Murat Sevinç yazdı: “Tiyatrolarla ‘Dayanışma’ Vakti, Buyurun Hep Birlikte…”

editor
1,5K Okunma

Murat Sevinç’in Diken’de yayımlanan yazısını paylaşıyoruz:

‘Ödeneksiz tiyatrolara’ yönelik bu yazı, bir ‘dayanışma çağrısı’ ve ‘oyuna davettir’. Yazının içinde hiç gereği yokken ‘gökkuşağı’ fotoğrafı kullanacağım için, başlarken ‘+18’ uyarısı ekledim. Ola ki gençten birileri okuyacaksa renklerden etkilenip yaşamının altüst olmasını istemem. Bundan sonra da bazı yazılarımda karşınıza gökkuşağındaki renler çıkabilir, söylemedi demeyin. Sizler de kendinize mukayyet olun ve yazıdaki fotoğrafa uzun süre bakmayın; ‘yarışmacı otoriter’ (!) rejimlerde, bir araya gelmiş renkler umulmadık tehlikelere yol açabilir. Allah cümlemize önce akıl fikir nasip etsin, sonra da nasip ettiğini korusun!

Salgın, nüfusun azımsanmayacak kesimini pek çok açıdan çok zor durumda bıraktı. Özellikle her gün işe gitmek zorunda olanlar, dar gelirliler, esnaf, işçiler… Saymakla bitmez bir ‘dara düşmüş’ çoğunluk söz konusu.

Onlardan biri de, en genel adlandırmayla sanat camiası, yazının konusu itibariyle, tiyatrolar; biraz daha daraltırsam: Ödeneksiz tiyatrolar. Ödeneksiz tiyatrolar içinde salonu olanlar ve olmayanlar arasında da farklar var tabii. Hepsi zor durumda, buna mukabil salonu olan tiyatrolar neredeyse kapanmak üzere. Nitekim sürdüremeyenler, kapananlar da var.

Burada, tiyatronun insan yaşamında ne denli önemli olduğunu, olması gerektiğini, tarihsel serüvenini, ‘oyun’ adı verilen etkinliğin diğer sanat dallarını ve özellikle sosyal bilimleri nasıl ilgilendirdiğini, ‘gösterinin’ toplumsal-kamusal içeriğini, iktidarlarla ilişkisini, ezcümle zaten herkesin bildiği konuları anlatmanın da; tiyatrocuların yıllardır sürdürdükleri ‘kamusallık’ ve ‘tiyatro yasası’ tartışmalarını özetlemenin de; ödenekli tiyatrolar ile diğerleri arasında var olan eşitsizliklere ilişkin sorunları aktarmanın da gereği yok…

Yaşamımdaki üç kadın, üç abla, bir gün beni tiyatroya götürdü, çok etkilendim ve o gün bugündür oyun seyrediyorum. Belli bir yaştan sonra ise yukarıdaki paragrafta yazanları ve tüm bu niteliklerin yalnızca ‘oyun’ ile değil, oyunun bağ kurduğu çevreyle sıkı ilişkisi olduğunu fark ettim. Tiyatro ile şehir, sokak ve şehirli arasındaki bağı.

Kapanan bir tiyatro, ne yalnızca işsiz kalan çalışanlar, ne geriye kalan borç harç, ne kırılmış umutlar demek. Yoksullaşan, anılarından olan ‘şehirli’ demek, aynı zamanda. Türkiye, sanayileşme ve sermaye birikim tercihlerinin, ‘yerel düzeyde’ plansız ve saldırgan uygulamaları nedeniyle şehirlerinin dokusunu berbat eden bir ülke.

Söz konusu vahameti kuşkusuz her mekânda ve tiyatro-sinema salonlarında da görmek mümkün. Bundan tam otuz iki yıl önce öğrenci olduğum Ankara’da, o zaman var olan salonların çok azı yaşayabildi bugüne dek. Nasıl güzel tiyatro salonları kapandı birer birer. İstanbul’un durumu da pek parlak değil belki ama Ankara’dan iyi görünüyor.

Bırakın on yıllar öncesini, şu son yedi sekiz yılda dahi şehir genelinde ‘Lalelileşme’ son derece belirgin. Çantacı-tatlıcı salgını tüm şehri yavaş yavaş dönüştürdü ve devam ediyor. Tatlıcı-çantacı ikilisi, bana kalırsa değişimin belirginleşen sembollerinden biri olarak kalacak hafızamızda. Dükkanların el değiştirmesi, esnafın ve haliyle müşterilerin de farklılaşması, büyük ölçüde muhafazakârlaşması anlamına geliyor. Çocukluğumun geçtiği Eyüp ve Feshane civarını bugün de çok severim sevmesine, ancak her yer Eyüp olmasın, mesele bu.

‘El değiştirme’nin ve pırıltılı şehirlerin giderek kasabalılaşmasının tek bir nedeni yok tabii ve herhalde ‘yurttaş ilgisizliği’ bunlardan biri. Örneğin, Tunalı Hilmi caddesinde şu anda sinema salonu olmamasında, son olarak Kavaklıdere Sineması’na gösterilen ve yalnızca sinemanın teknik altyapı eksiklikleriyle açıklamanın mümkün olmadığı seyirci ilgisizliğinin çok payı var. Aynı şeyi, şu aralar bir kez daha gündemde olan AST için de söylemek mümkün.

AST, Ankara’nın sembol kurumlarından biri. Gençliğimizin en güzel duraklarından. Yıllardır büyük sorunları var ve bir süre önce sahnesini Bilkent’e taşıdığı biliniyor. Şu anda ‘AST Ankara’nın belleğidir’ diyenler, kendi aralarında ‘sol geçmiş’ sohbetleri yapanlar içinde kaç kişi, son on yıl içinde orada tek bir oyun seyretmiştir? Durumu yalnızca AST binası, şehirdeki konumu ya da repertuarı ile açıklamak mümkün mü? Peki AST gibi bir tiyatronun yok olma ihtimali yalnızca tiyatroseverleri mi ilgilendirmeli? Berlin’de, Berliner Ensemble, yalnızca tiyatro meraklısı ve Brecht sever Berlin ahalisini mi ilgilendiriyordur?

AST Kapanırsa yerine ne açılır? Otel? Girişinde tatlıcı ve çantacılar olan pasaj? Sanırım, kurumlara sahip çıkmayı değil de, arkalarından ‘ağıt’ yakmayı daha çok seven ve isteyen insanlarız. Öylesi daha kolay geliyor.

Birkaç gün önce sevgili Ünsal Ünlü, sabah programında Mansur Yavaş’ın konuyla ilgilendiğini, herkesin elinden geleni yapacağını, yaptığını söyledi. Ne güzel bir haber, umuyorum olumlu sonuçları olur ve o bina AST adıyla, hem oyun sahnelenen, hem de tiyatro müzesi olarak hizmet veren bir ‘sembol’ olmayı sürdürür. Böylesi değerleri, yurttaşın, meraklının keyfine ve tercihine terk etmemeli. Yerel düzeyde sahip çıkılması çok önemli.

Gelelim yazının asıl konusu olan Kadıköy tiyatroları, özellikle Moda Sahne ve Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun hayatta kalma mücadelesine. (İkisinden haberdarım!)

Böyle feci bir salgın döneminde tüm ödeneksiz tiyatrolar ve diğer sanat kurumları, hayatta kalmalarını sağlayacak destek almalıydı. Merkezi düzeyde ‘bakanlık’, özellikle salonu olan tiyatrolara, dertlerine pek de çare olmayan bazı yardımlar yaptı ancak kimin derdine ne kadar derman olduğu belli değil.

‘Yardımdan’, bazı tiyatrolar hiç pay alamadı. Sizlere, Oyun Atölyesi, Genco Erkal, Moda Sahne, Emek Tiyatrosu gibi birkaç isim versem, herhalde ‘asıl’ gerekçeyi tahmin edersiniz. Şevket Çoruh’un Baba Sahne’si, başvurma gereği dahi duymamış! Görünen gerekçe ise tiyatroların ‘vergi ve sgk’ borçları!

Anlamakta zorluk çekmiş olabilirsiniz, cümleyi bir kez de şöyle kurayım: Borcu harcı olduğu için zor durumdaki tiyatroya, ‘senin borcun harcın var’ diyerek yardım verilmiyor. Anlatabildiğimi tahmin ediyorum.

‘Yerel idare’ ne yaptı bunca zaman, diye soracak olursanız…

Yazın, Göztepe Parkı’nda hayli sorunlu bir açık hava festivali düzenledi ve adını anmaya gerek olmayacak ölçüde cüzi bir gelir sağlandı. Bünyesinde irili ufaklı bunca salon barındıran Kadıköy’ün belediye başkanı, bildiğim kadarıyla dokuz aydır herhangi bir tiyatro salonunun kapısını çalıp hiç olmazsa bir hal hatır sorma gereğini dahi duymamış.

Yüksek oy oranlarını büyük ölçüde ‘yaşam tarzı kaygısına’ borçlu yönetimlerin, o yaşam tarzı bakımından çok önemli kurumlara bu denli ilgisiz davranması ilginç. Ya da değil! ‘Nasıl olsa oy verecekler’ ön kabulü, Türkiye muhalefetinin kendi seçmenine dönük başat tavrı oldu nicedir.

Her neyse… Şimdi salonlar hayatta kalmak için her şeyi deniyor.

Emek Tiyatrosu bazı ürünleri satışa çıkardı ve internet üzerinden seminerler düzenleyecek: ‘Yönetmenlerle Sohbetler.’ Nisan Dağ, Ezel Akay, Tunç Şahin ve Özcan Alper. Sayfasını buraya bırakıyorum.

Moda Sahne ise yaz aylarında oyun afişlerini özel yöntemlerle bastırıp sattı ve büyük bir inatla sezonu açtı. Salonun üçte birine seyirci kabul edip çalışmaya başladılar. Ancak şimdi yeniden  kapandı. Bu koşullarda kapanmasında ya da insanların tiyatroya gitmeye çekinmesinde bir tuhaflık yok kuşkusuz. Herkes canıyla meşgul. Ben de bilet aldım ama oyunlara gitmeye pek cesaret edemedim doğrusu.

Sonunda Moda Sahne, bazı oyunlarını internet üzerinden ‘canlı’ sahnelemeye karar verdi. Çok akıllıca bir yöntem bu. Kuşkusuz salonda olmanın tadını vermez, ancak salgının atlatılması için işlevsel. Tabii benim gibi görme ve hatta bazen duyma sorunu yaşayanlar içini belli açılardan avantajlı da. Bir de, salgın sonrasında tiyatroların bazı oyunlarını, arada bir de olsa bu şeklide sergilemeleri ‘turne’ ile başarılamayacak bir şeyi gerçekleştirmiş, ülke geneli ve yurt dışındaki isteklilere büyük fırsat sunmuş olur.

Moda Sahne, canlı gösterimlere üç oyunla başlayacak ve biletler için farklı seçenekler belirlenmiş. Aynı oyunu, isteyen 30, isteyen 250 liraya seyredebilecek. Biz ailece daha önce ikisini seyretmiştik, şimdi üçüne de bilet aldık. Buraya bırakıyorum.

Muhterem okur,

Umuyorum bilet alıp evde tiyatro zevkini yaşar ve destek olursunuz. Bunu Moda Sahne’yi çok seven, evi olarak gören, orada iki kez seminer vermiş biri olarak dilemiyorum yalnızca. Hatta tiyatroyu çok sevmek de şart değil aslına bakarsanız. Mesele, içimiz dışımız çantacı-tatlıcı olmasın, bir şehri şehir haline getiren ne var ne yok, her şeyi kaybetmeyelim. Bizlerin bildiği güzel tiyatro salonlarını, çocuklarımız da görüp bilsin. Hiç olmazsa. Ayrıca, oyunlar da iyi. Buyurun, hep birlikte…

Not: Başka salon ve gruplar herhangi bir etkinlikleri için haberdar ederse, onların duyurularını da yazı sonlarındaki notlarla memnuniyetle yaparım. Elden gelen bu.      

Kaynak: http://www.diken.com.tr/tiyatrolarla-dayanisma-vakti-buyurun-hep-birlikte/

Benzer Yazılar

Bu web sitesi size daha iyi bir performans sunmak için cookie kullanmaktadır. kabul edin Devamını Oku