldı. Bu yıl da panellerimizi çok değerli katılımcılarla gerçekleştirdik. Gönülden destekleri için hepsine teker teker müteşekkirim. Hepsi alanlarında çok önemli isimler. 

Pop-art okuma etkinliklerinden bir fotoğraf. SSM Teras.

E.E: Bu yılki Müzede Sahnenin ve adını andığımız tüm buluşmaların öğrettiği, fark ettirdikleri veya düşündürttükleri üzerine konuşmak ister miydiniz?

E.K: Bu yılki mottomuz, “Dünya 419 PPM bir Sahne”ydi. Shakespeare’in “As You Like it” (“Beğendiğiniz Gibi,” Çeviren: Orhan Burian, 1943) oyununda, Jacques’ın o çok bilindik “All world‘s a stage…”(Dünya bir sahne,…) diye başlayan monoloğunun ilk dizesi. Biz, etkinliğimizin mottosunu oluştururken, araya atmosferdeki karbondioksit emisyonunun ölçümünü gösteren sayıyı iliştirdik. PPM ölçümü genellikle su veya toprak içerisinde bulunan herhangi bir maddenin konsantrasyonunu tespit etmek için kullanılır. 419 PPM ise dünyanın en güncel karbondioksit konsantrasyonunun ölçüm değeri ve maalesef dünya tarihindeki en yüksek miktar. Bir bakıma bu, insan faaliyetlerinin doğaya verdiği zararın ölçüsü çünkü karbon emisyonu, çoğunlukla insan kaynaklı faaliyetlerin bir sonucudur. Jacques’ın tiradına geri dönecek olursak, “And all the men and women merely players..” Biz de, bu dünya sahnesinin “mutlu oyuncuları”mıyız, hâlâ? Bu koşullarda? Sorgulamak ve sorgularken öneri mutluluklar keşfetmekti aslında amacımız.

Öncelikle “çevre krizi” sahnelerde konuşulur oldu. Bu bir başlangıç, muhakkak devamı gelecektir. Zaten “güncel” ve toplumsal bir iş üretmek istiyorsanız, bu konulara el atmanız kaçınılmaz. Çevre krizi kendini yalnızca atmosferdeki değişimlerde göstermiyor ki, sonuçları herkesi etkiliyor. Göçlerde, fakirlikte, su yolu savaşlarında, demokrasi de, insan-hayvan-doğa haklarında, yaşam hakkında, inançlar da, adalette, ekonominin döngüsünde, ilişki biçimlerinde oluşmuş sistemlerin yeniden düşünülmesi dengelenmesi anlamı da taşıyor. Bu inanılmaz bir değişim. Önceliklerimiz değişiyor. Yaşam değişiyor. 

Eraslan Sağlam moderatörlüğünde gerçekleşen “Ekolojik Yıkım ve Kültür Sanat Politikaları” başlıklı panelden. Konuşmacılar: Atıf Akın, Hande Peker, İlksen Mavituna. 13 Ağustos 2022. SSM Konferans Salonu. Fotoğraf: Canberk Ulusan.

E.E: Ekoloji ve iklim kriziyle ilgili üretmeye devam edeceksiniz öyleyse?

E.K: Tabi ki. Kaçınılmaz bir gerçek. Önümüzde duruyor. Sanatçı olarak da, küratör olarak da göz ardı etmeniz mümkün değil. Bir anne olarak da mümkün değil. Yetiştirdiğin çocukları ne tür bir geleceğe bırakıyorsun kadar ivedi bir soru yok, sanırım. Nasıl bir gelecek tasavvur ediyoruz? Hep birlikte, sanatçılar olarak, yaratıcı alanda ne öneriyoruz seyircimize? 

Ben yakın dönemde bu tür soruların sanatçıların hikayelerine dolanacakları çok gösteri izleyeceğimize inanıyorum. Ve sanatçıların dönüştürme ve yaratıcı alanda öneri sunma ve paylaşıma açma gibi “aracı kimliklerine” de toplumun çok ihtiyacı olacağını öngörüyorum.

E.E: Söyleşi için çok teşekkür ederiz. Eklemek istedikleriniz var mı?

E.K: Aslında etkinlik sonrasında yaptığımız bu söyleşi bana yapılanları yeniden ve ardından düşünmemi sağladı. Çok anlamlı oldu. Ben çok teşekkür ederim. Hem etkinliğe kattıkların için hem de sonrasında yapılanları çok yönlü düşünmemi sağladığın için. Ayrıca Tiyatro… Tiyatro Dergisi’ne ve sevgili Yavuz Pak’a bu söyleşi dizisine aracı olduğu ve ev sahipliği yaptığı için çok teşekkür ederim.

EYLEM EJDER

 

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku